İdea Yayınevi / Modern Tin /Aziz Yardımlı
 
eski anasayfa_
online alış-veriş_
 
Mülkiyet

Mülkiyetin tanınması tarihsel olarak yeni bir olaydır. Katolik Mafya, feodal ve ortaklaşacı Çinli, despotik Rus, bir kasta ait Hintli, anarşist Proudhon, ortaklaşacı Marx, Lenin, Stalin tümü de İstenç, Mülkiyet, Özgürlük, Hak, Kişi, Birey kavramlarının bilgisinden yoksun olmada birleşir. Mülkiyet modern dönemde henüz Doğuya ve Doğuluya yabancı bir kavram ve realite olarak kalmayı sürdürür. Doğuda Bir özgür, ve nüfusun arta kalanı serf, kul ya da köledir. Genel olarak entellektüel de aynı despotik kültür içinde şekillendiği düzeye dek Mülkiyete düşmandır çünkü onda o olmayan, kendisi olmayan birşeyi, İstenci görür. Marxizmin ancak Doğunun engin despotik alanlarında bir tür gerçekleşme olanağı bulabilmesi Doğuda İstencin henüz bir realite olmamış olmasına bağlıdır.

Doğulu ancak özgür bireyin ahlaklı olabileceğini, ancak İstenci olan bir insanın Hakkı tanıyabileceğini, haksızlığı, suçu ve bütününde kötülüğü ancak onun bilebileceğini ve yadsıyabileceğini anlayamaz, çünkü Özgürlüğün gerçek bilincinden ve anlamından yoksundur. Despotik bilinç Mülkiyeti hırsızlık olarak, giderek bir suç olarak, genelde haksızlık olarak görür.

Batıda serflik düzeninde lordun mülkiyeti Hak üzerine değil, Zor ve Şiddet üzerine dayanıyordu. Gücün Hak olduğu öğretisi ancak Hakkın bilincinin doğması ile, Özgürlük ve İstencin yalnızca tikel bireylere ya da kümelere değil ama insan olarak insana özsel olduğunun bilinci ile geçerliğini yitirdi ve yerini aşamalı olarak Hakkın, Yasanın, Devletin egemenliği kavramına bırakma sürecine girdi. Ancak özgür Birey insan olmanın hakkını verebilir, gelişebilir. Bilim, Sanatlar, Ahlak doğuştan köleler için yalnızca dışsal şeylerdir.

Mülkiyet Şeyin İstencimin altında olmasını, 'benim' olma belirlenimini, bu tinselliği taşıdığını anlatır. Benim olan Şey ile dilediğimi yaparım — onu kullanırım, tüketirim, onunla yokederim ya da varederim, onunla sömürürüm ya da iyilikte bulunurum, onu yokedebilirim, satabilirim, armağan edebilirim, vb.

İstencimi herşey üzerine, tüm Şeyler üzerine yatırabilirim, herşey Mülkiyetim olabilir ve böyle olarak tanınabilir: Şeyler, düşünsel ürünler, yetenekler, yetiler, bedenim.

Ama İstencimin kendisine egemen olamam, onu devredemem, veremem, teslim edemem. Çünkü İstenç saltık olarak özgür olandır, bir Şey değildir.

Mülkiyet dolaysız bir İstenç-belirlenimidir, Ahlak ve Törellik belirlenimlerinin dolaylılığını gerektirmez, ve ahlaksal İstençten ve törel İstençten soyutlama içinde alınabilir.

Doğal bilinç (felsefi olmayan bilinç, Anlak, tasarımsal bilinç) mülkiyeti kendi dışındaki duyusal, fiziksel, giderek özdeksel şey olarak görür. Hiç kuşkusuz Mülkiyet Şey ile ilgilidir, üstelik bu Şey zorunlu olarak fiziksel olmasa da. Ama Şey kavramından Mülkiyet kavramını çıkarsayamayız. Mülkiyet özsel olarak bir Kavramdır, ve böyle olarak bilinçtedir. Mülkiyet bir tinselliktir. Mülkiyetin ortaya koyulması gibi, devredilmesi, paylaşılması, bağışlanması, ya da ortadan kaldırılması da bilinçte yer alır, çünkü tümü de İstenç belirlenimleridirler.

İstenç genel olarak özgürdür, ve bu soyut, dolaysız özgürlük içinde hiçbir sınır, saltık olarak hiçbir yasak tanımamak onun eşit ölçüde soyut Hakkıdır. Bu düzeye dek İstencin nesnesi olma olanağını taşımayan hiçbirşey yoktur. Giderek henüz bir İstenç olduğunun, özgür olduğunun bilincinde olmayan insanın kendisi bile Mülkiyet yapılabilir. Roma Ailesinde çocuklar babanın mülkiyeti idiler. Solon öncesi Atina'da borçlu yurttaşlar borçlarını ödemek için alacaklılara bedenlerini satıyorlardı.


Anamaldan yana olursanız Anamalcı (ya da 'Liberal') olursunuz. Emekten yana olursanız Sosyal-Demokrat (ya da Sosyalist) olursunuz. 
Kavram size yalnızca bunu söyler (çünkü bu nesneldir), hangisinden yana olmanız gerektiğini değil (çünkü bu özneldir). 
Doğru olanı Duyunç, Erdem, Türe, Us söyler.
Mülkiyet ve İstenç
Mülkiyetim olabilir ve olmalıdır, çünkü ilk olarak, eş deyişle kavramsal olarak buna yetenekliyimdir, ve Mülkiyetin ussal yanı budur. Mülkiyetin Gereksinim ile ilişkisi onun ikincil yanıdır: Mülkiyet bir Gereksinim sorunu değildir.

Mülkiyetin kendinde bir erek durumuna yükseltilmesi ne ussaldır, ne de haklı. Bu istek duyunçlu değildir, dürtüseldir, kendini bağımlı kılmak, istencin özgürlüğünü dürtünün zorunluğu ile değiştirmek, ve hırsın büyümesi ile orantılı olarak insan olma Niteliğini, insanlaşmayı engellemektir. Soyut Hak alanı Ahlak alanı değildir. İstencin dürtüsel, itkisel olarak, düşüncesiz olarak belirlendiği alandır.

Kapitalist olarak bilinen hırs karakteri bu nedenle de bilgisiz, duyarsız, giderek duyunçsuz ve değersiz kalır, özsel Nihilizmini dürtüsü ile, usdışı Güç İstenci ile örter. Mülkiyet kavramsal olarak İstencin ilk, dolaysız belirlenimidir. Ama yalnızca dolaysızdır ve 'dolaysızlığı' yalnızca bir soyutlamayı değil, ama duyunçsuzluk ve düşüncesizlik ile örtüşmeyi anlatır. İstenç bu dolaysızlık aşamasından Ahlak ve Törellik aşamalarına geçer. Bu geçişi yapmayan istenç kendi dolaysızlığını, Mülkiyet biçimini başkaları pahasına ileri sürer (Liberalizm). Onların Gereksinimlerine karşı, onların birer insan olarak gelişme Haklarına karşı ileri sürer. Bu Mülkiyet özgürlüğü ile ilgisiz ve sözcüğün tam anlamıyla insanlık dışı olandır. İstenç henüz Dürtünün tiranlığını yenebilmiş değildir.

Doğu hiçbir zaman Mülkiyet özgürlüğünü ve hakkını tanımadığı için Mülkiyete, genel olarak Özgürlüğe korku ile ve dolayısıyla düşmanlık ile baktı. Aynı zamanda Mülkiyetin sorumluluğunu üstlenmediği için ona bağlı aşırılıklardan bağışık kaldı. Doğu sorumsuzluğun suçsuzluğunu yaşadı. Mülkiyet bilinci Özgür İstencin bilincinin kazanılması ile doğar ve evrensel mülkiyet hakkının doğuşu tarihsel olarak yurttaş toplumunun oluşması ile aynı süreçtir. Doğunun Mülkiyet hakkını hiçbir moral olgunlaşma olmaksızın tanımasının sonucu bugün başlıca Çin ve Rusya'da görülen törel anomililerdir: Kleptokrasi ve Komünizm altında Kapitalizm.

 

Mülkiyet İstencinin doğuşu toplumun moral olgunlaşmasını beklemez. Özgürlük ilkin dolaysız, düşüncesiz, duyunçsuzdur. Bu duyunçsuzluk durumu modern dönemin başında Batıda (Avrupa'da ve ABD'de) egemendi. İngiltere'de küçük çocuklar bile yaşamları pahasına sömürülüyor, Burjuvazi en küçük bir ahlaksal nitelik taşımıyor, özdeksel Mülkiyeti insan yaşamlarının üzerinde görüyor, insanlar insan olduklarını bilmiyorlardı. Bugün tablo başka türlüdür. Mülkiyet hakkının saltık olmadığı, toplumsal olduğu anlaşılmakta, Evrensel İstenç kendi ürettiği Mülkiyetin bu toplumsal doğasının bilincine varmaktadır. Norveç'te Petrol kamu Mülkiyetidir. Vergiler % 90'lara dek varabilmektedir. Bütün Avrupa'da yaratılan Gönencin üçte biri üretken olmayan nüfus alanlarına (emeklilere, çocuklara, işsizlere, çeşitli toplumsal programlara vb.) döndürülmektedir, ve 2003 yılında 82 milyon Almandan her biri Ortak Gönençten yaklaşık €8,400 ($10,500) gibi bir pay almıştır. Üretimden çekilerek toplumsal desteğe ayrılan miktar Almanya'da €700 milyar ve bütün Avrupa'da hemen hemen €3 trilyon kadardır

Asya'da böyle birşey yoktur. Henüz özgürlük, insan değeri, insan onuru gibi şeylerin en küçük bir bilincini taşımayan Çin'de işsizlerin sayısı 175, ve henüz Kast ayrımını Anayasasında tanıyan Hindistan'da 100 milyon kadardır. Ve iki ülkede binlerce yıldır yaptıkları gibi toprak işlemekte olan toplam 375 milyon insan saati 5-10 kuruş olan işlerde çalışabilmek için kente göç fırsatını kollamaktadır. Bu sayı birarada ABD ve AB'in toplam işgüçlerinin üzerindedir. Ve bu Asya kültürlerinde nüfus artışı bütünüyle doğanın denetimindedir. 2005'te Çin'de 100.000 kadar ölümcül iş kazası olmuştur ve bütün Asya'da çalıştırılan çocukların sayısı 130 milyon kadardır. (KAYNAK).

