İdea Yayınevi / Küreselleşme
site haritası  
 

Hegel'in Tüze Felsefesi'nde Yurttaş Toplumu / Die bürgerlicher Gesellschaft
Aziz Yardımlı, 2013 Mayıs

Bu yazının bütünü "İktisat Felsefesi" dergisinin ikinci sayısında "Hegel'in Tüze Felsefesi'nde Ekonomi" başlığı altında yayımlanmıştır.

Hegel Yurttaş Toplumuna kendine özgü bir tanım vermekle ilgilenmez ya da ya da kişisel bir katkı olarak özgün bir kavram üretme gibi bir amaç gütmez. Terimin modern politik-ekonomi kültürüne Hegel’in katkısı olmasına karşın, Yurttaş Toplumu nesnel bir kategoridir ve kavramına uygun bir realite olarak, ussal olarak gerçekliği içinde anlaşılmalıdır.

Hegel’in Tarih Felsefesinde Yurttaş Toplumunun ortaya çıkışı Batının klasik tinden ödünç aldığı kültürel kalıta ek olarak duyunç özgürlüğünün, öznel özgürlük bilincinin doğuşunu izler. Batı Tini, salt bir yineleme kültürü olan Doğunun tersine, bir kültürler sürekliliğinin özeti üzerine, insanlığın kısa Tarihinde yapabileceğinin en çoğu olmuş bir birikim üzerine dayanır. Kendisi Mısır ve Mezopotamya kültürlerinin kalıtçısı olan Helenik tinde, Güzel Sanatta ve Bilimde insanlığa ideali ve ideayı öğretmiş olan bu güzellik ve ussallık tininde eksik olan evrensel özgürlük ilkesi Reformasyon tarafından sağlanır. Ve bu son ilke bile gerçekte aynı Helenik-Helenistik tinin Roma İmparatorluğu içerisinde geliştirdiği sonsuz Duygu ve Duyunç ilkesidir. Dünya-Tini tarihsel emeği ile estetik duyarlık, moral duygu ve bilimsel düşüncede sonsuz gelişim için gerçek başlangıç noktasını kazanmıştır. Yurttaş Toplumu modern toplumdur: Duyunç Özgürlüğünü kavramış tüzel Kişilerin dünyalarını Gereksinimlerine bütünüyle uygun düşecek bir yolda baştan sona kurma süreci. Yurttaş Toplumu ekonomik toplumdur.

Yurttaş Toplumu Reformasyonun inanç özgürlüğünü gerçekleştirdiği Protestan Kuzey Avrupa’ya, Hegel’in Germanik Dünya dediği bir uluslar alanına aittir: İngiltere, Hollanda, İskandinavya, ve Germanik tinin kolonilerinden doğan devletler olarak Amerika Birleşik Devletleri, Avustralya, Güney Afrika, Yeni Zelanda, ve son olarak ve sonuncu olarak Güneyi ile Katolik geleneğe uzanan Almanya'nın kendisi. Yurttaş Toplumu işini bitirip kendini tamamlamış bir yapı değil ama bir özgürleşme sürecidir ve bu düzeye dek ona Özgür Toplum da denebilir. Ve Özgürlük Tinin ereksel gelişimini sürdürebilmesinin özsel olanağıdır.

Hegel’in tarih felsefesinde modern Tinin doğuşunu olanaklı kılan ve Doğu ve Batı arasındaki özsel ayrımı oluşturan tarihsel etmen Doğunun sağlam, aşırı sağlam kültürel yapıları ile karşıtlık içinde Batıda kültürlerin ortadan kalkmaları ve yerlerini yeni ve daha yüksek olana bırakmalarıdır. Ayrım tutuculuk ve gelişim arasındaki, gelenek ve yenileşme arasındaki ayrımdır. Kültürel süredurum bir gelenek durumu olarak yalnızca tinin daha öte gizilliğini geliştirmesinin önlenmesidir. “İnsan alışkanlık tarafından öldürülür” (TzF § 151 Ek).

Tutucu törellik bir alışkanlık düzenine pıhtılaşmıştır ve problemsiz bir varoluşu, değişimin ve yenileşmenin olmamasını, geri ve yetersiz törelliğin olduğu gibi sürmesini ister. Ama böylece sonuçta insanın çirkin, ahlaksız ve bilgisiz kalmasında diretir. Buna karşı Modernleşme baştan sona problemdir. Salt yenilik uğruna yenilik saplantısı olan modernizmden ayrı olarak, Modernleşme Dünya-Tininin tüm gizil içeriğinin kendini edimselleştirme süreci olarak ereksel, ussal özgürleşmedir. Hegel’in nesnel Tin dizgesinin terimlerinde, törel modernleşme ya da yenileşme duyunç tarafından doğrulanmış hakkın edimselleşme sürecidir. Kendisi özgür, ereksel gelişim süreci olarak, nesnel Tin alanında gelişim insanın saltık değerine uymayan tüm anlamsız kültürel belirlenimlerin ortadan kaldırılması, yerel, etnik, ulusal tikelliklerin silinmesi, Dünya-Tininin evrensel türdeş kültürüne ya da gerçek uygarlığa doğru şekillenmesidir. İnsanlık ancak tam gelişmişlik düzleminde özgürlük ve eşitlik idealini realitesi ile bir yapabilir.

Yurttaş Toplumunun yaratılışı İdeanın tüm belirlenimlerine ilk kez haklarını veren modern dünyaya aittir” (TzF § 182 Ek). İdea kavramın ve nesnelliğin birliği olarak ussal olan, böylece edimsel olandır, ve bu edimsellik aynı zamanda nesnel Tinin Hak, İstenç ve Törellik olarak üstleneceği ereksel belirlenimlerinin bilgisinin de olanağıdır. Bilim ancak kavramı realitede tanıdığı zaman grisini gri üzerine boyayabilir. Modern dünya Hak, İstenç, Özgürlük kavramlarının tüm gizilliğini sergilediğine göre, nesnel Tin alanı bilginin nesnesi olabilir. Bu edimselleşme ne Platon ve Aristoteles için bulunuyordu, ne de ortaçağ Roma Kilisesinin despotik ve tutucu tininin İdeanın belirlenimlerine haklarını vermesi söz konusuydu. Tin kendini ancak realitede açındırdığı zaman ve açındırdığı ölçüde bilebilir.

