İdea Yayınevi / Modern Tin /Aziz Yardımlı
 
eski anasayfa_
online alış-veriş_
 
 
 
İyi ve Duyunç

Duyunç yalnızca saltık Özgürlüğü içinde İyi olanı belirleme yetisidir.

Törellik alanından ayrı olarak, Ahlak alanının belirlenmiş hiçbir ilkesi, kuralı, verili doğruları ya da eğrileri yoktur.

Doğal bilincin "ahlaklı" ya da "ahlaksız" dediği şey gerçekte "törellik" ile uyumlu ya da uyumsuz olandır, çünkü bu bilinç bir eylemi yargılarken özgürce düşünen Duyunç olarak davranmak yerine sorgulamaksızın onayladığı verili törel belirlenimlere göre yargıda bulunur. Eğer Törellik alanının belirlenimlerine "içerik" dersek, Ahlak alanı biçimsel İstenç alanıdır.

İstenç İyi olanı ister, ve İstencin saltık ussallığı budur. İyi İstenç onu istediği için İyi belirlenimindedir. Duyunç Doğru olanı doğrular, ve Duyuncun saltık ussallığı budur. Benzer olarak Doğru Duyunç onu doğruladığı için Doğru belirlenimindedir. İstenç Kötü olanı isteyemez, ve Duyunç Eğri olanı doğrulayamaz.

Genel olarak İstenç saltık olarak, e.d. soyut olarak İyi olanın istenmesidir. Belirli olarak İstenç göreli olarak İyidir, e.d. göreli olarak Kötüdür. Duyunç İyinin (ve Kötünün) özgürce, içsel olarak, ussal olarak belirlenmesidir. Belirli "İstenç doğrudan doğruya iyi değildir; ama ne ise ancak emeği yoluyla o olabilir."

İstencin gelişiminden ve böylece Ereğinden söz edebileceğimiz düzeye dek, İstenç ve İyi arasındaki bu moral bağlantı (Logos) kendinde Evrenin Ereği olarak İyi ile koşuttur. İstenç bütününde Evrenin Ereği ile bir ve aynı Ereği paylaşır. Varoluşun Ereği İstencin Ereğidir.

"İstenç Kavramının ve tikel İstencin birliği olarak İyi İdeadır ki, onda soyut hak ve ayrıca gönenç, bilmenin öznelliği ve dışsal belirli-varlığın olumsallığı kendi için bağımsız olarak ortadan kaldırılır, ama böylelikle özlerine göre onda saklanır ve kapsanır, — dünyanın olgusallaşmış Özgürlüğü, saltık son Ereği." (TzF, § 129)

İyinin ne olduğunu sorduğumuz zaman buna vereceğimiz biricik geçerli yanıt onun İstenç ile bir olduğudur. İyi böylece kendinde bütün bir dünya İstencinin, bütün bir tarihsel insan varoluşunun saltık Ereğidir. Yine bu ereksellik İyinin ve Özgürlüğün bir olduğunu gösterir. Tüm istenç belirlenimleri kendilerinde İyinin altına düşer, ve saltık aklanışlarını, ussallıklarını ancak Duyuncun saltık Özgürlüğünden kazanabilirler, dışsal bir yetkeden (dinsel öğretilerden) değil. Kötü olan usdışı olan, böylece istenmeyen, aslında istenemeyendir. İyinin dünyanın Ereği olması ölçüsünde, Tinin gelişimi olarak bütün bir Dünya Tarihi aynı zamanda Kötü olanı ortadan kaldırmanın, onu bir kıpıya, salt olumsuz bir varlığa indirgemenin tarihidir. Tinin tarihsel bilgisizliği Kötülüğün güvencesidir.

Spinoza: “İyi (bonum) ile burada her tür hazzı ve ona neden olan herşeyi, ve özellikle ne olursa olsun ateşli isteklerimizi doyuran hazzı anlıyorum. Kötü (malum) ile her tür acıyı, ve özellikle isteklerimizi boşa çıkaran acıyı anlıyorum.” Bir şeyi onun iyi olduğunu düşündüğümüz için istemeyiz: Tersine, onu istediğimiz için ona ‘iyi’ deriz.  

İyinin İstencin tözü olduğunun tanıtı bu iki Kavramın ussal birliklerinden başka birşey değildir. Belirli İyilerin evrensel, ussal İyiye doğru değişimi insanlığın moral eğitimi, Özgürlüğe doğru büyümedir.

İyi salt İyi olarak, belirlenimsiz genelde İyi olarak yalnızca ve yalnızca bir soyutlamadır, yalnızca Kavram dediğimiz şeydir. Ama böyle birşey edimsellik taşımaz. Ancak kavram ve edimselliğin birliği, ancak Hegel'in İdea olarak anlattığı bu ussal olarak somut birlik gerçektir. Bu düzeye dek soyut İyi üzerine, genel olarak İyi üzerine konuşmalar kavramsal bağıntıları ilgilendirmedikleri sürece edimsellikten yoksun boş konuşmalardır.


Ahlak ve Soyut Hak (Mülkiyet)
İyi ve Doğru dolaysız İstençte yalnızca kendindedir, ve bu nedenle Ahlak (Duyunç) alanına ait olan İyi ve Kötü gibi belirlenimler dolaysız İstenç (Mülkiyet) durumunda söz konusu değildir. Mülkiyet moral bir belirlenim değildir. Yalnızca tüzel bir belirlenimdir, İstencin dolaysızca (Duyuncun yargısından geçmeksizin) dışsal bir nesne üzerine yatırılmasıdır.

