İdea Yayınevi / Bilimler
site haritası   
 
DOĞA FELSEFESİ VE BİLİM FELSEFESİ — 1
Aziz Yardımlı

Bir görgül bilim olan Fizik, ama özellikle onun en soyut bölümü olan ve Görelilik Kuramları ve Quantum Kuramı gibi birbiri ile çelişen kuramlar tarafından tanımlanan "modern" Mekanik, tam olarak görgül olmasından gelen yetersizliği zemininde, kavramsal olanı tanımada güçlük çeker. Böyle pozitif Fizik kavramsal düşünmenin bilimsel sorulara "somut yanıt" vermediğini ileri sürer ve "somut" yanıtın kavramsız olduğunu düşündüğü olgulardan ve deneyimden geldiğini sanır. Giderek böyle görgül Fiziğin kendini aştığı ve temel varoluşsal sorulara bile sağlam yanıtlar verdiği de ileri sürülür. Buna karşı örneğin Stephen Hawking için felsefe "ölmüştür" ve felsefenin ne olduğu konusunda hiçbir düşüncesi olmayan Richard Feynman için felsefe en azından "uyuşmuş"tur ("dopey").

Fizik uzay, zaman, özdek, kütle, devim, kuvvet, enerji ve benzerleri ile ilgilenir ve bunu ilgilendiği şeylerin kavramlar olmadığı, başka birşey olduğunu sanısı içinde yapar. Hiç kuşkusuz Feynman'ın sanabileceğinden çok daha kötü "felsefeler" de vardır ve bunların başında pozitivizmin kendisi gelir. Ama Feynman'ın felsefe için düşündüklerini ondan önce pozitivistin kendisi düşünmüştür.

Fizik Felsefenin veriler toplamadığını ya da deneyler yapmadığını ileri sürer. Ve fizikçilerin çalışmalarında felsefe kullanmadıklarını ileri sürer. Ve Felsefenin "gözlemlenebilir" olmayan şeyler ile çok fazla uğraştığını da ileri sürer. Bunlar çocukçadır. Kavramsal çözümleme görgül verilerin kendilerinin kavramsal yapıları ile ilgilenir ve gerçekte fizikçinin kendisi de tam olarak aynı şeyi yapar, kavramların izindedir, ama bunu tüm çalışmasında yalnızca ve yalnızca kavram ile ilgilendiğinin bilincinde olmaksızın yapar.

James Clerk Maxwell, Niels Bohr, David Bohm, Albert Einstein, Werner Heisenberg ve pekçok başkaları bu kuralın dışındadır. Albert Einstein görelilik kuramının David Hume ve Ernst Mach'ın görgücülüğü ve pozitivizmi üzerine dayandığını düşünürken, Heisenberg'in "Fizik ve Felsefe" başlıklı bir çalışması vardır ve David Bohm'un Hegel'in Mantık Bilimi üzerine okuması yüzeyselden biraz daha iyidir. Einstein felsefeyi hiçbir biçimde anlamamış olsa da, ve görgücülüğe dayanarak görgücülüğün kaçınılmaz vargısı olan Kopenhag indeterminizmine saldırmış olsa da, hiç olmazsa görgül Fiziğin kendinde yeterli olmadığı ve görgücü felsefeye dayanması gerektiği gibi tuhaf bir kanı taşıyordu. Hiç kuşkusuz Fizik yalnızca gözlem ve hesaplama yapmaktan daha çoğunu yapar ve "meta-" öneki ile tanımlanan düzlemde çalışır. Eğer "Fizik" sözcüğü "özdeksel doğa" olarak anlaşılacak olursa, bir bilim olarak Fiziğin kendisi kendi ötesini gösterir: Fizik meta-Fiziktir, özdeksel evrenin kendisi özdeksel olmayan kuramıdır, gerçi henüz bu hedefe ulaşamamış, ya da daha doğrusu henüz sözcüğün gerçek anlamında bilim olamamış olsa da. Kuram bilgi ile bir olmak zorunda değildir.

Salt Fizik ile ilgilenmekten daha ötesini yapmayı isteyen "Bilim Felsefesi" de Felsefenin ele aldığı alanları ele alır: Logos, Doğa ve Tin. "Bilim Felsefesi" terimindeki "Bilim" sözcüğü görgül bilimleri belirtirken, "Felsefe" ise bu bilimlerin kendilerine yetersizliğinin bir sezgisine bağlı olarak eklenir ve bu arada "metafiziksel" sorunlar genel bilgikuramı başlığı altında incelenir.

Doğanın ve Tinin bilgisi insanın belirlenimidir. İnsana bilgisizlik yüklemek ona bilme gücünü yüklemektir. Doğanın ve Tinin bilgisi de insanın insan olması için tıpkı estetik ve etik gelişim gibi saltık olarak zorunludur. Bu olmadığında, insan henüz kendisi değil, henüz bütün insan değildir. Görgül bilgi bu yarı-insana aittir, onun fenomenal denilen bilincidir, gerçek bilgi değildir, ve bu nedenle görgül bilimler kendilerinden daha iyisinin arayışı içindedirler. "Bilim Felsefesi" adı verilen bu arayışta doğrudan doğruya insan Usunun Doğa ve Tinin bilgisine yetenekli olduğu varsayılır. Bu olanak Doğa ve Tin alanlarının özsel olarak ussal olmasına bağlıdır. Bu sayıltıyı bilgiye yükseltmenin kendisi bilimin işidir ve bu özsel ussallığın bilimi Usun Bilimi, Mantık Bilimidir. Doğanın ve Tinin bilgisi Usun bilgisini gerektirir.

Bilim Felsefesi sık sık Görelilik Kuramı ve Quantum Kuramı gibi usdışı kuramların felsefesini yapar. Kuram henüz bilgi değildir ve bilimsel olma karakterini tanıtlamamıştır. Bilim Felsefesi bu kuramları anlar ve daha ileri gider, onları iyileştirir. Ama usdışı olan anlaşılıktan yoksun olandır, ve buna bile gerçek adı verilmez ama "sezgi-ötesi" denir ki, burada "sezgi" "duyusal olan" ile anlamdaş olarak alınır.

 
SCHELLING ÜZERİNE MICHELET

"'Doğa üzerine felsefe yapmak doğayı yaratmaktır' [diyordu Schelling]. Şimdi Hegel'in bize bıraktığı gereçler varsıllığından Hegel Toplumu tarafından bana verilen bu paha biçilmez kalıtı yayıma hazırlama görevini bitirirken, gerçekte Doğa Felsefesinin yeniden dirilişini tasarlamış olan insanı [Schelling] alıntılayarak başlamak ancak uygun olabilir. Coşkunun tam bir enerjisi ve düşünceye dayalı bilgiye duyulan en yüksek güven ile yüklü bu tümce modern bilimin tanrısal ikizlerinin kırk yıl önce savunduğu ve derin-düşüncenin sıradan felsefesine ve onunla bağlanan herşeye karşı utkulu olarak savundukları bakış açısını anlatır. [Hegel ve Schelling'in] dostlukları erken gençlik dönemlerinde gelişti ve Jena'daki kamusal etkinliklerinde ve 'Eleştirel Felsefe Dergisi'nin yayımlanmasında güçlendi.

