Angst/Endişe.
Korku.
Ya Da, Büyük Korku,
Daha Büyük Korku, Vb. |

|
‘‘Başka
tek bir kişi ile tek bir ilişkim bile yok: En yalnız, (dünyasal bir anlamda
anlaşıldığında) en güçsüz kişiyim.’’
"I have no single
connection with a single other person: I am the most solitary of persons,
the (understood in a worldly sense) most powerless" (from the Journals).
Kierkegaard'ın problemi Korku iledir, doğal korku ile değil ama tinsel Korku ile. Ve başka pekçokları da, aslında milyonlarca insan da şu ya da bu düzeyde onunla bu sorunu paylaşır. "Angst" ya da "Endişe" anlatımları örtmecelidir, problemin gerçekte bir korku problemi olduğunu ve bir problem olmakla çözüme yetenekli olduğu olgusunu gizler. Kierkegaard ve başka nihilistler onu çözümsüz olarak gördüler.
Kierkegaard kendi zamanının tüm idealist felsefecileri ile çarpışan ilk varoluşçu düşünür olarak kabul edilir. Evrensel ile değil ama tekil olan ile ve bu nedenle tekilliğe özgü bireysel seçim ve üstenim gibi sorunlar ile ilgilendi. Misolojinin olağan belirtilerini sergiledi. |
 |
Büyük olasılıkla İskandinav kökenli olan Angst/Korku sözcüğü endişe/anxiety, ya da dread anlatımları ile de
karşılanır.
Sözcüğün nihilist
imlemi Kierkegaard’ın çalışmasında vurgulandı. Begrebet Angest (Alm. der Begriff der Angst) ya da Korku Kavramı Kierkegaard’ın 1844 kitabının
başlığıdır. Angst, modern ruhsallığın olağan bir yüklemi olarak, belirli bir nesneden duyulan korkuyu değil, ama belirsizlik karşısında yaşanan ‘büyük korku’yu anlatır. Doğal korku şeylerin düzeninde
yeri olan bir duygudur. Salt varolmaktan gelen ve nedeni belirsiz korku ise varoluşun kötü
tasarlanmış olabileceği, egonun yabancı bir evren içine soğrulduğu, insanın amaçsız, anlamsız, saçma bir biçimde dünyaya fırlatılmış olduğu düşüncesine götürür.
Ruhçözümlemenin
‘bilinçsiz suçluk duygusu’ kavramı bu modern fenomen ile yalnızca yüzeyde benzerlik gösterir. Psikanalitik suçluluk ve ona bağlı korku duygusu da Angst gibi bilinçsizdir, ama birincisi bir zamanlar bilinçli olan ve baskılanan bir yaşantıdan gelirken, varoluşçu korku duygusu durumunda Freud'un düşündüğü anlamda bir baskı yoktur. Nihilist kişilik saltık değerleri yadsımıştır: Güzelliği, Duyguyu ve Bilgiyi. Ve herşey bilincin yüzeyinde yer alır.
Bu tekil değil ama total bir yadsımadır: Çünkü değer saltık olduğu için, sonsuz olduğu için değerdir. Sonsuzluğu başkasında kendini bulmasından gelir. Saltıklığı ilişkisinde, onu olumsuzlayanda kendini bulmasından gelir. Duygu Sevgi olarak sonsuzdur. Güzellik duyusal sonsuzdur. Ve Bilgi başkasının entellektüel özümsenmesi olarak sonsuzdur.
Varoluşçu ego da her ego gibi reddettiği o usun eksiksiz, aslında sonsuz açınımına yeteneklidir. Ama nihilist kişilik bu açınımı reddeder, ve bu reddediş duygu düzleminde ona Angst olarak geri döner. Egonun duygusal atomizminden doğan Korku bütün bir insanlık ile olumsuz, yadsıyıcı bir ilişkiye anlatım verir. Bu düzeye dek Yalnızlık Suçtur.
Ya da, başkasının istencinde kendini bulamamadır: Özgürlüğün yitişidir.
Ve başkasının duygusunda kendini bulamamadır: Sevginin yitişitir.
