"Aydın" sözcüğü kafalarda bir pırıltı tasarımı yaratır. Bu pırıltının bilgiyi simgelemesi gerekir. Ve gene de bu parlak "bilgi" kendini karanlık boşinanca karşıtlığı ile tanımlar. Ama eğer karşıtlık gerçekten karşıtlık ise karşıtların bir olmaları gerekir, tıpkı arı aydınlığın arı karanlık ile bir olması gibi, ve biliriz ki arı aydınlıkta görme tıpkı arı karanlıkta olduğu kadar olanaklıdır. Boşinancın karşıtı olan "bilgi" ancak boşinanç kadar geçerli olmalıdır, ve gerçekten de Aydınlanmanın boşinancın karşısına çıkardığı "bilgi" boşinançtan daha iyi olmayan kuşkulu "bilgi"dir. Aydınlanma düşünürleri Kant'tan Hume'a, Bentham'dan Locke'a tümü de kuşkucudur. Tümü de "bilinemezcilik" denilen tuhaf bir bakış açısı altında "bilirler."
Aydın sözcüğü politik bir ton taşır, ama Aydın Yurttaş ile eşit değildir. Aydın eşitsiz olandır ve Yurttaştan daha çoğudur, çünkü Aydın-olmayanın İstenci üzerinde hak ileri sürer, onu bir İstenç olarak, özgür bir kişi olarak tanımaz. Bu düzeye dek Aydın ancak özgürlüklerinin bilincinde olmayan uyrukların ve kulların bir toplumunda olanaklıdır, orada giderek zorunludur, çünkü karşıtı tarafından, bilgisiz, özgürlüksüz, istençsiz halk tarafından belirlenir.
Aydın ve Aydınlanma bir din-adamları sınıfı tarafından üretilen ve halka dayatılan boşinancın egemenliği altındaki Katolik Avrupa'da zorunlu bir tarihsel kavram ve olgusallık idi. Bir din-adamları sınıfından özgür olan laik Türkiye'de ise Aydın salt boş bir öykünme ve poz değerini taşır, kendini dinsel inancı konusunda bile bilgisiz ve eğitimsiz olan bir kullar kitlesine karşı tanımlar, bilginin görgül türü ile de ilgilenmeksizin yalnızca bilgili gibi görünmekle yetinir.
Türk toplumunun bir Yurttaş Toplumu olduğu düzeye dek "Aydın" kavramı çağdışı, despotik, tutucu bir anlam taşır, reel olarak çoktandır tarih olmuştur. Batıda, Yurttaş Toplumunda, özgür istençlerini yasa yapan Bireylerin toplumunda ise 'Aydın' anlatımı arkaik bir anıdır ve tuhaftır. |
 |
Aydın kavramı "bilgi" ile ancak bir eğretileme değerinde bağıntılıdır. Aydın, gördüğümüz gibi, bilgisiz çünkü kuşkucudur. Bu nedenledir ki Batının sezgisi ve sağduyusu hiçbir zaman Descartes, Leibniz, Spinoza, Hegel gibi gerçeklik ile, bilgi ile ilgilenen felsefecileri Aydın kategorisi altına almamıştır. Ama Voltaire, Locke, Hume, Kant dört dörtlük Aydınlardır: Evrensel İnsan Haklarını reddetmeleri ile, insan Özgürlüğünü reddetmeleri ile, ve Bilgiyi reddetmeleri ile.
Aydınlanma
onu doğuran Boşinancın düzleminin üzerine yükselemedi: Boşinancı yadsıması
İnancı doğrulaması anlamına gelmiyordu. Aydınlanma inançsızdı: Tanrıya inancı
Gerçekliğe inancından daha iyi değildi. Kuşkucu, bilinemezci, göreci idi, çünkü Aydınlanmanın "bilgi" dediği şey tıpkı boşinancın "kutsal" dediği şey gibi "duyusal" üzerine, "duyusal-deneyim" üzerine dayanıyordu. Kavramsız Duyulardan Bilgi ve Gerçeklik türetmek olanaksızdır. |
 |
Condillac ve Voltaire gibi Aydınların ‘duyumcu’
usları kendisine öykündükleri Locke ve Hume gibi görgücülerin ‘duyumcu’
uslarından, ve en sonunda Kant’ın gerçeğin bilgisine yeteneksiz, yalnızca kuşku duymayı bilen sınırlı usundan daha iyi değildi. Aydının Usu bu düzeye dek tinselliği değil, ama duyusallığı, insanın tinsel özünü değil ama bedensel/özdeksel doğasını birincil sayar, ve gelişimi Duyunç ve İstenç özgürlüğünün tinsellik alanında değil, ama dışsal gereksinimlerin özdeksel düzleminde görür.
Aydınlanma yararcılığı insanın içsel/tinsel değil, dışsal/fiziksel yanını belirleyici görmesinden gelir. Yine, İstenç ve Duyunç Özgürlüğünü özsel görmemesi Aydınlanmayı yetkeci, denetlemeci, despotik yapan yandır.
Aydınlanmanın modern tarihe damgasını basması kötü bir usun, yararcı-denetimci bir usun, gerçekte
usdışının kendisinin bir utkusu oldu. Aydınlanmanın 'yararcı etiği' salt yararcı olduğu için Evrensel İnsan Hakları gibi bir kavramı tanıyamazdı. Bu bakış açısı modern dönemin başlarında milyonlarca insanın köleleştirilme, sömürülme, insanlık haklarının hiçe sayılmasına kuramsal bir açıklama ve aklama getirdi.