Mülkiyet İyinin ve Kötünün ötesinde değil ama gerisindedir, ve İyinin ve Kötünün Duyunç belirlenimleri olmaları ölçüsünde Mülkiyete moral bir belirlenim yüklemek, onun kendinde Kötü olduğunu düşünmek kavramsal olarak geçersizdir. İyilik ve Kötülük Duyuncu ilgilendirir. Mülkiyete karşıçıkış özne payına ancak sözel olabilir (ve bu durum realitede doğrulanır).

Mülkiyet açısından doğal bilinci inciten şey Mülkiyetteki dışlama öğesidir. Ama bunun çözümü yalnızca Mülkiyetin tanımasından geçer. Bu açıktır ki bir İstencin tanınmasıdır, ve İstenci tanımak onu özgür olarak tanımak, özgür İstenci tanımaktır. Bu yüzdendir ki Mülkiyet düşmanlığı henüz Özgürlük bilincinin olmadığı kültürlerde bulunur.

Mülkiyetin tanınma gereksinimi onun saltık olmadığını, denetlenebilir olduğunu gösterir. Ne ölçüde vergilendirileceği ve daha başka koşullar kollektif Duyuncun özgünlüklerini, tikelliklerini ilgilendirir. Liberalizmin sınırsız Mülkiyet hakkı için kavgasının başlıca Mülkiyet (soyut Hak) alanı üzerindeki sınırlamaları kaldırma isteminden oluşması olgusu onun da İstencin ve Duyuncun özgürlüğünün bilincine yabancı olduğunu gösterir. Liberalizm kendi mantığı gereği Ahlak (Duyunç, Özgürlük) aşamasına yükselememiş bilincin ideolojisidir.


Ahlak Alanı Soyut Hak alanının dolaysızlığının kendi başına geçersizliğini gösterir. Soyut Hak alanı Mülkiyet belirleniminin alanıdır, ve Mülkiyet ilişkisi, Sözleşme olarak, Haksızlığa, ve böylece bütününde kendini ortadan kaldırmaya götürür (Haksızlık Mülkiyetin kendinde Suç olma gizilliğini taşıdığını da gösterir). Ahlak alanı soyut Hakkı bir kıpı olarak kapsar ve Duyuncun belirlenimi altında durduğu düzeye dek genel olarak İyinin alanıdır.

Hegel § 130'da Gönencin Hak olmaksızın bir İyi olmadığını belirtir. İyi bir duyunç belirlenimidir, ve Gönenç hak olmaksızın da olabilir, ama bir İyi olmak için Haklı olmak, Duyuncun yargısını üstlenmek zorundadır. Kişi Mülkiyet iyesi olarak Gönenci sınırsızca amaçlayabilir, ve yine bu sınırsızlık (hırs) dolaysızca Ahlaksal belirlenimlerin dışlandığını, İstenç belirleniminin aşağı yukarı doğal dürtüler tarafından sağlandığını, Duyuncun bir aracılığının söz konusu olmadığını gösterir.

İyi ilkin bir soyutlamadır, ve İyiyi salt İyi olarak, giderek İstençten bile soyutlama içinde bütünüyle analitik olarak düşünebiliriz. Ama o zaman varolmayan birşey, bir soyutlama, bir düşünce-şey olur. İyi varolmak için zorunlu olarak tikel İstenç belirlenimi ile birlik içinde olmalıdır. İyinin böylelikle ilkin soyut Hak alanına ve Gönenç ereklerine karşı saltık olarak Hakkı vardır (§ 130). Bunun anlamı açıktır: Duyunç tikel Mülkiyet ve Gönenç belirlenimlerinin üzerinde durur.


Hegel / Tüze Felsefesi
  Hegel / Philosophie des Rechts (1821)

§ 129

§ 129

İstenç Kavramının ve tikel istencin birliği olarak İyi İdeadır, ki onda soyut hak ve ayrıca gönenç, bilmenin öznelliği ve dışsal belirli-varlığın olumsallığı kendileri için bağımsız olarak ortadan kaldırılırlar; ama böylelikle özlerine göre onda saklanır ve kapsanırlar, — dünyanın olgusallaşmış Özgürlüğü, saltık son Ereği.
Das Gute ist die Idee, als Einheit des Begriffs des Willens und des besonderen Willens, in welcher das abstrakte Recht, wie das Wohl und die Subjektivität des Wissens und die Zufälligkeit des äußerlichen Daseins, als für sich selbständig aufgehoben, damit aber ihrem Wesen nach darin enthalten und erhalten sind, — die realisierte Freiheit, der absolute Endzweck der Welt.