Kierkegaard
Korkunun Adem'i öncelediğini düşünür. İnsan doğasına özünlü olduğunu. Aslında kalıtsal olduğunu. Kierkegaard’ın demek istediği şey insanın suç
ve günah işlemeye yetenekli, ve böylece suçluluk duygusuna ya da korkuya
da yetenekli olması olgusu değildir. İnsan gizil değil ama edimsel bir
endişe ile varolur. |
 |
Begrebet
Angest. En simpel psychologisk-paapegende Overveielse i Retning
af det dogmatiske Problem om Arvesynden
Vigilius
Haufniensis
1844
Endişe
Kavramı. İnaksal Kalıtsal-Günah Sorunu Üzerine Ruhbilimsel Yönelimli Yalın
Bir İrdeleme
Vigilius
Haufniensis (Kopenhag Bekçisi)
1844 |
|
 |
Kierkegaard'ın sözünü etttiği Yalnızlık ilkin kendinde bütünüyle normal, giderek zaman zaman istenebilir bir durumdur, tıpkı Korkunun da doğal olduğu ölçüde yaşamın zorunlu bir bileşeni olması gibi. Ama varoluşsal Yalnızlık salt bir dinlenme, bir gevşeme durumu değildir. Benin kendinde sonsuzluk, sınırsızlık duygusunun yitişi, ona yabancı bir ben-olmayan tarafından kuşatılmasıdır. Bu kuşatıcı duygu hiç kuşkusuz Sevginin tam tersidir, ve yabancı olana karşı duygu Nefrete yakındır.Egonun sınıra karşı, olumsuzlanmaya karşı, başkasına karşı tutumu yokediciliktir çünkü kendisi başkada kendi yokuluş gözdağını duyumsar. Yalnız bireyin yitirdiği ya da bulamadığı şey varoluşta olması gereken anlam ve değerdir. Bunun yerine, bütün bir varoluş ona yabancı, bilinmeyen birşeydir. Daha sonra bu başkalık "cehennem," "eksi imi" gibi eğretilemeler ile de anlatılacaktı.
|
 |
|
Edvard Munch, "Çığlık" (1893). |
|
Bireysellik varoluşçuluk tarafından başlıca değer olarak kabul edilir.
Toplum dayanılmazdır.
— Topluluk değil ama bireysellik.
— Evrensel değil ama tekil olan.
Gerçekten de, modern insanda bile insan özü, insan olmanın anlamı
ve değeri böyle bir ‘topluluğu,’ yurttaş toplumunu gerçek
topluluk olarak kabul edemez. Salt bir yarışmacılık, çekişmecilik
ilişkisine indirgenmiş bir dünyada insan doğası ancak yıkılır. Böyle bir
evrensel reddedilmeyi hakeder.
İnsan
doğası nihilizme göre içgüdüseldir. Modern toplumda içgüdünün
aldığı biçim saldırganlık biçimidir. Sartre "Başkası cehennemdir"
gibi birşey der. Marcel "Başkası benim için salt bir olumsuzluk
imidir, bir eksi imidir," der. Varoluşçuluğun insan özünü reddetmekten
başka bir tözü yoktur çünkü öz reddedilen varoluşun kendisinin bir türevidir.
Varoluşçu mantık yalnızca göreciliğin bir başka biçimini sunar.
İnsan Özü bakış açısından herşey başka türlü görünür. Ancak özü
olan bir varlık kendinin nedeni, e.d. özgür, değerli, onurlu, anlamlı
olabilir.
Kuşkucu usun belirlenimsizlik saplantısı bütünüyle tutarlı olarak korku,
umutsuzluk, yokoluş, nefret vb. kavramları ile elele giderken, öte
yandan bu belirsizlik
ile karşıtlık içinde, belirlenim Spinoza’nın ona verdiği ‘tözsel’
biçiminde bile olsa kamutanrıcı bir iyimserliğe koşut giderken,
Hegel’de insanın özgür olma yeteneğine, gücüne, ve istencine
duyulan saltık güvende anlatımını bulur. Varoluşçu bakış açısı için
insan özsel olarak güvenilmez, tehlikeli, giderek yokedici bir varlıktır. İnsan
özsel olarak nefret eder. Avrupa’nın
bütün bir yıkımlar tarihi karşısında, modern dönemde de sergilemeyi sürdürdüğü çıplak
barbarlıklar karşısında, bu kinizm anlaşılabilir birşeydir. Ama bu pozitivizmdir, insan gerçeğini kaba saba insanın olgularından çıkarsamaktır.
Belirlenimin insan
doğası açısından eytişimi kuşkuculuğun karşıt yönüne bakar. Bilinen,
anlaşılan bir dünya karşısında insanın duygusal yapısı endişeye, korkuya,
ya da büyük korkuya değil, ama tersine güvenliğe, mutluluğa ve sevinç duygusuna eğilimlidir.