"Hegel'in bilimleri kapsamında aşılamaz olan ve benzerini yalnızca Aristoteles'in yazılarında bulan bir yapıya yükseltmesini sağlayan zemini bu dostluk hazırladı. Eğer şimdi utku kazanmış gerçeğin güneşli günü yüzyılın onunla başladığı parlak ve şanlı şafaktan sonra bilimin göklerine yükseliyorsa, Doğa Felsefesi üzerine bu derslerde o zamanlar tomurcukta olan çiçeklerin çelenginden olgunlaşmış seçme meyvelerden birini bulacağız.

"Schelling'in bu sözleri gösterişli bulunabilir, ve şimdi felsefeye öylesine sık yöneltilen kendini-tanrılaştırma suçlamasının kanıtı olarak alınabilir. Ama şair felsefenin kaygısının 'yaratılışın büyük düşüncelerini yeniden-düşünmek' olduğunu söyler, ve eğer düşünceyi bu yolda anlatırsak daha az gösterişli görünür. Gerçekte Doğa üzerine felsefe yapmada amacımız Doğanın anlaşılır özünü ya da yaratıcı düşüncelerini kendi tinsel içselliğimizden düşünerek yeniden-üretmek değilse ne olabilir?


"Ama genellikle ileri sürülür ki, deneyim bilimsel bilginin biricik temeli olduğuna göre, Doğanın düşünceler yoluyla kavranması olan bir Doğa Felsefesinin bütün işi boş ve ütopiktir. Hiç kuşkusuz Doğa Felsefesinin deneyime dayanmadıkça Doğa üzerine düşünmeyi hiçbir zaman başaramayacağı yadsınamaz; ama bu düşünceler bir iç kaynaktan akmadıkça, deneyimler hiçbir biçimde düşüncelerin keşfine götüremez." — Karl Ludwig Michelet.
Michelet'in bu son yargısı çağdaş pozitivizmin bir eleştirisidir — daha o doğmadan önce. Aslında Bilimin salt bir deneyim ya da duyu-algısı sorunu olmadığı, Bilimin a priori yapıldığı olgusunun bilincinin doğuşu felsefenin kendisinin doğuşudur. Bilginin kaynağını dışsal "deneyim"de arayan ve deneyimin içsel düşünce ile ilgisini anlamayan çağdaş "Bilim Felsefesi" o zaman yalnızca henüz doğmamış felsefe olarak görünür.

Kavramların kökenini usunu kendisine değil ama herhangi bir yolda deneyime, olguya, şeye, görüngüye, izlenime, duyusal-algıya vb. yükleyen pozitivizm kavrama nesnellik yüklediğinin, böylece kaçınmak istediği metafiziği yeniden getirdiğinin bilincinde değildir.



Karl Ludwig Michelet (1801-1893) came of a French Calvinist family. He was born in Berlin and educated at the French Grammar School there. In 1819 he was matriculated at Berlin University and began to study law, but Hegel's lectures on logic and the philosophy of right broadened his interests, and in 1824 he took his doctorate in philosophy. In 1826 he qualified as a university teacher and lectured at Berlin until 1874. He was appointed professor there in 1829, and from 1825 until 1850 was also a teacher at his old school.

He tended to belong to the Hegelian left, and did a great deal of work faithfully defending what he considered to be orthodox Hegelianism. He joined the 'Society for scientific criticism' in 1827, and contributed to its 'Jahrbucher fur wissenschaftliche Kritik'. He edited vol. I, 'Hegel's philosophische Abhandlungen' and vols. XIII-XV, 'Geschichte der Philosophie', as well as this volume of the complete edition of Hegel's works.
He wrote three works on the ethics of Aristotle (1827, 1835, 1836), and several works on the history of philosophy: see for example 'Geschichte der letzten Systeme der Philosophie in Deutschland von Kant bis Hegel' (2 vols. Berlin, 1837-1838). Although he is a competent scholar he does not show much originality as a thinker. This is particularly noticeable in his 'Das System der Philosophie' (4 vols. Berlin, 1876-1879) which is very largely a mere paraphrase of Hegel's system. Volume 3 of this work (Berlin, 1876, p. 486) is devoted entirely to the philosophy of nature, but it shows very little intelligent assessment of the scientific developments that had taken place since Hegel lectured.

See the article by Adolf Lasson in 'Allgemeine Deutsche Biographie' vol. 55 pp. 842-844 (Leipzig, 1910): E. H. Schmitt 'Michelet und das Geheimnis der Hegelschen Dialektik' (Frankfurt-on-Main, 1888): Pasquale d'Ercole 'C. L. Michelet e l'Hegelianismo' ('Riv. Ital. di Filos.' IX, 1894).
186,9 Michelet did not know of Hegel' s lectures on the philosophy of nature delivered at Jena in 1803-1804: see Johannes Hoffmeister Jenenser Realphilosophie I. Die Vorlesungen von 1803-04' (Leipzig, 1932). An even earlier treatment of the subject (1801-1802) is to be found in Georg Lasson's 'Jenenser Logik, Metaphysik und Naturphilosophie' (Leipzig, 1923). Hegel's Heidelberg Encyclopaedia has recently been republished by Hermann Glockner: see 'Enzyklopadie der philosophischen Wissenschaften im Grundrisse' (Stuttgart, 1956).
"Bilim a priori yapılır" anlatımı deneyime önsel kavramların deneyime uygulanmasını, deneyimin deneyim olabilmek için daha şimdiden kavramsal olarak belirlenmiş olduğunu bildirir. Bilginin dizgesel kavram bağıntıları olması olgusu kavram bağıntılarının kurulmasının deneyimden özerk olduğunu, gerçekte deneyimin kendisinin bu bağıntıların yapısından başka birşey olmadığını imler. Bağıntıların değişimi deneyimin de değişimidir. Bağıntıların doğru olmaması deneyimin de doğru olmamasıdır. Kuramın dışsal olarak deneyim tarafından doğrulanması herşeyden önce deneyimin kendisinin doğru olmasını gerektirir. Ve bu durumda bile deneyimin tekillik karakteri onu evrensel olması gereken kuramı sınamada bütünüyle uygunsuz kılar. Karl Popper bu son olguyu dikkate almadığı için yanlışlanabilirliğin de tekillik karakterinden ötürü doğrulanabilirlikten daha iyi olmadığını anlamaz.
Schelling: Bir Doğa Felsefesi İçin Düşünceler (Ideen zu einer Naturphilosophie)
Karl Ludwig Michelet: Hegel'in Doğa Felsefesi'ne Önsöz (İngilizce)
Michelet

HANS CHRISTIAN ÖRSTED: SCHELLING, NATURPHILOSOPHIE, TANRI

"Bilindiği gibi, Schelling'in değeri Naturphilosophieyi kurmuş ve onunla tüm bilimleri etkilemiş olmasıdır. Burada yatan dahilik Schelling'in doğayı kurmuş olması değil, onu kurma yolu ise hiç değildi; ama değeri doğayı bir bütün örgütleniş olarak görmesi idi. 'Doğa üretken bir üründür' sözleri, doğru anlaşıldığında, ve onun tarafından yeterince açık olarak yorumlanmışlardır, onu kavrayışlı ve derine işleyen bir ruh olarak görmek için yeterli olacaktır. Bunu biçok değişik yolda yinelemiştir. En güzel ve çarpıcı olanı Doğanın Tanrısalın bildirilişinden başka birşey olmamasıdır. Bana bunu ondan önce başka birçoklarının söylediği yanıtını verebilirsiniz. Bunu çok isteyerek kabul ederim, ve daha çoğunu söyleyeceğim: Büyük dehaları olan tüm felsefeciler bunu duyumsamış, giderek az çok açık olarak söylemişlerdir, ama Schelling onu bizim zamanımızda, ancak az sayıda dindar insanın ona inandığı ama hiçbir felsefecinin onu algılamadığı bir zamanda anlatmıştır."