Yurttaş Toplumu önceden verili bir programa göre belirlenen bir yapılanma değildir ve açınımı Tinin özsel tüzel, ahlaksal ve törel belirlenimlerinin açınımıdır. Tinin gelişiminde önemli ve belirleyici olan şey önlenmemesidir çünkü Tinin gizilliği enerjisidir ve dışsal bir güdüye gereksinimi yoktur. Avrupa’da Protestanlığın açıkça istemediği ve kendi amaçlarına aykırı olarak doğmasına yol açtığı duyunç özgürlüğü ilkesi Tinin daha öte tarihsel gelişiminin önündeki başlıca iç engelin kalkışını sağlar. Yalnızca ekonomik ilişkiler değil, ama sanatsal, bilimsel, politik etkinlik alanı, yeni olanın dünyası özgür bireyin önüne sınırsızca açılır.

Doğunun salt bir olumsallık sorunu olan kültürel süredurumunu yenmesi ve Batının kaçınılmaz etkisini beklemeden önce değişime, dönüşüme ve gelişime açılması hiç kuşkusuz olanaklıydı. Ama Tarih Felsefesi "olanaklar" ile ilgilenmez. Hegel’in felsefesinde Dünya-Tini kavramı küreseldir ve Doğunun doğal geriliği gibi bir tasarıma, ırksal ayrımın tinsel ayrım ya da entellektüel eşitsizlik imleyebileceği gibi kurgulara izin vermez. ‘Batı’ terimi, ya da daha sağın olarak ‘Kuzey’ terimi onun için onun zamanında henüz politik bir birlikten, bir ulus devletinden yoksun olan Almanya’yı değil, Prusya’yı da değil, ama bütün bir Germanik tini, Protestan dünyayı kucaklar. Ama Hegel için Germanik Tinin de üzerinde duran Dünya-Tini vardır ve Dünya Tarihinin özgürlük bilinci olan ereği Dünya-Tininin ereğidir.

Hegel Protestanlığı Hıristiyanlığın tikel bir mezhebi olarak değil ama bu dinin özünü ilk kez kazanan asıl Hıristiyanlık olarak görür ve böylece duyunç özgürlüğü, istenç özgürlüğü, insan eşitliği gibi dünyasal kavramları Hıristiyanlığın özü olarak kabul eder. “Hıristiyanlık özgürlük dinidir” (TzF § 18 Ek); “Yaklaşık bin beş yüz yıldır Hıristiyanlık yoluyla kişilik özgürlüğü serpilmeye başlamış ve insan soyunun küçük bir bölümü arasında ­evrensel ilke olmuştur” (§ 62 Not); “öznel özgürlük hakkı antik ve modern dönemler arasındaki ayrımda dönüm ve özek noktasını oluşturur. Sonsuzluğu içindeki bu hak Hıristiyanlıkta dile getirilmiş ve yeni bir dünya biçiminin evrensel edimsel ilkesi yapılmıştır” (§ 124 Not); Hıristiyan dinine özünlü olarak “bireyselliğin bağımsız ve kendi içinde sonsuz kişilik ilkesi” (§ 185 Not); “öznelliğin hakkı başlıca Hıristiyan dininde doğar” (§ 185 Ek); “Hıristiyan dini özgürlük dinidir” (§ 270 Ek). Ve “ilkin Germanik uluslar Hıristiyanlıkta İnsan olarak İnsanın özgür olduğunun, Tinin özgürlüğünün onun en asıl doğasını oluşturduğunun bilincine ulaştılar” (Tarih Felsefesi, Giriş). Bu ilkenin onu doğuran topraklardan çok uzakta, “insanlığın küçük bir bölümü” arasında evrensel ilke olması için geçen 1500 yıl görelidir, uzundur ve kısadır. Ve dinin kendisinin bir insanlık yaratısı olması ölçüsünde, öznel özgürlük ilkesi insanlığa dışarıdan bağışlanan birşey değildir. Önemli olan şey ussal insanlığın bilincinde en sonunda yalnızca ussal olana yer olması, ve ussal olanın edimselleşmek zorunda olmasıdır.

Hegel’in Tin Felsefesinde tüm belirlenimleri ile nesnel Tin dizgesi modern dünyasallık tarafından karakterize edilir ve dinsel herhangi bir bileşen içermez. Max Weber’in toplumbilim girişiminde toplumun özsel karakterini belirleyen ‘Protestan Etik’ gibi dinsel bir tasarıma Hegel’in baştan sona laik nesnel Tin dizgesinde yer yoktur. Özgürlük insana dışarıdan verilmesi gereken bir belirlenim değildir. Tersine, özgürlük insanın kendi en içsel, en özsel doğasıdır ve giderek Reformasyonun kendisi bu özsel özgürlüğün ürünüdür. Reformasyon insana yeni bir kutsal öğreti sunmaz ve yalnızca dinadamları sınıfını ortadan kaldırarak İncil’in her insanın kendi yorumuna bırakır. Dini kurumsallıktan özgürleştirir ve Duyuncu bireyin sorumluluğuna bırakır. “Reformasyonun özsel içeriği insanın kendi kendisi yo­luy­la özgür olma­ya belirlenmesidir” (Tarih Felsefesi, Modern Çağ, Reformasyon). Nesnel Tin alanı törelliği Protestan Törellik olarak değil, ama arı, ussal insan törelliği olarak, dünyasal törellik olarak kapsar ve istenç özbilinçli ekonomik etkinliği için, bütününde törel yaşamın örgütlenmesi için herhangi bir tanrıbilimsel dürtüye gereksinmez:

Törellik Özgürlük İdeasıdır — yaşayan İyi olarak, ki özbilinçte bilme ve istemesini, ve onun eylemi yoluyla edimselliğini bulur. ... Törellik varolan dünyaya ve özbilincin doğa­sına gelişmiş Özgürlük Kavramıdır. (TzF § 142)

Bu törellik hiç kuşkusuz Protestan Törellik değildir. Kutsal bir çağrı olarak dünyasal uğraş (Beruf) etmeninin acımasız emek koşulları altında yer alan bir “işleyim devrimi” gibi bir süreci yaratmayacak olması bir yana, böyle bir öğreti insanı bir kula indirgeyecek ve insan kendi duyuncundan değil ama dışsal duyunçtan gelen bir moral buyruk altında özgür olmayacaktır. Weber din ve ekonomi arasında yalnızca bir eğinim ya da bağlılaşımın bulunduğunu göstermeyi değil, ama deterministik bir ilişki, dinin ‘kapitalizmi’ yaratması gibi bir nedensellik ilişkisi kurmayı ister.

