İdea Yayınevi / Bilim Felsefesi
site haritası
 
TANITLAMA
Aziz Yardımlı

Tanıtlama tanıtlanacak olanın varlığının gösterilmesidir. Tanıtlamanın varlık ile ilgisi bütün bir oluş alanını tanıtlama konusu olmaktan çıkarır. Oluşta olan şey ya da fenomen bilgi nesnesi değildir, çünkü varlığı geçici iken, bilgi var olana ilişkindir.

Görgücü (pozitvist, fenomenalist) bakış açısında duyusal ve varlık eşitlenir ve buna göre yalnızca duyusal olan bilgi konusu olur. Duyusal olmayan a priori olarak kabul edilir ve bilgi konusu olduğu yadsınır.

Gerçek olan kavramına uygun olandır.

Görgücülük bilginin birincil olarak duyusal deneyimden geldiğini düşünür. Ama deneyimden ilkin izlenimlerin geldiği ve en sonunda düşüncelerin bunlardan oluştuğu söylenir. Bu düşünceler en sonunda "bilgi"yi oluşturur. Tanıtlamanın bu şemaya uyarlanması güçtür ve görgücülük bu nedenle daha çok "doğrulama" gibi bir indirgemeyi yeğler.

3 Relation with scientific theories (http://en.wikipedia.org/wiki/Theorem)

Theorems in mathematics and theories in science are fundamentally different in their epistemology. A scientific theory cannot be proven; its key attribute is that it is falsifiable, that is, it makes predictions about the natural world that are testable by experiments. Any disagreement between prediction and experiment demonstrates the incorrectness of the scientific theory, or at least limits its accuracy or domain of validity. Mathematical theorems, on the other hand, are purely abstract formal statements: the proof of a theorem cannot involve experiments or other empirical evidence in the same way such evidence is used to support scientific theories.

Teoremler bilgidir; teoriler (kuramlar) bilgi değildir. "A scientific theory cannot be proven" demek bir kuram hiçbir zaman bilgi olamaz demektir, ki gereksizdir, çünkü kuram pekala tanıtlanabilir. Kuramlar kavrama yaklaşma çabaları olarak salt birer özlem, birer tanıtlanma özlemidir. Kuramın tanıtlanması bütün kütlesini oluşturan kavramsal bağıntıların kendi geçerliklerini, gerçekten bağıntılar olarak olmaları gerektiği gibi olduklarını göstermeleridir. Gerçek bir bağıntı vardır, salt öznel bir kurgu değil ama kavramların nesnel bağıntılarıdır. Gerçek bağıntı varolan bağıntıdır. Kuram hiç kuşkusuz olgusallık ile ilişkisinde olasılık düzleminde durur, doğrulanmaya ya da yanlışlanmaya açık olması ile denmek istenen budur. Teorem ise tanıtlandığı kabul edilen bağıntı olduğu için görgül sınamaya gereksinmez. Tersine, görgül olarak kurulan bağıntılar teoremin aklamasına, onunla uyum içinde olmaya gereksinirler.

GERÇEKLİK, USSALLIK, MANTIKSALLIK

Tanıtlama düşüncenin gerçekliğini, bilginin ussal olduğunu göstermeyi hedefler.

Gerçeklik yoksa, ussallık yoksa, tanıtlama da yoktur.  Ve görgücülük gerçeklik ile değil, doğruluk ile ilgilenir. Tanıtlama bir düşüncenin şu ya da bu kişiye göre olmadığını, göreli değil ama saltık olduğunu, şöyle ya da böyle değil ama belirli olduğunu, öznel değil ama nesnel olduğunu, şu ya da bu koşula göre değişken değil ama hiçbir koşul altında değişmeyen olduğunu göstermeyi amaçlar.

Tanıtlama tüm böyle anlamlarda usu gerektirir. Mantıksal olan gerçek olandır.

 
tanıt(lamadémonstration
Descartes, Söylem 2.11: ‘‘... démonstrations, c’est-à-dire quelques raisons certaines et évidentes’’ :: ‘‘tanıtlamalar, eş deyişle pekin ve açık nedenler ...’’ Ayrıca S 4.1: ‘‘raisons que j’avais prises auparavant pour démonstrations’’ :: ‘‘daha önce tanıtlamalar olarak değerlendirdiğim nedenler ...’’

tümdengelim deductio
Descartes, Kurallar 3.8, tümdengelimi deneyim ile birlikte bilginin iki kaynağından biri olarak görür. Tümdengelimtümevarım ve sezginin karşılaştırması için bkz. K 11.1-2. Ayrıca diyalektiğin ‘‘ansal sezgi ve tümdengelim’’ işlevlerinin yardımını almasından (K 4.2), ‘‘diyalektiğin tümdengelimi kısıtlaması’’ndan, ama bunun çok az yararı olduğundan söz edilir (K 2.4).

