Kant bir ırk kuramı ile mi ilgileniyordu? Yoksa bir ırk ideolojisi ile mi?
Irk ayrımları üzerine yukarıdaki sözlerinde "bilimsel" ya da "nesnel" olma kaygısı gibi birşey yoktur. Aslında dedikodu karakterini gösterir ve açıkça duygusal bir ton taşırlar. Kant'ın "aptal/dumm" olma niteliği için "tanıtlama/Beweis" olarak gördüğü şey onu "tepeden tırnağa kapkara/vom Kopf bis auf die Füße ganz schwarz" olma özelliğinden çıkarsamaktır.
Kant’ın insan ırklarını doğal olarak değil ama tinsel olarak eşitsiz görmesi pekala felsefesini ilgilendirmeyen ve etkilemeyen salt kişisel bir görüş olarak alınabilir. Ama Kant gene de bir tür tanıtlama verme gereğini duyar ve görüşünü olgular olarak gördüğü şeyler ile destekler. Hiç kuşkusuz ırkçılığı kötü ya da yanlış olarak, ahlak felsefesi dediği şeye aykırı olarak görmez, çünkü moral imperativler insanlar içindir, insan-altı olarak görüdüğü Negrolar ve Amerika yerlileri için değil.
Felsefi dizge ve sapık usdışı kişisel görüşler arasında bir ilişki sorusunu düşündüren başka örnekler de vardır, örneğin Hume'un benzer olarak ırk ayrımcılığını [ ], Heidegger'in Nazizmi [ ] ve Sartre'ın Bolşevizmi [ ] doğrulamaları gibi. Bunlar da kişisel görüşler olarak görülebilir ve felsefelerinden ayrılabilir. Ya da bu usdışı kişisel görüşler bu düşünürlerin "felsefelerinin" kendilerinin birer bileşeni olabilir. Ve tinsel insan eşitliğini doğrulayamayan bir "felsefe" bu tür tinsel ayrımları, bu durumda ırksal entellektüel eşitsizlikleri doğrulamak zorunda kalır.
Tinin evrensel belirlenimini yadsıyan tüm bu tür önyargılara ortak olan şey Us Kavramını, insanın ussal bir varlık olduğunu, homo sapiensin kendisini yadsımaları, ya da belli ırkları homo sapiense ait görmemeleridir — ki bu durumda homo sapiense altgüdümlü ırklar bulunmayacak ve homo sapiens bir evrensel olma, bir tür olma niteliğini yitirecektir.
Kant'ın "ahlak felsefesi" kendi ırkçılığını geçersiz kılar mı? Eğer Negrolar homo sapiense ait bir ırk oluşturmuyorlarsa, ırkçılık sorunu doğmayacaktır.
Kant'ın ırkçılığının ahlak felsefesini geçersiz kılıp kılmadığı sorusu karşısında daha birincil önemde olan soru Kant'ın ahlak felsefesinin kendinde geçerli olup olmadığı, bilgisizliği salık veren Eleştirel Felsefenin ahlak felsefesine yetenekli olup olmadığı, bütününde ahlak probleminin bir bilgi sorunu olup olmadığıdır. "İnanca yer açabilmek için bilgiyi yoketmek zorunda kaldım" diyen bir düşünür bilimi olduğu gibi inancı da yadsır, çünkü bilgisiz inancı boşinançtan ayırdecek hiçbir ölçütü yoktur. Eğer gerçeğe inanç insan inancının niteliği ise, bilinmeyen birşeye inancın inanç adını hak etmediği, bilgisiz bir ahlakın ahlak olmadığı vargısından kaçamayız. Ahlak bir istenç kipi olarak her zaman düşünmeye, özgürlüğe bağlıdır. Ve inanç bir duygu olarak gene de düşünen bir duygu, düşünce ile, doğru düşünce ile uyum içinde olması gereken bir duygudur.
Kant'ın felsefesine yaklaşırken ilk olarak kuşkucu ya da bilinemezci bir zeminde yalnızca inancın ve ahlakın kavramına uygun olup olmadıklarını değil, ama genel olarak felsefenin olanaklı olup olmadığını sormalıyız.
Bilgiyi kabul etmeyen görgücülük, pozitivizm, nihilizm, görecilik, hermeneutik, postmodernizm vb. gibi bakış açılarından türetilen sözde "ahlak felsefelerinin" felsefe tarihinde incelenmeleri hiç kuşkusuz ne onları bilimsel kılar ne de öncülleri temelinde ortaya koydukları görüşleri bilgi yapar. Felsefe Tarihi kendi içinde geniş bir düşünce çöplüğünü de kapsar. Bilginin olanağını kabul ettiğimiz düzeye dek, insan için bilgiyi bilgi-olmayandan ayırdetmenin saltık önemi nedeniyledir ki usun bu sapınçlarını bilmemiz gerekir.