§ 130

 

§ 130

Gönencin bu İdeada tek bir tikel istencin belirli-varlığı olarak kendi için hiçbir geçerliği yoktur; tersine, geçerliğini salt evrensel gönenç olarak ve özünde kendinde evrensel olarak, e.d. özgürlük ile uyumlu olarak bulur; — gönenç hak olmaksızın bir İyi değildir. ... Buna göre İyinin, zorunluk olarak, tikel istenç yoluyla ve aynı zamanda onun tözü olarak edimsel olması gerektiği için, soyut mülkiyet hakkına ve tikel gönenç ereklerine karşı saltık hakkı vardır. Bu kıpılardan her biri, İyiden ayırdedildiği ölçüde, ancak onunla uyumlu ve ona altgüdümlü oldukça geçerlik taşır. Das Wohl hat in dieser Idee keine Gültigheit für sich als Dasein des einzelnen besonderen Willens, sondern nur als allgemeines Wohl und wesentlich als allgemein an sich, d.i. nach der Freiheit; — das Wohl ist nicht ein Gutes ohne das Recht. ... Das Gute hiermit, als die Notwendigkeit, wirklich zu sein durch den besonderen Willen und zugleich als die Substanz desselben, hat das absolute Recht gegen das abstrakte Recht des Eigentums und die besonderen Zwecke des Wohls. Jedes dieser Momente, insofern es von dem Guten unterschieden wird, hat nur Gültigkeit, insofern es ihm gemäß und ihm untergeordnet ist.
§ 137
 
§ 137

Gerçek Duyunç kendinde ve kendi için iyi olanı isteme yatkınlığıdır; ... Duyunç yalnızca istencin etkinliğinin biçimsel yanıdır ...

Duyunç öznel özbilincin saltık aklanışını, eş deyişle hakkın ve ödevin ne olduğunu kendi içinde ve kendisinden bilmeyi, ve böyle iyi olarak bildiğinden başka hiçbirşeyi tanımamayı, aynı zamanda böyle bildiğinin ve istediğinin gerçekte hak ve ödev olduğunu ileri sürmeyi anlatır.

 

Das wahrhafte Gewissen ist die Gesinnung, das, was an und für sich gut ist, zu wollen; ... ist es [Gewissen ] nur die formelle Seite der Tätigkeit des Willens ...

Das Gewissen drückt die absolute Berechtigung des subjektiven Selbstbewußtseins aus, nämlich in sich und aus sich selbst zu wissen, was Recht und Pflicht ist, und nichts anzuerkennen, als was es so als das Gute weiß, zugleich in der Behauptung, daß, was es so weiß und will, in Wahrheit Recht und Pflicht ist.


Duyunç ve Görgücülük

İstenç belirlenimini Eğilimden de alabilir. Ama o zaman açıktır ki Duyuncun dolaylılığından geçmemiştir. Duyunç Eğilimi engelleyebilir ya da ona izin verebilir. Yalnızca o zaman Duyuncun bu aracılığı nedeniyle Eylem moral nitelik ve değer kazanır. Duyuncun içsel dolaylılığı ahlaksal olmanın kaynağıdır, ve ahlaksal olma Doğru ve İyi olmadır.

İstenç doğa zorunluğu altında durmayan özgür bir nedenselliktir, çünkü kendinde Doğru ve Eğri üzerine özgürce düşünme yetisi olarak Duyunçtur. İstenç belirlenime dışsal bir neden tarafından götürülmez.

Duyunç yürek ile, duygu ile ilişkilendirilir, Haz ve acı Duygusu ile değil, çünkü bunlar İstek ile ilgili doyum ve doyumsuzluk duygularıdır. Görgücülük bilginin deneyimden türediğini düşündüğü için ve gerçek olanı en sonunda duyusal izlenimden türeten bir bakış açısı olduğu için ahlaksal alanda duyguya dayanmayı yeğler ve ahlaksal belirlenimleri duygusal ölçütler olarak gördüğü Haz ve Acı duygularına bağlar (Hume). Ahlak Us üzerine değil ama Duygu (eğilim) üzerine dayanınca, moral eylem özgürlükten değil ama zorunluktan doğar ve özgür istenç yoktur.

 

Duyunç Özgürlüğü ve İnanç

Duyuncun saltık özgürlüğü onu herşeyin, giderek kutsal olana inancın da yargıcı yapar. Duyunç bir inanç öğretisini sorgulamaksızın doğrulayabilir. O zaman Duyuncun özgür olduğu, aslında bir Duyunç olduğu, Duyuncun ve dolayısıyla Ahlakın gelişmiş olduğu söylenemez. Sokrates öncesi Atinalıların dinlerine ve törelliklerine karşı tutumları böyleydi. Bu inakçılık (dogmatizm) dediğimiz şeydir ve felsefede de Skolastizm biçiminde, yetke üzerine felsefecilik biçiminde kendini her zaman, giderek modern biçimler altında bile göstermeyi sürdürür. Duyunç bir inanç öğretisini sorgulayarak doğrulayabilir, ya da yadsıyabilir. İnancın sorgulanması dinsizlik değildir, ve inancın nesnesi ile bilginin nesnesi bir olmalıdır. Bilgisiz inanç (Kant felsefesinde ve genel olarak kuşkuculukta olduğu gibi), Kavrama göre alındığında, gerçek inanç değil ama boşinançtır.

İnancın Gerçek olana inanç olması ölçüsünde inançta Bilgi, Us, Özgürlük, Duyunç zorunlu kıpılardır. Usun onaylamayacağı İnanç gerçekte bir İnanç olmayı hak etmez. Buna göre, Duyuncunu dinsel öğretiye, giderek dinadamlarına teslim etmek Özgürlüğün, özgür İstencin ortadan kalkmasıdır. Dinadamları kendi kavramları gereği belirli İyileri ve Doğruları öğütlerler, ve bunlar doğru ya da yanlış olabilir. Ama bunu kutsal sayılan bir yetke ile Tanrı adına yaptıkları zaman bütün bir kültürü kendi Özençlerinin nesnesine dönüştürürler.