"As is known, Schelling's merit is to have established Naturphilosophie and with it affected all sciences. The genius of this was not that he constructed nature, and least of all the way he constructed it; but his merit was to view nature as a whole [as] organization. The words: "Nature is a productive product," would, when properly understood, and they are clearly enough commented on by him, be enough to mark him as a comprehensive and deeply penetrating spirit. He has reiterated this in many different ways. The most beautiful and striking is that nature is nothing other than the revelation of the Divine. You can respond to me that many others have said this before him. I very willingly admit that, and I will say more: All philosophers of great genius have felt this, indeed, said it more or less clearly, but Schelling has articulated it in our time, a time when only a few religious people believed it, but no philosophers perceived it.

Mathilde Örsted, ed., Breve fra og til Hans Christian Örsted, 2 vols. (Kbn: Ch. Linds Forlag, 1870), vol. 1: 230.

DOĞA FELSEFESİ VE GÖRGÜL FİZİK
Görgül Fizik nesneler ile ilgilenirken, onları gözlerken, deneyimlerken, deneyler yaparken düşünür, yalnızca duyumsamakla ve algılamakla yetinmez. Düşünürken kendisinde, kendi öznelliği içinde iken gene de her zaman nesnesinde olduğu sanısı içindedir. Bu düzeye dek her doğal bilinç bilinçsiz bir solipsisttir, düşündüğünün, öznel olanın nesnel olarak var olduğu sanısı içindedir.

Epistemoloji bilgiyi çözümlemeye çalışır ve bilgiyi bilincin saltık olarak öznel düzleminde ele alır. Bu düzeye dek Epistemoloji olanaksızı başarmaya çalışır çünkü bilgi nesnel olmalıdır. Ama duyusal algı, görüngü, deneyim tümü de öznel bilinç yapılarıdır.

Böylece bu tür felsefecilik hiçbir zaman Fiziğe ulaşamaz. Her zaman Fiziğin dışında ya da ötesindedir, her zaman sözcüğün sağın anlamında metafizikseldir.

Hegel, Doğa Felsefesi, Giriş/Einleitung
GÖRGÜL FİZİK VE DOĞA FELSEFESİNİN AYRIMI — 1

“Doğa Felsefesi bir bakıma yeni bir Bilim olarak görülebilir; bu hiç kuşkusuz bir anlamda doğrudur, ama bir başka anlamda değil. Çünkü eskidir, genelinde Doğayı irdelemek denli eskidir (bundan ayrı değildir), ve giderek Fizikten bile eskidir, tıpkı örneğin Aristoteles’in Fiziği­nin Fizikten çok Doğa Felsefesi olması gibi. İkisinin birbirinden ayrılması ilkin yeni zamanlara aittir.”

«Die Naturphilosophie wird etwa zunächst als eine neue Wissenschaft betrachtet; dies ist freilich in einem Sinne richtig, im anderen aber nicht. Denn sie ist alt, so alt als die Naturbetrachtung überhaupt (sie ist von dieser nicht unterschieden), ja sogar älter als die Physik, wie denn z.B. die Aristotelische Physik weit mehr Naturphilosophie als Physik ist. Erst den neueren Zeiten gehört eine Trennung beider voneinander an.»


NEWTON'IN "DENEYSEL FELSEFESİ"
Newton "Felsefe" adının kullanımının nasıl bozulduğunu göstermede de önemlidir.

Görgül bilimin "yöntemi" yalnızca tümevarımdan oluşmaz ama ona da izin verir. Tümevarım bilgi değil ama olasılıktır. Böyle kaba saba aygıtlar ile yapılan şeye "Bilim" niteliğini yükleyemeyiz. Görgül Bilimin gerçek Bilime dönüştürülmesi gerekir. "Bilim Felsefesi" en azından bunun bilincindedir. Ama Bilim Felsefeciliğinin kendisi kaba saba olgucu denemecilikten öteye gitmez. Yöntemli, dizgesel, kavramsal bilgi olarak Bilim sıradan görgül bilincin bir sorunu değildir.

Newton, Principia, FELSEFEDE USLAMLAMA KURALLARI/FENOMENLERDEN TÜMEVARIM

KURAL IV “Deneysel felsefede genel tümevarım yoluyla fenomenlerden çıkarsanan önermelere, tasarlanabilecek karşıt önsavlara karşın, doğru olarak ya da doğruya çok yakın olarak bakacağız — ta ki onları ya daha doğru, ya da kuraldışılara açık kılabilecek başka fenomenler ortaya çıkıncaya dek.

Bu kuralı tümevarım uslamlamasının önsavlar tarafından geçiştirilememesi için izlemeliyiz.”

RULE IV In experimental philosophy we are to look upon propositions inferred by general induction from phenomena as accurately or very nearly true, notwithstanding any contrary hypotheses that may be imagined, till such time as other phenomena occur by which they may either be made more accurate or liable to exceptions.

This rule we must follow, that the argument of induction may not be evaded by hypotheses.

NEWTON: MEKANİĞİN ÖTESİ
 
Newton "mekanik" biliminin kurucusu olarak bilinir. Gerçekte Mekaniği yadsıdı.
Newton, Principia, GENEL NOT MEKANİK; TANRI

“Altı birincil gezegen güneş çevresinde güneş ile eş-özekli dairelerde, ve aynı parçalara doğru yönelik devimler ile, ve hemen hemen aynı düzlemde döner. Dünya, Jüpiter ve Satürn’ün çevresinde onlarla eşözekli dairelerde, aynı devim yönü ile, ve hemen hemen o gezegenlerin yörüngelerinin düzlemleri üzerinde on ay döner; ama böyle birçok düzenli devimi salt mekanik nedenlerin doğurabilmiş olduğu düşünülmemelidir, ... Güneşin, gezegenlerin ve kuyruklu yıldızların bu olağanüstü güzel dizgeleri ancak anlıklı ve güçlü bir Varlığın bilgelik ve egemenliğinden ileri gelebilirdi. Ve eğer durağan yıldızlar benzer başka dizgelerin özekleri ise, benzer bir bilgece tasar tarafından oluşturulmuş olmakla, tümü de Birin egemenliği altında duruyor olmalıdır.”

