|
|
|
AÇIKLAMA VE BETİMLEME PROBLEMİ Açıklama Bilim Felsefeciliğinin parolasıdır. Bilim Felsefeciliği Açıklamayı en önemli sorun olarak, aslında bilimin amacı olarak görür. Ama Bilim Felsefecileri arasındaki daha tutarlı kesim Açıklamayı da bir Metafizik olarak görerek Bilimin yalnızca Betimleme yapması gerektiğinde diretir. Betimleme fenomeni ya da olguyu dolaysızlığı içinde tutar, nedenselliğe, David Hume'in doğru olarak duyusal olarak algılanmadığını gördüğü kavrama dokunmaz, böylece duyusala daha yakın durur. Köktenci pozitivizm hermeneutiğe, ya da yazınsal eleştiriye, ya da giderek roman ve masal türüne daha da yaklaşır. Bilim Felsefesi Bilimin görevinin ya da işlevinin "açıklama" getirmek olduğunu ileri sürmek zorundadır, çünkü "açıklama" bilgi değil ama her nedense bilgiden ayrı olması gerektiği düşünülen "anlama" edimidir. Görgücü öncülleri üzerine, Bilim Felsefesi bilgi, gerçeklik, pekinlik, saltıklık gibi kavramların varlığını reddetmek zorundadır. |
|
|
Açıklamanın kendisi açıklanmalıdır ve bu işi üstlenenlerden biri Hempel'dir. Hempel'e göre:
Hempel formüle ettiği tümdengelimli-nomolojik yöntem ile tümevarımcı yöntemin olasılıkçı belirlenimsizliğinden belirlenimciliğe, determinizme ulaşmayı ister.
Pozitivizm olgunun kendisinin de türevsel olduğunu, yasalar tarafından belirlendiğini kabul etmemelidir, çünkü yasalar pozitif olgular değildir. Ama yasa nedir? Hiç kuşkusuz yasa fiziksel bir olgu, duyusal olarak belirlenebilecek bir deneyim, gözlem, algı vb. değildir. Pozitivist ölçütlere göre, yasanın kendisi fizik-ötesi ya da metafiziksel olmalıdır. Ve gerçekte öyledir. Tümdengelimin kendisinin açıkça mantıksal-metafiziksel bir olgu olmadığı olgusunu Hempel'in yüzüne vurmuyoruz. Hempel Açıklama dediği şeyi tam olarak onun yardımıyla yadsımaya çalıştığı metafizik üzerine dayandırır. Pozitivistler bön, giderek imbesil delikanlılardır. Mantıksal pozitivizmin 1960'lara dek sürdüğü ve Hempel'in kendisinin doğrulamacılığı terk etmesi ile çöktüğü düşüncesi geçersizdir çünkü pozitivizm çökmüş değildir. Kavramsız olguları gerçek sayan ve kavram ve kuramı böyle olgulardan türetmeye ya da onlara dayandırmaya çalışan naiv bakış açısı her zaman aramızdadır. Doğal bilincin kendi el yordamları ile türettiği "felsefeler" hiçbir zaman olgulardan kavram ulaşmayı başaramaz. |
BELİT (AXIOM) Belitler nesnel "gerçeklikler" olarak kabul edilir, "doğruluklar" olarak değil çünkü soyut kavramsal belitin kendisine karşılık düşen görgül, pozitif bir nesnesi yoktur. Ama gerçekliğin tanıtlama gerektirmesi ölçüsünde, belitler gerçek değildir. Belitler Kavramları tanıtlama olmaksızın, eş deyişle tasarımsal olarak kullanır. Bu onların gerçekliğini belirsiz bırakır ve bu belirsizlik daha sonra Belitlerin pozitivist bilinç tarafından doğrudan doğruya keyfi önermeler ya da sayıltılar olarak görülmesinin zemini yapılır (örneğin aşağıda Frederick Suppe'ın aktardığı gibi). Belitlerin tanıtlama gerektirmemeleri dolaylılığı dışlamaları, birer ilk ya da dolaysız olmaları demektir. Öte yandan, pozitivist düşüncenin belitlerin gerçekliğini reddetmesi bütününde usun ve ussal gerçekliğin reddedilmesinin zorunlu sonurgusudur. Russell "usun matematikte de tahtından indirilmesi" gibi birşeyden söz eder. Hilbert ise keyfi sayıltılar üzerine bilim kurma girişiminde bulunur. Gene de Hilbert'in tüm fizikselciliğine ve görgücülüğüne karşın insanın bilme gücüne duyduğu güvene katılmalı, bunu Hilbert'in kendi yöntemleri tarafından çürütülen bu ideali onun kendisine karşın doğrulamalıyız: "Wir müssen wissen. Wir werden wissen." BELİTLER VE TEOREMLER Bilim Felsefesi yazınında sık sık "belitlerden türetme," "beltilerden çıkarsama," "belitlerden tümdengelim" gibi enteresan anlatımlar kullanılır, sanki belitler içlerinde önermeler, daha doğrusu teoremler kapsayan paketler imiş gibi. Bilim felsefecisinin sık sık yararlandığı sözcüklerin anlamlarını bilmediğini görürüz. Euklides'in yaptığı şey daha tam olarak belitlerden bireşim ya da sentezlemedir — sentetik geometri. Ama belitsel ya da sentetik yöntem bilgi için uygunsuzdur, çünkü kavramsal sağınlıktan yoksun dışsal bağıntıya izin verir ve tanıtlaması salt sözeldir. Belitler, gerçeklikler olarak görüldüklerinde, nesneldirler. Bu onların yalnızca öznel insan düşüncesinin uylaşımları, kurguları, tasarımları olmadıkları anlamına gelir. |