Aydınlar, Görgücüler, Pozitivistler tümü de insan Özgürlüğünü yadsırlar. Bertrand Russell Negroların kökünün kazınmasından söz eder; David Hume ve Kant Negroların aşağı, aptal vb. olduklarından; John Locke ABD'deki Kölelerin insan altı olduklarından. Evrensel İnsan Haklarını yadsırlar çünkü yasayı "egemenin buyruğu" olarak, salt pozitif olarak görürler. Bu insanlık dışı bakış açılarını ileri sürer ve savunurlar çünkü felsefeleri gereği insanı sözcüğün gerçek anlamında ussal bir varlık olarak kabul edemezler. |
 |
 |
|
Despotik Aydınlanmanın "despotik" karakteri ile çelişen ‘‘İnsan
ve Yurttaşlık Hakları Bildirgesi’’
(Jean
Jacques Francois LeBarbier, 1789,
Paris, Musee Carnavalet). |
|
Avrupa’da Aydınlanma
çağı düşünürlerinin Kıtanın karanlık bilinci için önerdikleri yalın çözüm
Usun varoluşun her alanına koşulsuzca uygulanmasından başka birşey
değildi. Ama bu 'Us' kendini deneyime, olgulara, algılara sınırlamış bir ustu. Bu us kendini 'bilimsel' olarak görüyordu, çünkü 'bilimsel' olmayı pozitif olana, olgu dediği ama gerçekte yalnızca 'duyusal' olan tarafından aklanan bir bir soyutlamaya dayandırıyordu.
Bu aynı ‘bilimsellik’
belgisi Aydınlanma çağından daha uzun ömürlü oldu ve bir yüzyıl kadar
sonra anlamına hiçbir değişime uğramaksızın Pozitivizm ve Materyalizm
tarafından üstlenildi. 'Bilimsellik' sözcüğü salt propagandaya hizmet eder bir duruma getirildi ve Bolşevik Partisinin özdekçileri tarafından kullanıldı. Kendini Usun bedenselleşmesi olarak gören Aydın Doğa gibi İnsanın kendisinin ve yazgısının da ‘bilimsel’ denetim altına
alınması gerektiği vargısına ulaştı. Aydın mantıksal olarak Despot olmak
zorundaydı, çünkü Özgür İstenci tanımıyor, Halkı Aydın olan kendisi tarafından yönetilmesi gereken ve gelişmeye yeteneksiz bir kitle olarak, yığın olarak, giderek 'sürü' olarak görüyordu.
Aynı mantığın bir
başka alandaki vargısı olarak bir ‘Us Dini’ önerildi ve yararlığın moral alanda
ilke yapılması gerektiği ileri sürüldü. İnsanın kurtuluşunun özdeksel ilerlemeye bağlı olduğu, bu nedenle işleyim ve tecimin önünün duyunç kaygılarından, ussal eğitim kaygılarından temizlenmesi
gerektiği düşünüldü. Sonuçta, ilerleyen şey evrensel türe ve evrensel
gönenç değil ama insan hırsı oldu — ve ona hizmet etmeye uyarlanmış pozitif
bilim ve negatif törellik, pozitif yasa ve negatif değer, pozitif eğitim
ve negatif felsefe. Başlıca tinsel değere bağışık İngiliz karakterinde
olmak üzere, insanlık o güne dek yapmadığı birşeyi yaptı,
Tarihte ilk kez Anamalcılık gibi bir ideoloji formüle edildi ve varoluş tüm boyutlarında bu ilkenin
karşısında hizaya çekildi.
Bütün bir kültür kendini en bayağı tutkular üzerine biçimlendirmeye başladı ve nihilizm bu altyapının moral üstyapısı olarak formüle edildi.
İnsan Hakları kavramı Aydınlanmanın hiçbir ilkesi ile tutarlı değildi. İlerleme ilkesi, eğer bir ilke ise, insan hakları kavramı ile geçimsizdir. Yararcılık ilkesi, eğer ilke ise, ilerlemeyi insan haklarını çiğneme pahasına ileri sürer. Sömürü ve Kölecilik modern dönemde Aydınlanma ilkelerinin hazırladığı değer göreciliği zeminde olanaklı oldu. Hiç kuşkusuz Kant gibi, Hume, Locke gibi açıkça ırkçılığı aklayan gözüpek Aydınlar dışında pekçok ‘Aydınlanmacı’ ırkçılığa, köleciliğe, giderek sömürüye karşı çıktı. Bunlar Aydınlanmanın yüzünü kara çıkaran kötü aydınlar oldular. |
 |
 |
|
İsveç Aydın Despotu III. Gustav |
|
Tüm
ussalcılığına karşın, usa verdiği sözde koşulsuz değere karşın, Aydınlanmanın
us ile anladığı şey usdışının kendisidir.
Aydınlanma Us kavramını tanımaz. Onun yerine gerçekte duyu
yetisini geçirir, son sözü ussal düşünceye değil ama duyusal algıya
söyletir. Condillac’tan Locke’a, Voltaire’den Newton’a Aydınlanma ile
bağlanan tüm adlar gerçekte açıkça Usa güvenmeyen kuşkucu düşünürlerdir.