BOOK THREE
GENERAL SCHOLIUM

"The six primary planets are revolved about the sun in circles concentric with the sun, and with motions directed towards the same parts, and almost in the same plane. Ten moons are revolved about the earth, Jupiter, and Saturn, in circles concentric with them, with the same direction of motion, and nearly in the planes of the orbits of those planets; but it is not to be conceived that mere mechanical causes could give birth to so many regular motions, ... This most beautiful system of the sun, planets, and comets, could only proceed from the counsel and dominion of an intelligent and powerful Being. And if the fixed stars are the centres of other like systems, these, being formed by the like wise counsel, must be all subject to the dominion of One."


"ROMANTİK" DOĞA FELSEFESİ


The earliest philosophy of science in the last two hundred years is Romanticism, which started as a humanities discipline and was later adapted to science as a humanities specialty. The Romantics view the aim of science as interpretative understanding, which is a mentalistic ontology acquired by introspection. They call language containing this ontology "theory". The most successful science sharing in the humanities aim is economics, but since the development of econometrics that enables forecasting and policy, the humanities aim is mixed with the natural science aim of prediction and control.
(Hickey, T. J: "History of Twentieth Century Philosophy of Science," Copyright 1995, 2005:The book is online: http://www.philsci.com )
"a mentalistic ontology acquired by introspection." "Mentalistic ontology" ile anlaşılan şey kavramın, ideanın varlığıdır. Görgül bilinç ideanın nesnel varlığını tanımaz, çünkü 'varlık' ile fiziksel-duyusal olanı anlar. "Introspection" ise 'düşünme' yerine kullanılır, ve düşünce ise görgül bilinç için bütünüyle öznel ve içsel bir sorundur, realite ile ilgisizdir.

"natural science aim of prediction and control." Doğa Biliminin amacı tahmin ve denetim olarak belirtilir anlamak, bilmek olarak değil. Bu yararcı ve yetkeci bakış açısı Aydınlanmanın görgücü tininin gecikmiş bir yeniden belirişi olarak görünür.

— "Positivism followed Romanticism. Many Positivists were physicists, who took physics as the paradigm of the empirical sciences.."
— "The term "theory" in the Positivist philosophy of science means language referring to entities or phenomena that are not directly observable".
— "Pragmatism followed Positivism"
— "Theories, laws and explanations are linguistic artifacts. Therefore philosophy of language is integral to philosophy of science."
(Tüm alıntılar aynı yerden.)

RICHARD FEYNMAN: ORNİTOLOJİ OLARAK BİLİM FELSEFESİ
Feynman bilim felsefesinin bilimcilere aşağı yukarı ornitolojinin kuşlara yararlı olduğu kadar yararlı olduğunu söyler. (Nobel ödüllü bir başka fizikçiye, Steven Weinberg'e göre bilim felsefesinin pozitivizm gibi belli biçimleri bilimsel ilerlemeyi engellemiştir.)

Doğa ve Us
Jonathan Schaffer kuşlara ornitoloji öğretme konusunda iyimser olsa da, açıktır ki kuşlar ornitoloji öğrenemezler çünkü öğrenir öğrenmez kuş olmaya son verirler. Bilimsel araştırma (ki Logosun işidir) Doğaya ve Tine orada kendi ussallığını, kendi logosunu bulacağı beklentisi ile yaklaşır. Bu beklentinin bilinçli olmasının, bilimcinin nesnesinin kendinde ussal olduğunun daha şimdiden biliniyor olmasının sonuçları modern dönemde herkesten çok Descartes, Leibniz, Kepler, Örsted, Maxwell durumunda ortadadır. Bu adlar Doğayı ussal olarak gördüler. Doğanın bilgisi Doğanın ussallığını gerektirir. Bunu anlamak için görgül bilimcinin kendisinin ussal olarak düşünen bir varlık olduğunu anlaması gerekir. Doğaya usu ile, kavramları ile yaklaştığının ve böylece orada gerçekte yalnızca kendini, kendi usunu aradığının bilincinde olması gerekir.

Bilim Felsefesi = Doğa ve Tin Bilimlerinin Felsefesi
Bilim Felsefesi başlığındaki 'bilim' sözcüğü görgül-pozitif bilimler olarak okunmalıdır. O zaman aralarında herhangi bir ayrım yapmaksızın görgül Doğa Bilimlerini ve görgül Tin Bilimlerini kapsar. Bu ilişkilendirme Hegel'in Ansiklopedisi'ndeki Doğa ve Tin Felsefeleri bölümlerini kapsarken, Mantık Bilimi'ni dışarıda bırakır. Bilim Felsefesi henüz Doğa ve Tin alanlarının Kavramlarının bir çözümlemesi ile ilgilenmez. Bunun için Kavramın doğasının kendisini kavramasının gerektiğinin bilincinde değildir.


Once in Hawaii I was taken to see a Buddhist temple. In the temple a man said, "I am going to tell you something that you will never forget." And then he said, "To every man is given the key to the gates of heaven. The same key opens the gates of hell."And so it is with science. In a way it is a key to the gates of heaven, and the same key opens the gates of hell, and we do not have any instructions as to which is which gate. Shall we throw away the key and never have a way to enter the gates of heaven? Or shall we struggle with the problem of which is the best way to use the key? That is, of course, a very serious question, but I think that we cannot deny the value of the key to the gates of heaven.

Bir keresinde Hawaii'de bir Budist tapınağı görmeye götürüldüm. Tapınakta biri, "Sana hiç unutmayacağın birşey söyleyeceğim" dedi: Ve sonra "Her insana cennet kapılarının anahtarı verilidir," dedi. "Aynı anahtar cehennem kapılarını da açar." Bilim için de bu böyledir. Bilim bir bakıma cennet kapılarının anahtarıdır, ve aynı anahtar cehennem kapılarını da açar, ve hangisinin hangi kapı olduğu konusunda hiçbir bilgimiz yoktur. Anahtarı atalım ve hiçbir zaman cennet kapılarına giden bir yolumuz olmasın mı? Yoksa anahtarı kullanmanın en iyi yolunun hangisi olduğu problemi ile uğraşalım mı? Bu hiç kuşkusuz çok ciddi bir sorudur, ama sanırım cennet kapılarının anahtarının değerini yadsıyamayız."

LAPLACE: BELİRLENİMCİLİK/DETERMİNİZM
Determinizm eğer herşey belirli değilse determinizm değildir, öyle ki belirsiz olan bile belirlidir çünkü belirlenimsizdir. Belirlenmek nedensellik ilişkisine girmek demek değildir. Sözcüğü anlatması gereken kavramına göre anlarsak, belirli olmak olumsuzlama içermektir: Tüm belirleme olumsuzlamadır. Belirlenimcilik kimi şeylerin belirli, kimilerinin belirlenimsiz olduklarını değil, saltık olarak herşeyin belirlenim taşıdığını anlatır. Hiçbirşey salt kendisi değil, saltık değil, ama başkası ile ilişki içinde göreli bir varlık, bir belirli-Varlıktır. Belirlenmek açıktır ki ilişki içinde olmak, ama dolaysız ilişki olarak kendi karşıtı ile ilişki içinde olmaktır. Belirlenimsiz olmak ilişkisiz olmak, saltık ya da soyut olmaktır ve ilk olarak analitik felsefenin daha öte tüm çözümlemeye kapalı olan 'yalın'ı böyle bir saltıktır, çünkü hiçbir olumsuzlama, hiçbir bileşiklik, hiçbir ilişki içermez.