Sorunun çözümü Mülkiyeti kaldırmak değildir, çünkü Mülkiyet hakkı yasaklanan insan aynı ilkellikler içinde kalmayı sürdürmenin yanısıra, hiçbir zaman moral bir varlık olmayı başaramayacaktır. Mülkiyetin İstencin ilk belirlenimi olarak alınması ölçüsünde, Mülkiyet Hakkını ortadan kaldırmak kavramsal olarak Özgürlüğün kendisini ortadan kaldırmaksızın olanaksızdır. Eğer Mülkiyet İstencin ilineksel bir belirlenimi olarak görülebilirse, o zaman onu Özgürlüğün bütününü yoketmeden ortadan kaldırmak olanaklıdır. Ama mantıksal bağıntı Mülkiyeti silmenin ona bağlı bütün bir Hak, Ahlak ve Törellik kategorilerinin de silinmesi sonucuna götürür. Mülkiyet İstencin ilk ve böylece daha sonraki açınım için temel belirlenimidir.

Jean-Jacques Rousseau / TOPLUMSAL SÖZLEŞME YA DA POLİTİK HAKKIN İLKELERİ   Jean-Jacques Rousseau / DU CONTRAT SOCIAL OU PRINCIPES DU DROIT POLITIQUE 
KİTAP BİR 
BÖLÜM IX
GERÇEK MÜLKİYET

Nasıl olur da cezalandırılabilir bir gasp yoluyla olmanın dışında bir insan ya da bir halk çok büyük bir toprağı ele geçirebilir ve bütün insanlığı ondan yoksun bırakabilir, çünkü tüm geri kalanlar böyle bir edim yoluyla doğanın onlara ortaklaşa verdiği oturacak yerlerden ve yiyeceklerden yoksun bırakılmaktadırlar?

Rousseau
LIVRE PREMIER
CHAPITRE IX
DU DOMAINE REEL

Comment un homme ou un peuple peut-il s’emparer d’un territoire immense et en priver tout le genre humain autrement que par une usurpation punissable, puisqu’elle ôte au reste des hommes le séjour et les aliments que la nature leur donne en commun?

Hegel / Tüze Felsefesi   Hegel / Philosophie des Rechts (1821)
§ 62 § 62
Yaklaşık bin beş yüz yıldır Hıristiyanlık yoluyla kişilik özgürlüğü serpilmeye başlamış ve insan soyunun küçük bir bölümü için evrensel ilke olmuştur. Ama mülkiyet özgürlüğü ise denebilir ki ancak dünden bu yana şurada burada ilke olarak tanınmaya başlamıştır. — Dünya Tarihinden bu örnek Tinin Özbilincinde ilerlemek için kullandığı zamanın uzunluğunu gösterebilir ve sanının dayançsızlığını yatıştırabilir.
Hegel
Es ist wohl an die anderthalbtausend Jahre, daß die Freiheit der Person durch das Christentum zu erblühen angefangen hat und unter einem übrigens kleinen Teile des Menschengeschlechts allgemeines Prinzip geworden ist. Die Freiheit des Eigentums aber ist seit gestern, kann man sagen, hier und da als Prinzip anerkannt worden. — Ein Beispiel aus der Weltgeschichte über die Länge der Zeit, die der Geist braucht, in seinem Selbstbewußtsein fortzuschreiten — und gegen die Ungeduld des Meinens.

Özel Mülkiyet

Kişinin birey olması Mülkiyet hakkının özel olmasının zeminidir. Ama Mülkiyet iyesinin tüzel Kişilik olması olgusunun kendisi aynı zamanda Mülkiyetin sınırsızca özel, kişisel olmasını önler. Yine, Mülkiyet özsel tanınma kıpısına gereksindiği ölçüde benzer olarak saltık değildir.

Mülkiyet yalnızca ona iye olanın değil, ama onu özel Mülkiyet olarak tanıyanların da bilincinde varolur. Bu düzeye dek özel mülkiyet evrensel tüzel istencin, kamunun denetimine baştan sona açıktır, vergilendirilebilir, el koyulabilir, kamulaştırılabilir, devletleştirilebilir. Burada evrensel ile karşıtlık içinde bireyselliğe saltık olarak sarılmakLiberalizmin, yalnızca soyut Hak alanında kalmak isteyen ve bunu saltık atomik bireyselliğin terimlerinde yapmak isteyen istencin belirlenimidir.

Mülkiyetin tüzel Kişiliğin hakkı olması zemininde, Mülkiyet evrensel tüzel Kişinin, Devletin mülkiyeti ve böylece en azından biçimsel olarak bütün bir toplumun Mülkiyeti yapılabilir. Ama Kişinin genel olarak bireysel, özel Mülkiyet hakkının olması kavramı karşısında, Mülksüzleştirilen Kişi bir Kişi olmaya, özgür olmaya son verir. Ortaklaşacılık (komünizm) bireysel istenci bütününde ortadan kaldırır: Bireyin Ahlaksal varoluşunu, Duyunç özgürlüğünü olduğu gibi politik yaşamını, kendi Yasalarını belirleme hakkını da siler. Özgürlük bilincinin geri alınamaz olması ölçüsünde, Devletleştirme ancak özgürlük bilincinin daha şimdiden varolmadığı kültürlerde olanaklıdır.

Liberalizmin kavramı Özel Mülkiyeti doğrulamada değil, saltıklaştırmada yatar. Bu düzeye dek, 'Liberalizm' Özgürlük ile ancak sınırlı olarak örtüşür, çünkü açıkça Ahlak ve Törellik alanları ile, giderek Devlet ile çelişki içindedir. Ortaklaşacılık Devleti sınırsızca büyütürken, buna karşı Liberalizmin mantığı onu bütünüyle silme eğilimindedir. ('Liberalizm' sözcüğü örtmece olarak kullanılır — Kapitalizm ayıbını örtmek için.)


Ortaklaşa Mülkiyet
Ortaklaşacılık genel olarak Mülkiyetin değil, özel Mülkiyetin kaldırılmasıdır. Böylece Mülkiyete bağlı belirlenimler Ortaklaşacılık altında da sürer. Ama bu kez kendini Mülkiyet olarak anlatan İstenç daha yüksek bir İstencin denetiminden bağışıktır, çünkü Mülkiyet iyesi olan Devletin kendisidir. Ortaklaşacılık, paradoksal olarak, kendisinden özgür olmayı istediği Mülkiyetin saltık denetimi altına girer.

Özel Mülkiyetin kaldırılmasının ancak İstenç özgürlüğünün bastırılması pahasına gerçekleşmesi ölçüsünde, kamulaştırma ancak Özgürlüğün henüz evrensel karakter olmadığı kültürlerde olanaklıdır. İstenç ancak özgür olmadığı yerde — böylece ancak varolmadığı yerde — bastırılabilir. Ortaklaşacılık bu yüzden hangi kültürlerde İstenç Özgürlüğünün bilinçlerde ve realitede olmadığını açığa serer.

Mülkiyetin tüzel kişinin belirlenimi olması onun kurumsal mülkiyet de olabilmesinin zeminidir (vakıf, dernek, Devlet). Ama kurumsallık mülkiyete kendi iç belirlenimlerine göre yaklaşır ve onu kendine özgü amaçlar uğruna kullanır. Bir İstenç olarak Devletin özel mülkiyet iyesi gibi davranması olanaklı, ama Kavramı ile uygun değildir. Anamal olarak Özel Mülkiyetin kavramı büyümektir, kârdır. Ama Devlet bir Şirket işlevini üstlenemez.

Özgürlüğün bilinçsizi kültürlerde de Özgürlük İstenci kendinde her zaman edimselleşme noktasında durur ve bunun için gereken tek şey Özgürlük bilincinin kazanılmasıdır. Kuram ve Kılgı birdir.
Stalin, Çelikten Ynsan

Eşitlik
Eşitlik bilindiği gibi Fransız Devriminin ilkelerinden biriydi (Liberté, Egalité, ve Fraternité). Ama bu ilke yalnızca evrensel olarak, yalnızca soyut olarak bildirilir, ve nedeeşitlik olduğunu anlatmaz. Buna karşı belirli Eşitlik Eşitliğin sınırlanması, şu ya da bu belirlenimde Eşitlik, tikel Eşitlik, ve böylece Eşitsizliğin doğrulanmasıdır. Özgürlük için de aynı şey geçerlidir, ve soyut Özgürlük, Anlak Özgürlüğü her belirlenimi olumsuzlar ve ne olursa olsun her belirlenime yanıtı onu ortadan kaldırmaktır. Belirlenimin olumsuzlama olması zemininde, Fransa'da bu Anlak Özgürlüğü, bu soyutlama fanatizmi ilkin Kralcıları, sonra Jirodinleri, sonra Herkesi Giyotine gönderdi. Sıradan Anlak böyle olguları açıklamak için belirli Bireyleri gösterir — örneğin Rousseau, Robespierre, ya da Napoleon, Lenin, Stalin, Hitler vb. Gene de, bireylerin hiçbir zaman Evrensel üzerinde böylesine ölçüsüz güçleri yoktur. Tersine, bu tür eylemlerin nedenini, güdüsünü İlkede, İdeanın kendisinde aramak gerekir. Eğer belirlenimsiz İlke sonuna dek götürülürse, Evrenselliği içinde herşeyi belirleyen saltık bir değere yükseltilirse, o zaman belirlenimsizi ortadan kaldıran her belirlenim, Eşitlik olarak Eşitliği, Özgürlük olarak Özgürlüğü sınırlayan her belirli Eşitlik, her belirli Özgürlük Evrenselin çiğnenmesi olarak, giderek saltık suç olarak görülür. Fransız Devriminde Robespierre'in Kamu Güvenliği Komitesi ve Devrimci Mahkemesi yaklaşık 40.000 kadar insanı giyotine gönderdi. Eşitlik bir Kavramdır ve Usun dizgesinde başka her kavram gibi vazgeçilmezdir. Sorun Eşitlik kavramında değil, ama onun ilkin soyutluğu, belirlenimsizliği içinde kavranışındadır.

Fraternité de İlkeden öteye geçmemiştir. Başkalarından ayrı olarak, Fransız Tini dünyadaki kardeşlerinden kardeşliğe hiç de yaraşır olmayan eylemlerini kardeşlik adına yapmada ayrılır. Kardeşliğin Tinin özsel olarak doğallıkbelirlenimi altında duran bir ilişkisi olduğunu, ussal bir bağın hiç kuşkusuz daha güvenilir olduğunu gösterir.