|
|
BELİT KAVRAMININ BOZULMASI Frederick Suppe ("A Companion to the Philosophy of Science," Blackwell, 2001, s. 26):
Belitlerin sayıltılar ya da uylaşımlar oldukları düşüncesi yalnızca keyfi bir tutumun, bilimlerde Usun terk edilmesinin doğal sonucudur. Görelilik Kuramlarının usdışı gerektirimleri, Quantum Kuramının sözde indeterminizmi görgül bilinci Usu bir baskı aygıtı olarak, engelleyici olarak, yadsınması gereken bir rahatsızlık kaynağı olarak görmeye götürdü. Düşüncenin ussal disiplininin yokluğunda, her tür uydurma bilimsel önsavların dokusuna alındı. Einstein'ın kendisi bilgiye karşı imgelemi över: "İmgelem bilgiden daha önemlidir." Ernst Nagel'den şunları öğreniriz ("Gödel's Proof," 1958, 2004, s. 5):
|
http://plato.stanford.edu/entries/frege-hilbert/ |
BİÇİMSEL MANTIK Biçimsel mantığın içeriksiz olduğu söylenir. Ve buna göre içerik ile fiziksel, özdeksel, duyusal şeyler, şuradaki taş ve toprak, oradaki tahta ve kereste vb. anlaşılır. Ama İçerik tam olarak Biçimin bağıntısı, onun ayrılmaz karşıtı, Biçimi Biçim yapan şeydir. İçeriksiz Biçim salt bir soyutlamadır, gerçekliksizdir, pozitif olanın tam karşıtıdır. Pozitivizm özsel bir bileşeni olan sözde bir "mantığı" özellikle pozitif olandan, olgudan ayırır. Simgesel mantığı düşünürsek, açıktır ki simgeler bile kendileri olmayan bir başkasını içerik olarak taşırlar, ve onları birer simge yapan şey tam olarak bu içerikleridir. Hiçbir içerik olmadığında p yalnızca p, q yalnızca q bile değildir, çünkü p ve q bile birer harf olarak salt simgesi oldukları şeyi anlatırlar. |
|
BİLGİDE ÖZNELLİK VE NESNELLİK Doğal bilinç duyusal olanı nesnel olarak alırken, kavramı ise salt insan düşüncesi olduğu için öznel olarak alır. Bu sağ-duyu tutumu genel olarak görgücülüğün zeminidir ve Bilim Felsefesi yazarları bilgi dedikleri tasarımı duyusal olana yaklaştırma eğilimi içindedirler. Bilgi kavramsaldır, çünkü bir yandan kavram nesnel olanı anlatırken, öte yandan duyusal öznellik ile karşıtlık içindedir. Duyu duyumsar. Duyu Varlığı duyumsamaz. Duyu bilmez. Arı duyum, Algının tersine, öznede kavramsızdır. Algı ise duyumdan ilkin Kavram içermesi yoluyla ayrılır. Kare, Nokta, vb. algılanır, duyumsanmaz. Kavram yatırımı olmaksızın belirsiz bir duyumdur. Platon'un Bilgi Çözümlemesi. İdealar nesneldirler, varlıkları insan bilincinden bağımsızdır. İdeayı ancak idea bilebilir: İdea ancak kendini bilebilir. İnsanda İdeaları bilen yeti Noustur. Bilgi açıklama değil, tanımlama değil, ama tanıtlamadır. Tanıtlama tasarımı kavrama yükseltir, ve felsefenin görgül olan ile, realite ile ilişkisini gösterir. 'A priori' denilen ve bütünüyle genel olan anlatımın bilgi ile ilişki içinde geçerli kullanımı yalnızca görgül kaynaklı olmayan, tersine kendisi görgül olanı, deneyim belirleyen ya da biçimlendiren kavramı anlatmak için kullanımdır. Deneyim kavram tarafından belirlenir, yapılandırılır, ya da, başkalarının deyimiyle, deneyim kavram yüklüdür. Deneyimde bilinecek olan duyusal olan değil, çünkü duyular duyumsar, ama kavramsal olan yandır. Doğa fenomenleri biçimsel olarak ve böylece özsel olarak kavramsaldırlar ve bilebileceğimiz yan bu tekilleri belirleyen evrenselleridir. |
|
TANITLAMA VE BİLİM Bilim Kavam, Doğa ve Tin alanlarının ussal bilgisidir: Usun Bilimi, Doğanın Bilimi, Tinin Bilimi. Bilimin Kavramı tanıtlanmış Bilgiyi, ya da eğer Bilginin Tanıtlamayı içerdiğini düşünürsek, kısaca Bilgiyi içerir. Tanıtlama Yöntem yoluyla üretilir ve Yöntemin ürünü Kavramsal Dizgedir. Tanıtlamanın tanıtlanmamış hiçbirşey üzerine dayanmaması ve kendisinin tanıtlanmamış hiçbirşey kapsaması gerekir. Ama tanıtlama tanıtlanmamış olandan, kendi karşıtından yola çıkar ve bu düzeye dek onu kapsar, ona dayanır. Bu görgül bilimin kurgul bilime ya da felsefi bilime gereksiniminin biricik gerçek nedeni ve açıklamasıdır. Belitler (axiomlar) tanıtlamanın dayanağı sorununu çözmenin bir yolunu sunuyor görünürler, çünkü kendileri tanıtlamaya gereksinmeyen dolaysız gerçekliklerdirler. Ama kendileri belitsel olmayan dayanaklar taşıdıkları ölçüde istedikleri şey olmayı başaramazlar (Örneğin "Nokta parçası olmayandır" beliti açıkça görüldüğü gibi kendileri aksiyomatik olmayan "parça" ve "olumsuzlama" gibi terimlere dayanır.) |