Descartes’ın bu tür bağlamlarda tanıtlamalar olarak gördüğü nedenler hiç kuşkusuz uslamlamalar, ya da, daha tam olarak, tasımlardır. Descartes arada bir matematiğin (özellikle geometrinin) tanıtlama yönteminden model tanıtlama olarak söz eder. Gerçekte büyük ölçüde sağın olmayan tasım zincirleri (= doğal uslamlamalar) yoluyla ilerleyen bu tanıtlama yolu, sürecin doğruluğunu denetleyen belitleri içermesinin yanısıra, Descartes’ın Mantıktan ve özellikle Diyalektikten anladığı ve yararlanamayacağını düşündüğü işlemlerin kendilerini kullanır; bkz. Mantık için Söylem 2.6; Diyalektik  için özellikle Kurallar 10.4-5K 13.1. Descartes Diyalektiği Skolastik eğitiminin ona öğrettiği gibi yalnızca ‘‘tasım’’ öğretisi olarak görür. (Diyalektik Skolastik izlencede ‘‘Yedi Liberal Sanat’’ arasında trivium olarak adlandırılan ilk kümede dilbilgisi ve diluzluğu ile birlikte işlenirdi—geri kalan dördü (quadrivium) aritmetik, geometri, gökbilim ve müzik olmak üzere.) Daha öte noktalar için bkz. Diyalektik.

"I recall Heidegger writing that people reasoned quite well, and logically too, before Aristotle." (anonim)

Aristoteles  
Tanıtlamanın mantıksal doğası felsefe tarihinde başlıca Aristoteles’in İkinci Çözümlem’inde ve Hegel’in Mantık Bilimi’nde ele alınır.

Doğal bilinç kuramsalın alanına girdiği ölçüde tanıtlama çabasına girer, ve inandırıcı olmak için, gerçekliğini onaylatmak ve tanıtmak için doğru yanlış ayırmaksızın tasımlar olarak bilinen uslamlama süreçlerini kullanır. Tanıtlama olmaksızın, gerçeklik sağlanmaksızın bir kuramı, görüşü vb. ileri sürmek yetke üzerine, inak üzerine öznel görüşleri dayatmaktan başka birşey değildir. Tüm kuramsal dizgeler temel varsayımları çevresinde mantıksal bir bütün, tutarlı bir yapı oluşturur ve tümü de ilkelerinin çevresinde çeşitli tasım biçimleri kullanarak kendilerini aklamaya çabalar. En genel anlamı içinde alındığında, tanıtlamanın aklayamayacağı hiçbirşey yoktur. Görgücülük bile mantıksal düşünceye ve kavrama saltık güvensizliğine karşın kuramını aklamak için uslamlama süreçlerinden başka bir dayanak bulamaz: David Hume hiç olmazsa sözleriyle Arı Usa Kant’tan çok daha fazla değer veriyordu: ‘‘Nor need any one wonder, that tho’ I have all along endeavour’d to establish my system on pure reason ... ’’ :: ‘‘Kimsenin hayret etmesine gerek yok ki, dizgemi her zaman arı us üzerine kurmaya çalışmış olmama karşın ...’’

Felsefenin gerçekliği ileri sürmesi böyle inakçı değildir, çünkü onun alanında yetke üzerine, öznel sanılar üzerine, ideolojik saltıklar üzerine dayanmanın ve kişisel bir kanı üzerine dayalı bir dünya görüşü oluşturmanın hiçbir değeri, hiçbir yeri yoktur. Tanıtlama sorunu özsel olarak yöntem sorunudur. (Bu konunun tam bir incelemesi için bkz. ayrıca ‘‘Kurgul Felsefe Ve Yöntem’’ başlıklı yazım, 1991.) Kavramayan bir felsefecilik, usun yetkesini — felsefe tarihini — salt duygudaşlık ile onaylayan bilinç henüz felsefenin yalnızca başlangıcındadır, ve felsefenin yalnızca bir ön tasarımını taşır. Tanıtlamanın doğası, kurgul yöntemin kendisi kavranmadıkça ortada ancak ‘‘felsefi’’ bir görüş vardır, ve bu bir görüş olarak yalnızca pekçok başkası arasında herhangi bir görüştür. Tanıtlamanın doğasını kavramak felsefede en güç sorun, düşüncenin başarabileceği en yüksek görevdir.