"The word 'chance,' then expresses only our ignorance of the causes of the phenomena that we observe to occur and to succeed one another in no apparent order."
Şans (= kaos, raslantı ya da olumsallık) zorunluktur. Doğanın oluş sürecinin homo sapienste doruklanması erekseldir. Erek ilkenin gerçekliğidir, çünkü ilke ya da başlangıç kendinde kendi ereği olduğu için ilkedir. Tin durumunda ereksellik daha belirtiktir çünkü hiçbirşey bilmeyen homo sapiensin bilgi yetisi ile donatılı olması onun başlangıçta kendisinden daha çoğu olduğunu anlatır.

Laplace: An Essay on Probabilities (1902) (PDF)


"O zaman 'şans' sözcüğü yalnızca görünürde hiçbir düzen olmaksızın yer aldıklarını ve birbirlerini izlediklerini gözlediğimiz fenomenlerin nedenlerine ilişkin bilgisizliğimizi anlatır."

HOBSON: NEDENSELLİK DOĞADA GEÇERLİ DEĞİLDİR
Bu kavramsız rhetorik David Hume'un Nedensellik çözümlemesinin bir yeniden bildirimidir: Bilim yalnızca betimleme yapar, ama nedensellik temelinde bir açıklama bile veremez. Geriye kalan artığa niçin "Bilim" adının verilmesi gerektiği belirsizdir. Bu "anlatısal" bilim daha sonra "hermeneutik" terimi ile de anlatılan aynı içeriği kapsar.

Hobson: The Domain of Natural Science (PDF)


PEIRCE: NEDENSELLİK SALT BİR ADDIR
Burada evrensel bir nedensellik kavramının olmadığı, çünkü kavramın her bilimsel topluluk tarafından değişik biçimlerde düşünüldüğü, nedenselliğin salt bir ad olduğunu görüşünde Thomas Kuhn'un bir öncelenişini görürüz: Kavram kültürel bir yapıntıdır.

Peirce pragmatizmin kurucusu olarak kabul edilir. Kendini öncelikle bir mantıkçı olarak gördü ve mantığı ise semiotiğin bir dalı olarak. Bu mantık konusunda ne düşündüğünü gösterir. Nedenselliği, aslında tüm kavramları reddetmek mantık kavramının kendisini anlamamakla olanaklıdır. Bu durumda sorulacak soru insan usunun kendini yadsımasının nasıl olanaklı olduğudur. Bu olanaksızdır, ve usu yadsıyan bilincin kendisi usunu kullanmayı sürdürür.

Peirce: Reasoning and the Logic of Thigs (PDF)

Bertrand Russell (1959): "Beyond doubt [...] he was one of the most original minds of the later nineteenth century, and certainly the greatest American thinker ever."

A. N. Whitehead
, while reading some of Peirce's unpublished manuscripts soon after arriving at Harvard in 1924, was struck by how Peirce had anticipated his own "process" thinking.

Karl Popper
viewed Peirce as "one of the greatest philosophers of all times"
(http://en.wikipedia.org/wiki/Charles_Sanders_Peirce)
Peirce'nin mantık çalışmalarında ilk gözümüze çarpan şey mantığın incelerken mantığın kendisini kullandığının bilincinde olmamasıdır. Bunun anlamı 'mantık' olarak kabul ettiği şeyin mantıktan başka birşey olduğudur. "Öncül," "çıkarsama," "vargı," "özne," "önerme," "koşaç," tümü de Peirce'nin 'mantık' olarak düşündüğü alanın terimleridir ve bu terimler arasındaki bağıntıları kuran düşünme düzlemi çağrışım süreçleri olarak işleyen kendi olumsal uslamlamaları tarafından oluşturulur. Kendisi öncülden vargıya götüren ilkenin "doğal ya da kazanılmış bir alışkanlık" ("a habit, natural or acquired") olduğunu söyler (Reasoning and the Logic of Things: The Cambridge Conferences Lectures of 1898).

Belirli bir öncülün belirli bir vargıya götürmesi hiç kuşkusuz çağrışımsal, alışkısal, özneldir. Burada mantıksal olması gereken şey genel olarak öncülün genel olarak vargıya götürmesi, vargının öncülde kapsanmasıdır. Birinci durumda bağıntı içeriği ilgilendirir. İkinci durumda salt biçimseldir. Peirce ikisi arasındaki ayrımı gözden kaçırır. Mantık denilen şeyin kavram bağıntıları olduğu olgusunun bilincinde değildir.

Peirce Tasımları ele aldığı zaman bile onlara mantıksal olmayan bir yolda yaklaşır, Tasımın öncülü olarak Yargıları ve Yargıların öncülü olarak Kavramı irdelememiştir.

"Peirce agreed with Auguste Comte in regarding mathematics as more basic than philosophy and the special sciences (of nature and mind). 

Hangi aklama zemininde?

Burada "felsefe," "matematik" ve "özel bilimler" konusunda tam bir kavramsızlık vardır. Bu öncül üzerine çıkarılacak vargılar öncülün kendisinin geçersizliği nedeniyle önsel olarak geçersizdir.

"Peirce held that science achieves statistical probabilities, not certainties, and that spontaneity (absolute chance) is real." Ya da: "For Peirce, First Philosophy is less basic than mathematics and more basic than the special sciences (of nature and mind)."

Ve bu görüşün arkasından şunlar da gelir:

"Truth is immutable and is both independent from actual opinion and discoverable (no radical skepticism)."


Belirlenim, Nedensellik, Olasılık
Belirlenim kavramının mantığının bilgisizi olan bilim felsefeciliği sık sık belirlenimi nedenselliğe indirger, nedensel determinizmden söz eder. Ve bu yapıldığında bile, neden-etki ilişkisinin belirlenimini "büyük bir derece" ile sınırlar ve nedensellik bağıntısının kendisini olasılığa, tahmine bozundurur.
Belirlenim, İstenç, Özgürlük
İstencin belirleyiciliği insan eylemlerinin nedenselliğini mekanik nedenselliğe indirgemez. Özgürlük hiç kuşkusuz eylem için ussal belirlenimdir ve burada nedensellik sözcüğü doğa zorunluğundan bütünüyle başka bir anlam kazanır. Özgür neden "keyfi neden," ya da "seçme özgürlüğü" ya da "dilediğini yapma" değildir. Özgür neden zorunlu doğal dürtüye karşı istencin özgür belirleyiciliğidir.
Gerek Zorunluk Değildir
"Gerek" sözcüğü belirlenim alanında kullanıldığı zaman mantıksal ve olgusal zorunluk silinir. "Gerek" sözcüğü birincil olarak moral alana aittir ve bir yükümlülük imler. Ama yükümlülük zorunluk ile bir değildir ve yerine getirilmeyebilir. Bir cisme uygulanan kuvvetin cismin ivmesini arttırması "gerekir" anlatımı zorunluk imlemez. Sözcük bu düzeye dek Doğanın yasallığını reddeden irrasyonalizme, indeterminizme aittir. Yasa Gerek değil ama Zorunluk imler.
Belirlenim, Zorunluk, Yasa
Belirlenim salt Zorunluk demek değildir. Ama nedensellik ile ilişkilendirilince zorunluk karakterini kazanır ve Doğa alanına uygulandığında Doğa Yasasının belirlenimi olur. Deterministik bir evren yasal bir alan, bir Kozmozdur. Yasa zorunluk gibi evrensellik karakterini de taşır. Kaos belirlenimsizlik, sözcüğün gerçek anlamında şans alanı olması gereken şeydir. Ama "şans" nedenselliğin bilinçsizliğinden başka birşey değildir.