Kuşkucu Kant da önde gelen Aydınlanma düşünürleri arasında sayılır. Haklı olarak. Kant için us geçersizdir,
en çoğundan insanı aldatabilecek ve onu bilgide gerçeklik diye, varoluşta anlam diye, istençte özgürlük diye birşeyin olduğuna inandırabilecek güvenilmez bir yetidir ve eleştirilmelidir. Us onu eleştirebilen ‘daha yüksek’ bir bakış açısının,
us-olmayan birşeyin, Kant Felsefesinin disiplini altına alınmalıdır. Aydınlanmacı
Kant bu konumu ile tutarlı olarak ‘insanın yamuk
tahtasından düzgün hiçbirşey yapılamaz’ diyordu (‘Salt Us Sınırları
İçersinde Din’). Aydınlanmanın bakış açısından İnsanın değeri, onun için
yaşamın anlamı bu kadardır. İnsana
bilgi değil, gerçeklik değil, özgürlük değil, ama saman ve küspe salık
verilmelidir. Özgürlük, içinde kendi istencini, kendi duygusunu bulduğu
bir dünyada yaşamak, anlamlı bir varoluşun doyum ve mutluluğunu tanımak
insan için bir hak değildir. |
Aydınlanma
Avrupa Tarihinde belli bir yön düzeltmesi olarak görülür. Gerçekten de,
bir yön değişimi gibi birşeyin yer aldığı, bakışların gökyüzünden bütünüyle
uzaklaşıp yeryüzüne doğru çevrildiği doğrudur. Ama ilerlemenin insanın törel büyümesi olarak görüldüğü düzeye
dek, saptanan yeni yol Avrupa’yı asıl Tarihsel İlerlemenin rotasından saptırdı. İlerleme insan uğruna değil,
ama insan ilerleme uğruna varolur oldu.
Avrupalı ‘ortaçağ değerleri’nden kurtulmada bir tür zincirlerinden kurtulma
duygusunu yaşadı. Ama kötü tinsel değerlerin yerine daha da kötülerini
geçirmenin zeminini hazırlamaktan daha iyisini yapamadı.
Modernist tinin (sürekli yeni olanı
isteyen doyumsuzluğun) güçlenip yerleşik kültürel biçim olması sağlam içsel
değerlerin, doğru moral değerlerin, gerçek insan değerlerinin yokluğu ile tutarlıdır. Her değerin geçici ve geçersiz
ve göreli olduğu bir kültürde her gün yeni değerlerin aranmasından daha mantıklı birşey olamaz. Eşit ölçüde mantıklı
olan şey bu yeni değerlerin gerçekte
birer değer olmadıkları, böyle yalancı değerlerin olsa olsa bir duyunç
yoksunluğu durumunu anlattığıdır. Böyle bir koşulda törellik Yararcılık ve Pragmatizm tarafından tanımlanır.
Ama
bu değer göreciliği ve geçiciliği olarak modernizmin daha karanlık imlemleri
vardır. Avrupa tarihi törel yanıyla bu nihilizmin yalnızca sözde kalmadığını,
ama eylemde de kendini gösterdiğini doğrulayan bir olgular süreklisinin
tarihidir. Aydınlanmadan dolaysızca Nazizmi ve Bolşevizmi çıkarsamak hiç
kuşkusuz Aydınlanmaya haksızlık olur. Bunu yapmamalıyız. Bu devimin ruhunu
paylaşan insanların pek çoğu kişisel olarak içtenlikle baskıya ve despotizme
karşı olduklarına inandılar. Ama pozitivist Aydınlanmanın koşulsuzca
özdeksel ilerleme, halka güvensizlik, demokrasinin gelişme olanağına ve
insan haklarına inançsızlık gibi özsel ilkeleri böyle tutarsız
insancıl eğilimleri susturdu. Sonunda törel
değer kavramının kendisini yadsıması Nazizm
ve Bolşevizm gibi insanlık dışı bilinç biçimleri için saltık olarak zorunlu
olan moral boşluğu sağladı: İnsana salt insan olduğu için değer veren kültürde
ideolojik nefretin kök salması, giderek devleti ya da yasayı yoketmesi
düşünülemezdir. Duyumcu, görgücü, göreci Aydınlanma evrensel
insanlık kavramının kendisini baskıladı. |
|
 |
Atatürk ve Aydınlar |
 |
|
19
Ekim 1923. Mustafa Kemal ve eşi Latife hanım. Birkaç yıl Fransa’da
ve bir yıl İngiltere’de (Tudor Hall School) kalan Latife hanım
Fransızca ve İngilizce’de akıcı idi. İzmir’e döndüğünde
babasının Yunanlılar tarafından hapsedildiğini öğrendi ve
kendisi tutuklanarak ev hapsine alındı. Türkler İzmir’e girince,
Mustafa Kemal’e evde kalması önerildi ve romans orada başladı. |
|
|
Nutuk — 1923
‘‘Gerilememizin ana
nedenini şu nokta oluşturur: İslam dünyası iki ayrı topluluktan oluşur.
Biri çoğunluk olan Halk; öteki azınlığı oluşturan Aydınlar. Bozuk anlayışlı
uluslarda büyük çoğunluk başka amaca, aydın denen sınıf başka bir anlayışa
sahiptir. Bu iki sınıf arasında tam bir zıtlık, tam bir karşıtlık vardır. Aydınlar asıl kitleyi kendi amaçlarına götürmek isterler; halk kitlesi
ise bu aydın sınıfa bağlı olmayı istemez. O da başka bir yön bulmaya çalışır.
‘‘Aydın sınıf aşılamayla,
yol göstermeyle çoğunluk kitlesini kendi amacına göre inandırmayı başaramayınca,
başka araçlara başvurur. Halka baskı ve zorbalık başlar; halka
baskıda bulunmaya kalkar. Artık burada asıl çözümleyici noktaya geldik.
Halkı ne birinci yöntemde, ne de zorlama ve baskı ile kendi amacımıza
sürüklemede başarılı olamadığımızı görüyoruz. Neden?