|
|
GÖRGÜL BİLİM Doğal olanı bilme gereksinimi Usun doğasından kaynaklanır. Düşüncenin Doğaya kuramsal yaklaşımı özsel olarak onda kendini bulmayı, Doğanın düzensiz, usdışı görüngülerini ussallaştırmayı amaçlar — Kaosu Kozmoza yükseltmeyi. Aristoteles usun bu dürtüsünü, kendini bilinçsizce anlatan bu duyguyu "merak" ya da "hayret" olarak adlandırdı. Usun kaostaki kozmozu görme isteği kendini ilk olarak yasalar türetmede gösterir. Deneyim alanı zorunluk ve evrensellik benzeri belirlenimler gösterdiği yerde usun kurallılık istemine yanıt verir. Görgül bilimin çıkış noktası deneyim olduğu için, burada, bu tekil fenomenler alanında evrensel ancak tekil olanın bir türevi ve işlevi olabilir. Düşüncenin bu işlevi Tümevarımdır. Bu Anlak aşamasında bilinç henüz ussal özünün bilinci değildir. Henüz kavram ve realitenin birliğinin bilinci değildir. Tersine, bilinç kendini nesnesinden ayrı görür. Ve haklı olarak kendi öznelliğine Bilginin ve Bilmiin değerini veremez. Bilgi Özneye aittir ve kavramsaldır. Bilgi kavram bağıntılarıdır ya da kısaca ussaldır. Newton, Principia, Genel Not
|
GÖRGÜL BİLİMLER VE DOĞA FELESFESİ Hegel Doğa Felsefesi’nde şöyle yazar:
Görgül Fizik kavramları tasarım biçiminde alır ve aralarındaki bağıntıları yöntemsel olarak değil ama deneyimsel olarak kurar. Kavramsal Süreklilik Doğa Felsefesi, tüm tinsel gelişme boyutlarında olduğu gibi, düşüncenin sürekliliğini varsayar. Bir kavramın ya da kavramsal bağıntının doğuşu zorunlu olarak önceleyen belirlenimlerin doğmuş olmasını gerektirir. Kavramsal gelişim herhangi bir öncüle gereksinmeksizin ara bir noktadan başlayamaz ya da süremez. |
|
DOĞA NEDİR? Doğa karşıtını ve dolayısıyla gerçek belirlenimini Tinde bulur. Doğanın Yarıtılışı tasarımı dinsel bilince aittir. Eğer 'yaratılış' terimini kullanacaksak, Doğa sürekli yaratılıştır, kesintisiz bir süreçtir, eş deyişle Oluştadır. Her kıpıda yeniden yaratılmaktadır, eş deyişle kesintisiz Değişimdir. Uzay, Zaman, Özdek nicel olarak sonsuzdurlar, bir bakıma Nicelik kategorisinin kendisinin cisimselleşmeleri gibidirler. Big Bang kuramı görgül/deneyimsel temelleri gereği Sonsuzluğudoğrulayamaz ve buna göre kaçınılmaz olarak Sonluluk kategorisini tek yanlı olarak başlangıç yapar. Ussal düşünce için Doğa, bütün bir özdeksel Evren ilksiz-sonsuzdur. Doğa gelişir ve Doğanın gelişiminin ereği homo sapiensin doğuşu, Tinin ortaya çıkışıdır. Tin ve Tinsellik Doğa ve Doğallık ile karşıtlık içinde durur. Doğanın kavramsal biçimi onun ussal yanıdır ve Bilim Doğanın kavramsal özü ile ilgilenir. Doğanın belirli Niteliklerinin, Niceliklerinin vb. irdelemesi bu Nitelik, Nicelik vb. gibi kavramların kendilerini, eş deyişle arı ya da saltık/soyut doğalarını irdelemeyi gerektirir. Niteliği bilmeden belirli Niteliği bilmek olanaksızdır. Bu nedenle Mantık Bilimi, evrensel soyut Usun irdelemesi Doğa ve Tin alanlarının irdelemesini öncelemelidir. Doğa Özdeğin ve Biçimin birliğidir. Biçimsiz Özdek bir soyutlamadır, özdeğin salt Kavramıdır. Doğanın biçimi Doğanın Kavramlarıdır. Uzay, Zaman, Özdek, ve Kütle, ve Devim, ve Kuvvet, İvme, ve sonunda Tin alanın ulaşıncaya dek. Tin alanı Doğa alanına dayanır, onu varsayar, onunla koşulludur, onun tarafından belirlenir. Doğa Kavramlarının özsel bağıntıları Doğa Yasaları dediğimiz belirlenimlerdir. |
|