Belirli İyilerin ve Doğruların göreli olmalarıdır ki, haklarında karar vermeyi bireysel Duyuncun bir ödevi yapar. Ancak o zaman insanın insan üzerindeki kutsal yetkesi, bir dinadamları sınıfı denilen şey ortadan kalkar. Sıradan insanın dinsel yetke üstlenmesi, Tanrı adına konuşma hakkının olduğunun kabul edilmesi köleliğin en büyüğü olarak görülmelidir (İran'ın mollalar rejimi, dedelerin kutsallığı, Katolik Kilise).

Duyunç Özgürlüğünün, Duyuncun tüm nesnellik üzerinde İyinin ve Doğrunun (ve karşıtlarının) saltık yargıçlık yapma hakkının bilinci tarihte ilk kez Sokrates'te görülür. Sokrates İyiyi biricik gerçek olarak gördü, İyinin Logosunu dışsal belirlenimlerde değil, ama içsellikte, bilinçte, Duyunçta aradı. Bu yüzden Atina mitolojisini ve Atina törelliğini kuşku altına düşürdü ve Atinalıların kendileri açısından haklı olarak cezalandırıldı.

Duyunç yetisi doğuştan bir gizillik olarak her insanda bulunsa da, neyin iyi ve doğru, neyin kötü ve eğri olduğunu bilmek bir eğitim, bir bilgi sorunudur. Halkın eğitimsizliği onun boşinanca olduğu gibi kötülüğe, kabahate ve suça da açık olmasının zeminidir. Moral öğretmenler olarak peygamberlerin yetkesi moral gizillik ve edimsel bilgisizlik arasındaki bu çelişki üzerine dayanır. Musa'nın İbrani halkına bildirdiği yasalar onlara belirli İyileri gösteren moral belirlenimlerdi. Ama halk inancın yetkesini bilgide değil, korkuda görür, ve Musa'nın buyruklarının saltık olarak boyun eğilecek buyruklar olmaları arkalarında saltık güç olarak Tanrının bulunmasına bağlıdır. Korku eğitimsiz kitlelerin ahlakında saltık olarak bulunur. Bu düzeye dek Halk özgür değildir, ve ahlaksallığı ancak ve ancak bir boyuneğme sonucunda ortaya çıkan bir durumdur (Nietzsche'nin köle ahlakı dediği şey).

İslam Sünni biçimlerinde bir dinadamları sınıfını dışlar. Ama İslamik Tin Özgürlüğü ve Dini uzlaştıramadığı ve özgür bireyselliğe sınırsızca olanak tanımadığı düzeye dek dünya-tarihsel egemenliği Protestan tine bırakmak zorunda kalmıştır.

Duyunç yanılabilir, belirli İyinin ne olduğunu saptayamayabilir ve yanlış olana yönelebilir. Ama bu nedenle Özgürlükten korkmak saltık olarak kölelikte, bir boyuneğme durumunda diretmeye götürecektir. Duyunç ussaldır ve saltık olarak İyiden ve Doğrudan yanadır, bunların karşıtlarından, Kötüden ve Eğriden yana değil. Önemli olan Duyuncun belirli İyi ve Doğruları saptayabilmeyi öğrenmesidir. Duyuncun olgunlaşması, eğitimi ancak Özgürlük içinde, ancak yaşantı ve deneyim yoluyla olur. Birinin yerine karar vermek, yetkede diretmek onu köleleştirmekten başka bir sonuca götürmez. Ancak çocuklar Duyunç olgunluğundan yoksun oldukları için haklı olarak Yetke altında tutulabilirler (ve ruhsal ve ussal sağlıkları olmayanlar).


Hegel / Tüze Felsefesi
  Hegel / Philosophie des Rechts (1821)

§ 132

§ 132

Öznel istencin hakkı onun geçerli olarak tanıması gerekenin onun tarafından iyi olarak görülmesi, ve bir eylemin, dışsal nesnelliğe çıkan erek olarak, ona ancak onun bu nesnellikte taşıdığı değere ilişkin bilgisine göre haklı ya da haksız, iyi ya da kötü, yasal ya da yasadışı olarak yüklenmesidir.
Das Recht des subjektiven Willens ist, daß das, was er als gültig anerkennen soll, von ihm als gut eingesehen werde und daß ihm eine Handlung, als der in die äußerliche Objektivität tretende Zweck, nach seiner Kenntnis von ihrem Werte, den sie in dieser Objektivität hat, als rechtlich oder unrechtlich, gut oder böse, gesetzlich oder ungesetzlich zugerechnet werde.

Ödev

İyi olanı yapmak Ödevdir. Bu soyut belirlenim İyinin yalın kavramında imlenir. Ne yapmalı? sorusunun yanıtı şudur: Ödev olan, Doğru olan, İyi olan yapılmalı, Yükümlülük yerine getirilmelidir. Bu kılgısal Usun soyut buyrumudur. Öte yandan belirli Ödevlerin neler olduklarını dışsal durumlar, bütün bir tinsel olumsallık alanı belirler, soyut evrensel bir düzgü değil. Bu düzeye dek soyut olarak Ödev kavramını yineleyip durmak (Kant'ın yaptığı gibi) sıkıntı yaratır.