‘‘Arkadaşlar,
Bunda başarılı olmak için aydın sınıfın halkın anlayış ve amacı arasında
doğal bir uygunluk olması gerekir. Yani, aydın sınıfın halka aşılayacağı
ülküler halkın ruh ve duyuncundan alınmış olmalıdır. Oysa bizde böyle
mi olmuştur? O aydınların aşılamaları ulusumuzun derin ruhundan alınmış
ülküler midir? Kuşkusuz, hayır. Aydınlarımız içinde çok iyi düşünenler
vardır. Ama genel olarak hatamız şudur ki, inceleme ve araştırmalarımıza
zemin olarak çoğu kez kendi ülkemizi, kendi gelenek ve göreneklerimizi,
kendi özelliklerimizi ve gereksinimlerimizi almalıyız. Aydınlarımız belki
bütün dünyayı, bütün başka ulusları tanır, ama kendimizi bilmeliyiz.
‘‘Aydınlarımız, ulusumu
en mutlu ulus yapayım, derler. Başka uluslar nasıl olmuşsa biz de aynen
öyle yapalım, derler. Ama düşünmeyiz ki böyle bir kuram hiçbir çağda başarılı
olmuş değildir. Bir ulus için mutluluk olan şey, bir başka ulus için yıkım
olur.
‘‘Aynı neden ve koşullar,
birini mutlu etmesine karşın, başkasını mutsuz eder. Asıl temeli kendi
içimizden çıkarmak zorundayız.’’ |
 |
Yurttaş Toplumu öndere gereksinmez. Ama bir kullar kalabalığından bir Ulus yapabilmek için önder zorunludur. Osmanlı tini politik olarak gelişirken, onu ortadan kaldıracak olan modernleşme uğruna kendisi çabalarken, Anadolu geri kalmada, kültürsüz, bilimsiz, bilgisiz, düşüncesiz kalmada diretti. Gelişime direnen gelenekçilik ve despotizm birlikte gider.
Mustafa Kemal Osmanlı modernleşmesinin başarısının kanıtıdır. Modernleşmenin olanağı olan özgürlük ilkesini, özgür istenç ilkesini kavraması ve bu kavrayışı politik bir güce dönüştürmesi İmparatorluğu Cumhuriyete dönüştüren büyük tarihsel eylemdir. Bu istenç Osmanlının yapmadığı şeyi de yapacak olan güçtü: Bir kulluk, gelenek, bilgisizlik tini olan Anadolu modernleşmenin yoluna sokulacak, Doğunun gerilik ve sefillik alanının dışarısına çıkarılacak, özgürlük içinde gelişme yoluna yöneltilecekti. Başka ülkelerde Aydın Despotizmi eğitimsiz halkların eğitimsizliğinin sürdürülmesi üzerine dayanırken, Türk modernleşmesi demokrasiyi hedefleyecekti.
Mustafa Kemal kendini despotik Aydın ve Aydınlanmadan bütünüyle bilinçli olarak ayırdı. Yalnız değildi, ve modern tininin özü olan Demokrasi ve Laiklik ilkesi ülkede biricik modern, ussal istenç olan Silahlı Kuvvetlerin ilkesi oldu. Bu ussal özgürlük tininin gücü altında halkın bilgisizliği ve aydının despotizmi yenildi, bir kullar kalabalığını modern Yurttaş Toplumuna yükseltme süreci hedefine ulaştı.
Mustafa Kemal özgürlük istenci ile bu ülkeyi yeniden Dünya
Tarihine kazandıran dünya-tarihsel kahramandır. Usu, İstenci ve Duyarlığı ile, bu ülkenin tininin gerçekliğe, özgürlüğe
ve güzelliğe ilerleyişini tanımladı, bütün bir ülkenin yazgısını evrensel
insanlığın ereği ile birleştirdi. |
 |
Aydınlanmanın
ilkesi simgesel olarak kendisidir: Aydınlık bilgi demektir. Burada bilgi bilgisizlik ile, Aydın Halk ile karşıtlık
ilişkisi içindedir. Her bir terim kendini karşıtında tanımlar. Halk ulusun
en bilgisiz kesimidir, Aydının usu ile karşıtlık içinde usdışı yanı temsil
eder, ve buna göre yalnızca boşinanca açık olmakla kalmaz ama boşinancın
asıl zeminidir. Bu yüzden bir dinadamları sınıfını kabul eden kültürlerde
iyi niyetli aydınlar ile karşıtlık içinde kötü niyetli dinadamları tarafından
kandırılır. Boşinanç bilimsel bilgi ile de karşıtlık içinde durur. Halk
ilerleme ile de karşıtlık içinde durur. Ama us, bilgi, ilerleme Aydınlanmanın,
Aydının kategorileridir. Vargı: Aydın Halk tarafından yönetilmeyi aklının
ucundan bile geçirmemelidir. Aydın kendi kavramı gereği ya da mantıksal
olarak demokratik değil ama despotik olmak zorundadır. Devlet ya despot
Aydının ya da aydın Despotun denetiminde olmadıkça insanlık ilerleyemez.