DOĞA FELSEFESİ VE BİLİM FELSEFESİ Doğanın kavramsal yapısı Doğa Felsefesinin konusudur. Doğanın bilgisi insan düşüncesinin kategorilerinin (uzay, zaman, özdek, kütle, vb.) yalnızca öznel değil ama nesnel de olmalarını, insan düşüncesinin tözünün Doğanın özsel-biçimsel belirlenimlerinin tözü ile birliğini gerektirir. Öznel kategorinin (örneğin Uzay kategorimizin) nesnel kategori ile (örneğin reel Uzay kategorisi) ile birliğini yadsıyabiliriz ve söz gelimi Kant gibi düşünerek nesnel Uzayın bir kendinde-Şey olarak bizim uzay kategorimize saltık olarak kapalı olduğunu düşünebiliriz. Kavramlarımızın bilincimizin öznelliğinin ötesine geçemediklerini, salt bilinçte olan ile, fenomen ile ilgili olduklarını düşünebiliriz. Ya da görgücülük gibi öznel düşüncelerin nesne ile hiçbir bilişsel ilgi ve ilişkilerinin olmadığını düşünebiliriz. Bu ikicilik durumunda bilimsel etkinlik ve bilim dediğimiz şeyin bilgi değil ama sanı, gerçeklik değil ama olasılık üretmek zorunda olduğunu kabul etmek zorunda kalırız. Bilim Felsefeciliği pozitivist karakteri gereği bilgiyi özneye sınırlar. Bilim Felsefesinin Doğa ve Tin alanlarının bilimlerinin felsefesi olması gerekir. Bilim felsefesi, görgül öncülleri gereği, bilimin bilgi değil ama açıklama üreteceği vargısını çıkarır. Aslında açıklamanın da bir 'metafizik' olmasından ötürü, yalnızca betimleme üretmesi gerektiği görüşünü doğrulamaya yönelir. Doğa Felsefesi nesnelerini yalnızca verili olarak kabul edemez, çünkü bu varlık kipi görgüldür, deneyimseldir, ve varlık salt bir duyu-pekinliği sorunu değildir. Bilimin fenomenleri özlerine bağlaması, zorunluklarını göstermesi, onları varlıkları açısından tanıtlaması gerekir. Bir parçacığı salt dışsal gözlem aygıtları ile saptamak yeterli değildir. Bu pekala doğru olabilir;ama olumsallık Bilim için yeterli değildir; nesne gerçek olmalı, var olmalıdır. |
|
|
Bilim salt öznel değil, ama nesnel de olmalıdır. Bilgi kavramın kavram ile, insan düşüncesinin nesnel uzay, zaman vb. belirlenimleri ile birliğini (çakışma, karşılık düşme, örtüşme vb.) imler.
Görgücülük için öznel kavram salt kendisi ile, salt öznel kavram ile ilişkilidir. Bu Hegel'in öznel İdealizm dediği şeydir. Olgu tekildir, salt kendisi için konuşur. Benzer olgular doğal mantığı bir andırım tasımı yoluyla tümevarıma götürür. Aslında tümevarım ve tümdengelim bir ve aynı evrenselin iki yönüdür. Matematiksel formalizmde salt nicel olandan daha çoğu ele alınır, ve denklemlerde yanlar nicel terimlerin altında nitelikleri kapsarlar. Niceliklerin bağlantılarının kendileri (eşitlik, oran, üs ilişkileri) nicel olmayan belirlenimlerdir |
GEOMETRİ Euler Letter to a German Princess’te şunları yazar (İng. çeviri Brewster tarafından, Cilt 2, s. 31): ‘‘Uzam cisimleri yalnızca uzamlı oldukları ölçüde ve içine-işlenemezlikten ve süredurumdan soyutlanmış olarak irdeleyen geometrinin asıl nesnesidir; geometrinin nesnesi öyleyse cisim kavramından çok daha genel bir kavramdır, çünkü yalnızca cisimleri değil ama, eğer böyle şeyler varsa, içine-işlenemezlik olmaksızın salt uzamlı olan tüm şeyleri kapsar. Dolayısıyla bundan şu çıkar ki, geometride uzam kavramından çıkarsanan tüm özellikler benzer olarak uzamlı oldukları düzeye dek cisimlerde de yer almalıdır.’’ |
|
KAVRAM 1. Kavramı arı düşünce olarak düşünürsek, onun duyusal herhangi bir öğe içermediğini doğrularız. Kavram kendisinden başka öğelerin terimlerinde değil ama salt kendisi olarak düşünülebilir. Hegel'den aktarırsak, "Kavramda Kavramın kendisinden başka düşünecek birşey yoktur." Bu soyutlama analitik düşüncedir ve Kavramı arılığı içinde yakaladığı zaman onu genel olarak tasarımsal her öğeden olduğu gibi başka Kavramlar ile ilişkisinden de soyutlar. Ama saltık soyutlama saltık olumsuzlamadır ve Kavram ilişkisizliği içinde bu olumsuzlama ilişkisini içerir. Kavram hiçbir zaman salt tekil, salt kendisi değildir. Belirlenimini salt kendisi olmakla ve başka hiçbirşey olmamakla kazanır. Belirlenim böylece bir sınırlama karakterini taşır. Sınır genel olarak birşeyin sona ermesi ve başkasının başlaması, birşeyin ve başkasının birliğidir: Başkası Birşeyin kendisine aittir. Yalıtılmış Kavram da belirlidir ve belirlenimi onun saltık olarak başkası ile, kendi başkası ile bağıntısı ya da daha tam olarak birliğidir. Ve bu birlik Kavramın kendisinden ve kendi