Hegel / Tüze Felsefesi   Hegel / Philosophie des Rechts (1821)
§ 46 § 46
Mülkiyette istencim benim için kişisel olarak ve böylece bireyin istenci olarak nesnelleştiği için, Mülkiyet Özel Mülkiyet karakterini kazanır; ve doğasına göre tekil olarak iye olunabilecek ortaklaşa Mülkiyet kendinde çözülebilir bir ortaklık belirlenimini kazanır ki, bunda benim payımın saptanması kendi için bir olumsallık sorunudur.
[Özel Mülkiyet.]

Platonik devlet düşüncesi kişiye karşı özel mülkiyete izin vermeme gibi bir haksızlığı genel ilke olarak alır. Malların ortaklığı, ve özel mülkiyet ilkesinin yasaklanması zemininde, dinsel ya da dostça ve giderek zoraki bir insan kardeşliği düşüncesi kendini tinin özgürlüğünün ve hakkın doğasını yanlış saptayan ve onları belirli kıpılarında göremeyen bir anlayışa kolayca sunabilir. Sorun üzerine ahlaksal ya da dinsel bakış açısını dikkate alırsak, Epikürüs şeylerin ortaklığı için böyle bir birlik kurmayı tasarladıkları zaman dostlarını durdurmuştu; tam şu nedenle ki, böyle bir birlik güvensizliği tanıtlayacak ve birbirlerine güvensizlik duyanlar ise dostlar olmayacaklardı (Diog[enes] Laert[ius] I, X, n. VI.).

Hegel
Da mir im Eigentum mein Wille als persönlicher, somit als Wille des Einzelnen objektiv wird, so erhält es den Charakter von Privateigentum, und gemeinschaftliches Eigentum, das seiner Natur nach vereinzelt besessen werden kann, die Bestimmung von einer an sich auflösbaren Gemeinschaft, in der meinen Anteil zu lassen für sich Sache der Willkür ist.

Die Idee des Platonischen Staats enthält das Unrecht gegen die Person, des Privateigentums unfähig zu sein, als allgemeines Prinzip. Die Vorstellung von einer frommen oder freundschaftlichen und selbst erzwungenen Verbrüderung der Menschen mit Gemeinschaft der Güter und der Verbannung des privateigentümlichen Prinzips kann sich der Gesinnung leicht darbieten, welche die Natur der Freiheit des Geistes und des Rechts verkennt und sie nicht in ihren bestimmten Momenten erfaßt. Was die moralische oder religiöse Rücksicht betrifft, so hielt Epikur seine Freunde, wie sie, einen solchen Bund der Gütergemeinschaft zu errichten, vorhatten, gerade aus dem Grunde davon ab, weil dies ein Mißtrauen beweise und [die,] die einander mißtrauen, nicht Freunde seien (Diog. Laër. I, X, n. VI).


Mülkiyet, Ahlak (Duyunç) ve Törellik
Özel mülkiyet kişinin özencine, böylece kötüye kullanıma açıktır. Özel mülkiyetin tanındığı durumlarda bu olumsallık ancak yasalar aracılığıyla denetim altına alınabilir, duyunç yoluyla değil. Özel mülkiyet ya da soyut Hak alanı Hegel'in dizgesinde Ahlak ve Törellik alanlarını önceler. Bunun anlamı dolaysız, soyut Hak olarak Mülkiyetin ilkin Ahlak ve Törellik belirlenimlerinden özerk olmasıdır. Mülkiyetin birincilliği ilkesi böylece ilk olarak Ahlak (Duyunç) ile çatışmaya girer. Ama Duyunç özneldir, etkisizdir, ve ahlaksal doğrunun etkili olabilmek için Yasa olarak Törellik alanında edimselleşmesi gerekir. Buna göre Mülkiyet ilişkileri hiçbir zaman öznel niyet düzleminde kurulmamalı ve yürütülmemeli, somut, toplumsal Törelliğin dış dünyasına, Tüze alanına çıkmalıdır. Yine, Mülkiyet belirleniminin Ahlak ve Törellik (Yasa) ile bu ilişkisi Mülkiyeti her durumda onlara altgüdümlü kılar: Mülkiyet hiçbir zaman saltık olarak denetimsiz bir belirlenim değildir ve arı, katıksız Liberalizm ancak imgelemin soyutlama boyutunda olanaklıdır. Duyuncun ve dolayısıyla Törelliğin gelişimi Mülkiyetteki özenç etmenini bastırır. Aslında onun üzerindeki yargıç ve güç olarak onu sonsuz olarak kısıtlayabilir, giderek Devletin değil ama Kişilerin evrensel-ussal İstencine altgüdümlü kılabilir.

Jean-Jacques Rousseau /
İNSANLAR ARASINDAKİ EŞİTSİZLİĞİN KÖKENİ VE TEMELLERİ ÜZERİNE SÖYLEM (1754) 
  Jean-Jacques Rousseau /
DISCOURS SUR L’ORIGINE ET LES FONDEMENTS DE L’INEGALITE PARMI LES HOMMES
İKİNCİ BÖLÜM 
...
İnsanlar kırsal kulübeler ile yetindikleri sürece, kendilerini deriden giysilerini dikenlerle ya da kılçıklarla dikmeye, kendilerini tüyler ve deniz kabukları ile süslemeye, bedenlerini çeşitli renklerle boyamaya, yaylarını ve oklarını eksiksizleştirip bezemeye, keskin taşlarla balıkçı kanoları ya da kaba müzik aletleri yapmaya sınırladıkları sürece, tek bir sözcükle, kendilerini tek bir insanın kendi başına yapabileceği işlere ve birçok elin birlikteliğini gerektiren sanatlara vermedikleri sürece doğalarının izin verdiği ölçüde özgür, sağlıklı, iyi ve mutlu yaşamlar yaşadılar ve aralarında bağımsız ilişkinin tatlılığından haz duymayı sürdürdüler. Ama bir insanın bir başkasının yardımına gereksindiği andan, yalnız bir insanın iki kişilik erzaka iye olmasının yararlı olduğunun ayrımsanmasından başlayarak eşitlik yitti,mülkiyet getirildi, emek zorunlu oldu ve engin ormanlar gülümseyen tarlalara dönüştürüldüler ki, bunların insanların teri ile sulanması gerekti ve onlarda çok geçmeden ekinlerle birlikte köleliğin ve sefilliğin de tomurcuklanıp büyüdükleri görüldü.
...

Toprağın ekilmesini zorunlu olarak onun bölünmesini getirdi; ve mülkiyeti, bir kez tanınır tanınmaz, ilk türe kuralları izledi ...

...
Çiftçiye işlediği toprağın ürünleri için hak vererek sonuçta ona onları üreten toprak üzerinde de hiç olmazsa hasada dek ve böylece yıldan yıla bir hak veren şey yalnızca emektir; ve bu sürekli bir iyelik oluşturduğu için, kolayca mülkiyetedönüşür.

Rousseau
SECONDE PARTIE
...
Tant que les hommes se contentèrent de leurs cabanes rustiques, tant qu’ils se bornèrent à coudre leurs habits de peaux avec des épines ou des arêtes, à se parer de plumes et de coquillages, à se peindre le corps de diverses couleurs, à perfectionner ou à embellir leurs arcs et leurs flèches, à tailler avec des pierres tranchantes quelques canots de pêcheurs ou quelques grossiers instruments de musique, en un mot tant qu’ils ne s’appliquèrent qu’à des ouvrages qu’un seul pouvait faire, et qu’à des arts qui n’avaient pas besoin du concours de plusieurs mains, ils vécurent libres, sains, bons et heureux autant qu’ils pouvaient l’être par leur nature, et continuèrent à jouir entre eux des douceurs d’un commerce indépendant: mais dès l’instant qu’un homme eut besoin du secours d’un autre; dès qu’on s’aperçut qu’il était utile à un seul d’avoir des provisions pour deux, l’égalité disparut, la propriété s’introduisit, le travail devint nécessaire et les vastes forêts se changèrent en des campagnes riantes qu’il fallut arroser de la sueur des hommes, et dans lesquelles on vit bientôt l’esclavage et la misère germer et croître avec les moissons.

De la culture des terres s’ensuivit nécessairement leur partage, et de la propriété une fois reconnue les premières règles de justice ... 

...
C’est le seul travail qui donnant droit au cultivateur sur le produit de la terre qu’il a labourée, lui en donne par conséquent sur le fond, au moins jusqu’à la récolte, et ainsi d’année en année, ce qui faisant une possession continue, se transforme aisément en propriété.

     
...
Son olarak, doymak bilmez tutku, kendi servetini arttırma hırsı, gerçek bir gereksinimden olmaktan çok kendini başkalarının üzerine çıkarma isteğinden doğarak, tüm insanlarda birbirlerine karşılıklı olarak zarar vermek için karanlık bir eğilimi, gizli bir kıskançlığı esinlendirir ki, bu vuruşunu daha büyük bir güvenlik içinde yapabilmek için sık sık iyilikseverlik maskesini taktığı için daha da tehlikelidir; tek bir sözcükle, bir yanda yarışma ve hasımlık, öte yanda karşıt çıkarlar ve her zaman kendi kârını başkaları pahasına yapmak için gizli bir istek, tüm bu kötülükler mülkiyetin ilk etkileri ve doğmakta olan eşitsizliğe eşlik eden ayrılmaz geçit koludur.

...
Toplumun ve yasaların kökeni böyleydi, ya da böyle olmuş olmalıdır. Bunlar zayıflara yeni zincirler ve varsıllara yeni güçler sağladılar, doğal özgürlüğü geri alınamayacak bir yolda yokettiler, mülkiyet ve eşitsizlik yasasını sonsuza dek yerleştirdiler, becerikli bir gasbı geri alınamaz bir hakka çevirdiler, ve bir kaç hırslı insanın kârı için o günden bu yana tüm insan soyunu emek, kölelik ve sefilliğe mahkum ettiler.

...
bir doğa durumunda hemen hemen varolmayan eşitsizlik gücünü ve artışını yetilerimizin gelişmesinden ve insan anlığının ilerlemesinden türetir ve sonunda mülkiyet ve yasaların kurulması yoluyla sağlamlaşır ve meşrulaşır. Ayrıca şu çıkar ki, yalnızca pozitif hak tarafından aklanan ahlaksal eşitsizlik aynı oranda fiziksel eşitsizlik ile birlikte olmadığı her durumda doğal hakka aykırıdır — bir ayrım ki, bu bakımdan tüm uygar halklar arasında hüküm süren eşitsizlik türü hakkında ne düşüneceğimizi yeterince belirler, çünkü bir çocuğun bir yaşlıya buyruklar vermesi, bir budalanın bilge bir insana yol göstermesi, ve açlıktan ölen kalabalıklar yaşam zorunluklarından yoksunken bir avuç insanın kendilerini gereksiz şeylerle tıka basa doyurmaları, nasıl tanımlanırsa tanımlansın, açıkça tüm Doğa Yasasına aykırıdır.