 |
|
Büyük Frederick, Prusya Aydın Despotu |
|
Voltaire
halkı eğitilmesi olanaksız bir ayak takımı olarak gördü. İngiltere’ye gittiğinde orada Evrensel
Usu reddeden, İnsan Hakları kavramını (doğal hak) bir kuruntu olarak gören
görgücülükten (Locke, Newton) etkilendi ve bu kuşkucu dünya görüşünde
insanlığın durumu üzerine kendi görüşleri için kendi yurttaşları arasında
bulamadığı ‘felsefi’ aklamayı buldu. Voltaire ve tüm gerçek
Fransız Aydınlanma Filozofları ‘felsefelerinde’ coşkuyla, taşkınlıkla
İngiliz Görgücülüğünü izlediler. Bu İngiliz Görgücülerinin kendileri Yararlık ilkesini moral değer olarak doğruluyorlardı. Bu ilke üzerine
bir halk erki düşüncesi yalnızca mantıksal olarak saçma ve olanaksız
olmakla kalmıyor ama Aydının tasarları ile, bir Aydın olarak varoluşunun
kendisi ile açıkça çelişiyordu. Aydının demokrat olması kavramda ve olguda
bir çelişkidir. Böyle bir bileşim mantıksal ve olgusal olarak olanaksızdır. |
 |
Mustafa
Kemal halk-aydın ilişkisi
üzerine Aydınlanmanın çözümlemesi ile anlaşmaz. Aydının
umudu Aydın-Despotta yatar, ve bununla bütünüyle tutarlı olarak Aydın
halkı eğitilmesi olanaksız aşağı bir insanlık kesimi olarak, bir
‘sürü’ olarak, kendi iyiliği için güdülmesi ya da diktatörlük altında
sindirilmesi gereken 'yığın' ya da 'kitle' olarak, giderek ‘taban’ ya da dosdoğru ‘ayak’ olarak görür.
Mustafa
Kemal halkı yalnızca kurtarılacak bilinçsiz bir yığın olarak değil, ama kendini ancak kendisi kurtaracak insanlık olarak gördü. Halka zorbalık yapmak yerine, onunla Kongreler yaptı. Problem hiç kuşkusuz kulluk karakterinde olan Doğulu bir halkın eğitilip eğitilemeyeceği, gelenek, tutuculuk ve şiddet öğeleri tarafından tanımlanan karakterinin modernlik, ilerleme ve barış tinine dönüştürülüp dönüştürülemeyeceği problemi idi. Ve bütün bir Asya'da henüz çözülmemiş bir problem idi. Aydınlanmanın yanıtı olumsuz idi. Mustafa Kemal insanın evrensel ussallığını kabul etti ve egemenliği ulusa ait olarak ve yasa olarak gördü. Problem bir köylüler ve kullar kalabalığının henüz bir Ulus olmaması, yasa kavramının bilinçsizi olması idi. Çözüm bir idealiteyi realite yapmak, olumsuzun olumlu üzerindeki, idealitenin realite üzerindeki güç olduğunu göstermekti.
Egemenlik ancak duyunç ve istenç özgürlüğünü tanıyan insanlığın gücü olabilir.
Yoksa, despotun. Egemenlik üzerinde hiçbir güç tanımayan güç olarak özgür İstençtir. Duyunç ve istenç özgürlüğü demokrasinin olduğu gibi erdemin de zeminidir ve bu nedenle erdem ve demokrasi ayrılamazdır.
Türk
Aydınının toplum görüşü. Halk (Köylü), Asker ve Aydın üçlüsünün bu betimlemesi ne ussal ne de olgusaldır. Aydın imgesinin UYGAR ilerlemede yeri yoktur. Aydın Yurttaştan daha çoğudur, onun üzerindedir ve Özgürlük kavramına yabancıdır. Halka güvenmez çünkü Aydın olma karakterini Halkın Aydın-olmamasında bulur. Aydın Despotizmi kendinde bir zor ve şiddet rejimidir.
|
|
|
|
Mustafa Kemal bir aydın despot değildi. Aydın Voltaire’in
tersine, halkı her zaman aydın despotlar tarafından yönetilmeye belirlenmiş
bir ayaktakımı olarak görmedi. Aydın Locke’un tersine, emekçileri
de gelişmeye yetenekli insanlar olarak, her biri sonsuz değeri
olan özgür ussal varlıklar olarak gördü. Bu yalın ilkelerin değerini ve
önemini ancak karşıtları ile ilişki içinde anlayabiliriz. Bu kavramlar
çocuksu bir saflığın düşüncesizce kendiliğinden kabul ettiği şeyler değil
ama karşıtları ile ilişki içinde bilinen ve doğrulanan değerlerdir. Ama
Aydın dayançsızdır ve bildiği biricik ilerleme olan özdeksel ilerleme hedefine her zaman kestirmeden
ve her ne pahasına olursa olsun ulaşmayı ister. İnsan Haklarını (Doğal Hak) bir metafizik
olarak gördüğü için, böyle iveğen bir yolun kaçınılmaz olarak bir zor ve şiddet yolu olmasına aldırmaz. Mustafa Kemal, kendi
sözlerinin tanık olduğu gibi, halka şiddet uygulamanın pekala bir değişim
yaratabileceğini, ama böyle şiddet yoluyla değişime izin verilmemesi gerektiğini
düşünüyordu. Şiddet yoluyla değişim insanı eğitmediği ama yalnızca korkuttuğu
ve sindirdiği için sürekli şiddeti kaçınılmaz kılar. Ve böyle şiddet sürekliliğinde ve yeğinliğinde
bir tinin törel geriliği ile doğru orantılıdır.
Mustafa Kemal’in Halka
özgü gerçeklik duygusunun, dinsel inancının önem ve anlamını tanımasının
zemini kendisinin türe, duyunç özgürlüğü, hak ve barış değerleri ile yoğrulan
bir uygarlığın tinini taşımasıdır. İstenci ve Duyuncu hiçe
sayan Aydını ve onun acımasız ve barbar tarihsel özdekçiliğini reddetmesi özgürlük bilincinin mantıksal sonucu idi.
Mustafa Kemal bir
‘üst-insan’ değildi. Halkı sürü olarak görmedi. Başardığı herşeyi, Aydının
tersine, saydığı, tanıdığı ve eğitileceğini bildiği halkına okuma-yazmayı, nasıl giyinileceğini, nasıl konuşulacağını, nasıl dans edileceğini öğreterek, bilimlerin ve güzel sanatların değerini anlatarak, Türk dilinin nasıl güzel ve güçlü bir dil olduğunu göstererek başardı.