Ancak özgür bireyin Ödevi olabilir, çünkü belirli Ödevin gerçekten Ödev olduğunu, haklı ve iyi ve doğru olduğunu dolaysızca Duyunç belirler, dışsal başka bir neden değil. (Ve benzer olarak ancak özgür birey Eylemde bulunabilir — çünkü Eylem onun İstencinin ve Duyuncunun bilinçli anlatımıdır.) Özgür birey törel, dinsel, tüzel belirlenimleri yalnızca sorgusuzca boyun eğilecek dışsal buyruklar olarak kabul edemez: Tersine, bunlar onun Duyuncunun onayını almalıdırlar. Ancak özgür birey her tikel durumda da İyinin ve Kötünün ayrımını yapabilir, Doğru olanı görebilir ve onu Ödev ve Yükümlülük olarak üstlenebilir. Duyuncun onayı olmaksızın tüm yasalar, tüm dinsel buyruklar, tüm törellik, tüm Devlet bireysel bilince yabancı birşey olarak, onu ezen dışsal zor olarak görünür. Duyunç yetisini kullanabilmek özgür insana özgüdür, ve bu Özgürlük insanlığın henüz yalnızca küçük bir kesiminin bilincine ulaştığı ayrıcalıktır.

 

Kant'ın "düzgünün evrensel bir ilke olup olamayacağını, herkes için ileri sürülüp sürülemeyeceğini irdele" önermesi (kategorik buyrum, "gerek") Ödevin belirli içeriğinden söz etmediği ölçüde yalnızca evrensel bir yasa biçimine yükseltilmiş güzel bir genel önermedir: Ama bir önerme olduğu ölçüde tasarımsaldır, düşünceyi Kavramdan uzaklaştırır. Buyrum özsel olarak ve evrensel olarak yalın "Ödev yükümlülüktür" anlamına gelir, başka hiçbir anlama değil. Bu biçimiyle bütünüyle soyuttur, içeriksizdir ve belirli Ödevlerin neler olduğunu çıkarsamaya izin vermez. Ödev ödev uğruna yapılmalıdır; ama belirli ödevler salt belirli oldukları için görelilik alanında dururlar, saltık ya da evrensel olamazlar. Hırsızlık yapma, Yalan söyleme, Öldürme. Bunlar "kategorik imperativ"lerdir ve böyle olarak sonuçlarına bakılmaksızın Ödev için, Yasa için duyulan saygıdan yapılmaları gerekir. Ama bir hırsızlık, bir yalan vb. sonsuz ölçüde İyi sonuçlar getirebilir. Her belirli, tikel durum kendi başına yargılanmalıdır. Kategorik o denli de hipotetiktir.

Felsefenin Duyunç alanındaki işlevi bir Ödevler öğretisi, bir Yasalar dizgesi, bir Töreler dizgesi vb. üretmek ve ahlakçılık ya da yasama yapmak değildir. Ahlak alanının olduğu gibi bütününde Törellik alanının da belirlenimleri kavramlardır ve bilmeyi istediğimiz şey bu kılgısal kavramların kendi aralarındaki bağıntılarıdır. Genel olarak Ödevin ne olduğunu bilmeyi, onu başka Kavramlar ile ilişkisi içindeki konumunu bilmeyi isteriz, belirli ödevlerin, yasaların neler olmaları gerektiğini değil. Böyle tikel işler, kendi ödevlerini, yasalarını, genel olarak törel belirlenimlerini saptamak tikel bireylere ve tikel uluslara aittir. Usun bilmeyi istediği şey kendisidir: Ödev, İyi, Ahlak, Duyunç, Eylem, Özgürlük, İstenç, Sonuç, Hak vb. gibi kavramlar arasındaki bağıntı ya da Logos.

Eylem belirlenimini Dürtüden değil, Ustan aldığı için eylemdir ve moraldir, özgür Özneye özgüdür (Hume'un ahlak anlayışında moral olma niteliği haz duygusuna bağlıdır).



Hegel / Tüze Felsefesi
  Hegel / Philosophie des Rechts (1821)
§ 133
§ 133
İyi tikel özne ile onun istencinin özsel yanı olarak ilişkilidir, ve böylelikle istenç yükümlülüğünü tam olarak bu ilişkide bulur. Tikellik İyiden ayrı olduğu ve öznel istence düştüğü için, İyi ilk olarak yalnızca evrensel soyut özsellik belirlenimini, Ödev belirlenimini taşır; bu belirlenimi nedeniyle, Ödevin Ödev uğruna yapılması gerekir.
Das Gute hat zu dem besonderen Subjekte das Verhältnis, das Wesentliche seines Willens zu sein, der hiermit darin schlechthin seine Verpflichtung hat. Indem die Besonderheit von dem Guten unterschieden ist und in den subjektiven Willen fällt, so hat das Gute zunächst nur die Bestimmung der allgemeinen abstrakten Wesentlichkeit — der Pflicht; um dieser ihrer Bestimmung willen soll die Pflicht um der Pflicht willen getan werden.