...
Enfin l’ambition dévorante, l’ardeur d’élever sa fortune relative, moins par un véritable besoin que pour se mettre au-dessus des autres, inspire à tous les hommes un noir penchant à se nuire mutuellement, une jalousie secrète d’autant plus dangereuse que, pour faire son coup plus en sûreté, elle prend souvent le masque de la bienveillance; en un mot, concurrence et rivalité d’une part, de l’autre opposition d’intérêt, et toujours le désir caché de faire son profit aux dépens d’autrui, tous ces maux sont le premier effet de la propriété et le cortège inséparable de l’inégalité naissante.

...
Telle fut, ou dut être, l’origine de la société et des lois, qui donnèrent de nouvelles entraves au faible et de nouvelles forces au riche,18 détruisirent sans retour la liberté naturelle, fixèrent pour jamais la loi de la propriété et de l’inégalité, d’une adroite usurpation firent un droit irrévocable, et pour le profit de quelques ambitieux assujettirent désormais tout le genre humain au travail, à la servitude et à la misère.

...
que l’inégalité, étant presque nulle dans l’état de nature, tire sa force et son accroissement du développement de nos facultés et des progrès de l’esprit humain et devient enfin stable et légitime par l’établissement de la propriété et des lois. Il suit encore que l’inégalité morale, autorisée par le seul droit positif, est contraire au droit naturel, toutes les fois qu’elle ne concourt pas en même proportion avec l’inégalité physique; distinction qui détermine suffisamment ce qu’on doit penser à cet égard de la sorte d’inégalité qui règne parmi tous les peuples policés; puisqu’il est manifestement contre la Loi de Nature, de quelque manière qu’on la définisse, qu’un enfant commande à un vieillard, qu’un imbécile conduise un homme sage, et qu’une poignée de gens regorge de superfluités, tandis que la multitude affamée manque du nécessaire


Hegel / Tüze Felsefesi   Hegel / Philosophie des Rechts (1821)
§ 44 § 44
Kişinin tözsel ereği olarak her Şeye istencini yatırma ve bu yolla onu kendinin yapma hakkı vardır, çünkü Şeyin kendinde böyle bir ereği yoktur ve belirlenim ve ruhunu kişinin istencinden elde eder — insanın tüm Şeyler üzerindeki saltık edinim hakkı.

Dolaysız tekil Şeylere, kişisel-olmayana bağımsızlık ve gerçek kendi-için-varlık ve kendi-içinde-varlık anlamında olgusallık yükleyen sözde felsefe, ve yine tinin gerçekliği bilemeyeceği ve kendinde Şeyin ne olduğunu bilmediği inancasını ileri süren felsefe* özgür istencin bu Şeylere karşı tutumu tarafından dolaysızca çürütülür. Eğer bilinç için, sezgi ve tasarım için o sözde dışsal şeyler bağımsızlık görünüşü taşıyorlarsa, o zaman buna karşı özgür istenç böyle bir edimselliğin idealizmi, onun gerçekliğidir.

[*Bu Kant'ın felsefesidir.]

Hegel
Die Person hat das Recht, in jede Sache ihren Willen zu legen, welche dadurch die meinige ist, zu ihrem substantiellen Zwecke, da sie einen solchen nicht in sich selbst hat, ihrer Bestimmung und Seele meinen Willen erhält, — absolutes Zueignungsrecht des Menschen auf alle Sachen

Diejenige sogenannte Philosophie, welche den unmittelbaren einzelnen Dingen, dem Unpersönlichen, Realität im Sinne von Selbständigkeit und wahrhaftem Für- und Insichsein zuschreibt, ebenso diejenige, welche versichert, der Geist könne die Wahrheit nicht erkennen und nicht wissen, was das Ding an sich ist, wird von dem Verhalten des freien Willens gegen diese Dinge unmittelbar widerlegt. Wenn für das Bewußtsein, für das Anschauen und Vorstellen die sogenannten Außendinge den Schein von Selbständigkeit haben, so ist dagegen der freie Wille der Idealismus, die Wahrheit solcher Wirklichkeit.

§ 45

Birşeyi kendi dışsal gücüm altına almam İyeliği oluştururken, durumun tikel yanı, birşeyi doğal gereksinim, dürtü ve özenç dolayısıyla kendimin yapmam ise İyelikteki tikel çıkardır. Ama özgür istenç olarak kendim için İyelikte nesnel ve böylelikle ilkin edimsel istenç olmam yanı iyelikte gerçek ve tüzel olanı, Mülkiyet belirlenimini oluşturur.

Mülkiyete iye olmak, eğer gereksinim birincil öneme yükseltilmişse, gereksinim açısından bir araç olarak görünür; ama gerçek konum ise, özgürlük bakış açısından, özgürlüğün ilk belirli-varlığı olarak Mülkiyetin kendi için özsel erek olmasıdır.

[İyelik ve Mülkiyet]

 

§ 45

Daß Ich etwas in meiner selbst äußeren Gewalt habe, macht den Besitz aus, so wie die besondere Seite, daß Ich etwas aus natürlichem Bedürfnisse, Triebe und der Willkür zu dem Meinigen mache, das besondere Interesse des Besitzes ist. Die Seite aber, daß Ich als freier Wille mir im Besitze gegenständlich und hiermit auch erst wirklicher Wille bin, macht das Wahrhafte und Rechtliche darin, die Bestimmung des Eigentums aus.

Eigentum zu haben, erscheint in Rücksicht auf das Bedürfnis, indem dieses zum Ersten gemacht wird, als Mittel; die wahrhafte Stellung aber ist, daß vom Standpunkte der Freiheit aus das Eigentum, als das erste Dasein derselben, wesentlicher Zweck für sich ist.

§ 62

...
Yaklaşık bin beş yüz yıldır Hıristiyanlık yoluyla kişilik özgürlüğü serpilmeye başlamış ve insan soyunun küçük bir bölümü için evrensel ilke olmuştur. Ama mülkiyet özgürlüğü ise denebilir ki ancak dünden bu yana şurada burada ilke olarak tanınmaya başlamıştır. — Dünya Tarihinden bu örnek Tinin Özbilincinde ilerlemek için kullandığı zamanın uzunluğunu gösterebilir ve sanının dayançsızlığını yatıştırabilir.

[Mülkiyet özgürlüğünün tarihteki süreci. Çin, Hindistan, Mısır, Roma, Osmanlı İmparatorluğu, vb. gibi kültürlerde özel mülkiyet ne biçimde ve ölçüde bulunuyor?]

§ 62

...
Es ist wohl an die anderthalbtausend Jahre, daß die Freiheit der Person durch das Christentum zu erblühen angefangen hat und unter einem übrigens kleinen Teile des Menschengeschlechts allgemeines Prinzip geworden ist. Die Freiheit des Eigentums aber ist seit gestern, kann man sagen, hier und da als Prinzip anerkannt worden. — Ein Beispiel aus der Weltgeschichte über die Länge der Zeit, die der Geist braucht, in seinem Selbstbewußtsein fortzuschreiten — und gegen die Ungeduld des Meinens.
§ 63
§ 63
Feodal kiracının mülkiyetinin ayırdedici özelliği kiracının yalnızca kullanımın sahibi olmasıdır, Şeyin değerinin değil.

[Anahatlarda Feodalizm üzerine bir bölüm.]

  Der Lehnsträger hat den Unterschied in seinem Eigentum, daß er nur der Eigentümer des Gebrauchs, nicht des Werts der Sache sein soll.

John Locke / Hükümet Üzerine İki İnceleme 
  John Locke / Two Treatises of Government (1690)

BÖLÜM V
MÜLKİYET ÜZERİNE

Chapter V
OF PROPERTY

Kesim 27. Toprağın ve tüm alt yaratıkların tüm insanlara ortak olmalarına karşın, gene de her insanın kendikişiliğinde bir mülkiyeti vardır: Buna kendisinden başka hiç kimsenin hakkı yoktur. Bedeninin emeği ve ellerinin işi,diyebiliriz ki, sözcüğün asıl anlamında onundur. O zaman doğanın sağlamış olduğu durumdan ne çıkarır ve onu orada bırakırsa, emeğini onunla karıştırmış ve ona kendisinin olan birşey katmıştır, ve böylelikle onu mülkiyeti yapar. Onun tarafından doğanın onu içine yerleştirmiş olduğu ortak durumdan uzaklaştırılmış olmakla, bu emek yoluyla ona eklenmiş ve başka insanların ortak hakkını dışlayan birşey taşır; çünkü bu emek emekçinin sorgulanamaz mülkiyeti olduğu için, bir kez katılmış olana ondan başka hiç kimsenin hakkı olamaz, en azından başkaları için ortaklaşa bırakılanın yeterli ve iyi olduğu yerde. 

[Buna göre hiç kimse kendi Emeği ile ürettikleri dışında birşeyin Mülkiyetini alamaz. John Locke Mülkiyeti dolaysızca bedensel olanla ve böylece Emek ile ilişki içinde görür. Bir Şey ancak bedensel Emek ile "karışırsa" Mülkiyet olur, Mülkiyetin kaynağı Emektir. Bu durumda Proudhon ağzının açamayacaktır. Gerçekte bu görgücü, giderek özdekçi çözümleme İstenci bütünüyle gözardı eder.]

Sect. 27. Though the earth, and all inferior creatures, be common to all men, yet every man has a property in his own person: this no body has any right to but himself. Thelabour of his body, and the work of his hands, we may say, are properly his. Whatsoever then he removes out of the state that nature hath provided, and left it in, he hath mixed his labour with, and joined to it something that is his own, and thereby makes it his property. It being by him removed from the common state nature hath placed it in, it hath by this labour something annexed to it, that excludes the common right of other men: for this labourbeing the unquestionable property of the labourer, no man but he can have a right to what that is once joined to, at least where there is enough, and as good, left in common for others.

Kaynak.