Hegel’in Tin Felsefesinde Dinin anlam ve önemi Güzel Sanat ve Felsefe ile birlikte değerler alanı olan Saltık Tin alanında yer alması ile belirlenir. Ve orada yüreğin en iç, sonsuz duygusu olarak Dinin sonlu nesnel Tin alanı ile ilişkisi yalnızca bu sonluluk alanının belirlenimlerini aklama ilişkisidir, deterministik bir ilişki değil.

Protestanlık öznel özgürlük ilkesinin kitlesel ölçekte yayılması ve tarihte ilk kez bütün bir nüfus alanının kendini türdeş bir eğitim yoluyla şekillendirmesi için zemini oluşturur. Öznel özgürlük ilkesi dinsel inaklara özünlü duyunç değil ama baştan sona dünyasal duyunç, laik duyunçtur. Ahlak ve duyunç olarak öznel özgürlük hakkı eylem hakkıdır. Ya da, “öznel özgürlük öznenin Eylemde doyumunu bulma hakkı”dır (TzF § 121) ve “öznel özgürlük bireysel bilmenin ve tikel erekler peşindeki istencin özgürlüğüdür” (§ 258 Not). Evrensel özgürlük ve evrensel eğitim bireyselliğin kendisinin evrenselleşmesini sağlar, ve evrensel eylem bütün bir ekonomik, politik, bilimsel, sanatsal, felsefi kültürün açınım ve gelişimine götürür. Yine, Batı ve "dünyanın geri kalanı" ayrımını yaratan, Avrupa’yı özek ve geri kalan kültürleri Başkası yapan sürecin zeminini oluşturur. Ama Dünya-Tininin bu eşitsiz gelişimi yalnızca zorunludur, ve Doğunun bir suçsuzluk, gerilik, giderek ilkellik durumu ile Batının dolaysız istencinin nesnesi olmasının bedelinin yüksek olmasına karşın, bu ilişkide kazancı yitirdiğinden sonsuz ölçüde büyüktür çünkü bu yolla değersiz bir Kendiyi yitirmekte, kötü Kendisinden özgürleşmektedir. Reformasyon modern dönemin doğuşu için hiç kuşkusuz özsel önemdedir; ama kendisinin tarihsel öncüllere bağlı olması olgusundan ayrı olarak, modern dönemi tanımlayan işleyim devrimi, bilimsel devrim, politik devrim ve ayrıca modern devletin oluşumu gibi başka bir dizi etmen arasında yalnızca biridir.

Hegel’in “dışsal Devlet” ya da “Anlak-Devleti/Verstandesstaat” (TzF § 183) dediği Yurttaş Toplumu bir sözleşme ilişkileri alanı olarak keyfi istenç kipindeki özenç öğesini (Willkür olarak Wille) kapsar. Sözleşmenin kendisinin yasa altında durduğu düzeye dek, ‘sözleşme devleti’ kuramı Devlet kavramına aykırıdır. Yurttaş Toplumu politik toplum ya da Devlet değildir. Ve bir özenç ilişkisi olarak sözleşme üzerine dayanması yurttaş toplumunu yasal üstyapıyı belirleyen bir altyapı olmaktan sonsuz ölçüde uzaklaştırır. Tersine, ekonomik yurttaş toplumunun kendisi yasal güç zemininde, politik güç zemininde varolur.

Bir görgül olgu sorunu olarak, “yurttaş toplumunun oluşumu Devletin oluşumundan sonra yer alır” (TzF § 182 Ek) ve özellikle törel gerilik durumlarında Devletin kendisi, eğer Devlet kavramına minimal benzerliği taşıyorsa, eğer gerçek bir Önderin ussal İstenci üzerine kurulma gibi bir talihten yararlanmışsa, yurttaş toplumunu yaratma yükümlülüğü altına girer, bilgisiz, eğitimsiz, eskimiş, tükenmiş halkını modernleştirme, uygarlaştırma, salt boyun eğmeyi bilen uyruğu kendi İstenci ile ussal bir Yurrtaş yapma ödevini üstlenir.

Modern demokratik Devlette politik güç yurttaşlık istencinde yatar, ve yurttaşın kendisinin temsilcileri olarak yasama ve yürütme güçlerini işletmek üzere atadığı yurttaşların kendileri, ulusun vekilleri olarak, yalnızca toplumun onurlu hizmetçileridir, güç-istenci peşindeki görgüsüzler değil. Bu yasal görev konumunu bir ayrıcalık, üstünlük ve öz-çıkar konumu olarak gören vekil hiç kuşkusuz realiteden kopuk barbardır, saygınlığını kendileri saygın olmayanlardan türetir, sözde gücünü yalnızca altındaki kitlelerin ve yığınların korkaklık, istençsizlik ve kulluğunda bulur. Demokrasiyi okhlokrasiye, ayaktakımının devletine indirgeme eğilimindedir. Yurttaş salt mülkiyet iyesi olan ekonomik Kişi değil, ama aynı zamanda istencini evrensel ussal istenç olarak bilen ve gerçekleştiren politik Kişidir. Yurttaş Toplumu ve Devlet arasındaki ayrım özenç ve istenç arasındaki, sözleşme ve yasa arasındaki ayrımdır. Modern Devleti despotik devletlerden ayıran başlıca etmen onun özbilinçli istenç, kendini bilen istenç olması, “varoluşunu bireyin özbilincinde, bilme ve etkinliğinde bulmasıdır” (TzF § 257). Modern devletin kuruluşu özgür bireyselliğin politik bireysellik olmasına, istencin üzerinde kendisinden başka bir istenç tanımama karakterine, yasayı kendi istenci olarak belirlemesine bağlıdır. Modern devletin kurucusu genel ussal istençtir: “Yasa genel istencin anlatımıdır. Her Yurttaşın kişisel olarak ya da temsilcisi yoluyla onun yapılmasına katılma hakkı vardır” (Déclaration des droits de l’homme et du citoyen, 6). Hegel’in devlet çözümlemesi benzer olarak Devleti yurttaşın özbilinçli istencinde varolan politik güç olarak formüle eder:

Modern Devletlerin ilkesi öznellik ilkesinin kendini bağımsız kişisel tikellik ucuna dek geliştirmesine izin verme ve aynı zamanda onu tözsel birliğe geri getirme ve böylece bu birliği öznellik ilkesinin kendisinde saklama biçimindeki muazzam güç ve derinliği taşır. (TzF § 260)

Bu düzeye dek Devlet yurttaş üzerinde bir baskı aygıtı olmanın bütünüyle ötesinde ve uzağında, özsel olarak onun özgürlüğünün anlatımıdır. Eğer Devlet henüz kavramına karşılık düşmüyorsa, onu ona yabancı özençten özgürleştirmek yurttaşın sorunudur.
Yurttaş Toplumu her biri kendi gereksinimleri zemininde belirlenen tikel istençleri ile özel kişilerin bir ilişki alanıdır ve onu olmadığı şey olarak, Aile ya da Devlet olarak almamak gerekir. Yurttaş Toplumu yüceltilecek bir değer ya da bir ideal değildir. Sonlu nesnel Tin alanına aittir ve türe dizgesi ve kamu gücü ile birlik içinde ve onlarla uyum içinde özsel olarak bir pazar ilişkileri bütünü, bir pazar ekonomisi alanıdır.

Yurttaş toplumunda her üye kendi ereğidir, onun için başka herkes hiçbirşeydir. Ama başkaları ile ilişki olmaksızın ereklerinin bütün bir erimine erişemez; dolayısıyla bu başkaları tikelin ereği için birer araçtır. Ama tikel erek başkaları ile ilişki yoluyla kendine evrensellik biçimini verir ve kendi doyumunu başkalarının gönencine erişilmesi ile aynı zamanda kazanır. (TzF § 182 Ek)

Hegel gereksinimler dizgesi olarak ekonomi alanını İngiliz ekonomi politiğinin terimlerinde çözümler. Yurttaş toplumu ulusal karakterinin tikelliği içinde evrenseldir, ve İngiltere’de yurttaş toplumunun göreli olarak erken gelişimi modern ekonominin erken gelişiminden başka birşey değildi. “Politik ekonomi ... kitlelerin ilişki ve devimlerini nitel ve nicel belirlilik ve karmaşaları içinde açımlayan bilimdir,” ve “görünürde dağınık ve düşüncesiz [üretim, dağıtım ve tüketim] alanını kendiliğinden yer alan bir zorunluk sürdürür. Burada bu zorunluğu bulmak politik ekonominin konusudur; bu bilim bir olumsallıklar kütlesi için yasalar bulmakla düşünceyi onurlandırır” (TzF § 189 Ek). Politik Ekonominin konusu ulusal ekonominin nasıl örgütlenmesi gerektiğini buyurmak değil ama kendini nasıl örgütlediğini bulmak, görülmez eli görülür kılmaktır. Ekonominin yurttaş toplumunun kendisinden başka bir güç tarafından denetlenmesi denetimi yapan partiyi bütün bir yurttaş toplumunun üzerinde ve üstünde duran bir güç yapacaktır. Ama yurttaş toplumu açısından hiçbir zaman böyle bir karışma sorunu yoktur çünkü yurttaş toplumunun kendisi Devlet olmaksızın devlettir, hükümet gerçekte yurttaş toplumunun politik istencidir. Yurttaş toplumunda hükümetler hiç kuşkusuz onları atayan yurttaşlardan daha bilge değildir.

Sınırlı, değişmeyen ve gelişmeyen ve salt kendini yineleyen ön-modern toplumların tersine, yurttaş toplumu özsel özgürlük karakteri ile uyum içinde hiçbir alışkanlık düzenine pıhtılaşmayacak sürekli yenileşme, sürekli dönüşüm, sürekli gelişim sürecidir: Özgürlüğün ussallığı insanın tüzel, ahlaksal ve törel realitesini sürekli iyileştirme eğiliminde yatar, çünkü Tarih ereği özgürlük bilinci olan bir gelişim sürecidir. İnsan bilgisizleşmeyi, kötüleşmeyi, çirkinleşmeyi başaramaz çünkü özü özgürlüktür ve varoluşu tinsel hamlık olarak bilgisizliğinden, kötülüğünden ve çirkinliğinden kurtulma sürecidir.

Bir ekonomi dizgesi olarak yurttaş toplumu özsel özgürlük karakteri ile uyum içinde kendini kendi içinde engellemeyecek sürekli büyüme ekonomisidir. Modern insanın kesintisiz tinsel gelişimi ile koşut olarak çoğalan tinsel gereksinimleri onu kitle tüketim toplumu yapan etmendir ve buna göre modern ekonominin karakteri “gereksinimlerin ve doyumlarının sonsuza ilerleyen çoğalmasıdır” (TzF § 191). İnsan gereksinimi insanın doğal ve tinsel niteliği tarafından belirlenir. Ama insanı insan yapan yanın tinsel belirlenim olması ölçüsünde, açıktır ki insansal gereksinim özgür gereksinim, tinsel gereksinimdir ve modern ekonomi bu gereksinimi sınırsızca doyurmak üzere üretim, tecim ve tüketimin durdurulamayacak büyümesidir. Bu sınırlanması gereken bir aşırılık ya da savurganlık değildir. Toplumsal yapı ekonomik yapı olarak özgürleşmedir:

Dolaysız ya da doğal gereksinimlerin ve tasa­rımlardan doğan tinsel gereksinimlerin birbiri ile bağlanışı olarak toplumsal gereksinimlerde evrensel oldukları için kendilerini başat kılanlar ikinciler olduğu için, bu toplumsal kıpıda özgürleşme yanı yatar. (TzF § 194)

Hiç kuşkusuz Hegel Dünya-Tininin tarihinin ereğinin özgürlük bilinci olduğunu söylerken bir tahminde bulunmamakta, Tin kavramının özsel mantıksal vargısını bildirmektedir ve bu belirlenim Avrupa’nın ya da Batının bir ayrıcalığı değil, ama dünyanın geri kalanının da yazgısıdır. Tikel yurttaş toplumlarının tarihsel süreçleri kültürel yapıları tarafından koşullandırılır ve bu süreçler kendi öngörülerini kendileri yapar, realitelerinin çıkarsamaları realitelerin kendileri tarafından yapılır.