LAPLACE: TÜMEVARIM, OLASILIK
Us salt us olduğu için, kendini realitede bulmakla ilgilendiği için Tekil olanda durup kalmaz ama onu kavramı ile, Evrenseli ile bağlar ve Evrensel olan yalnızca Tekillerin bir toplamı ya da "tüm" tekiller demek değildir. Evrensel Tikeli altına aldığı ya da kendinde Tikel olduğu için Evrenseldir.

Tekillerden Evrensele ulaşmak için tekillerin deneyiminin sonsuza dek sürdürülmesi gerektiği için, görgücü bilinç haklı olarak Evrenselin olmadığı ya da salt bir Ad olduğu biçimindeki çıkış yollarına baş vurur.


HEGEL: DOĞA, EREKSELLİK, GELİŞİM
Uzaysal-zamansal-özdeksel Doğa olabileceği herşey olma gizilliğidir. Eğer tüm varoluşun bir şans, bir olumsallık sorunu olduğunu ileri süren indeterminizm ile karşıtlık içinde düşünürsek, Doğada, bütün bir uzaysal-zamansal-özdeksel Evrende en yalın özdek biçimlerinden en karmaşık biçimlere gelişim belirli, zorunlu, ussal bir süreçtir. Birşeyin doğası, özü ya da gizilliği onun ereğidir ve Doğa gizillikten edimselleşmeye doğru ereksel ve kesintisiz bir süreçtir. Doğanın gelişimi varlığın tüm açınımını tüketmez ve Tin alanının gelişimi zorunludur. Gelişim Doğada durmaz.

Tin Doğadan doğar; ama Doğanın kendisinin doğması, varlığını kendisinde taşımaması, tersine bir oluş süreci olması Doğayı yaratıcı olarak görmemizi, natüralizmi ya da panteizmi doğrulamamızı önler.

Doğa belirleniminin kendisi Tin ile karşıtlık içinde olanaklıdır ve Tin olmaksızın Doğanın ne olduğunu söylemek olanaksızdır. .

Logos, Doğa ve Tin üçlü ilişkisi bir süreç olarak düşünülebilir. Doğa ve Tin ikili ilişkisi doğal bilinç tarafından daha kolay doğrulanabilir ve Doğanın Tini yaratması sağduyuya daha uygun görünür. Ama biraz düşünce bu ikili ilişkinin bir panteizm tonu taşıdığını, özdeksel Doğanın yaratıcılığını imlediğini gösterir. Logosun mantıksal olarak Doğayı öncelemesi ilişkisi yine aynı doğal bilince teizmi imliyor olarak görünür ve bu bakış açısı eşit ölçüde tek-tanrılı dinleri yaratan bakış açısıdır. Ama pozitivizm olarak Logosu tanrısallaştıran ve bu kendi metafiziğini yadsıyan yadsıyan bakış açısı da aynı materyalist bakış açısıdır.  

HEGEL: DOĞA FELSEESİ VE FİZİK BİRLİKTE ÇALIŞMALIDIR
Fizik görgül bilim olarak Doğa Felsefesinin gerecidir. Doğa Felsefesi bu düzeye dek bütün bir deneyim alanını görgül Fizik tarafından örgütlenmiş olarak nesne alır. Doğa Felsefesinin işlevi ya da görevi ile anlamamız geeken şey görgül Fiziğin görgül yöntemlerine göre yapamadığı yapmak, kavramsal tanıtlamayı gerçekleştirmek olmalıdır.
Hegel, Doğa Felsefesi, Giriş:
FİZİK DOĞA FELSEFESİ İLE EL ELE ÇALIŞMALIDIR, § 246

“Doğa Felsefesi ona Fiziğin deneyimden hazırladığı gereci fizikçilerin onu ulaştırdıkları noktada alır, ve onu yeniden dönüştürür, ama bunu yaparken deneyimi en son doğrulama zemini olarak almaksızın yapar; Fizik böylece felsefe ile el ele çalışmalıdır, öyle ki felsefe anlak evrenselinin kendi içinde zorunlu bir bütün olarak Kavramdan nasıl çıktığını göstererek ona iletilen bu evrenseli Kavrama çevirebilsin. Felsefi açımlama yolu başına buyruk bir iş, uzun bir süre ayaklar üzerinde yürüdükten sonra bir kez de değişiklik olsun diye kafa üzerinde yürümek için, ya da bir kez de her günkü yüzümüzü boyaya bulanmış olarak görmek için bir girişim değildir; tersine, Fiziğin yöntemi Kavramı doyurmadığı içindir ki daha ileri gitmemiz gerekir.”

"Die Naturphilosophie nimmt den Stoff, den die Physik ihr aus der Erfahrung bereitet, an dem Punkte auf, bis wohin ihn die Physik gebracht hat, und bildet ihn wieder um, ohne die Erfahrung als die letzte Bewährung zugrunde zu legen; die Physik muß so der Philosophie in die Hände arbeiten, damit diese das ihr überlieferte verständige Allgemeine in den Begriff übersetze, indem sie zeigt, wie es als ein in sich selbst notwendiges Ganzes aus dem Begriff hervorgeht. Die philosophische Weise der Darstellung ist nicht eine Willkür, auch einmal zur Veränderung auf dem Kopf zu gehen, nachdem man eine lange Weile auf den Beinen gegangen ist, oder sein Alltagsgesicht auch einmal bemalt zu sehen; sondern weil die Weise der Physik den Begriff nicht befriedigt, darum wird weiter fortgeschritten."

HEGEL: DOĞA FELSEFESİ, GÖRGÜL FİZİK — 1
Felsefenin görgül bilimlerden ayrılması yeni bir olay olarak görülür. Gerçekte görgül bilimler görgül olma belirlenimleri gereği her zaman felsefi bilmeden ayrıdır. Önemli olan şey görgül bilimlerin ussal düşünceye dayandıklarının, usdışı kurguların, usdışı önsavların, usdışı sayıltıların vb. görgül bilimin kendisi için yalnızca ve yalnızca bir engel olduğunun bilincinde olmalarıdır. İnsan düşünmenin doğasını bilmeden de düşünebilir ve bu özbilinçsiz düşünme görgül bilimlerin de ilk kaba yöntemleridir, onları kendilerinin ötesine geçmeye, "bilim felsefeleri" aramaya güdüleyen problemdir.

Bilimin kendinde ussal nesnelerine açıkça usdışı yollarda yaklaşımın eleştirisi olanaksızdır.