Mülkiyet ve İstenç
İnsanın Hakkı sonsuzdur — çünkü İstenç özgürdür, hiçbirşey onun 'benim'i karşısında saltık olarak ona kapalı, ona yasak olamaz, tersine herşeyde Kendini, kendi belirlenimini, kendi İstencini bulmalıdır. Özgürlük dışsal Başkalıkta da Benin kendi kendisi ile karşı karşıya kalmasıdır, ama ancak bu dışsallığın Ben tarafından dolaylı kılınması ölçüsünde. Dolaysız Doğa karşısında bir Özgürlük sorunum yoktur. Özgürlüğün özsel olarak tinsel bir düzlemde işlemesi ölçüsünde, dışsal Doğa karşısında Özgürlüğüm ancak bu dışsallığın tinselleştirilmesi ile, onda benim Hakkımın da tanıması ile, onun benim Mülkiyetim olarak tanınması ile olanaklıdır.

İstenç kendini ilk olarak bütün bir dışsal (özdeksel ve tinsel) dünya üzerinde iyelik hakkı biçiminde gösterir: Herşey insanın iyeliğinde olabilir. Mülkiyetin İyelikten ayrımı bu İyeliğin 'benim' olarak tanınmasıdır. İnsanın tüm Şeyleri istemeye yetenekli olduğunu Tarih başından bu yana görgül olarak sergilemiştir.

Mülkiyet ve Kişi 
Mülkiyet İyelikten daha çoğudur. Tüzeldir, e.d. 'benim' olarak tanınır. Mülkiyet yalnızca İstencin dışsal Şeyi nesne alması değildir. Birşeyi almam, kullanmam, giderek iyeliğini edinmem, ona benim demem Mülkiyet için yeterli değildir. Mülkiyet benim istencimin Şey üzerinde 'benim istencim' olarak tanınmasıdır. Mülkiyet ilişkisine Kişi olarak, benzer olarak Kişilerolan başkaları ile ilişki içinde girerim, çünkü Kişi tüzeldir, Hakkı vardır, ve bu hak tanınan bir haktır. Hak söz konusu olduğunda, Köle bir Kişi değildir. Kişi herşeye Mülkiyet olarak davranabilir, ama Kişiliğine karşı değil. Bedensel ya da tinsel Emek İşgücü olarak, bir Mülkiyet olarak devredilebilir (satılabilir, kiralanabilir), ama Kişi, salt Kişi olduğu için, onu Kişi yapan Özgürlüğünü devredemez.

 


Anarşizm

Anarşizm suçun ve kötülüğün kaynağını Devlette ve yapay kurumlar olarak gördüğü yasalarda ve düzenlemelerde bulur, ve gerçekten de Devlet ve Yasalar olmaksızın Suç olamaz, çünkü Ceza da olamaz.

Yine, Anarşizm Mülkiyeti hırsızlık olarak görür, ve hırsızlığın, suçun engellenmesi için onun nedeninin, Mülkiyetin kaldırılması gerektiği vargısını çıkarır. Mülkiyetin, özellikle Paranın kötülüklere zemin olduğu doğrudur, ama Haksızlığının ve Suçun kökenini insandan başka bir etmene bağlayan bir bakış açısı insanı özgür bir varlık olarak görmez. Mülkiyeti insan istencinin bir belirlenimi olarak değil ama özerk bir varlık olarak görmek onu fetişleştirmek, insanı denetleyen bir tür dışsal güç gibi görmektir. Doğal bilinç sürekli olarak bu yanılgı içindedir. Mülkiyeti yasaklamak hiç kuşkusuz hırsızlığı önler, ama hırsızlık eğilimini değil. Bu eğilimi taşıyanların moral olarak özgür oldukları söylenemez.

Mülkiyetin hırsızlık olduğu görüşü ondaki tanınma öğesini gözardı eder.

Mülkiyetin insan üzerindeki denetimi dışarıda değil ama içeridedir, onun kendi istekleri, hırsları, eğilimleridir. Moral Özgürlükkendini tam olarak böyle dürtülere karşı çıkabilmede gösterir. Dolaysız Hak Özgürlüğün ilk, soyut belirlenimidir. Ama Özgürlüğün doğası gelişmektir, ve Duyunç Özgürlüğünden, doğruyu ve eğriyi, iyiyi ve kötüyü ayırdetme yetisinden söz ederiz. Duyunç özgürdür deriz, saltık olarak özgürdür çünkü en içseldir, hiçbir zorlama altına alınamaz. Giderek duyunçsuzluk dediğimiz şey bile duyuncun zorlanmasını değil ama kabalığını, hamlığını anlatır. En duyunçsuz insanda bile, eğer insan ise, bu yeti bulunur — yetersiz açınmışlığı içinde. Ama Duyuncun içselliği onu öznelliğe sınırlar ve öznellik nesnel dünyada güçsüzlüğü anlatır. Duyunç Özgürlüğün açınımının son noktası değildir.

Mülkiyet her durumda dışlayıcı bir yan taşır, onu tanıyan, istencinde ondan dışlandığını onaylayan bir 'başka'sını gerektirir. Anarşizmin Mülkiyeti hırsızlık olarak görmesi bu dışlanma etmenine bağlıdır. Herşeyin özel Mülkiyet olabildiği ve olduğu yurttaş toplumunda bireysel mülkiyet istenci kamusal mülkiyet alanı dışında bütün bir realiteden dışlanır, ve sonunda mülkiyetini bütünüyle yitirdiği zaman varoluş alanını da bütünüyle yitirir, Kişi olmaya son verir ve sokağa düşer. Gönenç Devletinin buna karşı önlemler almış olması istencinde silinmiş bireyi yalnızca fiziksel olarak yaşamda tutmaya yarar.


Mülkiyet ve Kötülük
Mülkiyet bir istenç belirlenimi olduğu ölçüde bağımsız bir kötülük kaynağı olarak görülemez. Mülkiyete bağlı tüm kötülükler bağımsız bir nesnenin özellikleri değil, ama insanın kendisinin kötülükleridirler ve ortadan kaldırılmaları en sonunda dışsal düzenlemelere (yasalara) değil, ama insanın moral büyümesine, özgürlük bilincini tam olarak kazanmasına bağlıdır. Ancak tutkuları ile barış içinde olan insan özgürdür. Duyunç özgürlük içinde gelişebilir ve Mülkiyeti kaldırmak Duyunç hamlığını kaldırmaz. Yalnızca insan ilkelliğini bastırmaya, böylece gizlemeye yarar.

Mülkiyet İstencin yalnızca dolaysızbiçimidir ve böyle olarak henüz Duyuncun değil ama dürtüsel eğilimlerin (hırs, açgözlülük) denetimindedir. Burjuvaziyi bir sınıf olarak değersizleştiren ve kendi gözünde bile küçük düşüren zemin budur. Mülkiyetin insana egemen olması, kötülük kaynağı olması bu dolaysız biçime eşlik eden belirlenimlerin kendilerinin dolaysız ya da doğal olmalarına bağlıdır. Öte yandan Mülkiyetin duyuncun denetiminde olabilmesi bilinen bir olgudur, ve tarih Anamalı ilke yapmayan, giderek buna izin vermeyen kültürlerin örnekleri ile doludur (Sparta başta olmak üzere bütün Yunan kent-devletleri, tek Tanrılı dinler, Roma İmparatorluğu, Osmanlı İmparatorluğu). Ama bu durumda bile Mülkiyet kavramı Evrensel Hak kavramı ile, İnsanın Hakkının bütün bir varoluş olması olgusu ile çelişir. Anamalcılık yalnızca anamala bağlı bir bilinç biçimi değildir. Anamalcılık anamalın saltıklaştırılmasıdır. Ama böyle birşey edimsel olarak varolamaz. Bu düzeye dek anamalcılık anamala genellikle insan değerlerinin üstünde değer veren tutumu anlatır.

 

Mülkiyetin Ortadan Kaldırılması
Mülkiyetin sık sık kötülüklerin birincil nedeni olarak görülmesi Mülkiyetin bütün bir nesnel tin dizgesinin ilk kavramı olması ve böylece bütün bir İstenç belirlenimleri alanını daha şimdiden gizil olarak kendi içinde kapsaması olgusuna bağlıdır. Mülkiyet Paranın, Yurttaşın, Yasanın ve Mahkemenin, Suç ve Cezanın, Türesizliğin, kısaca Devletin saltık öncülüdür. İnsanın bu belirlenimler olmaksızın varolabilmesi bu belirlenimlerin dışsal olarak silinmelerini (Anarşizm, Sosyalizm ya da Komünizm) değil, ama ortadan kaldırılmalarını gerektirir — onların gerisine dönmeyi değil, ama ötelerine geçmeyi. Dışsal çözüm — Mülkiyetin ortaklaşacı biçimi — sürekli olarak insan Tininin gelişim dürtüsüne karşı, Tinin henüz kör özgürlük itkisine karşı savaşmak, ve sürekli olarak yenilmek zorundadır. Çünkü Tin — Us olarak ve İstenç olarak — Tarihteki saltık güçtür. Buna karşı Devletten kurtulmak ya da onun gereksizleşmesi onun bütün bir Dünya Tini için tamamlanmış olmasını gerektirir. Yasa olmaksızın ve gene de uygarca ve özgürce yaşayabilmek ancak insanın eksiksiz eğitimi, özsel doğasının Kavrama uygun gerçekleşmesi üzerine olanaklıdır. İnsanın gerçek durumu Doğa Durumu değil, Tin Durumudur.

Kavramsal Çözümleme
Bu tür çözümlemeler durumunda doğal bilinç kavramsal ve reel bağıntıları (Logos) anlamadığı için kolayca çözümlemenin Mülkiyeti (ya da başka birşeyi) aklamakla ilgilendiği duygusuna kapılır. Bu gereksizdir. Felsefi çıkarsama moral bir aklama değil, ama kuramsal bir aklamadır, ve bir kötülüğün ya da iyiliğin, doğrunun ya da eğrinin zorunlu varoluşunu çıkarsamak onuanlamak, bilmek demektir. Eğer işlerin durumunu düzelmek gerekliyse, bu ancak o zaman, ancak doğru bir kuram üzerine olanaklı olabilir. Doğru bir kuram doğru bir kılgı için zorunludur. Ve yanlış bir düşüncenin eylemde nelere yol açacağını o bilincin kendisi hiçbir zaman öngöremez.

Duyunç ve Törellik Üzerine Ön-Not
İnsan özgürlüğü tam olarak dürtülerin, eğilimlerin gücüne karşı çıkabilmede, doğru olanı görebilme ve yapabilmede kendini gösterir. Duyunç saltık olarak özgürdür çünkü hiçbir fiziksel, bedensel şiddet altına alınamaz. Ama duyguların şiddeti altına alınabilir, sık sık tutkuya, insanın düşünmeyen, doğal yanına yenik düşer.