başkasından ayrı olan bir terim, ya da Kavramın gerçekliğidir. Kavram salt kendisi olduğuna göre, onu tanımlamak onu herhangi birşeye indirgemek ya da bozmaktır. Kavram tanımda gerçek karekterini yitirir, genel olarak bir tasarıma dönüşür ve bu bozulma yoluyla başka herhangi birşey ile dışsal bağıntıya getirilebilir. Kavram bu soyutluğu içinde düşünüldüğünde, onun göreli olduğunu, kişilere, kültürlere, çağlara, zamana göre değiştiğini düşünmek olanaksızdır. Kavramı toplumsal kurgu vb. olarak gören bakış açılarının göz önünde tuttukları şey belirli Kavramdır — şu ya da bu tikel Uzay, Zaman, Özdek, Yasa, vb. Olumsuzlama bir terimin ve onun karşıtının ilişkisidir. |
|
||
Hegel'e hakkını verirsek, "Kavramda Kavramın kendisinden başka düşünecek birşey yoktur." Bu soyutlama dediğimiz şeydir, düşüncenin saltık belirlenimsizlik pahasına tek bir belirlenim üzerinde yoğunlaşmasıdır. Bu tekilleşme içinde bütününde duyum, algı, tasarım, imge vb. gibi belirlenimlerden ayrı olarak, genel olarak düşüncenin başka her belirleniminin de soyutlandığını gözden kaçırmamalıyız. Arılık, yalınlık, soyutluk, tekillik gerçek kavram ve anlamlarında anlaşılacaksa, bu terimler saltık dışlamalardırlar. Bu aynı zamanda analitik de diyebileceğimiz anlak kıpısıdır. Kavram bu soyutlama içinde devimsiz, dirimsiz, ölüdür. Bu Kavramın gerçek karakteri değildir, çünkü bu saltık olumsuzlamanın kendisi dolaysızca bu yalınlıkta bir ilişkinin içerildiğini, yalınlığın saltık olarak yalınlık olmadığını gösterir. Kavramın analitik kıpısının gerçeği onun diyalektiğidir. Bilim Kavramları bu yalınlıkları içinde almalı, ve onları dışsal görgül andırımlar vb. temelinde değil, ama kurgul doğaları içinde ilişkilendirmelidir. Bu işlem Doğanın kavramsal Dizgesinin kurulmasının da yöntemidir. |
|||
GÖRELİLİK Doğal bilinç kendi çağının bilincini alır ve onun terimlerinde düşünür. Göreli bir bakış açısından düşünür ve saltık bakış açısı gibi bir konumun varlığını bilmez. Saltık olmamanın anlamı bir kuramı ona onunla çelişen bir başkası ile karşılaştırma içinde üstünlük verecek hiçbir nesnel ölçütün olmamasıdır. Görelilik çağlar, yerler, kişiler, kümeler, sınıflar, alışkanlıklar, önyargılar, amaçlar, inançlar vb. gibi kültürel etmenlerin üzerine yayılır ve saltık, ideal ya da gerçek bir ölçütn yokluğunda tümü de eşit geçerlik hakkını taşır. Bilim adına da aynı öznel konumlardan düşünüleilir. Bu olguyu saptamak birşey, görelilikten daha iyisi olamaz demek başka bir şeydir. Kültürün saltık olma savı geçersizdir. Ama bilim kültür olmamalıdır. |
KAVRAMSAL YÖNTEM Yöntem Kavramın açınımı ya da devimidir. Kavram olumludur, ama olumluluğu bir belirlenimdir ve olumsuzlama kapsar. Kavram eytişimseldir ve eytişim olumlunun olumsuz ile bağıntısı ya da birliğidir. Kavram bu nedenle hiçbir zaman yalnızca kendisi değil ama aynı zamanda karşıtıdır ve bu karşıtlığın birliği yine yeni bir terimi, Kavramın kurgul doğasını anlatır. Yöntem Kavramın açınımı ya da devimidir. Kavram olumludur, ama olumluluğu bir belirlenimdir ve olumsuzlama kapsar. Kavram eytişimseldir ve eytişim olumlunun olumsuz ile bağıntısı ya da birliğidir. Kavram bu nedenle hiçbir zaman yalnızca kendisi değil ama aynı zamanda karşıtıdır ve bu karşıtlığın birliği yine yeni bir terimi, Kavramın kurgul doğasını anlatır. Bilimsel etkinliği içindeki bilinç Doğa ve Tin alanlarına doğal işleyişi ile yaklaşır. Bilim Felsefeciliği bilincin bu tutumunu sağ-duyu/common-sense olarak nitelerler ve açıkça ve vurgulu olarak Bilimin sağ-duyunun ürünü olduğunu belirtirler. Sorun sağ-duyudan daha iyisinin olup olmadığıdır ve Bilim Felsefeciliği insan Usunun Bilgi yetenğini sınırlarlar ve Bilimi gerçeklik ve bilgi ile değil ama olasılık ve tahmin ile ilgili bir sorun olarak kabul ederler. Eğer kendinde Olgusallık/Realite bilinemez ise, bunun bir başka anlatımı insan düşüncesinin kategorilerinin realite ile bir bağıntılarının olmadığıdır. Bilinç kendisinden daha çoğunu ve ötesini bilemez. |
|