Bilincin dizgesel olması ölçüsünde, tek bir boyutunun, tek bir ilkesinin değişmesi, yıkılması, silinmesi vb. yapının bütününü dağıtır, ve yeni bir ilkenin gücü ile bütünü yeniden kurar.

Descartes Avrupa’da felsefenin başlatıcısı olarak kabul edilir, hiç kuşkusuz yalnızca hiçbirşey bilmediğini kavrayıp skolastik bilincini bir yana attığı için değil, ama özellikle usun yönteminin, felsefi tanıtlamanın saltık olarak zorunlu olduğunu gördüğü için, doğru düşünmeyi kavramaksızın hiçbirşey bilemeyeceğini kavradığı için.

Felsefeye önsavların alınmasına izin vermek!

Hiç kuşkusuz pekçok ‘felsefeci’ bu ‘yönteme,’ daha doğrusu ‘yöntemsizliğe’ başvurur, tanıtlanmış gerçeklik olmayan her tür öznel görüşü nesnel gerçeklik savı ile ileri sürer (başlıca örnek Kant’ın Arı Usun Eleştirisi’nin baştan sona ‘tanıtlamasız’ metnidir). Burada felsefenin sokaktaki adamın görüşünden nerede ayrıldığını söylemek olanaklı değildir. Felsefeye önsavların alınmasına izin verildiği zaman, giderek böyle bir belirsizlik ve gevşeklik tutumu yüreklendirildiği ve onaylandığı zaman, burada ‘felsefe’ sözcüğünün kendisinin bir gereği kalmaz. Sorun ‘tanıtlama’ olgusunu kavramaktan başka hiçbir çözüme açık değildir. Eğer tanıtlama, gerçekleme yoksa, felsefeden vazgeçmek en doğrusudur. Kuşkuculuğun yaptığı gibi.

Hiç kuşkusuz önsavlar, bunlara karşıçıkışlar ve almaşıklar getirebiliriz ve getiririz, ve üzerlerinde çeşitli yoklamalar, sınamalar vb. yaparak düşünebiliriz. Buna sonuna dek hakkımız vardır. Gündelik bilincin dünyası önesürümler ile döner. Giderek felsefi bir çözümlemede, bilimsel bir sorunu irdelemede bile sürekli olarak bir uslamlamalar kaosundan geçmeyen hiç kimse, hiçbir bilimci, hiçbir felsefeci yoktur. Ama bu düzensiz, dağınık, dizgesiz düşünce durumu henüz ne bilgidir, ne de felsefe. Ve ne de bir görgücünün dışında birinin çıkıp özellikle orada kalmada diretmesi anlamlıdır. Tersine, tüm bu özgür uğraş, tüm felsefe ve bilimsel çaba, sözcüğün tam anlamıyla koşulsuz, sınırsız, saltık özgürlük içinde yerine getirilen uslamlamalar yoluyla bilinci o düzensiz, tutarsız, güvenilmez yapısından kurtarmayı amaçlar, orada doyum bulmayı değil.

Sorun şu ya da bu gerçekliğin gerçekte gerçeklik çıkmaması, gerçekte bir yanlış olması değildir. Tüm bilim tarihi, tüm felsefe tarihi bu tür yanılgıların da tarihidir. Felsefe, ve ayrıca bütününde bilimsel bilgi dediğimiz tin, her ikisi de yanlışı da içerir, ama onu yalnızca ve yalnızca süreç olmalarının, bir gelişim olmalarının bir koşulu olarak içerirler. Ya da, daha tam olarak, onu kavramsal gelişimlerinde yalnızca eksik bakış açılarının anlatımları olarak içerirler — örneğin Platon’da, Descartes ya da Spinoza’da, Fichte’de, ya da Ptolemi’de, Kopernik’te, Kepler’de. Ama gene de her ikisi de, felsefe gibi bilim de, zamansallığa, belli bir tarihsel perspektife, göreli, öznel, kişisel bakış açılarına, önsav derlemlerine indirgenemez. Tersine, gerçeklik ve onunla bir olmuş pekinlik usun idealleridir, ve süreç ya da gelişim kavramının kendisi gerçekliğin bir oluş süreci de olduğunu, ve böylece karşıtına bağımlı olduğunu anlatır. ‘‘Yanlışlık’’ der Spinoza, ‘‘yalnızca bir şey üzerine oluşturduğumuz kavramda kapsanmayan birşeyin o şey için doğrulanmasından oluşur.’’ Buna karşı insanlığın hiçbir zaman gerçeklik ile buluşmadığını, başından bu yana her zaman yanılsama içinde olduğunu ileri sürmek kuşkuculuğa özgüdür. Bu konum bu yanıyla gerçeklik ve yanlışlığın ötesindedir.