Kant'ın bir Aydınlanma düşünürü olması onu rasyonalist yapmaz çünkü Aydınlanmanın sözde "ussalcılığının" kendisi Aydınlanma düşünürlerinin tümünün ussalcılığa karşı savaşan görgücüler olması olgusu karşısında bütünüyle geçersizdir. Aydınlanmanın ussalcılığı yalnızca boşinanç karşısında ölçülen sözde bir "ussalcılıktır." Gerçekte, boşinanca karşı içgörüyü savunmayı göreve bilen Aydınlanma felsefe alanında kendini özellikle matematiği ve pozitif bilimleri, genel olarak modern bilimleri ve ussal çözümlemeyi geliştiren felsefecilere karşı saldırısı ile tanımlar: Leibniz, Descartes, Rousseau gibi ussalcılar Aydınlanma düşünürlerinin açık hedefleridir.
Doğal ve tinsel bir varlık olarak homo sapiens türdür ve tür bir evrensel olarak kendi altında tikellerini, bu durumda homo sapiens kendi altında insan ırklarını kapsar. Irklar aynı türe, bilen ya da düşünen bir varlık türüne ait olmakla, birbirlerinden tinsel olarak değil ama yalnızca doğal olarak ayrıdır. Homo sapiensin her ırkı kültür ve uygarlık yaratır, ve Afrika'nın insanı da özsel olarak ussal bir varlık olarak kültür yaratmış, büyük olasılıkla kültürü ilk kez o yaratmıştır.
 |
|
Tapınak Kabartması, İÖ 1480, Yeni Krallık, On Sekizinci Hanedan (boyalı kireç taşı; y. 33cm, g. 39cm). Deir el-Bahri, Hatshepsut Tapınağından. 
Eski Mısır metinlerinde Nubialılardan İÖ 2400 gibi erken bir tarihte Mısır ordusunda hizmet veriyor olarak söz edilir. |
|
Irkçı bakış açısının saçmalığını ırkçının kendisi de bilir ve siyah ırkı ve sarı ırkı "insan-altı" olarak görme koşulu ile kendini "ırkçı" olarak görmekten kaçınır.
David Hume, Kant ve onlar gibi düşünenlerin beyaz ırkın entellektüel üstünlüğü görüşlerini çağın bilgideki geriliği ile açıklayamayız. Batıda ırk ayrımcılığının neredeyse normal göründüğü o günlerde bile dürüst olarak düşünenler vardı. Afrika ve Asya kültürlerinin gelişme düzeyleri biliniyordu. İronik olarak, Hume'un ve Kant'ın ait oldukları Germanik ırk uygarlık sürecine en geç giren ırktır. Hegel'in Tarih Felsefesi'ndeki çözümlemesini yinelersek, Germenler kültüre ait herşeyi, dinlerini, bilimlerini, felsefelerini, politik yapılarını, giderek İmparotorluklarının adını bile dışarıdan aldılar: Kutsal Roma İmparatorluğu.
Kant ve Hume'un burada yenik düştükleri keyfilik ve öznellik gerçekte felsefelerinin asıl karakteridir ve her çağda benzer karaktersizlik tarafından yinelenir ve sürdürülür. Felsefe herşeyden önce ruhsal bir problemi, kuşkuculuk, insana güvensizlik, kendine güvensizlik, düşünceye güvensizlik problemini anlamak zorundadır. Kuşku duygusu güven duygusunun karşıtıdır, ve kuşku ile felsefe yapmak gerçekte felsefeden başka birşey yapmaktır. Felsefe usun bilimidir. Ama us saltık olarak özgür düşünmeden, kavramın kendisinin zorunluğunu ya da özgür açınımını izlemeden başka birşey değildir. Felsefe doğuşunu özgürlüğe borçlu olduğu gibi gelişimini de aynı özgürlüğe borçludur. Kant'ın ve başka kuşkucuların kuşkularının nedeni ussal bir çıkarsama değil ama usdışı bir özgürlük korkusudur. Kant "Aydınlanma Nedir?" sorusuna yanıt olarak yazdığı denemede Aydınlanmanın özgürlüğe nasıl yabancı olduğunu bir kez daha gösterir: Sınırsız bir tartışma özgürlüğünün savunusu despotik monarşa sınırsız boyun eğme tutumu ile birlikte önerilir. Kant çözümleme yapmaz ama bir politika teklif eder.
“Sapere aude!” ya da "Bilmeyi göze al!" buyruğu hiç kuşkusuz pekçok insan için kışkırtıcıdır, ama ilk kez keşfedilen bir ilke olduğu için değil, tersine en aptal olanlar da aralarında olmak üzere herkes tarafından bilinmekte ve uygulanmakta olduğu için. Kim yetersiz bilinci ile bilmeyi göze almaktan kaçacak kadar korkak olacaktır? Ve çağ hiç kuşkusuz Kant'ın önerisini bekleme gibi bir aptallığa düşmemiş, Katolik Kilisenin engellemesinden kurtulan Avrupa çoktandır doğayı ve insanı daha yakından tanımanın yoluna girmişti. Ama Aydınlanma banaliteyi önerdiği için popülerdir, çünkü önerdiği şey bilgi değil ama kuşkulu bilgi, eş deyişle olasılık, istatistik ve yaklaşıklıktır. |