Sonsuz, özgür Duyuncun bu ilişkisi tam olarak onu sonlu, salt öznel yapan yanıdır. Duyunç her zaman karşıtı ile, eğilim, dürtü, tutku ile koşulludur. Böylece duyuncun Hakkı dolaylı haktır, Ahlak alanıdır. Törellik duyunç tarafından doğrulanmış İstencin alanı olarak Ahlakın bu dolaylılığının ortadan kaldırılması, Hakkın bir kez daha kendi-için-varlığını bulması, edimselleşmesidir. Törellik alanı edimsel özgürlük alanıdır.


Aristoteles / Politika     

KİTAP I - IV

 

Aristoteles
Mülkiyet ev donatımının bir parçasıdır, ve mülkiyet kazanma sanatı evi yönetme sanatının bir parçasıdır, çünkü hiçbir insan gerekli şeylerle donatılı olmadıkça iyi yaşayamaz, aslında hiçbir biçimde yaşayamaz.

 


Mülkiyet ve Gereksinim

Yunan yurttaşları Mülkiyetsiz, Anamalsız bir toplum içinde varolmadılar. Romalılar ve Osmanlılar da. Ama Mülkiyet ve Anamal varoluşlarında hiçbir zamanbirincil değer olmadı. Ve en parlak evrelerinde varoluşlarını değerli kılan şeyler Erdem, İnanç, Güzel Sanatlar, Felsefe gibi saltık tinsel değerlerdi. Salt dolaysız İstenci birincil kılmak, salt özdeksel Mülkiyeti varoluşun odağı yapmak varoluşu anlamsızlaştıran ve değersizleştiren şeydir. Varoluşçu felsefeci bunun bilincindeyken anamalcı değildir.

Mülkiyet salt Mülkiyet olarak alındığında Aristoteles'in anlatımında olandan daha öte bir imlem taşımaz: Şeylere gereksinirim, onları kullanırım, tüketirim, ve başkaları bunu Hakkım olarak tanırlar. Ama bu suçsuzluğuna karşın Mülkiyet sonsuz kötülüğün kaynağı olarak görünür, çünkü insan İstencinden ayrı birşey gibi, ondan bağımsız, kendi başına varolan ve davranan birşey gibi, kendi İstenci olan bir fetiş gibi görülür. Mülkiyet hırsızlık yapmaz, insan yapar; onu başkaları üzerinde üstünlük, sömürü, denetim aracı olarak kullanan yine insan İstencidir. Mülkiyet kaldırıldığı zaman hiç kuşkusuz onunla ilgili tüm Haksızlıklar da ortadan kalkar. Ama insan doğası kötülüğün ötesine geçmiş, iyileşmiş olmaz. Mülkiyet ile birlikte İnsan İstencinin de ortadan kaldırılması onun deneyimini, eğitimini, kendini tanımasını önler. İnsan kendi doğasını ancak onu deneyimleyerek, onu yaşayarak tanır. İstencin bastırılması onun eğitiminin bastırılması, büyümemiş kalmasının güvencesidir.


Mülkiyetin Ussallığı
Mülkiyetin ussallığı doğal bir Şeyi mülkiyet yapmakla ona kendi tinselliğimi, istencimi, kavramımı yüklemiş olmamdır. Bir Şeye salt Şey olarak yaklaşmak hayvana özgüdür. İnsan Şeyi doğallığı içinde bırakmaz ve ona İstencini yükler, ona düşünsel bir belirlenim verir. Bu Mülkiyette ussal olan yandır.

Gerçekte Şey bununla kendinde herhangi birşey kazanmış olmaz. Ama başkaları tarafından 'benim' olarak tanınır. Mülkiyet bir tin ya da tinselliktir, yalnızca bilinçlerde vardır. Şey ve insan arasındaki ilişki doğal olabilir. İnsan şeyi yalnızca tüketebilir. Ama ona bir kültür verebilir, onu tinselleştirebilir, onu Mülkiyet yapabilir. Benzer olarak, insanın bir hayvana hayvan olarak bakmak yerine ona tapınması da doğal davranıştan tinsel davranışa geçiştir. Aptallık doğaya değil, insana, düşünen varlığa özgüdür. Ama insanın hayvanın, yontunun, taş toprağın tapınmaya değer olmadığını anlaması için ilkin gerçekten gerçek Değer olanın bilincini üretmesi gerekir.


Hegel / Tüze Felsefesi
  Hegel / Philosophie des Rechts (1821)
§ 41 § 41
Ek. Mülkiyetin ussallığı gereksinimlerin doyumunda değil, ama Kişiliğin yalın öznelliğinin kendini ortadan kaldırmasında yatar. İlkin Mülkiyettedir ki Kişi us olarak vardır.

Zusatz. Das Vernünftige des Eigentums liegt nicht in der Befriedigung der Bedürfnisse, sondern darin, daß sich die bloße Subjektivität der Persönlichkeit aufhebt.

§ 49   § 49
Dışsal şeylerle ilişki içinde ussal yan mülkiyete iye olmamdır; tikel yan ise öznel erekleri, gereksinimleri, özenci, yetenekleri, dış koşulları vb. kapsar.

... kişiler kişilikleri açısından eşittirler. Ama bu boş bir geneleme önermesidir; çünkü kişi soyut birşey olarak henüz tikelleşmiş ve belirli ayrımı içinde koyulmuş birşey değildir. — Eşitlik soyut Anlak özdeşliğidir ki derin düşünce ve böylelikle genel olarak entellektüel sıradanlık bir birliğin ayrım ile bağıntısı karşısında kaldığı zaman ilk olarak buna sarılır. Burada Eşitlik yalnızca genel olarak soyut kişilerin Eşitlikleri olabilir ve tam bu yüzden iyeliği ilgilendiren herşey, bu Eşitsizlik alanı, onun dışına düşecektir.

Ek. ... insanlar hiç kuşkusuz eşittirler, ama yalnızca Kişiler olarak, eş deyişle iyeliklerinin kaynağı açısından. Buna göre, her insanın mülkiyeti olmalıdır.

Hegel
Im Verhältnisse zu äußerlichen Dingen ist das Vernünftige, daß Ich Eigentum besitze; die Seite des Besonderen aber begreift die subjektiven Zwecke, Bedürfnisse, die Willkür, die Talente, äußere Umstände usf.

In der Persönlichkeit sind die mehreren Personen ... gleich. Dies ist aber ein leerer tautologischer Satz; denn die Person ist als das Abstrakte eben das noch nicht Besonderte und in bestimmtem Unterschiede Gesetzte. — Gleichheit ist die abstrakte Identität des Verstandes, auf welche das reflektierende Denken, und damit die Mittelmäßigkeit des Geistes überhaupt, zunächst verfällt, wenn ihm die Beziehung der Einheit auf einen Unterschied vorkommt. Hier wäre die Gleichheit nur Gleichheit der abstrakten Personen als solcher, außer welcher eben damit alles, was den Besitz betrifft, dieser Boden der Ungleichheit, fällt.

Zusatz. ... die Menschen sind freilich gleich, aber nur als Personen, das heißt rücksichtlich der Quelle ihres Besitzes. Demzufolge müßte jeder Mensch Eigentum haben.


Mülkiyet İstenci ve Duyunç

Mülkiyet İstenç Kavramının ilk belirlenimi, onun belirli-Varlığıdır. Mülkiyet bu yolla İstenç ile dolaysızca birdir. Mülkiyet ilkin dolaysızdır, insan Duyuncunun belirleniminden, dolaylılığından yoksundur. Ve bu yoksunluk zemininde, insan kötülükleri Mülkiyetin kötülükleri olarak, ve Mülkiyet insandan bağımsız olarak görünür.

Özgürlük belirlenimsizlik değildir. Özgürlük belirlenimde. sınırda kendini bulmak, kendini kendi isteci yoluyla belirlemek demektir. Ama eğer belirlenim tutku, hırs, kazanç isteğinden başka birşeye bağlı değilse, böyle istenç özgür olmaktan başka herşeydir (örneğin Liberalizmdir). Ve henüz Duyunç olgunlaşmasının olmadığı durumda Mülkiyet İstenci sınırsızca her Şeye yayılır. Ve daha öte tinsel değerlerin gelişmemişliği durumunda, Mülkiyet varoluşun birincil değeri olarak görünür. Burjuvayı tatsız bir insan yapan şey bu olgudur.

Tinsel Değerlerin gelişmesi Uygarlaşmanın ölçütüdür — bilgide, duyguda ve estetik duyuda. Ya da, Bilim, İnanç ve Güzel Sanatlar Uygarlık Kavramının biricik gerçek içeriğidirler. Ama dolaysız İstenç, Mülkiyet belirlenimleri olarak, mantıksal olarak olduğu gibi zamanda ya da reel olarak da önce gelir. İnsanlık bu bencillik aşamasından zorunlu olarak geçer.


Tefecilik — Yararcılık — En Büyük Sayının En Büyük Mutluluğu
Banka ahlaksız değildir. Ahlaksız olan insandır ve Banka yalnızca Tinin bu kollektif zayıflığının sergilenmesini sağlayan ilişkiler düzlemidir. Banka Ahlaksızdır, çünkü soyut Hak alanında kalır ve bu alan Ahlak ve Törellik alanlarından bağımsız olarak etkin olduğu düzeye dek insan karaktersizliğini arı biçiminde sergiler. Bankanın ussal denetimi ancak ahlaksal ve törel olarak yüksek kültürlerde olanaklıdır. Türkiye'de ise kültürün modernleşmede yeni olması bu kuruma kapitalizmin, bu liberalist hırs ideolojisinin en iğrenç görünüşünü kazandırır.

Banka kavramını dolaysız istencin terimlerine çevirirsek, başlıca belirlenimi Kazanç uğruna Kazanç, ve insan kişiliğinin terimlerine çevrildiğinde, arı Hırstır. Bu belirlenim dolaysız Hak alanından Ahlak alanına geçişin zorunluğunu gösterir, çünkü bir doğal İstenç belirlenimi olarak Hırs Ahlak alanında göreceğimiz 'Dolandırıcılık' ve 'Suç' belirlenimlerinin insansal güdüsüdür, dürtü ve duyunç arasındaki çelişki olarak moral sorunu yaratan belirlenimlerden biridir.