 

 

Kant / Kılgısal Usun Eleştirisi
  Kant / Kritik der praktischen Vernunft (1788)

Üçüncü Anakesim
Arı Kılgısal Usun Güdüleri Üzerine (s. 112)

Drittes Hauptstück.
Von den Triebfedern der reinen praktischen Vernunft

Ödev! Sen yüce ve büyük ad, ki sevilen ya da hoşa giden hiçbirşey kucaklamaz ama boyuneğme istersin, ve gene de istenci kıpırdatabilmek için yürekte doğal tiksinme ve yılgı yaratacak hiçbirşey ile gözdağı vermezsin, ama yalnızca anlığa girişini kendiliğinden bulan ve gene de gönülsüz hürmet (gerçi her zaman boyuneğme olmasa da) kazanan bir yasayı, önünde tüm eğilimlerin suskunlaştıkları ve gene de gizlice ona karşı çalıştıkları bir yasayı ortaya koyarsın; — nedir sana yaraşır olacak kökenin, nerede bulunacaktır eğilimlerle tüm akrabalığı gururla yadsıyan soylu doğuşunun kökü, ve hangi kökten türeyecektir, insanların kendilerine verebilecekleri biricik değerin vazgeçilmez koşulu olan?
Pflicht! du erhabener großer Name, der du nichts Beliebtes, was Einschmeichelung bei sich führt, in dir fassest, sondern Unterwerfung verlangst, doch auch nichts drohest, was natürliche Abneigung im Gemüte erregte und schreckte, um den Willen zu bewegen, sondern bloß ein Gesetz aufstellst, welches von selbst im Gemüte Eingang findet, und doch sich selbst wider Willen Verehrung (wenn gleich nicht immer Befolgung) erwirbt, vor dem alle Neigungen verstummen, wenn sie gleich insgeheim ihm entgegen wirken, welches ist der deiner würdige Ursprung, und wo findet man die Wurzel deiner edlen Abkunft, welche alle Verwandtschaft mit Neigungen stolz ausschlägt, und von welcher Wurzel abzustammen, die unnachlaßliche Bedingung desjenigen Werts ist, den sich Menschen allein selbst geben können?

Hegel / Tüze Felsefesi
  Hegel / Philosophie des Rechts (1821)

§ 137

§ 137

Duyunç öznel özbilincin saltık aklanışını, eş deyişle hakkın ve ödevin ne olduğunu kendi içinde ve kendisinden bilmeyi, ve böyle iyi olarak bildiğinden başka hiçbirşeyi tanımamayı, aynı zamanda böyle bildiğinin ve istediğinin gerçekte Hak ve Ödev olduğunu ileri sürmeyi anlatır.
Das Gewissen drückt die absolute Berechtigung des subjektiven Selbstbewußtseins aus, nämlich in sich und aus sich selbst zu wissen, was Recht und Pflicht ist, und nichts anzuerkennen, als was es so als das Gute weiß, zugleich in der Behauptung, daß, was es so weiß und will, in Wahrheit Recht und Pflicht ist.

Duyunç ve Yasa

Duyunç İstencin öznelliğine aittir ve saltık olarak içseldir. Bu içsellik ona kendini saltık olarak belirleme, kendini her sonlu belirlenimin üzerine yükseltme hakkını verir. Ama Duyunç kendini belirli İyi ile somut dünyaya yükselttiği zaman kendisi görelilik, sonluluk belirlenimi altına düşer. Yasa duyuncun bu öznelliği ve tikelliği ile karşıtlık içinde nesnel ve evrenseldir. Ve bir Devlet içersinde öznel Duyuncun tikelliğinin değeri, hakkı, geçerliği belirli yasaların tikelliği karşısında ölçülür. Duyunç tikel yasalar ile, Devlet ile karşıtlık içine girdiğinde, kendinde pekala haklı olabilmesine karşın, bu hakkını ancak evrensel İstence, Devlete yükselttiği ölçüde ussaldır. Bunun dışında, kendinde tüm doğruluğuna, haklılığına karşın, Evrenselin, Devletin hakkı karşısında geçersizdir. Öznel duyuncun egemenliği Devletin, Törelliğin, Özgürlüğün sonudur. Ve modern ussal Devletler kuramayan kültürlerde bireysel Duyunçların öznelliği bu kültürlerin bütün bir Tarihini bir tikel İstençler kavgasının tarihi yapar.

?ili Askeri
Şili Ordusu. Salvador Allende Gossens. Politik tutuklular olarak Santiago'da Ulusal Stadyumda tutulan Yurttaşlar. 11 Eylül 1973.

Duyunç Köleliği ve Kaos

Yeryüzünün engin topraklarında kültürün hayvan doğallığının çok az üzerine yükseldiği, daha doğrusu yabanıl bir ormanı bile daha uygar gösterdiği yerler vardır.

Duyunç kendini Edimsellik ile, bozuk düzenler ile çatışma içinde bulabilir ve özellikle Haksızlığın ve Nefretin birlikte büyüdükleri modern dünyada böyle bozuk toplumsal düzenler bulma konusunda hiçbir sınır yoktur. Varolan Devletler, yasalar, kurumlar, aslında bütün bir politik, törel ve tüzel dizge çirkin, türesiz, usdışı olabilir, ve sık sık böyledir. O zaman sorunların uygar ve barışçıl çözümünün olanaksızlığı karşısında silaha sarılma, varolan düzeni şiddet yoluyla devirme ve hemen daha iyisini kurma yolu biricik kurtuluş olarak görünür. Ama ezenler gibi ezilenlerin de politik duyunç kazanamamış ve Özgürlük bilincinden yoksun oldukları durumlarda (ki örneğin Latin Amerika, Afrika ve Asya'da durum budur) çözüm girişimlerinin kendileri gerçekte yalnızca sorunun parçası olduklarını gösterir.