Ancak bilinmeyen, anlaşılmayan şey bir endişe ve ürkü kaynağı olabilir.
Özsüz, salt fenomenal bir insan doğası, belirlenimsiz seçmelerden oluşan bir insan özgürlüğü hipotezi kuşku, kaygı, kötümserlik,
değersizlik, anlamsızlık kavramlarının destek noktasıdır. Nietzsche Hıristiyan ahlak görünüşü altında insanın moral yetisinin kendisine, içsel özgürlüğe, insan Duyuncuna saldırmada bir sorun görmedi ve bunu sözde üst-insanının bakış açısından yaptı. Düşmanlık, saldırganlık, giderek şiddetin doğrulanması özellikle Heidegger ve Sartre gibi daha gözükara varoluşçu yazarlar arasında sık görülen bir durumdur, çünkü reddedilen Logos ve Erosun yeri bilinçsiz dürtüler tarafından doldurulur. Bir zamanlar varoluşçu Marxizm diye bir akım bile türemişti. Gerçekte burada özgürlük yitmiş, yeri başına buyrukluk ve keyfilik tarafından, özenç tarafından alınmıştır, çünkü İstenç yoktur. İstenç sözde seçme" özgürlüğü değil, ama iyi, doğru ve güzel olanı isteme özgürlüğüdür. Varoluşçu yazarların
temaları arkaik-despotik kültürlerden kalan artıklar çevresine, bilinçsiz etmenler, dürtüler, itkiler, giderek içgüdüler çevresinde örülür.
Angst doğadan duyulan bir korku değil ama doğanın da arkasında yattığından kuşkulanılan belirsiz, giderek gözdağı verici bir özneden, bir tür kendinde-şeyden doğan bir korkudur. Varoluşçuluk Hıristiyan Tanrının, Schiller'in "Seven Baba"sının öldüğünü duyurmuş, ama onun yerine gizli, bilinemez, korkutucu bir Özne yaratmıştır. |
Edvard Munch, Oslo'da Karl Johan Caddesi’nde Akşam (1892)
Tuval üzerine yağlıboya 84.5x121cm
Rasmus Meyer Kolleksiyonu, Bergen |
Varoluşçu
belirlenimsizlik, özsüzlük tasarımı Sartre’da seçim yapmadaki belirsizlik
karşısında duyulan ‘bulantı’ ile bağlanır. Özsüzlük, belirlenimsizlik ‘seçme özgürlüğü’ denilen tutumun kendisini boşa çıkarır ve edimsel varoluşu
hiçbir yolda seçilmemiş bir biçime indirger, bir hiçliğin üzerine temellendirir. Heidegger’de endişe bireyin hiçlik / yokluk
ile karşı karşıya kalması ve özgür seçimini aklamada hiçbir ölçüt (değer,
saltık) bulamayışını anlatır. Kierkegaard’ın kendisi sonunda gereksindiği
belirlenimi bir ‘‘inanç sıçrayışı’’ ile ulaştığı Hıristiyanlıkta bulur.
Ve onunla özsel olarak aynı çizgide yazan Nietzsche ise, tersine, Hıristiyanlığı
zayıflığın anlatımı olarak görür. Üst-insan olma isteği bu zayıflığa tepki,
böylece zayıflığın kendisidir. |

|
Endişe ve ‘büyük korku / dread ile anlamdaş ya da bağlamdaş olarak
kullanılan başka terimler: Sartre’dan ‘angoisse (anguish) = büyük acı, keder, elem, ‘a generalised uneasiness = genelleştirilmiş bir rahatsızlık’ vb.