Hegel, Doğa Felsefesi, Giriş/Einleitung: GÖRGÜL FİZİK VE DOĞA FELSEFESİNİN AYRIMI — 2

“Fiziğin Doğa Felsefesinden bu ayrılığı üzerine ve ayrıca bunların birbirlerine karşı belirlenimleri üzerine herşeyden önce belirtmek gerek ki, ikisi de ilk bakışta sanıldığı denli birbirlerinin dışında değildir. Fiziğe ve Doğa Tarihine ilkin görgül bilimler denir, ve bütünüyle algı ve deneyim alanına aittirler ve bu yolda Doğa Felsefesi, eş deyişle düşüncelerden türetilen Doğa-Bilgisi ile karşıtlık içinde dururlar. Ama gerçekte Görgül Fiziğe karşı belirtilecek ilk nokta onda kabul ettiğinden ve bildiğinden çok daha fazla düşüncenin bulunduğu ve kendisinin sandığından daha iyi olduğudur; ya da, eğer Fizikte düşünce bir bakıma kötü birşey sayılacaksa, sandığından daha kötü olduğudur. Öyleyse Fizik ve Doğa Felsefesi birbirlerinden algılamanın ve düşünmenin birbirlerinden ayrıldığı gibi değil, ama yalnızca düşünmenin tür ve tarzı yoluyla ayrılırlar; ikisi de Doğanın düşünce yoluyla bilinmesini anlatırr.”

"Zuallererst muß über diesen Unterschied von Physik und Naturphilosophie sowie über ihre Bestimmung gegeneinander bemerkt werden, daß beide nicht so weit auseinanderliegen, als man es zunächst nimmt. Die Physik und Naturgeschichte heißen zunächst empirische Wissenschaften und geben sich dafür, ganz der Wahrnehmung und Erfahrung anzugehören und auf diese Weise der Naturphilosophie, der Naturerkenntnis aus dem Gedanken, entgegengesetzt zu sein. In der Tat aber ist das erste, was gegen die empirische Physik zu zeigen ist, dieses, daß in ihr viel mehr Gedanke ist, als sie zugibt und weiß, daß sie besser ist, als sie meint, oder, wenn etwa gar das Denken in der Physik für etwas Schlimmes gelten sollte, daß sie schlimmer ist, als sie meint. Physik und Naturphilosophie unterscheiden sich also nicht wie Wahrnehmen und Denken voneinander, sondern nur durch die Art und Weise des Denkens; sie sind beide denkende Erkenntnis der Natur."


Pozitivizmin Doğa Felsefesini ve genel olarak klasik felsefeyi ve bütününde bilimi reddetmesi olguları saltık saymasına bağlıdır. Ama olgunun saltık olmadığı sezgisi onu bütününde bilimi ve bilgiyi olanaksız görmeye götürür. Olgu tekildir, ve tekil olana saltık olanın değerini, başka herşeyi hizaya çekecek bir ilkenin değerini vermek bilincin duyusalın ötesine, düşünceye dönmesini önler. Olgu olanın, görgül olanın bilgisi hiçbir zaman evrensel olanın, zorunlu olanın, yasanın bilgisi olamaz. Bilimin istediği ise tekil olgu değil ama evrensel belirlenimlerin dizgesidir.


HİLBERT: BİLİMSELLİK ÖLÇÜTÜ OLARAK "BAŞARI"
Hilbert'in "Sonsuz Üzerine" başlıklı yazısından.

Hilbert başarıya ulaşmak için "belit/axiom" kavramının kendisini ortadan kaldırır ve yerine "keyfi önermeler" başlığı altında yeni bir önerme biçimi geçirir. Einstein'ın görelilik kuramının başarılı olması için çalışanlar arasında Hilbert'in yeri başka hiç kimse tarafından doldurulamaz.

EINSTEIN: İMGELEM BİLGİDEN DAHA ÖNEMLİDİR
 
Bilgi kavramının imlediği sonsuzluk karşısında İmgelem sönük ve can sıkıcıdır. Bilgi sonsuz evrenin insan usu karşısında saydamlaşması, usun onda yalnızca kendini bulması, tüm başkalığın, tüm sınırın ortadan kaldırılmasıdır. Bilginin bu kavramı onun Sonsuzluk karakterini anlatır. Sonsuzluk Nicelik değildir. Niteliktir. Başkasında bir son ile değil ama kendi ile karşılaşmak olarak Sonsuzluk Kendinin gerçekleşmesidir. Ego olmak salt belirllenimsiz olmak değildir. Ego Başkası karşısında belirlidir. Ama Egonun Başkası bütün bir Evrenden başkası değildir. Tüm doğal ve tinsel Evrenin bilgisi tüm doğal ve tinsel Evrenin kendisinin Egonun kategorilerinde belirlenmiş olmasını öngerektirir.
EINSTEIN: UZAYIN SONLULUĞU
Einstein'ın "uzay-zaman" dediği tasarım Uzayın ve Zamanın dışsal olarak, sentetik olarak bir araya getirilmesidir, diyalektik olarak değil. Her Uzay noktasının göreli üç boyutu vardır, der Einstein. Ve her Uzay noktasının belli başka bir nokta ile göreli kendi tikel t1 zamanı vardır, der. Böylece her uzay noktası başka her uzay noktası ile göreli olarak x1, y1, z1 ve t1 koordinatları ile tanımlanır. Bu onun düşüncesinde Uzayı ve Zamanı birleştirme ve Zamanın sürekliliğini, Eşzamanlılığı çürütme yoludur. Einstein yalnızca görgül zamana izin verir, çünkü Kavramları Olimpos'un doruklarından yeryüzüne indirmiştir. 'Evrensel Şimdi'yi saltık olarak görür ve reddeder. Eşzamanlılık görgül değildir, saatler ile saptanamaz, öyleyse saltıktır, ve öyleyse reddedilmelidir.

Gerçekten de her gözlemci için her uzay-noktasından ışığın ona ulaşma zamanı ile belirlenen kendi tikel zamanı vardır. Böylece görelilik kuramı için Zaman gözlemciden yayınan ve belli kalınlıkları da olan eşözekli küreler gibidir (Einstein sonsuz küçüklük denilen çelişkiyi anlatması gereken dx değerini de sonlu bir büyüklük olarak, Dx olarak bozundurur).

Einstein için (ya da başka herhangi biri için, çünkü burada düşüncenin kendisi önemlidir, kimin düşündüğü değil) Uzay sonludur. Uzay bir önermenin Öznesi olabilir ve bir özne olarak her yükleme yeteneklidir çünkü Özne-Yüklem ilişkisi a posteriori olduğu zaman sentetiktir. Bu düzeye dek, ussallığın belirli Özne-Yüklem ilişkilerine indirgendiği düzeye dek, insan usu kendini yadsımaya ve bozmaya yeteneklidir.

Einstein tüm görgücü-olgucu felsefi temellerine karşın, ve başka her görgücü-olgucu gibi, normal bir insan gibi düşünmeksizin de yapamadı. Kavramlarının tüm öznelliğine karşın onların Realite ile, olgusal dünya ile bağıntılarını reddetmedi.

Uzay, zaman, özdek, kütle, devim — bu kavramlar ve Doğanın daha başka kavramları birdir. Ancak analitik düşünce onları ayırabilir, çözebilir, saltıklaştırabilir, çünkü saltık olmak ilişkisiz olmak, göreli olmamaktır.