Bir “evrensel aile” (TzF § 239) karakterinde olmasına karşın, “yurttaş toplumu aşırı varsıllık durumunda bile yeterince varsıl değildir” (TzF § 245) ve yoksulluk yalnızca üretimin eksikliğinden kaynaklanan ve varsıllığın ölçüsüz artışı ile çözümlenecek bir sorun değildir. “Yoksulluğa bir çarenin nasıl bulunacağı biçimindeki önemli soru modern toplumu etkileyen ve rahatsız eden başlıca sorunlardan biridir” (TzF § 244 Ek). Hegel’in yurttaş toplumu dizgesinde yoksulluğun yurttaş toplumuna özünlü olduğunu ve ilineksel olmadığını, bir hak ve türe olduğunu ve bir haksızlık ve türesizlik olmadığını gösterecek hiçbir belirlenim yoktur ve gönençten pay almanın eşitsizliğinden doğduğu ölçüde yoksulluğun çözümü yine gönenç dağılımının kendisinde yatar. Yurttaş toplumu bir altyapının denetimindeki bilinçsiz bir köleler kitlesi ya da yığını değildir. Özgürlük, türe, hak kategorileri despotik tinin kategorileri arasında olmadığı için o bilinç düzleminde ne çözüm için ne de problemin gerçeğini anlamak için bir olanak vardır. Hegel hiç kuşkusuz misolojiye karşı savunulmayı hak etmez.

“Doğa durumuna” özgü doğal gereksinimin sınırlı niteliği ile karşıtlık içinde, modern tinsel gereksinim sınırsızdır. Buna göre ekonominin insanın tinsel-kültürel gereksinimlerinin sınırsızca artışı ile birlikte sınırsızca büyüme eğilimi onun özsel belirlenimidir, öyle ki büyümeyen bir ekonomi ekonomi-kavramına karşılık düşmez. Ekonomi gerçek zeminini özgür bireyin sürekli gelişimin olanağı olan özgür törellik alanında bulur, ve bireyin tinsel gelişimi özdeksel ekonominin de büyüme ve gelişiminin güdüsüdür. Özgürlüğü ve böylece İstenci, Bireyi tanımayan ön-modern ekonomi biçimleri ekonominin kavramına uygun düşmeyen salt kötü biçimlerdir ve despotik törellikleri içinde varolan bilgisiz ve eylemsiz halkları kalkındırmak için devletler tarafından zorunlu olarak uygulanan planlı buyruk ekonomileri henüz insana Birey olma, Kişi olma izinini vermeyen despotik tinin çözümsüz ve umutsuz girişimleri olmaktan öteye geçmez.

Bir pazar ilişkileri alanı olan topluma pekala imgesel tasarımlardan, duygulardan, öznel görüşlerden kaynaklanan değerler yüklenebilir, giderek ‘toplum’un kendisi bir ‘değer’ olarak, bir ideolojinin, ‘toplumculuk’ ideolojisinin ilkesi olarak görülebilir — sanki toplum ‘kapitalistleri’ kapsamıyormuş gibi. Ama toplumcu ideolojinin uğruna toplumcu olduğu toplum aynı zamanda ‘kapitalist toplum’ olarak, giderek ‘kapitalizm’ olarak da gördüğü şeydir. Varoluş nedenini gereksinimlerde bulduğu ve giderek usdışı itkileri, dürtüleri, hırsı ekonomik etkinliğinin bireysel güdüleri olarak kapsadığı düzeye dek toplum değerler alanı olmaktan ne kadar uzak olduğunu dolaysızca kendisi sergiler.

Yurttaş toplumu ön-modern kültürel değerlere ilgisiz törel karakterini ilkin etnik, ırksal, yerel, giderek ulusal kimlikleri soyutlayarak gösterir. İnsanı salt mülkiyet iyesi Kişiye indirger, ve buna göre Hegel “Türe Uygulaması” başlığı altında ilk olarak yurttaş toplumunun ırk, ulus, ve din ayrımı tanımayan karakterini belirtir: Onda “insan salt bir insan olduğu için insan olarak geçerlidir, bir Yahudi, Katolik, Protestan, Alman, İtalyan vb. olduğu için değil” (TzF § 209). Hegel her ulusa özgü yerel bir ‘yurttaş toplumu’ gibi birşeyi düşünmez. Modern törelliği ulus devleti ile değil, ama tam tersine ulus-devletinin yerelliği ile karşıtlık içinde Reformasyon ile ilişkilendirir. Ve Dünya-Tini kavramı tarih tarafından yapılan Anayasaları ile ulusları birer kıpı olarak, ortadan kaldırılmış olarak, negatif olarak kapsar.

Yurttaş toplumu çok-kültürlülüğü çözündüren kültür-üstü ve kültür-ötesi karakteri ile küreselleşmeye karşı korunacak kapalı bir alan olmak yerine, tam tersine kendisi küreselleşme idealinin zemini ve olanağıdır. Ve küreselleşmenin ussallığı yurttaş toplumunun kendine yeni pazarlar bulmasında değil, ama kendini evrenselleştirmesinde yatar. Küreselleşme gereksinimler dizgesi olarak yurttaş toplumunun kültürler-üstü kavramının özsel içeriğidir: Ekonomik ilişkinin özneleri yalnızca bireyler değil ama toplumların kendileridir. Ama küreselleşme salt ekonomik küreselleşmeden daha çoğudur.