OLGU Olgu tekildir, salt kendisi için konuşur. Benzer olgular doğal mantığı bir andırım tasımı yoluyla tümevarıma götürür. Aslında tümevarım ve tümdengelim bir ve aynı evrenseli ilgilendirirler, ve tümevarım da tikelleri evrenselin altına almaktan başka birşey değildir. Pozitivizm Olguyu Kuram ile, Kavram ile karşıtlık içinde görür ve aralarındaki bağıntıyı kavrayamadığı için olgunun kavramsız olarak da belirli olabileceğini sanır. Ama kavramsız olgu, olgu olarak olgu, ironik olarak pozitivizmin metafiziksel dediği şeydir. Pozitivizm anlatımı sık sık fenomenalizm ile andırımlı olarak kulanılabilir ve Husserl fenomenolojistlerin "gerçek pozitivistler" olduklarını söyler. Ama pozitivizm, Türkçe olguculuk sözcüğünün de anlattığı gibi, olgunun bakış açısıdır ve olgusal olan kendini ideal olan, kuramsal olan, kavramsal olan ile karşıtlık içinde belirler. Fenomen öz ile ilgili olduğu düzeye dek özsel (ilişkili, dolaylı) bir kavramdır, salt olgu olandan çok daha derin bir içerik kapsar. ERNEST MACH: |
|
|||
ERNEST RUTHERFORD 1899'da radyoaktivite araştırmaları sırasında thoryum ve uranyum tarafından yayılan iki ayrı ışıma tipini betimlemek için alfa ışını ve beta ışını terimlerini yarattı. Işınlar arasındaki ayrım nüfuz etme güçlerini ilgilendiriyordu. Rutherford radyoaktivitenin atomların kendiliğinden dağılması olduğunu gösterdi. Radyoaktif bir özdeğin yarısının bozulmasının her durumda eşit zamanı gerektirdiğini gördü ve bu süreyi "yarı-ömür" olarak adlandırdı. 1903'te Fransız kimyacısı Paul Villard tarafından keşfedilen ve alfa ve beta ışınlarından çok daha büyük bir nüfuz etme gücü olan bir üçüncü ışımaya gamma ışını adını verdi. Manchester'de Hans Geiger ile birlikte alfaları saymak için iyonlaştırma odalarını (bulut o.) geliştirdi. (14N + α → 17O + proton) çekirdek tepkimesi yoluyla azotu oksjene çevirdi. Bulut odalarındaki çalışmalarının sonucunda alfaların yüklerinin iki birim olduğunu ve en azından helyum atomları, ve büyük olasılıkla helyum çekirdekleri olduğunu buldu. |
|
ANALİZ VE SENTEZ Analiz ve sentezin birliğini görememek düşüncedeki büyük deneyimsizliklerden biridir. Ve bu başlık altında duran büyük bir felsefi gelenek bile vardır: Analitik Felsefe. Analizin sentezi dışlamadığını, gerçekte ondan ayırlamaz olduğunu düşündüğümüz zaman bütün bu felsefeciliği nasıl yorumlayacağız? Sentetik olan analitik olanı öngerektirir. Analiz sentezden başlar ve onu zorunlu öncülü olarak içerir. Salt analiz bir soyutlamadır. Analitik düşünce bu düzeye dek yalnızca bir soyutlamacılıktır, tam olarak insan düşüncesinde vardır ve öznel bilincin sınırları içinde kalmak fenomenoloji, dil felsefeciliği, pozitivizm, görgücülük gibi düşünme yollarının karakteristiğidir. Analitik belirlenimi görgül alanda kullanıldığı zaman sentetik olandan ayrılığı içinde kendi başına yalıtılmış olarak var olabileni anlatır. Ve Kant'ın yaptığı gibi onu kavramlar için kullanırsak, sentezin kavramlar arasındaki dışsal birliği anlatması gerekir. Böyle dışsal birlik ile anlayabileceğimiz şey mantıksal ya da zorunlu birlik, eytişimsel olan değil, ama olumsal birlik, olabileceği gibi olmaya da bilen bir birliktir. Sentetik yargı ancak bağıntının zorunluğunu kapsıyor olarak kabul edildiği sürece Kant'ın demek istediğini anlatır. Ama o zaman 'sentetik' sözcüğünden daha iyisi vardır. 'Diyalektik' ayrımı anlatır. birliği değil. Ama diyalektiğin olumsuzlama ilişkisini bir birlik olarak düşünürsek, bu birlik sentetik değildir. Diyalektiğin özünlü olumsuzluğundan daha çoğu olan bu birlik için Hegel 'kurgul/spekülatif' anlatımını kullanır. Kurgul ya da kavramsal birlik zorunlu birlik olarak sentetik birlik anlatımından bütünüyle ayrılır. Sentetik birlikte uçlar birliğin dışında da kendi karakterleri ile varolabilirler. Kurgul birlikte uçlar birbirlerini belirledikleri için ayrım içinde alındıklarında birer hiçtirler. |
|
|||
|
||||
A priori anlatımı kavramın deneyime önsel doğasını anlattığı düzeye dek kavramın karakteri ile bağlı belirlenimleri de taşıyabilir. Ama uygun kavramların kullanılması olanağı karşısında bu yan anlamlar rhetorikten öte değer taşımazlar.