Çıkar güdüsünün belirlenimi altında durduğu düzeye dek, kurumsal Banka henüz moral belirlenimin gerisinde kalır. Dolaysız Hak alanı Ahlak alanı değildir, ve tam bu nedenle ondan daha somut, daha yüksek olan Ahlak ve Törellik (Yasallık) alanlarının denetimi altındadır Bu uygarlığın bir ölçütüdür (ve soyut-saltık Liberalizmin mantıksal olanaksızlığı yalın olarak bu bağıntıda yatar). Bankaları insanlar yönetir. Bankalar tüzel Kişiler olarak Yurttaş Toplumunun bütünü içersinde dururlar, ve en sonunda Devlet ile, Yasalar ile ilişki içindedirler. Tarihsel süreçte, bir insan kurumu olarak Bankacılık moral, törel ve yasal olgunluğa ancak tam olarak bu belirlenimlerin çiğnenmesinin bilinci yoluyla ulaşır.

Banka kavramının büyüme ve olgusallaşma sürecinde olması henüz olgunlaşmadığını ve büyümediğini imler. Hırs hırs olarak kendini öne çıkarmayı sürdürür, ve bu düşüncesiz İstenç belirlenimini her kültürün kendine özgü aklamaları eşlik eder. Doğu kültüründe bunlar doğallıkla oldukça yürek paralayıcı olurlar. Tefeciliğin eşiğinde bile kendilerini bir özveri, bir sevecenlik, bir hayır kurumu olarak sunarlar.

Törellik eksikliği varolan Törelliğin yitirilmesi değil ama henüz Törelliğin kazanılmamış olmasıdır. Törelliğin yitirilmesi olanaksızdır, çünkü tinsel bir belirlenimin ortadan kalkışı saltık olarak geriye dönüş değil, ama geri evreyi bir moment olarak kapsayan yeni bir evredir. Kültürsüzlük de benzer olarak Kültürün yitirilmesi değil ama henüz onu kazanmamış olmaktır. Yozlaşma denilen şey gerçekte yalnızca değerlerin, uygarlığın ne düzeyde kazanılmış, ya da daha doğrusu ne düzeyde kazanılmamış olduğunun bir göstergesidir. Kültür gerilemez, ama kültürsüzler kendilerini gösterme, giderek güçlenme fırsatı bulabilirler. Ve bilgisiz milyonlar bunların üreme zeminidir. Ve gene de sonunda barbar olan uygar olanın önünde ortadan kalkar, kendisi uygarlaşır, çünkü özsel olarak Tindir ve özgürdür.

Jeremy Bentham / Tefeciliğin Savunusu   Jeremy Bentham / Defense of Usury (1787)

Mektup I 
Giriş

Letter I
Introduction

Özgürlüğün İngiltere'de değişik fırsatlarda haklarında çok şey duyduğumuz çeşitli türleri ya da değişkileri arasında birinin para-pazarlığında kendi koşullarını belirleme özgürlüğünden yana henüz teklif edilmiş herhangi birşey gördüğümü hatırlamıyorum. Böylesine genel ve evrensel bir gözardı ediş nedeniyle bu yumuşak ve çekingen özgürlüğün büyük bir türesizliğe uğradığı, iyi bildiğiniz gibi, benim eski bir düşüncemdir. ... Kısaca, bu konu üzerine önüme koymaya alıştığım önerme şöyledir: Özgürce ve gözleri açık olarak davranan hiçbir yetişkin ve sağduyulu insanın, kendi çıkarını göz önünde tutarak, uygun gördüğü gibi para kazanma amacıyla bir pazarlık yapmada engellenmemesi gerekir; ne de (ki zorunlu bir sonuçtur) herhangi birinin, onun anlaşmanın uygun olduğunu düşündüğü tüm koşullar üzerine, ona [bunu] sağlaması engellenmelidir.

[Beş Alman Bankasının Döviz KarteliThe Guardian 
Aynı konu üzerine: Institute for Global Ethics]











Jeremy Bentham
Among the various species or modifications of liberty, of which on different occasions we have heard so much in England, I do not recollect ever seeing any thing yet offered in behalf of the liberty of making one's own terms in money-bargains. From so general and universal a neglect, it is an old notion of mine, as you well know, that this meek and unassuming species of liberty has been suffering much injustice. ...In a word, the proposition I have been accustomed to lay down to myself on this subject is the following one, viz. that no man of ripe years and of sound mind, acting freely, and with his eyes open, ought to be hindered, with a view to his advantage, from making such bargain, in the way of obtaining money, as he thinks fit: nor, (what is a necessary consequence) any body hindered from supplying him, upon any terms he thinks proper to accede to.
Jeremy Bentham /
Ahlak ve Yasama İlkelerine Bir Giriş
Jeremy Bentham /
An Introduction to the Principles of Morals and Legislation

Bölüm 1, I, VI
Bir eylemin topluluğunu mutluluğunu arttırmak için taşıdığı eğilim onu azaltmak için taşıdığı her eğilimden daha büyük olduğu zaman yararlık ilkesine uygun olduğu söylenebilir.

17. § 1. II
Törellik bütününde insanların eylemlerini olanaklı en büyük mutluluk niceliğinin üretimine yöneltmek olarak tanımlanabilir.

Jeremy Bentham
Chapter I, VI
An action then may be said to be conformable to the principle of utility when the tendency it has to augment the happiness of the community is greater than any it has to diminish it.

Kaynak: An Introduction to the Principles of Morals and Legislation

Chapter XVIII. § 1. II 
Ethics at large may be defined, the art of directing men's actions to the production of the greatest possible quantity of happiness.

Kaynak: An Introduction to the Principles of Morals and Legislation

Felsefe Tarihinde hedonizm olarak kabul edilen şey budur. Yararcılık bir felsefe sayılınca, Jeremy Bentham da bir yararcı olduğuna göre bir felsefeci olmalıdır. Bu satırlar 'felsefi' düşüncelerdir. İngilizler bir zamanlar Newton'u bir felsefeci, ve termometre ve barometreyi 'felsefi aletler' olarak görürlerdi.


Spinoza / Törebilim   Spinoza / Ethica

BÖLÜM IV
İNSAN KÖLELİĞİ YA DA DUYGULARIN GÜCÜ
ÖNERME 50

ETHICES PARS QUARTA
De Servitute Humana, seu de Affectuum Viribus
Propositio L

Not. ... [N]e us ne de acıma tarafından başkalarına yardım etmeye güdülmeyen birine haklı olarak insanlık-dışı denebilir; çünkü (Bölüm 3, Ön. 27) bir insan ile hiçbir benzerliği yok gibi görünür.
Scholium. ... [Q]ui nec ratione, nec commiseratione movetur, ut aliis auxilio sit, is recte inhumanus appellatur. Nam (per Prop. 27 p. 3) homini dissimilis esse videtur.
 
Modern toplumlar bu yararcı bencilliğin ötesinde ve üzerindedirler. Gerçekte toplumların talihsiz üyelerine yardım etmeleri yalnızca varsıllığın artması ile ilgili değildir ve soyut mülkiyet hırsı ile bağdaşmayan bu hayırseverlik tutumu tarih-öncesine dek gider. İngiliz görgücülerinin bu bencillikleri her zaman kendi doğalarına ve sık sık karakterlerine de aykırıdır, çünkü bu bencillik öznel bir eğilim ya da yeğleme değil, ama tam tersine felsefelerine ilke olarak aldıkları usdışı belirlenimlerin kaçınılmaz ve nesnel sonucudur, yalnızca geçersiz bir felsefeciliğin gözepek, giderek duyunçsuzcasına gözüpek, ama tutarlı bir çıkarsamasıdır. İngiliz yararcılığının ve bencilliğinin İngiliz sömürgeciliği ile uyum içinde olması bu felsefenin politikaya ayarlanmış olduğunu düşündürebilir. Ama daha geçerli görünen bir çözümleme her ikisinin, politikanın olduğu gibi felsefenin de, aynı duyarsızlık tininden doğmuş olmalarıdır.

 

Ortak Mülkiyet de Mülkiyettir

"Birinin Özgürlüğü başkasının Özgürlüğünün başladığı yerde biter." Anlağın bu sonlu Özgürlük tanımı sonsuz Özgürlük Kavramı ile bağdaşmaz. Özgürlük bitmemelidir. Özgürlük Kavramı başkasında, sınırda kendini bulma olarak,karşıtların birliği olarak sonsuzluk imler. Oysa Özel Mülkiyet durumunda başkasında kendimi değil, yokedilme gözdağını bulurum. Bu Ortak Mülkiyet durumunda da tam olarak böyledir ve onu çiğneyenler de vurulur, çünkü Ortak Mülkiyet de bir Mülkiyettir.

Özel Mülkiyet
 

Ortaklaşacı Parti bir İstençtir, ve bir İstenç olarak özsel belirlenimi Özel Mülkiyete karşı Mülkiyetin ortaklığınısağlamak ve sürdürmektir. Bu program muazzam emeği ve çabayı, bir diktatörlüğü, sınırsız fiziksel zoru gerektirir, çünkü karşısına aldığı şey bütün bir bireysel İstençler alanıdır. Mülkiyetin İstencin ilk dolaysız belirlenimi olması ölçüsünde, Mülkiyeti bastırmak Özgürlüğü bastırmayı gerektirir. Ama Özgürlük bastırılamaz. Buna göre Mülkiyet Ortaklığı ancak Özgürlük bilincinin henüz bulunmadığı düzeye dek olanaklıdır.


Mülkiyet ve Özgür İstenç

İstenç ilkin evrensel ya da belirlenimsiz istençtir ve böyle olarak kendini belirlemelidir. İstencin ilk belirlenimi Mülkiyettir. Mülkiyetin İstenç ile bir olması Mülkiyetin tanınmamasının Kişinin tanınmaması ile bir olması olgusunun nedenidir. Bir İstenç olarak tanınmamak özgür olarak tanınmamak, İnsan olarak ve insan değeri içinde sayılmamak ya da yok sayılmaktır. Bu düzeye dek, Özgürlük Tanınmaktır.

Mülkiyet İstencin, hiç kuşkusuz özgür İstencin hakkıdır. Bu yüzden Özgürlük bilincinin olmadığı yerde Mülkiyet bilinci de yoktur. Ve Özgür İstenç ancak olmadığı yerde durdurulabilir. Mülkiyetin İstenç-belirlenimi olması onu Özgürlük belirlenimi olarak gösterir. Bu düzeye dek Mülkiyet bilinci ancak Özgürlük bilincinin olduğu yerde bulunur, ve Mülkiyeti olumsuzlamak mantıksal olarak ancak Özgürlük bilincinin daha şimdiden bulunmadığı yerde olanaklıdır (Çarlık Rusyası, Çin vb.).