Kültür kavramı bütünüyle genel anlamında alındığında insanın Doğanın ötesinde olduğu ve yaptığı herşeyi kapsar — bütün bir dünyaya tinin biçiminin verilmesi. Ve sonlu, geçici, değersiz kültürel gereç onu üreten Tarihinin yazgısını paylaşır, sürekli ortadan kalkışında, gelişimsel ve ereksel olmasında saltık olmadığını, bir değer olmadığını gösterir. İdeal Kültür sonlu, göreli, değersiz kültürlerin bir sakınımı değil ama bu geriliklerin ortadan kaldırılması olarak Hegel’in Saltık Tin alanında çözümlediği gerçek, sonsuz, saltık insan değerlerinin, insanın gerçek Kendisinin olgusallaşmasıdır — bir güzellik, duygusal sonsuzluk, ve gerçeklik Tini olarak Uygarlık.

Hegel’in kişisel özgürlükçülüğü bir yana, yöntemi ve dizgesi ulus ve devlet kavramlarına herhangi bir ayrıcalık ya da birincillik yüklenmesini olanaksızlaştırır. Giderek Dünya-Tarihinin öznesi olarak Dünya-Tini kavramı bile Saltık-Tin kavramına altgüdümlüdür ve belirlenimini onunla bağıntı içinde tamamlar. Hegel Tin Felsefesinde evrensel bir dünya-kültürü ile, İdeanın, Usun saltık kültürü ile ilgilenmektedir ve hiç kuşkusuz bu kültürün ussallığı edimselliğinin saltık güvencesidir. Sonluluk alanı olarak nesnel Tin alanı yalnızca sonsuzluk alanı olarak saltık Tin alanına geçiş kıpısıdır.

Hegel hiç kuşkusuz ‘küreselleşme’ terimi gibi bir eğretilemeyi kavramı anlatmak için yeterli bulmayacaktır. Derin düşünen anlağın bu geometrik-coğrafi tasarımı Hegel kavramı kendi adıyla Dünya-Tini olarak adlandırır.

Modern Aile, Yurttaş Toplumu ve modern Devlet nesnel Dünya-Tininin belirlenimleri olarak yalnızca Batının değil ama dünyanın geri kalanının da yazgısını gösterir ve bu türdeşlik arkaik geleneksel ayrımların silinmesi, nesnel Tin alanının tüm kavramlarının gerçeklikleri içinde edimselleşmesidir. Modern kültürel türdeşlik karşılıklı tanımanın evrensel ölçekte gerçekleşmesi, karşılıklı yabancılığın ve düşmanlığın evrensel ölçekte ortadan kalkmasıdır. Modern dönemde insanlığı birleştiren zemin Usun hak, ahlak ve törellik belirlenimlerinin tarihsel ayrımlarını yaratan sınırlanmışlıklardan kurtulmaları, içeriklerinin tam eriminde açınmalarıdır. Küreselleşme bir kültürler katışmacından daha çoğunu, kültürel türdeşliği imler ve kültürel türdeşlik herhangi bir tikel kültüre assimilasyon değiş ama genel olarak özgürlük kültürüne yükselmedir.

Hegel’in Tüze Felsefesi’nde yurttaş toplumu imgesel bir“doğa durumu” ile karşıtlık içinde görülen “uygar toplum” değil, ve yurttaş yalnızca barbarlıktan çıkarak “uygarlaşmış insan” değildir. Yurttaş (Burger, bourgeois, TzF § 190) İstencinin bilincinde olan özgür Kişidir, kendi istencinin anlatımı olan Yasayı onu yöneten dışsal bir güç olarak değil ama özgürlüğü olarak bilir ve Devleti kendi ussal istenci olarak belirler. Bu saltık olarak demokratik karakteri ile yurttaş toplumu yönetenler ve yönetilenler arasındaki o insanlığı küçük düşürücü ayrımı silmenin biricik zeminidir. Hegel demokrasinin despotik toplumlar için, henüz feodal kültürün despotik alışkanlıklarını üzerlerinde taşıyan Avrupa kültürleri için geçerli olduğunu ileri sürmez. “Bireyler olarak Çokluk — ki halk sık sık böyle anlaşılır — hiç kuşkusuz bir biraradalıktır, ama yalnızca kalabalık olarak, biçimsiz bir kitle olarak, ki devimi ve edimi tam bu nedenle yalnızca ilkel, ustan yoksun, yabanıl ve korkutucudur.” Böyle bir ‘halkın’ egemenliği bir okhlokrasidir, demokrasi değil. Demokrasi ancak istencini yasa yapacak denli büyümüş toplumlar için, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmış toplumlar için, bir yığın, kitle, halk olmaktan çıkmış ve yurttaş toplumu karakterini kazanmış toplumlar için olanaklıdır. Yurttaş toplumu bu anlamda aynı zamanda uygar toplumdur, çünkü orada politika ve yasa birdir, politik eylem özgürlüğün barışçıl anlatımıdır, ve korku sona ermiştir.

Buna göre Yurttaş Toplumu kavramı yurttaşlar arasında insanın doğa durumunun, hayvansal durumunun bir kalıtı olan zor ve şiddet ilişkilerini saltık olarak dışlar. Varolan zor ve şiddet ilişkilerinin bittiği yer yurttaş toplumunun başladığı yerdir. Yurttaş toplumunda görülen zor ve şiddet öğeleri yalnızca sürecin henüz despotik tarihsel artıklarını bütünüyle silmediğini gösterir. Yurttaş toplumunun bir politik zor, şiddet ve savaşım alanı, bir sınıf kavgaları alanı olduğu görüşü kavramı yoksayan ve olguları kuramına temel yapan pozitivizmin olağan bir çıkarsamasıdır. Yurttaş toplumu da modern Devlet gibi oluş sürecindedir ve onu süreçte sergilenen şekillerinde değil ama kavramına uygun gerçekliği içinde, kavram ve nesnelliğinin birliği içinde, ussal İdeasında irdelemek gerekir. Bu bakış açısından, süreçte kapsanan despotik artıkları onun kendi doğasına ait olarak değil ama onun olumsuzlamakta olduğu geçersiz öğeler olarak görmeliyiz.