Burada da öğütçülük, ahlakçılık yapmak, kategorik imperatifler aramak gereksiz ve ilgisizdir ve bir kültürün kendi iç sorunlarını çözmek onun kendi kollektif Duyuncunun bir sorunudur.

Rio de Janeiro, Brezilya
Rio De Janeiro, Brezilya. Ölüm Görüntüsü. Askeri polis ve bir sivil. 1991.

Duyunç Özgürlüğü ve Dinginlik

Stokholm, Ysveç

Stokholm, İsveç.
Stokholm, İsveç

İyi ve Kötü

Kötülüğün tanımı ya da anlamı gibi tasarımsal ya da semantik belirlenimler mantıksal çıkarsamanın işi değildir. Ahlaksal olarak olgunlaşmış her bilinç genel olarak Kötülüğü ve belirli Kötülükleri ayırdedebilir.

Kötülüğün kavramı özencin, tikel İstencin evrensel, ussal İstenç ile karşıtlık içinde belirleyici olmasıdır. İyi olabilme Kötü olabilmeyi imler ve bu düzeye dek Kötülük insan doğasına tıpkı İyilik denli özünlüdür. Kötü tıpkı İyi gibi zeminini İstençte bulur ve buna göre Kötülük yapan onu İyi gördüğü için yapar.

Kötülüğün insan varoluşundan kalkması Kötülüğün insanın bilgisizliğine bağlı olduğunun bilincini gerektirir. Kötülük hiç kuşkusuz insanın dışındaki imgesel bir varlık, pozitif bir varoluş değildir. Kötülüğün geleneksel, dinsel, etnik, ırksal, ulusal ölçeklerde ve kitle kıyımları biçiminde yaşanması insan doğasındaki kötülüğün üstesinden gelinemeyeceği vargısını doğurmaz. Kötülük ancak insanlık Kuşkuculuğun sandığı gibi bilgisizliğe yazgılanmış ise ortadan kalkamaz. Kötülüğün bilgisizlik olması ölçüsünde, Kuşkuculuk, tüm Niyetinden ayrı olarak, Kötülüğün eline oynar. Dahası, kuşkucu bakış açısı kötülüğe kendinde kötülüktür diyemez, ama "belki" kötülüktür der.

Birkenau, Auschwitz-Birkenau'nun bir bölümü
Birkenau'da giriş kapısına götüren demiryolu hatları; burası II DS sırasında en büyük Nazi toplama ve yoketme kampı olan Auschwitz-Birkenau'nun bir bölümüydü; bu kampta 1 ile 2,5 milyon arasında insanın öldüğü düşünülüyor.


Hegel / Tüze Felsefesi
  Hegel / Philosophie des Rechts (1821)

§ 139

§ 139

Özbilinç başka bakımlardan geçerli tüm belirlenimlerin boşluğunda ve istencin arı içselliğinde kendinde ve kendi için evrenseli ilke yapabildiği gibi, özenci, kendi tikelliğini de evrenselin üzerine yükselterek ilke yapma ve bunu eylem yoluyla olgusallaştırma, kötü olma olanağıdır.
Das Selbstbewußtsein in der Eitelkeit aller sonst geltenden Bestimmungen und in der reinen Innerlichkeit des Willens ist ebensosehr die Möglichkeit, das an und für sich Allgemeine, als die Willkür, die eigene Besonderheit über das Allgemeine zum Prinzipe zu machen und sie durch Handeln zu realisieren — böse zu sein.

Kötülük

Belirli Kötülükler görelidir ve bakış açısına göre değişirler. Ama Kötülük olarak Kötülük, soyut Kötülük saltıktır, çünkü belirli birşeyin Kötülüğü değil, ama kendinde Kötülüktür. Ve insan Kötülük (ya da İyilik) nedir diye sorduğu zaman bilmeyi istediği şey belirli Kötülükler değil ama genel olarak Kötülük, saltık Kötülüktür. Bunun yanıtını ancak Us verebilir, ve bu semantik değil ama mantıksal bir yanıt olmalıdır. Yanıt bir anlam açıklaması ya da betimlemesi değil ama bir kavram bağlantısı olmalıdır. Kötülük ilkin dolaysızca İyilik ile bağlıdır, ve bu bağ onun Logosudur.

İyi olan istenendir, ve İstencin saltık olarak iyi olmasının anlamı budur. Yine, Kötü olanın istenmesi saltık olarak olanaksızdır, ve İyinin ve Kötünün İstenç ile bağıntısının bu genelliği ve soyutluğu belirli İyi olarak İyinin bilme ile, bilgi ile ilgisini gerektirir. Erdemli olmanın, İyi ve Türeli olmanın bir koşulu, saltık olarak onsuz yapamayacağı bir koşulu Bilgidir.

Kötülük Doğanın bir belirlenimi değildir ve bu yüzden 'insan doğal olarak iyidir,' ya da 'insan doğal olarak kötüdür gibi anlatımlar,' eğer burada 'doğallık' salt örgensel Doğa olarak anlaşılacak olursa, geçersizdir. İnsan doğal olarak tinsel değildir, ve İyinin ve Kötünün ötesinde ya da üstünde değil gerisindedir. Doğa Duyuncu olmayandır. Doğa Bilinci, İstenci, Törelliği vb. de olmayandır. Doğa tam bu nedenlerle sözcüğün gerçek anlamında suçsuzluk durumu denilen şeydir. Tin olmak suçluluğun eşiğinde durmak, kendinde daha şimdiden Kötü olmaktır. Ve Kötülüğü doğallık değil ama ancak tinsellik, ancak ona neden olan İstencin kendisi ortadan kaldırabilir.