Mülkiyet kendi başına davranan birşey değildir. Mülkiyette insan davranır. Mülkiyet moral bir kavram değildir, ve Mülkiyete bağlı kötülükler gerçekte insana aittir ve insan duyuncunun gelişmemiş olduğuna tanıklık ederler. Mülkiyet sömürü için kullanılabilir. Ama kullanılmayabilir de. Buna karar verecek olan duyunçtur.

Yasa yapabilme, mülkiyet edinme, yolculuk edebilme, kalıt bırakabilme, duyunç özgürlüğü — tüm bunlar ve daha başkaları insanların her zaman iye oldukları haklar değildiler. Köle hiçbirşeye iye değildi, Serfin hakları Lordun keyfi istenci altındaydı. Loncalar birer topluluk istenci olarak üyeleri üzerinde egemendiler. İsviçre'de kadınlar 1970'lere dek politik eşitlikten yoksundular ve oy verme hakları yoktu.

İnsan uygarlığa doğru eğitilmelidir. Ama yasakların olduğu yerde eğitim olanaklı değildir. Hiçbir mülkiyetin olmadığı yerde hiçbir hırsızlık olmaz. Ama hırsızlık eğilimi kendinde sürer. Ve baskının kalkmasıyla birlikte özgürlüğün ilk belirişi hırsızlık biçimini alır, çünkü İstenç ve Duyunç eğitilmemiştir.

 


Hegel / Tüze Felsefesi   Hegel / Philosophie des Rechts (1821)

§ 53

§53

Mülkiyet daha yakın belirlenimlerini İstencin Şey ile ilişkisinde bulur; bu ilişki (a) dolaysızca İyeliğe almadır — İstenç belirli-varlığını olumlu birşey olarak Şeyde taşıdığı sürece; (b) Şey İstence karşı olumsuz birşey olduğu sürece, İstenç belirli-varlığını olumsuzlanacak birşey olarak onda taşır, — Kullanım; (g) İstencin Şeyden kendi içine yansıması — Devretme; — İstencin Şey üzerindeki olumlu, olumsuz ve sonsuz yargıları..
Hegel
Das Eigentum hat seine näheren Bestimmungen im Verhältnisse des Willens zur Sache; dieses ist a) unmittelbar Besitznahme, insofern der Wille in der Sache, als einem Positiven, sein Dasein hat; b) insofern sie ein Negatives gegen ihn ist, hat er sein Dasein in ihr als einem zu Negierenden, — Gebrauch; g) die Reflexion des Willens in sich aus der Sache — Veräußerung; — positives, negatives und unendliches Urteil des Willens über die Sache. .

A. İYELİĞE ALMA 
§ 54

 

A. BESITZNAHME
§ 54

İyeliğe alma bir yandan dolaysızca cisimsel ele-geçirme, öte yandan biçimlendirme, bir başka yandan yalnızca işaretleme ya da im koymadır. Die Besitznahme ist teils die unmittelbare körperliche Ergreifung, teils die Formierung, teils die bloße Bezeichnung.

B. ŞEYİN KULLANIMI
§ 59

 

B. DER GEBRAUCH DER SACHE
§ 59

İyeliğe alma yoluyla Şey benimki olma yüklemini kazanırken, İstenç onunla olumlu bir bağıntı kurar. Bu özdeşlikte Şey o denli de olumsuz birşey olarak koyulur ve İstencim bu belirlenimde tikel bir İstençtir — bir gereksinim, bir heves vb. Ama bir İstencin tikelliği olarak gereksinimim doyum bulan olumlu yandır, ve Şey, kendinde olumsuz olarak, salt gereksinimim içindir ve ona hizmet eder. — Kullanım Şeyin başkalaşması, yokedilmesi, tüketilmesi yoluyla gereksinimimin olgusallaşmasıdır ki, bu yolla Şeyin ‘kendi’siz doğası açığa serilir ve böylece yazgısı yerine gelmiş olur.

... bütün kullanım ya da yararlanım bütün bir erimi içindeki Şeydir, öyle ki bütün kullanım bana ait olduğu zaman Şeyin mülk iyesiyimdir; bütün kullanım eriminin üzerinde geriye bir başkasının mülkiyeti olabilecek başka hiçbirşey kalmaz

  Durch die Besitznahme erhält die Sache das Prädikat, die meinige zu sein, und der Wille hat eine positive Beziehung auf sie. In dieser Identität ist die Sache ebensosehr als ein Negatives gesetzt und mein Wille in dieser Bestimmung ein besonderer, Bedürfnis, Belieben usf. Aber mein Bedürfnis als Besonderheit eines Willens ist das Positive, welches sich befriedigt, und die Sache, als das an sich Negative, ist nur für dasselbe und dient ihm. — Der Gebrauch ist diese Realisierung meines Bedürfnisses durch die Veränderung, Vernichtung, Verzehrung der Sache, deren selbstlose Natur dadurch geoffenbart wird und die so ihre Bestimmung erfüllt.

so ist der ganze Gebrauch oder Benutzung die Sache in ihrem ganzen Umfange, so daß, wenn jener mir zusteht, Ich der Eigentümer der Sache bin, von welcher über den ganzen Umfang des Gebrauchs hinaus nichts übrig bleibt, was Eigentum eines anderen sein könnte.

§ 63
  § 63
Kullanımdaki Şey nitelik ve niceliğe göre özgül bir gereksinim ile bağıntı içinde olan tekil bir Şeydir. Ama özgül bir yolda kullanılabilirliği aynı zamanda nicel olarak belirli olduğundan, aynı kullanıma açık başka Şeylerle karşılaştırılabilirdir; yine, doyurduğu özgül gereksinim de aynı zamanda genel olarak gereksinimdir ve böylece tikelliğine göre aynı yolda başka gereksinimler ile karşılaştırılabilirdir; Şey de buna uygun olarak başka gereksinimler için yararlı olan Şeylerle karşılaştırılabilir. Şeyin bu evrenselliği, ki yalın belirliliği şeyin tikelliğinden doğar ve böylece aynı zamanda bu özgül nitelikten soyutlanır — bu evrensellik Şeyin Değeridir. Değerde Şeyin gerçek tözselliği belirlenir ve bilincin nesnesidir. Şeyin tam iyesi olarak, kullanımının olduğu gibi değerinin de iyesiyimdir.   Die Sache im Gebrauch ist eine einzelne nach Qualität und Quantität bestimmte und in Beziehung auf ein spezifisches Bedürfnis. Aber ihre spezifische Brauchbarkeit ist zugleich als quantitativ bestimmt vergleichbar mit anderen Sachen von derselben Brauchbarkeit, so wie das spezifische Bedürfnis, dem sie dient, zugleich Bedürfnis überhaupt und darin nach seiner Besonderheit ebenso mit anderen Bedürfnissen vergleichbar ist und danach auch die Sache mit solchen, die für andere Bedürfnisse brauchbar sind. Diese ihre Allgemeinheit, deren einfache Bestimmtheit aus der Partikularität der Sache hervorgeht, so daß von dieser spezifischen Qualität zugleich abstrahiert wird, ist der Wert der Sache, worin ihre wahrhafte Substantialität bestimmt und Gegenstand des Bewußtseins ist. Als voller Eigentümer der Sache bin ich es ebenso von ihrem Werte als von dem Gebrauche derselben.
C. MÜLKİYETİN DEVREDİLMESİ
§ 65
  C. ENTÄUSSERUNG DES EIGENTUMS
§ 65
Mülkiyetimi devredebilirim, çünkü ancak istencimi ona yatırdığım sürece benimdir, — öyle ki genel olarak benim olan herşeyi sahipsiz bırakabilirim (derelinquiere) ya da bir başkasının istencine iyelik olarak aktarabilirim, — ama ancak Şey doğasına göre dışsal birşey olduğu sürece.   Meines Eigentums kann ich mich entäußern, da es das meinige nur ist, insofern ich meinen Willen darein lege, — so daß ich meine Sache überhaupt von mir als herrenlos lasse (derelinquiere) oder sie dem Willen eines anderen zum Besitzen überlasse, — aber nur insofern die Sache ihrer Natur nach ein Äußerliches ist.

A. İyeliğe Alma  
İyeliğe alma Mülkiyetin ilk kıpısıdır. Mülkiyetin dışlayıcı yanı burada yatar ve 'benim' olması başkalarının olmaması ya da 'benim' olarak tanınması demektir. Mülkiyet hakkı bireyin İstenç olarak tanınması, bir Kişi olarak sayılmasıdır.  

B. Şeyin Kullanımı ve Değeri  

Kullanımın Şeyin Mülkiyeti ile ilgisi olumsaldır, ve bir Şey salt onu kullandığım için 'benim' olarak tanınmak zorunda değildir. Ama bütün kullanım bana ait olduğu zaman Şeyin mülk iyesiyimdir" (yukarıda, § 59 Not) .Ve "bir tarlanın kullanımı kimdeyse, bütün tarla onun mülküdür" (aynı yer, Ek). Şeyin tam kullanımı kullananı Şeyin sahibi yapar, çünkü o zaman ona ikinci bir sahip aramak saçmadır.

Değişim Gereksinimin ve İşbölümünün özünlü evrenselliğinden çıkarsanır. Değişim değerinin olumsallığı onun saltık bir nicelik ile anlatılmasını ve nede Ederde ayrı olması gerektiğini saptamayı olanaksızlaştırır ve bu düzeye dek ikisi eşitlenir.

 

C. Şeyin Devredilmesi ve Sözleşmeye Geçiş  

Şey Mülkiyet olarak İstencim altında olduğu için onu devredebilirim. Devretmenin İki özgür İstenç arasında karşılıklı olması Sözleşmedir. Sözleşmenin bir Gereksinim dolayısıyla yapılmasından ayrı olarak mantıksal zemini Mülkiyetin dışsal Şey olarak belirli yanına göre başkası-için-Varlık olmasıdır. Sözleşmede ussal olan yan budur.

Sözleşme genel olarak tüm değiş-tokuş ilişkilerini kapsamına alır. En yalın alım-satım ilişkisi bile tüzel yanına göre görüldüğünde belirli bir Sözleşmedir.

 
 
İdea Yayınevi / Hegel’in Nesnel Tin Dizgesi / Aziz Yardımlı / 2014