Kant 'a priori' anlatımını deneyimi önceleyen kavramlar ile ilgili olarak getirir, onları önermelere de uygular, ve burada görüldüğü gibi yerli yersiz kullanmaya başlar: "a priori köken." Önermelerin 'önsel kökeni' ile demek istediği şey kavram bağıntılarının zorunluğudur. Kant normal bir doğa biliminin görgücülük tarafından yokedileceği endişesi ile bir savunma geliştirdiğini düşündü. Ama ne görgül doğa bilimi yıkıldı, ne de Kant'ın savunması onu kurtardı. Kant salt öznel, salt bilinçteolan bir doğa bilimini savundu ve kendi felsefesinin doğa bilimini nesnesinden soyutladığını ve böylece bir bilim olmasına izin vermediğini anlamadı. Bilim nesnel olmalı, bir kendinde-şey kurgusu tarafından sınırlanmamalıdır. Yoksa bilim değil bilgisizlik olur. |
|
|
DİL VE BİLİM FELSEFESİ Bilim Felsefesi öznelliğini bile düşünceden, ustan, kavramdan, kuramsal olan herşeyden uzak tutmayı ister, ve ne olursa olsun gene de düşünmek zorunda kaldığı için, düşüncesini dil ve semantik ve sintaks gibi dilibilimsel terimler altında örtmeyi seçer. Anlak yetisi hiç kuşkusuz anlam ile ilgilidir ve Bilim Felsefeciliğinin bütününde ve özellikle başlangıcında bilgi sorununu semantik bir soruna indirgeyen pozitivizm gerçeklik sorunu olması gereken Bilim sorunundaki bu indirgemeyi tutarlı olarak yapar. Kavramın, usun nesnelliğini silen Anlak düzleminde Bilgi için yer yoktur. Pozitivizm, görgücü temelleri ile uyum içinde, Bilginin olanaksızlığını anlatan başka her vargıyı çıkarsamak zorundadır. Açıklama, Olasılık, Tahmin gibi terimler Bilgi ile ilgili olması gereken alanın başlıca belirlenimleridir. Anlama ansallaştırma, dışsal olanı içselleştirmedir. Öte yandan us kendini nesnellik ile bilinçli olarak ilişkilendirir ve nesnelliğin onunla aynı tözden olduğunun, ussal olduğunun bilincidir. Bu düzlemde bilinç sonluluğunu reddeder ya da ona karşıt bir nesne ile sınırlı olduğunu düşünmeye son verir. Us karşısında kendini bulan düşüncedir. Anlak düzleminde kalındığında, başka bir deyişle, kavramların yalnızca öznel imlemleri olduğu varsayıldığında, ussal-nesnel bilgi olanaksızdır. Sağduyu ya da anlak bu nedenle Bilimin de öznel olmak zorunda olduğunu, Bilginin olanaksız olduğunu, çünkü bilincin kendi ötesine, fenomenin ötesine geçemeyeceğini çıkarsar. Ve bunda bütünüyle haklıdır. |
"... philosophy will never get so far as to pose a genuine problem." (M. Schlick, 1930; alıntı Popper'ın; "Bilimsel Araştırmanın Mantığı")
Moritz Schlick'in felsefenin gerçek bir problem soramayacağından kuşkusu yoktur, çünkü genel olarak problemin kavramsal değil ama semantik bir karakter taşıdığını, olanaklı biricik problemin anlam problemi oldğunu ve bu tür problemlerin dilçözümleme yöntemleri ile çözülebileceklerini düşünür. POPPER VE ELEŞTİRİ Eleştiri yargıdır, ve yargı göreli olmayan, saltık ölçütleri gerektirir. Eleştiri noktası kendini ölçüt olarak alır, ki ölçüt bu durumda Popper'ın bilincinden başkası değildir. Eleştiri her egonun, her bilincin hakkıdır ve en sıradan egoyu bile yükseltir. Ama eleştiri kendini bilim ve bilgi adına ileri sürdüğü zaman, bilimin bu yargıcının ne ya da belki de kim olduğunu sormamız gerekir. |
Eleştiri kendi ölçütleri ile eşölçümlü olmayanı tanıyamaz. Ölçemediğini yoksayar.