 
M 104 Sombrero Galaxi, 50.000 y?yk yyly çapynda; dünyadan 28 y?yk yyly uzak
Doğa sonludur. Natüralizm sonlu olanı sonsuz ilke sayar.

İnsan doğal olarak, eş deyişle doğuştan Duyunç yetisi ile donatılıdır dediğimiz zaman bu anlatım insanın duyuncunu, düşüncelerini, genel olarak tinselliğini Doğadan türettiğini imlemez. Buna karşı Naturalizm tinselliği Doğanın bir türevi olarak almak zorundadır. çünkü Doğacı bakış açısı için Doğa herşeyin kökeni olan arke ya da ilkedir.

İnsan salt bedensel olarak Doğanın bir ürünüdür, tinsel olarak değil. Naturalizm Doğayı son nokta olarak, ilke olarak, arke olarak alan bakış açısı olarak Doğanın doğduğunu, türevsel ya da ikincil olduğunu doğrulayamaz. Ama Doğa doğduğu ölçüde kendisi bir üründür, bir sonuçtur, ve sonludur, ilksiz-sonsuz ve değişmez değildir. Tersine, özdeksel Doğa baştan sona değişimde ve devimde olandır, Herakleitos'un ikinci bir kez girilmesi bile olanaksız olan akışkan ırmağıdır. Böyle bir değişkenlik dingin, devimsiz, değişimsiz Varlığı değil, ama yalnızca Oluş sürecini, geçiciliği, yiticiliği imler. Hiçbir gezegen, hiçbir yıldız, hiçbir galaksi sonsuz değil, tersine oluş sürecinde olan geçici bir belirli-Varlıktır. Kendisi ortaya çıkan, kendisi bir ürün olan şey en son üretici ilke olamaz. Doğal bilinç Tanrıyı Doğanın yaratıcısı olarak görebilir. Buna karşı Us için Doğanın biçimlenişi, bir oluş sürecinden geçerek belirli-Varlık kazanışı Doğa Yasalarının işlevidir. İlksiz-sonsuz olan, değişmez ve saltık olan Doğa Yasalarıdır. Ve Doğanın, Doğa Yasalarının İyilik ya da Kötülüğünden söz etmek gerçekten de usu bir yana bırakarak düşünmeyi gerektirir.

Tinsel varoluşu anlamada yatan güçlük onu doğal varoluş gibi, özdeksel varoluş gibi görmeyi istemeden, yalnızca sıradan eğitimin kazandırdığı bu kötü alışkanlıktan doğar. Tinselliğin varoluşundan söz ettiğimiz zaman onu duyusal, fiziksel bir varlık olarak anlamamamız gerekir. Ve Varlığı, bu en soyut kavramı duyusal, özdeksel, deneyimsel vb. birşey olarak görmememiz gerekir.


"Çünkü suçsuzluk durumu, bu cennet durumu hayvanın durumudur. Cennet bir parktır ki, orada insanlar değil ama ancak hayvanlar kalabilir." (Hegel, "Tarih Felsefesi," s. 239).

 

Kötülüğün Bilinci ve Kötü Duyunç

İnsan kötülüğü bildiği için değil, bilmediği için yapar. Ve gene de bu bilgisizlik onun kötülüğün sorumlusu ve kötü olmasını engellemez. Hegel Aristoteles'ten bir aktarma yapar (§ 140, dipnot):

“Her kötü insan neyin yapılacağını ve neyin yapılmayacağını bilmez, ve tam bu eksiklik insanı haksız ve genel olarak kötü yapan şeydir. İyi ve kötü arasında seçim yapmayı bilmeme bir eylemin özgürce istenmemiş olmasının (yüklenemezliğinin) değil, ama yalnızca kötü olmasının nedenidir.”

İsteme bilmeden ayrılamaz. İnsan yaptığını bildiği ve bu yüzden yaptığının sorumluluğunu taşıyabileceği için moral bir varlıktır.

Hegel aynı yerde şunları da söyler:

"Pascal aynı bağlamda Haç üzerindeki İsa’nın düşmanları için yakarısından da söz eder: 'Baba, onları bağışla, çünkü ne yaptıklarını bilmiyorlar,' — gereksiz bir yakarı, eğer yaptıklarını bilmemeleri eylemlerinden kötü olma niteliğini ve böylelikle bağışlanma gereksinimini kaldırıyorsa."

Bir zamanlar eylemin ancak kötülüğünün bilinci ile yerine getirilmesi durumunda kötü olduğu düşünülürdü.


Bir anne ve kızı 1995'te Saraybosna'da bir keskin nişancının atışından korunabilmek için bir BM zırhlı personel taşıyıcısının arkasına sığınıyor.


Ahlaktan Törelliğe Geçiş

Ahlak alanının temel kategorileri — İyi ve Duyunç — soyut olarak alındıklarında yalnızca ve yalnızca nesnelliğe geçmenin zorunluğunu taşırlar.

 
 
 
 
İdea Yayınevi / Hegel’in Nesnel Tin Dizgesi / Aziz Yardımlı / 2014