Weber’in Devlet “düzenini korumada fiziksel kuvvetin meşru kullanım tekelini elinde tutar” biçimindeki görüşü bu tarihsellikten yapılan pozitivist bir çıkarsamadır. Bu görüşe göre modern Devlet ancak şiddetinin “meşru” olmasında feodal şiddet düzenin ötesine geçebilir. Hegel Devleti oluş sürecinde değil ama İdeasında irdeler ve buna göre “yoksunluk, korunma için gereksinim, güçlülük, varsıllık vb. gibi olumsallıklar devletin tarihsel gelişiminin kıpılarıdır ve devletin tözü olarak alınamazlar” (TzF 258 Not). Devlet İdeasının açımlaması karşısında pozitivizme Devleti olmadığı biçimiyle irdelemekten başka yapacak iş kalmaz ve bunun için bakılacak yer tarihsel olumsallıkları içindeki devletler, henüz Devlet kavramına ait olmayan öğeler ile yüklü pozitif devletlerdir. Oysa “Devlet İdeasında göz önüne alınması gereken şey tikel devletler, tikel kurumlar değildir” (TzF 258 Ek).

Weber’in sözde “arı kavramsal/rein begrifflich” açımlamasına göre, “Devlet bir toprak parçası üzerinde meşru fiziksel şiddet tekelini (das Monopol legitimer physischer Gewaltsamkeit) kendi için (başarılı olarak) ileri süren insan ‘topluluğu’dur (menschliche Gemeinschaft )” (Politik als Beruf, 1919). Weber böylece hiç duraksamadan Troçki’nin “Her devlet zor üzerine dayanır/Jeder Staat wird auf Gewalt gegründet” sözlerini doğrular (aynı yer). Bu sopalı Devlet kuramı açıktır ki yurttaşın istencinden ayrı olan ve onun üzerinde duran “tikel” despotik devletlerin görgül gözleminden türer ve temsil ettiği realitenin kendisi gibi ön-modern karakter taşır.

Bireysel istençlerin karşılıklı tanınması üzerine dayanan yurttaş toplumunda zor, şiddet, güç, terör vb. gibi doğa durumu öğelerinin bulunması yalnızca Tinin doğallığının henüz bütünüyle üstesinden gelmemiş olduğunu gösterir. “Doğa durumu genel olarak bir şiddet durumudur” (TzF § 93). Modern Yurttaş Toplumunun en son olacağı şey bir “doğa durumu”dur. Dahası, “şiddet/Gewalt ve tiranlığın pozitif Hakkın bir öğesi olabilmesi ona olumsaldır ve doğasına ait değildir” (TzF § 3). Hiç kuşkusuz “istence zor uygulanabilir” (TzF § 90), ama “şiddet ya da zor, soyut olarak alındığında, hakka aykırıdır” (TzF § 92).“Zor yalnızca ... bir ilk zorun ortadan kaldırılması olan ikinci zor olarak haklıdır” (TzF § 93). Doğa durumu özsel olarak bir ilk zor durumu, “genel olarak bir şiddet durumudur” (TzF § 93 Not).

Hegel’in Tüze Felsefesi’nde uluslararası ilişkiler yurttaş toplumunun değil ama devletlerin sorunudur ve bireysel devletlerin üzerlerinde hiçbir egemen tanımayan saltık egemenler olmaları olgusu tarafından belirlenir. Devletlerin “ilişkileri egemenliklerini ilke olarak aldığı için, bu düzeye dek birbirlerine karşı doğa-durumu içindedirler, ve hakları edimselliğini üzerlerindeki bir evrensel istençte değil, ama tikel istençlerinde bulur” (TzF § 333). “Doğa durumu” Hegel için hiç kuşkusuz Tinin bütünüyle terketmesi gereken durumdur, çünkü doğaldır, tinsel değil. Sürekli barış tasarı, ‘barış durumu’nun örtük olarak ‘savaş durumu’ olması olgusundan ayrı olarak, devletlerin oluşma sürecinde olmaları ve bu düzeye dek statükonun kendisini haksızlık olarak görmeleri ölçüsünde bir ‘Gerek’ten, bir dilekten daha güçlü değildir. (TzF § 330). Ulusal devletlerin varlığı savaşın varlığıdır çünkü “ulus Devlet olarak kendi tözsel ussallığı ve dolaysız edimselliği içindeki Tin ve buna göre yeryüzündeki saltık güçtür” (TzF § 331) ve anlaşmazlıkların çözümü için egemenliklerinden vazgeçmeleri varlıklarından vazgeçmeleridir. Devletler-üstü bir devlet kavramı kendinde çelişkilidir. Ama Tin olmak doğa durumunu yenmektir ve “evrensel Tin, dünyanın Tini, kendi hakkını — ve onun hakkı en yüksek haktır — dünya mahkemesi olarak Dünya Tarihinde o ulusal Tinler üzerinde uygular ve kendini o eytişimden sınırsız olarak üretir” (TzF § 340). Dünya-Tini ne bir birleşmiş milletler örgütü, ne de bir süper-devlettir. Bütün bir nesnel Tin alanının ereği olarak evrensel, tamamlanmış, özbilinçli Özgürlüktür ve saltık Tin alanına geçiş kıpısını oluşturur.

Yurttaş Toplumu, Kapitalizm, Weber. Hegel’in nesnel Tin dizgesinde yurttaş toplumu modern dünyanın ekonomik biçimidir ve buna göre “toplumun ekonomik temeli” gibi bir anlatım en iyisinden ekonominin toplumsuz olabileceğini anlatmaya yarayabilir. “Kapitalist toplum” anlatımı modern yurttaş toplumunu anlatmak için ancak “köleci toplum” anlatımının klasik dönem kent-devletini anlatmak için uygun olduğu kadar uygundur. ‘Kapitalizm’ terimi kendisinin yanısıra sınıf diktatörlüğü, baskı aygıtı olarak devlet, sömürü üzerine kurulu toplum gibi tasarımları taşır ki, bunlara göre yurttaş toplumunu yalnızca güdülecek istençsiz yığınlar ve kitleler olarak anlamak gerekir.