Genel anlamında tanıtlama görgül olarak öğrenilmeyen, deneyime önsel bir us işlevidir (örneğin Tüm A’lar B’dir: C B’dir: öyleyse C A’dır; ya da daha yalın olarak matematiksel tasım: A =BC; A = C, vb.). Bu tür us işlevleri zaman-sızdır, değişmez, ilksiz-sonsuz, koşulsuz, a priori, deneyime önsel ya da saltıktır. (Usun ‘‘değişmezliği’’ denilen yanı ile başka birşey mi anlaşılır?)

Tanıtlama en genel uygulaması içinde a priori tasım aygıtını verili olarak kullanır. Ve tüm doğa bilimlerinde ve matematikte en büyük kuramsal zayıflık tasım süreçlerinin kendilerinisorgulamaksızın, kavramaksızın bir tür ussal içgüdü düzleminde kullanma alışkanlığıdır.

Tanıtlamanın en son ya da gerçek doğasında kavranmış olması koşulu ile: Tanıtlanmamış, gerçekliğini mantıksal olarak aklamamış hiçbirşey felsefenin içeriğine ait değildir. Descartes tüm öğrenilmiş bilgisini, ona yaşamının ve akademik eğitiminin verdiği tüm bilincini çıkarsanmamış / tanıtlanmamış / gerçeklenmemiş olması zemininde yadsıdı. Bütün Sokratik eytişim sorgusuzca kabul edilen öncülleri yoketmeyi amaçlar. Hegel insan usunun / mantığının eytişimsel işleyiş biçimini formüle eder ve bir bakıma tanıtlamanın kendisini tanıtlar (kurgul yöntem). Varsayımın ortadan kaldırılması hiç kuşkusuz başka bir varsayımda, belitlerde, ilk ilkelerde vb. sonlandırılamaz.

Kuşkucu konum ise gerçekliği bir yana bırakır, görelilikolasılık gibi kendileri doğal öğrenilmemiş olan mantıksal aygıtlarla yetinir; ve gene de söyleminin son, kesin, çürütülemeyecek gerçeklik olduğunu, ‘‘felsefede söylenmiş olması gereken herşeyin söylendiğini’’ ileri sürerek kabul edilmesini, doğrulanmasını ister. Tanıtlamanın yokluğu elde yalnızca ‘‘inanç’’ denilen yetiyi bırakır. Ama bu inanç bilginin yüreğe yansıması olan gerçeklik inancı, gerçeklik ile bir olan inanç değil, tersine kuşkulu olana duyulan inançtır. İnakçılıktır. Görgücülük — her zaman olduğu gibi — yadsıdığını savunmak zorunda kalır.

Newton deneyim ya da gözleme anlatım vermesi gereken Doğa Biliminde önsavın hiçbir değerinin olamayacağını söyler. Söz konusu ‘‘önsav’’ olguya anlatım vermeyen soyut kuramdır. Ve gene de kendisi yaptığı şeyin bir tümevarımlar dizgesinden çoğu olmadığında diretir: Görgül yöntem daha ötesine izin vermez, sanı, olasılık, yanlışlanabilirlik vb. tümü de henüz bilgiye, gerçekliğe erişemeyen bir bilinç biçiminin anlatımları olarak kalırlar. Gerçekte felsefe yalnızca önsavı değil ama genel olarak varsayımı ortadan kaldırır ve varsayımsızlık ideali, gerçeklik ideali felsefenin daha başından bu yana vazgeçilmez ereğidir. (Goethe’nin zaman zaman aktarılan sözleri, varsayımın olması olmamasından daha iyidir, her görgül bilincin, tüm görgül bilimlerin doğal davranışını anlatır.)

 

Aziz Yardımlı / İdea Yayınevi / 2014