Yine kendi sözlerinde görüldüğü gibi, Aydınları duyunçsuz Aydınlanmaya öykünmenin
bedeli konusunda açıkça uyardı, böyle ilerlemenin ancak ulusun tinine
aykırı bir dışsal öykünmecilik demek olduğunu, ve buna göre sonucun gelişme
değil ama bir yozlaşma ve yıkım olacağını anlatmaya çalıştı. Bunu anlamayan,
aslında anlayamayan biricik toplumsal kesim yine dünyaya salt özdeksel
olanın, salt yararlı olanın, salt altyapısal olanın bakış açısından bakan
bilgisiz, görgüsüz, şiddet tutkunu Aydının kendisi oldu. |
Tablo
Avrupa’nın tanık olduğu Boşinanç ve Aydınlanma kavgasının bir
karikatürüdür: Yalnızca, orada Aydının (devletadamı) yerinde
Voltaire, Askerin (güç) yerinde II. Frederick ya da Büyük
Katerina durur. Boynu eğik Halk,
Aydınlanma mantığına uygun olarak, geridedir. |
|
|
Fransız Aydınlanma düşünürlerinin tersine, Mustafa Kemal bir ‘Us Dini’ gibi birşey kurmakla ilgilenmedi. Bir
deist değildi. Bir ateist ise hiç değildi. Boşinanca karşı etkili olmanın
uygar ve ussal yollarının olduğunu, ve bunun Duyunç Özgürlüğünün kendisi olduğunu biliyordu. Laiklik devletin duyunçsuz olması demek
değildir, ve halkın istencine anlatım veren bir devlet halkın
duyuncunun da anlatıcısı olmalıdır. Evrensel istencin
egemenliği özsel olarak Duyuncun egemenliğidir çünkü duyunç kendine sorgulayan, yargılayan istençten başka birşey değildir. Problem halkın kendi İstencini ve kendi Duyuncunu diriltmek, Özgürlük diye bir kavramın varlığından haberi bile olmamış eylemsiz ve dirimsiz, üretmeyen ve tüketmeyen, tutucu ve gelenekçi despotik bir kitleyi yeniden yaşama döndürmek, uygarlaşmanın yoluna sokmaktı.
Aydın bilinç kuşkucu yapısı gereği değer, özgürlük, barış, türe gibi kavramları tanımaz. Gelişmenin özsel olarak İstenç ve Duyunç Özgürlüğü üzerine dayandığını, bireyin ancak Özgürlük içinde büyüyebileceğini, Batıya salt dışsal bir öykünmenin gelişme olmadığını anlamaz. Özdekçi, yararcı, ve duyumcu olarak, gerçekte hiçbir yeteneğini
geliştiremez. Türk aydını on yıllarca cunta ve diktatörlük düşleri
içinde yaşadı. Halkın eğitilebilirlik yeteneğine güvenmek yerine, onu
ideolojinin denetimi altına düşürmeye çabaladı. Ve boşa harcanan bir yüzyıldan sonra,
bu aydın, salt aydın olduğu için, ne sanat, ne felsefe, ne de bilimde
insanlığın binlerce yıllık birikimine tek bir çivi çakmayı bile başaramadı.
Tarihsel özdekçi Aydınlarımızdan utanç duymalıyız.
Mustafa Kemal bir
pozitivist değildi. Hiç kuşkusuz pozitif bilimlerin ülkenin özdeksel
gönenci açısından önemini doğruladı. Ama klasik felsefenin, klasik sanatların uygarlık açısından önem,
anlam ve değerini de eşit ölçüde doğruladı. Modern üniversitelerin kurulmasının yanısıra klasik kültürün ölümsüz yapıtlarının anadile çevrilmesinin saltık önemini de biliyordu. Henüz doğuş sürecinde olan ulusunu klasik müzik ile, opera ve bale ile tanıştırdı ve Türk kültürünün Batı kültürü ile bütünleşmesini ilerletmeye çalıştı. |
 |
Kendisi bir aydın olarak görülen Immanuel
Kant Aydınlanma Nedir? başlıklı yazısında Aydın
Despot II. Frederick’in ‘‘Dilediğin kadar ve dilediğin
herşey üzerine tartış, ama boyun eğ’’ sözlerini övgüyle aktarır. Despotun
kendi kişisel özencine boyun eğilmesini istediği için despot olmasına karşın, ‘‘bu bakımdan çağımız Aydınlanma çağıdır, Friedrich
yüzyılıdır’’ der. ( ‘‘Aydınlanma
Nedir? sorusuna bir yanıt,’’ Berlinische Monatschrift, 1784.)
Kant
ilkin insanın büyümesinin (1) despottan özgürlük olduğunu belirtir. Ve (2)
despotun ona boyun eğilmesi gerektiği istemi ile de anlaşır. Bu
iki konumu bir ve aynı Kant bir ve aynı yazısında savunur.
Sorun bilgisiz bir halkın öz-çıkarlarını onlardan daha iyi kollayabilecek
Aydın Despotların olanaklı olup olmaması değildir. Tarihte hiç kuşkusuz
böyleleri olmuştur, ve Frederick II devletin ve halkın gönencini kişisel
hırsın üstünde sayan Aydın Despot tipinin ideal
örneğidir. Sorun Kant gibi kuşkucuların despotizmi
mantıksal olarak doğrulamak zorunda olmaları,
çünkü insanın ussal ve dolayısıyla özgür bir varlık olmadığını varsaymalarıdır.