Angst kavramının ‘yabancılaşma’ ile, ‘güç istenci’ ile, ‘intihar’
ile, ‘saçma’ ile ilgisi açıktır. |
Friedrich Nietzsche ve Martin Heidegger gibi nihilistler Kierkegaard'ın izinde yürüdüler. İnsanı hiçleştirmek, önemsiz ve değersiz kılmak sanki bilinmeyen bir özneden duydukları Korkuyu ortadan kaldırıyordu. |
 |
 |
Yaşamı
mutsuzluk, düşmüşlük, dünyaya fırlatılmışlık vb. olarak görmede, varoluşçuluk
Hıristiyanlık ile tam bir anlaşma içindedir, ve yalnızca Protestan Kierkegaard
değil ama Katolik Heidegger de aralarında olmak üzere pekçok varoluşçu aynı
zamanda Tanrının varoluşunu da anlamsız görmeyi başarırlar. |
Varoluş
hiçbir öz tarafından belirlenmiyorsa, varoluşçu bütünüyle mantıksal olarak
tüm felsefeyi, tüm bilimi, tüm dünyasal kurtuluş tasarlarını,
tüm erekselliği, tüm değerleri, tüm törelliği, tüm anlamı yadsır, çünkü
tümü de belirlenimi, özselliği, erekselliğ, kısaca
şu ya da bu biçimi içindeki Usu varsayarlar.
Nihilizm kuşkuculuğun son vargısıdır. Modern Batı insanının yaralanmış,
küçültülmüş bilinci onu hiçbir zaman özü ile tanıştırmamış olan deneyiminin,
yaşantısının ürünü ve anlatımıdır, ve bu düşük perspektiften bakan Batılı
düşünür hiçbir zaman felsefe ve bilgiye, anlam ve değere ulaşamaz. |
Bu
kuşatılmışlık, bu köşeye sıkıştırılmışlık çalışan insanın, düşünme şansı
olmayan, kendini kendi doğası içinde tanıma şansı olmayan insanın modern yazgısı ile tutarlıdır. Varoluşçuluk
tüm kötümserliği ile modern kitle toplumunun ruhsal durumuna anlatım verir,
ve kolayca duygudaşlığını kazanacağı genişçe bir bilinç alanı bulur. Usu
eşit ölçüde reddeden pozitivizm duyunçsuzluğun eline oynar. Kurumsallaşmış
/ pozitif din ikiyüzlülüğün şaka olmadığını duyumsatır. Yalnızca özdekçilik
böylesne özdeksel varoluşa eksiksiz bir dünyasallık, tensellik, bencillik
tutkusu ile sarılır.
Varoluşçu
ona Sevgiyi unutturan böylesine anlamsız bir toplumdan yüz çevirmede gene
de insana ait bir soyluluk, bir değer gösterir. |
 |
 |
Bügün Batıda akademik felsefecilik varoluşun ne denli hafife alınabileceğini
göstermekle ilgilenir.
Bu düzeye dek gizli bir varoluşçuluk kendini fenomenalizm, hermeneutik, pozitivizm, giderek materyalizm gibi sözde felsefelerin ortak noktaları olarak gösterir. Böyle kültürün durdurduğu ve küçülttüğü bilinçlere türe, gerçeklik,
bilgi, özgürlük inanılması olanaksız idealler olarak, bu dünyaya ait
olmayan düşlemler olarak görünür. Bu varoluş anlamsız olmalıdır. Ve bilgisiz, güzelliksiz, duygusuz. İnsan dünyaya fırlatılmış, kendinde-şeyi bilmeyen bir imbesil olmalıdır. Varoluşçuluğun nasıl düşük ruhlarda bir yankı kazanabildiğini anlamak güç değildir.
Kültür kendini ancak ona verili olanı dolaysızca alarak ve onu yeniden üreterek sürdürebilir. Bu kültürel süredurum yalnızca kendini yinelemekten oluşur ve törel eğitim bir alışkanlığın sürdürülmesine indirgenir. Varoluşun daha büyük olabileceği düşünülmez. Bu alt kültür, henüz insan gelişiminin yetersiz bir basamağında duran kültür kendi payına kuşkuculuğun, irrasyonalizmin, nihilizmin saçma öz-güvenini besler, insanlığın en düşük düşüncelerinin ciddiye alındığı yanılsamasını yaratır. |
 |
|

|
Avrupa Birliği özgürleşmenin kazanılan ereğidir, çünkü özgürlük insanlığı kültürel ayrımların ötesine ve üzerine, tek bir Yasaya, tek bir Anayasaya, tek bir Türeye, evrensel Türeye ve evrensel Hakka yükselten değişimin biricik olanağıdır. Onda çok-kültürlülük değişmeyen geleneğin, karakteri tutuculuk olan despotizmin, karakteri şiddet olan ideolojinin artıkları olarak postmodern komedyenlerin umutsuz savunusuna terkedilmiştir. Avrupa Birliği modern insanlığın gerçek egemenliğine, özgür İstencinin egemenliğine yürüyüşünde Dünya-Tininin ilk adımıdır. |
|