Kapitalizm materyalistik, haksız ve sonuçta ahlaksız olarak görülür. Ve öyledir çünkü eğer ‘kapitalizm’ terimine bir ‘ekonomik dizge’ olarak keyfi bir tanım verilmeyecek ve kendi semantiği ve mantığı izlenecekse, terim bir ideolojinin anlatımıdır. Eğer terim ciddiye alınacaksa, Kapitalizm kapital istencinin birincilliğini anlatır ki, bir laissez-faire olarak salt bir ütopyadır. Yurttaş toplumunun ‘kapitalizm’ ile eşitlenmesi ekonomik kuramı, toplumsal kuramı ve politik kuramı bütününde bozar ve ekonomi, toplum ve devletin kapitalin uzantıları ve eklentilerine indirgenmesinde sonuçlanır. Bu misnomeri çok sık kullananlar arasında “kapitalizmin” doğuşunu Püritan ve çileci dinsel terimlerde açıklayan Max Weber de bulunur.

Weber yöntemsel olarak Kant’ın kuşkuculuğunu ve buna göre realitenin usdışı ve bilinemez olduğunu kabul eder, kavramı yalnızca insan anlığının soyut bir kurgusu olarak görür ve sonuçta toplumsal, ekonomik, törel, dinsel, tarihsel realite üzerine çözümlemeleri nesnesinin usdışı karakterine uygun olarak usdışı yöntemlere dayanmak zoruna kalır. Örneğin Weber’in Amerika Birleşik Devletlerinde “soyluluğun” ve “politik aristokrasinin doğacağı” (1904) gibi bir çıkarsama yaptığını görürüz. Ve kapitalizm dediği şeyi savunmasından ayrı olarak, Birinci Dünya Savaşı patlak verdiği zaman savaş davasına sarılmıştır ve karısına bir mektubunda “sonuç ne olursa olsun, bu savaş müthiş ve harika” biçimindeki sözleri Weber’in heyecanlı, giderek ateşli doğasına tanıklık eder. Weber hiç kuşkusuz nesnel olmaktan çok yaratıcı bir toplumbilimci idi.

Weber’in toplumbilime birincil katkıları arasında bulunan “ussallaşma” teması “sayısal, hesaplanabilir” terimlerde tanımlanır, ve buna göre pazar ekonomisi en yüksek ussallaşma olarak, ussallaşmanın doruğu olarak görülür ve aynı zamanda bürokratik öğe yoluyla “demir kafes”e götüren etmen olarak çözümlenir.

Weber’e göre “kazanma dürtüsünün, kazanç peşinde, para kazancı peşinde, olanaklı en büyük para kazancı peşinde koşmanın kendinde kapitalizm ile hiçbir ilgisi yoktur.” “Kapitalizm (Kapitalismus) sürekli, ussal kapitalistik girişim (kapitalistischen Betrieb) yoluyla kazanç peşinde koşma ile özdeştir” (Die protestantische Ethik und der Geist des Kapitalismus, Vorbemerkung). Weber açıktır ki kapitalizmi ‘kapitalizm’ yoluyla tanımlar ve tanımlamaya çalıştığı şeyi tanımında kullanır. Bu özlü formülasyondan ‘kapitalistik’ nitelemesini çıkarırsak geriye “sürekli, ussal girişim/kontinuierlicher, rationaler Betrieb” kalır ki hiç kuşkusuz istediği tanımlama için yeterli değildir. Bu tanımlama pekala bir dikkatsizlik sonucu olabilir. Ama Weber’in yazıları bu türden sayısız dikkatsizlik ile süslüdür. “Kapitalizm” tanımına “pazar değiş-tokuşu,” “gönüllü emek sunumu,” “iş bölümü” gibi etmenleri katar ki, hiç biri özellikle kapitalistik değildir. “Kapitalist tin” dediği ethosu Benjamin Franklin’in “zaman paradır” (die Zeit Geld ist” ) diyen “karakteristik” betimlemesinde “neredeyse klasik arılığı içinde/in nahezu klassischer Reinheit” görür, ve “Kapitalizm ve kapitalistik girişimler” (Kapitalismus” und “kapitalistische” Unternehmungen) “Çin, Hindistan, Babil, klasik dünya ve Orta Çağlarda” bile bulunur (aynı yer, Vorbemerkung). Eğer Kapitalin bulunması kapitalizm ise, Weber haklıdır. Ama kapitalizm en azından anti-kapitalist bakış açısına göre kapital mantığının birincilliğini gerektirir ve “Püritan törellik,” “çalışma ethosu” gibi terimlerde olmaktan çok hırs, sömürü, giderek diktatörlük, baskı aygıtı olarak devlet yoluyla, ya da en sonunda çıplak zor yoluyla kazanç terimlerinde tanımlanır. Ama Weber böyle etmenleri tanımdan özellikle dışlar. ‘Kapitalizm’ onun için barışçıl, dürüst, ussal, “ekonomik rasyonalizmdir/ökonomische Rationalismus” — bu terimlerin her birinin ‘kapitalizme’ uyarlanmak üzere onun tanımlama yönteminden geçmesi koşulu altında.

‘Kapitalizm’ terimini Protestan Etik ile bağıntılamasının bir sürprizi olarak Weber “çileci kapitalizm” gibi ek bir oxymoron daha üretmek zorunda kaldı. Weber’in ekonominin törellik ile ve özel olarak modern ekonominin Protestan törellik ile ilişkisini vurgulamasının önemi hiç kuşkusuz ölçüsüzdür. Hegel bu bağıntıyı daha önce ortaya koymuş ve Weber’in gözden kaçırdığı özsel yanında açımlamıştı. Ama Weber’in Hegel’e ödenmemiş ve amaca aykırı kullanılmış borcu tüze, din ve tarih kuramlarına da genişler.

Weber usu yadsıyan entellektüalizmi insanlığa kaçınılmaz bir “demir kafes” vargısını armağan eder. Nihilist öncülleri kabul edildiğinde, bir değerler alanı olarak Hegel’in saltık Tin kavramına uzaktan da olsa andırımlı bir çıkarsama yapması beklenemezdi.

İlgili Çalışmalar:
G.W.F. Hegel: Tüze Felsefesi; Tarih Felsefesi
Adam Smith: The Wealth of Nations, Theory of Moral Sentiments
Jean-Jacques Rousseau: Toplumsal Sözleşme
Max Weber: Die protestantische Ethik und der Geist des Kapitalismus; Politik als Beruf

Aziz Yardımlı, Fenerbahçe, 2013 Mayıs

Aziz Yardımlı / İdea Yayınevi / 2014