Kuşkucu için insanın doğal özü yamuktur. |
.jpg) |
|
27
Kasım 1929. Türkiye Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk Ankarada
yeni Parlamento binasının kürsüsünde açılış oturumunda milletvekillerine
sesleniyor. Mustafa Kemal halk dalkavukluğu yapmadı. Türk halkı kendi
devletini kendisi kurdu. Herkesin
İstencine değil ama Evrensel İstence anlatım veren Parlamento
Türk Devrimini gerçekleştiren barışçıl araç oldu.
|
|
|
Aydın Yurttaş değildir.
Yurttaş yasanın belirleyicisidir. Yurttaş Yasayı yaptığı sürece, Yasayı
tanıdığı sürece Yurttaştır. Yasa onun duyuncunun anlatımıdır.
Aydın yurttaşın yasama hakkını tanımaz çünkü aydınlık olmayan halkın yasasını kendi istencinin
evrenseli olarak görmez. Eğer kendi istencini halkın istenci ile özdeşleştirirse,
bir Aydın olarak süresi dolar.
Türk Aydını kavramsal doğası gereği tüm istencini ve gücünü evrensel istencin egemenliği
uğruna değil, ama ilerlemenin biricik güvencesi olarak gördüğü
kendi soyut usunu devlet yapma uğruna adadı. Bilim ancak onun pozitivist kanatları
altında gelişebilirdi. Ekonomi onun Yurttaş özgürlüğünü silen ve Yurttaş Toplumunu "kapitalist toplum" olarak suçlayan despotik istenci tarafından belirlenmeliydi.
Türe Özgür Duyunç yoluyla değil ama ancak onun yararlık
ölçüleri yoluyla kurulabilirdi. İlerleme onun kendisiydi. Özverili idi. Onyıllar
boyunca aydınlanmış despotizmi yaşama geçirmek için komplolar peşinde
koştu. İlkin çözümü doğrudan doğruya cunta kuramlarında aradı.
1960’larda ve 70’lerde bu yöndeki tasarların gerçekleşme şansları konusunda
umutsuzluğa düşünce, Aydın bu kez ideolojiye döndü.
On yıllar boyunca aynı aydın tarafından felsefesiz, bilimsiz, sanatsız
ve inançsız bırakılan genç kuşaklara hızlı kurtuluş yolu olarak tarihsel
özdekçilik programları önerildi, önlerine oradan buradan toplanan iç savaş, halk savaşı, sınıf savaşı, gerilla savaşı, köylü savaşı,
bağımsızlık savaşı tasarları atıldı. Binlerce kardeş ne yaptıkları ve ne oldukları konusunda en küçük bir kavrayışları olmaksızın birbirini yoketmeye başladı. Aydının henüz aydın olmayan gençliğe hizmeti ona bir nefret, şiddet ve yokedicilik programı olan ideolojiyi sunmak oldu. |
.jpg) |
|
1930’lar.
Alman yargıçlar Berlin Devlet Opera Binasında Nazi selamı
vererek Hitler’e ve Almanya’ya bağlılık andı içiyorlar.
|
|
|
Aydın hiç de Yurttaş
olmak zorunda değildir. Eğer pozitif eğitim yurttaşlık bilincini de
vermeyi başarabilseydi, 1930’lar Almanyası yargıçları hiç kuşkusuz fotoğraftaki
pozu vermezlerdi. Bu insanlar cinlere ve perilere, Papalığa ve teokrasiye
inanmıyorlardı. Hiç kuşkusuz pozitif bilimlerin pozitif geçerliğine, dünyanın
güneş çevresinde döndüğüne, ve iki kere ikinin dört ettiğine tüm yürekleri ile
ve tüm beyinleri ile inanıyorlardı. Ama birer yargıç olmalarına karşın Hak kavramına inanmıyorlardı. Führere bağlılık yemini etmenin, bir despotu yasanın üzerinde
saymanın insan onuru ile, insan değeri ile bağdaşmadığını
bilmiyorlardı. Doğu ve Batı arasına sıkışmış Almanya hiçbir zaman bir Yurttaş Toplumu olamadı. İçindeki despotik çoğunluk bugün bile Putin'i desteklemekte, sanki Doğuya aitmiş gibi, 'Batı' dediği özgürlüğe kuşku ve güvensizlik ile bakmaktadır.
Bu toplumun ileri olmasından, orada insan haklarının tanınmasından, uygarlıktan
söz edilebilir mi? Böyle bir yarı doğa-durumunda insan değerlerinin göreli kılınması ya da ayaklar altına
alınması için nihilistik katkı gerekli midir? Ve hangi nihilist, varoluşçu,
kuşkucu, göreci bu usdışını eleştirecek kategoriler ileri sürebilir? Ve
hangisi bu tensel, giderek içgüdüsel toplumsal yapıyı reddedecek ussal
değerler gösterebilir?
Aydın yasanın üzerindedir.
Aydın inancın da üzerindedir. Modern döneme sarkan despotik tinin bir artığı olarak Aydın özgürlük istenci karşısında sönüp kararır. |
.jpg) |
|
St.
Peter Alanı,
St. Peter Bazilikasından, Vatikan.