Ölçütleri duyusal olan Pozitivizm duyusalın üzerine, düşünsel olana ulaşamadan yarı yolda kalan bilincin felsefesi olmak zorundadır. Kavramsal düşünceyi tanımadığı için olguda olduğunu sandığı zaman gerçekte kavram ile ilgilenmekte olduğunu, olgu, şey, gözlem, nesne vb. dediği şeylerin yalnızca kendi bilincindeki tasarımlar olduğunu bile anlamaz. Doğa Bilimleri ve Tin Bilimleri oluş sürecindedir. Henüz birer model, hipotez, teori düzeyindedirler, fenomaldirler. Hiç biri henüz bilim değil ama tümü de 'görgül bilim'dir. Bu nedenledir kendilerine yeterli değildirler ve onları aklayacak daha yüksek bir yetkeye, "Bilim Felsefesi" denilen şeye gereksinirler. David Bohm ne quantum kuramının, ne de görelilik kuramının ayakta kabileceğini söyler. Oluş sürecindeki bilim henüz bilim değildir. |
Analiz ve sentezin birliğini görememek düşüncedeki büyük deneyimsizliklerden biridir. Ve bu başlık altında duran büyük bir felsefi gelenek bile vardır: Analitik Felsefe. Analizin sentezi dışlamadığını, gerçekte ondan ayırlamaz olduğunu düşündüğümüz zaman bütün bu felsefeciliği nasıl yorumlayacağız?
Tümevarımda varılan 'tüm' nedir? Tümevarım sınırlı bir sayıda gözlenen belirli tekil örneğin yine belirli bir evrenselin altına alınması, belirli tekilin belirli evrenselleştirilmesidir. Belirli tekil ve belirli evrensel arasındaki bu doğrudan özdeşleştirme doğru olabilir ya da olmayabilir. Bu olasılık öğesi görgül bilimi kuşkulu ve tanıtlamasız bırakır. Bir Kavram olarak Tekilin kendisinin bir Kavram olarak Evrensel ile ilişkisi görgül bilimin ele alabileceği bir konu değildir. Görgül bilimin burada çözümü zounlu olarak Mantık Biliminden bekler. Bu görgül bilimcinin kendisinin sınırlı olduğunu kabul etmesini gerektirir, ve bu noktada öznellik işe karışmaya başlar. |
Popper şöyle der: "Önemli olan şey çok az şey bildiğimiz yolundaki Sokratik içgörüdür (Einsicht). Ya da, Sokrates'in dediği gibi, hiçbirşey bilmememizdir. Kısaca — az ya da çok — der ki, 'Hiçbirşey bilmediğimi biliyorum — aslında bunu bile değil." |
Sokrates "Hiçbirşey bilmeme" konusunda Karl Popper ile anlaşacaktır. Ama bilmenin olanağı konusunda değil. Kuşku bilgi değildir. Bilgi için dürtüdür ve bilgiye götürür. Kuşkuculuk kuşkudan öteye geçememektir. Eleştiri yalnızca olumsuzlama olmasında kuşkuya benzer. Ama Eleştiri öznel bilincin özencinden başka bir yetke tanımadığı için, kendisinden başka herşeye yöneliktir. |
Bilim ve Yalancı-Bilim Sorunu (Demarcation Line)
Yanlışlanabilirlik 'bilimsellik' ölçütü ise, Popper'ın yanlışlanabilirlik ölçütüne göre yalancı-bilimler 'bilim' konumunu kazanırlar. |
Karl Popper ("Bilimsel Araştırma Mantığı"na 1959 Önsözü; İngilizce çeviri kendisi tarafından): "I believe in the following thesis. Philosophers are as free as others to use any method in searching for truth. There is no method peculiar to philosophy."
Eleştirinin ölçütünün Popper'ın kişisel bilinci olduğunu dikkate almalıyız. Sıradan bilinç bu durumda kendini yargıç olarak görür, ve kendini "herşeyin" üzerine yükselen bu kibrin önüne ancak kuşkuculuk geçebilir. "Eleştiri"yi bir yöntem olarak, bir araç olarak kullanmanın zemini egoya, birinin kendi öznel blilincine bir yargı konumunun ayrıcalığının verilmesidir. Burada niyet bir önyargıyı dayatmaktır ve bu bilinçte düşüncenin özgürlüğü ve nesnelliği gibi kavramlar henüz bulunmaz. Popper felsefeyi bir sohbet sorunu olarak görür çünkü onu dinleyenler bunu ondan ister.
|
The problem of epistemology may be approached from two sides: (1) as the problem of ordinary or common-sense knowledge, or (2) as the problem of scientific knowledge. Those philosophers who favour the first approach think, rightly, that scientific knowledge can only be an extension of common-sense knowledge ...
Görgücülük her biçiminde bilimsel bilginin bir sağduyu, bir anlak sorunu olduğu görüşünü doğrulamak zorundadır. Anlak bilginin özsel doğasını ilgilendiren kavramsal sorunları ancak gözardı edebilir ve yoksayabilir. Pozitivizmin genellikle "paradokslar" dediği çelişkiler kavramsal düşüncenin her alanında kendilerini gösterirler ve pozitivist yazında bunlar kuraldışılar olarak ve bütünü ilgilendirmeyen enteresan noktalar olarak görülüp bir yana bırakılırlar. Ya da, örneğin Hilbert'in yaptığı gibi, sonsuzluk ve süreklilik gibi kavramlar yoksayılırlar. |
Aziz Yardımlı / İdea Yayınevi / 2014 |