MAXWELL: VAKUM, PLENUM VE UZAY
Uzay kendinde Zamandır, onunla birdir: Zamansız Uzay, ya da Uzaysız Zaman bir soyutlama, bir Gedankendingdir. Özdek bu iki kavramın birliği olarak onlarsız olanaksızdır. Bu düzeye dek Vakum olanaksızdır. Ama saltık Plenum devime olanak tanımaz, tıpkı saltık Vakumun devime olanak tanımaması gibi.

Plenumun devime olanak tanıması için Vakum olması gerekir. Ve Vakumun devime olanak tanıması için Plenum olması gerekir. Gerçek devim atomik Plenum ve atomik Vakumun birliği, birincinin kendinde ikinci, ve ikincinin kendinde birinci olmasıdır.

Uzay Plenumdan soyutlanamaz, tıpkı Vakumdan da soyutlanamayacağı gibi. Descartes bir soyutlama yapmaktadır ve demek istediği şey Özdeğin yokluğunun Uzayın da yokluğu olduğudur.


NEWTON: SALTIK UZAY
Saltık Uzay geometrik uzay ya da geometrinin uzayıdır. Saltık Uzay göreli, e.d. ilişkili olmamalıdır çünkü saltıktır, e.d. soyuttur. Zaman ile, özdek ile, devim ile, bütününde herhangibir şey ile ilişkili olmamalıdır, çünkü göreli olanın karşıtıdır. Böyle olarak Saltık Uzay ancak düşünülebilen birşey, ancak bir Gedankendingdir.

II. Saltık uzay [spatium absolutum], kendi doğasında, dışsal herhangi birşey ile ilişki olmaksızın, her zaman benzer ve devimsiz kalır. Göreli uzay saltık uzayların devinebilir bir boyutu ya da ölçüsüdür ki, duyularımız onu cisimler açısından konumu yoluyla belirler, ve kabaca devimsiz uzay yerine alınır; örneğin yeryüzü açısından konumu yoluyla belirlenen bir yeraltı, atmosferik, ya da göksel uzayın boyutu böyledir. Saltık uzay ve göreli uzay böylece betide ve büyüklükte aynıdırlar; ama her zaman sayısal olarak aynı kalmazlar. Çünkü eğer örneğin yeryüzü devinirse, havamızın yeryüzü ile göreli olarak ve onun açısından her zaman aynı kalan bir uzayı bir kez saltık uzayın içine havanın geçtiği bir parçası olacaktır; bir başka kez onun bir başka parçası olacak, ve böylece, saltık olarak anlaşıldığında, sürekli olarak değişecektir. II. Absolute space, in its own nature, without relation to anything external, remains always similar and immovable. Relative space is some movable dimensions or measure of the absolute spaces; which our senses determine by its position to bodies; and which is commonly taken for immovable space; such is the dimension of a subterraneous, an aerial, or celestial space, determined by its position in respect of the earth. Absolute and relative space are the same in figure and magnitude; but they do not remain always numerically the same. For if the earth, for instance, moves, a space of our air, which relatively and in respect of the earth remains always the same, will at one time be one part of the absolute space into which the air passes; at another time it will be another part of the same, and so, absolutely understood, it will be continually changed.
Uzay Zamandan ve Özdekten ayrı olarak ussal, e.d. edimsel değildir. Uzayın Zaman ile birliği Einstein'ın görelilik kuramında olduğu gibi ikisinin salt dışsal olarak yanyana gelmesi değildir. Uzayın Zamanı kendisinden ayrı bir nesne olarak içine alması da söz konusu olamaz. Uzay ve Zaman iki ayrı şey olarak birdir ve ancak soyutlamacı analitik düşünce onları ayırabilir. Uzay ve Zamanın bu birliği Özdeğin kendisidir, ya da Özdek Uzayda ve Zamandadır. Özdek Devimi ancak mantıksal olarak önceleyebilir.

Newton'un Saltık Uzay tasarımı bu birliği yadsır.

 

Uzay arı Nicelik olarak süreklilik ve kesiklilik karakterini sergiler. Genel olarak Niceliğin belirlili Nicelik ya da Nice (Quantum) olması kavramın kendi diyalektiğinde yatar. Genel olarak Nicelik saltık ya da soyuttur, eş deyişle hiçbir belirlenimi yoktur (Saltık Uzay denilen şey). Ama tam bu belirlenimsizliğinin kendisi Niceliğin (Uzayın) belirliliğidir ve böylece ilişkili, belirli olmak Niceliğin (Uzayın) doğasında yatar.

Uzay bir nokta değildir. Nokta, tam tersine, uzayın saltık olumsuzlanmasıdır. Bu belirlenim Euklides'in nokta tanımından daha iyidir çünkü noktanın Kavramıdır. Nokta tıpkı Bir gibi tüm başkalığın olumsuzlanması, salt kendi ile bağıntı, ya da kendi-için-varlıktır. Noktanın arı mantıksal Birden biricik ayrımı uzaysal olmasında yattığı için, kendi-için-varlığı sayısal-nicel çokluk değil ama birbiri-dışındalık olarak Uzayın kendisidir.

 

LEIBNIZ: UZAYIN GÖRELİLİĞİ
(Leibniz, L111.4, AW 297b)

Saltık Uzay bir soyutlamadır çünkü ilişkisiz ve dolayısıyla belirlenimsiz olarak yalnızca genel olarak Uzay Kavramıdır. Newton varolan herşeyin "Saltık Uzay"da varolduğunu söyler ve buna göre salt soyut olana ontolojik bir anlam ya da bir realite yükler. Leibniz Uzayı varolan cisimsel-özdeksel şeylerden ayırmaz. Böylece, evrik olarak, boş Uzay olanaksızdır çünkü Uzayın kendisi özdekten ayrı değildir. Leibniz Uzayın Vakum olmaksızın Plenum olduğunu düşünüyor görünür.

Saltık Uzayın yokluğunda Devim yalnızca cisimler arasındaki bir ilişkidir ve görelidir.


KANT: UZAY KAVRAM BİLE DEĞİL AMA SALT BİR SEZGİDİR
Descartes, Leibniz,Newton tümü de Uzayın nesnelliğini kabul ederken, Kant bekleneceği gibi Uzayı özneye sınırlar. Dahası onu bir Kavram olarak da değil ama bir "sezgi" olarak görür. Descartes için Uzay Özdek ile bir iken, Newton için ayrı, saltık bir tözdür. Kant'ın "kendinde Uzay" diyebileceği bu nesnellik onun için bütünüyle bilinemez bir numendir.

ZAMAN DUYUSAL SEZGİ BİÇİMİDİR
 

NEWTON: DEVİM YASALARI
Newton'ın 1. yasası evrende, realitede bulunmayan bir soyutlamadır ve kuvvet yoksa devim yoktur der. Tüm özdek kuvvetin etkisi altında ve böylece ivme durumundadır. 2. yasa kuvvet varsa devim vardır der. 3. yasa etki ve tepkinin birliğini, bir kuvvetin ancak başka kuvvete karşı uygulandığını bildirir.

NEWTON: EVRENSEL YERÇEKİMİ YASASI

 


Aziz Yardımlı / İdea Yayınevi / 2014