Tüm
Avrupa üzerinde Cennetin anahtarlarının satılması sonucunda
toplanan gelir ile yapılan bu Alan Katolik Kilisenin dünyasal tasarlarının sonunu damgaladı. |
Batıda 15 ve 16’ncı
yüzyıllardan sonra yeni bir insan karakteri gelişmeye başladı. Katolik
Kilise bütün bir Kıtada Avrupa’nın karanlık çağları denilen Orta
Çağlarda öyle bir ‘topluluk’ tini yaratmıştı ki, bundan ayrılmak insanlara
bir kurtuluş olarak göründü: Korku, terör, ölüm bu çağlarda yaşamın evrensel
içeriği idi. Reformasyon bu işi Kuzey Avrupalının yüreğinde yaptı. Onun
Duyuncunu usdışı bir inanca, boşinanca kölelikten kurtardı. Ama bunu yaparken
inançtan kopmanın kıyısına dek geldi. Protestanlık gene de Güneyde, İtalya,
Fransa, İspanya gibi asıl Katolik ülkelerde başarılı olamadı. Kuzeyde
Protestanlığın yaptığını yapma işi Katolik kalan Fransa’da Aydınlanmaya düştü. |
Aydınlanmanın
ilerleme ve özgürlük anlayışı özdeksel olana, yararlı olana kısıtlıdır:
Pozitif bilimlerde elde edilen ilerleme doğa üzerinde üstünlüğe götürmüştür.
Aydınlanmanın mantığı gereği, aynı özdeksel belirlenimcilik insan açısından
da geçerli olmalı, özdeksel ilerleme tinsel/törel kurtuluşu da getirmelidir.
Bunun için yapılması gereken tek şey insanı inancından yoksun bırakmak,
kafasını yalnızca sözde ussal bilgi ile tıka basa doldurmaktır. İnsan
da eninde sonunda arı özdek değil midir?
Aydınlanmanın
mantığına göre insanın özdekten özerk bir tinselliği, dürtüsel yanından
özgür bir duyuncu, altyapı denilen bir fetiş alanından özgür bir istenci
yoktur. Ona göre insan usu özdeksel altyapının özdeksel bir izdüşümüdür,
fiziksel bir ‘yansıma’ gibidir, onu kendi dışından belirleyen özdeksel
güçlere altgüdümlüdür.
Bu
kölelik bilinci tüm içeriğinin, tüm kavramlarının, tüm değerlerinin çevre, dışsallık,
altyapı vb. dediği özdeksel dünya tarafından belirlendiğine inanır, ve
bu dışsallığı kendisi belirlemeye karar verdiği zaman bile onu buna belirleyen
şey özgür usu değil ama yine bu her nasılsa özerk, tılsımlı çevrenin kendisidir.
Çevreyi bilinci özgür bir bilince belirleyecek olan bir çevreye dönüştürmenin
yolu da o bilince yine çevrenin kendisi tarafından telkin edilir. Us özerk
değildir. Ve özdeğin yasası özgürlük değil ama zorunluktur. Ona göre insan
düşünce ve istenç yetisi ile, özgürce karar verebilmenin değer ve onuru
ile donatılı değildir. Tersine, daha sonra Feuerbach’a yüklenen bir anlatımla,
‘‘insan yediğidir,’’ özdektir, çünkü yalnızca özdek vardır. Tinsellik
yoktur. Özdekçilik birciliktir, ikicilik değil.
Böyle
belirlenimcilik zemininde, ancak üretimin bollaşması, ancak özdeksel gönenç
paylaşma kavgasını yatıştırabilir. Çünkü insan özsüz, töresiz, duyunçsuz
bir hayvandır. Ancak herkese gereksinimi kadar verilebildiği zaman kavga biter, ancak kör içgüdü doyurulabildiği zaman insanlar birbirlerini
boğazlamaya son verirler. Nokta. Bu tarihsel özdekçiliğin özdekten, granit
ve metalden, giderek barut ve plutonyumdan oluşan mantığıdır. Ama duyunçsuz,
sevgisiz bir nesne olan, sözcüğün en gerçek anlamında özdeksel olan
insanı hiçbir gönenç, hiçbir varsıllık, hiçbir sömürü düzeyi doyuramaz.
Tüm
bunlar özdeksel ‘ilerleme’ mantığının ilkeleri ile tutarlı vargılarıdır.
Orada herşey zorunludur. Çünkü özdek katı nedensellik yasalarına, ve pazar
kendi demir yasalarına bağımlıdır. Orada herşey kendi içi değil ama kendi
dışı tarafından, ya da daha tam olarak kendi altı tarafından, altyapı tarafından belirlenir,
ve özgürlük diye birşey yoktur. Çünkü özgürlük Nedenselliği değil ama
Erekselliği ister. İtki ya da dürtüden değil ama İstençten doğar, aslında
onun kendisidir. Özdekçilikte, isteyen etmen insanın kendisi değildir.
Onun yerine, altyapı ister.
Ve
altyapı ilerler, büyür. Ama güdüsünü hırstan, kazanç hırsından, anamalcı
itki ve dürtü ve içgüdüden türetir. Bu yüzden büyümesi hırsın ve duyunçsuzluğun
bir büyümesi, usun ve duyuncun bir küçülmesidir. |
 |
 |
|
Bir
sadhu, ya da kendini tanrı Shiva’ya ve Aydınlanmaya
adamış bir Hindu çilecisi (Pushkar, Hindistan). |
|
|
|
Bir
başka Aydın ve bir başka Aydınlanma tipi
Işık popüler tasarımda Bilgiyi simgeler. Ama Bilgi, eğer gerçekten
Bilgi ise, simgelere gereksinmez.
Aydın
sözcüğü genel olarak olumlu bir anlamda, giderek bir değer anlamında,
bir onur sanı olarak kullanılır, ve hiç kuşkusuz karanlık a priori
kötü, aydınlık a priori iyi olduğu için. Ama ışık bir simge olduğu
ölçüde başka anlamlar için ve bütünüyle başka bağlamlarda da kullanılabilir.
Asya’da Aydınlanmanın Avrupa'da olan ile karşıtlık içinde bütünüyle dinsel, daha doğrusu gizemsel
bir anlamı vardır. |
|
|
|