İdea Yayınevi / Modern Tin / Aziz Yardımlı
site haritası  
 
__Modernlik — Aziz Yardımlı (2006/2014)

Modernlik
AZİZ YARDIMLI (2006/2014)

Etimoloji
"Modern" sözcüğü ilk kez 16 yüzyılda "şimdiki ya da yakın zamanlar" anlamında, ve "postmodern" sözcüğü ilk kez 1949'da kullanılmıştır. "'Modern" sözcüğü geç Latince "modernus" sözcüğüne dayanırken, bu sözcüğün kendisi Latince "tam şimdi" anlamına gelen "modo"dan türetilmiştir. Sözcük bu anlamda "çağdaş" sözcüğü ile örtüşür. Modern sözcüğü başlangıçta yalnızca "şimdiki"ni belirtmek için kullanılırken, 16'ncı yüzyılın sonlarında "eski/ancient" sözcüğü ile karşıtlık içinde kullanılmaya başlamıştır. 1437'de Cennino Cennini'ye göre (Il Libro dell'Arte; "The Craftsman's Handbook" olarak çevrilmiştir) Giotto resim sanatını "modern" yapmıştır. 16'ncı yüzyıl İtalyasında yazan Giorgio Vasari kendi döneminin sanatından "modern" olarak söz eder.



Modern kültürde sözcük "eski" ile karşıtlık içinde "yeni" olanı anlatır. Zamansal olarak yeni olan kültürel olarak eski, çok eski olabilir. Gerçekte çağdaş dünyanın çoğu kültürel olarak çağdışıdır ve homo sapiensin bütün bir kültürel türlülüğünü neredeyse eksiksizliği içinde sergileyen bir örnekler bolluğu ile doludur.

Modern olmak duyunç ve istenç ile donatılı olmaktır. Ön-modern insanda da duyunç ve istenç vardır, ama bunlar onun kendisinin değildir. Modern olmak neyin doğru ve eğri, iyi ve kötü olduğuna kendi duyuncu ile karar verme ve doğru ve iyi olanı kendi istenci ile yapma özgürlüğüdür. Modern olmak insanın kendisi olması, birey olmasıdır.

Modernlik özgürlük ile eşittir çünkü modern dünya yalnızca zamansal olarak değil ama kültürel olarak yenidir ve modern dünyayı bütün bir ön-modern dünyadan ayıran etmen özgürlüktür — duyunç ve istenç özgürlüğü.



1. Modernlik modern olma niteliği demektir ve kültürel olarak başlıca Protestan Kuzey Avrupa'ya özgü bir kavramdır.

Tarihsel olarak, Modernlik yalnızca tarihsel süreklide her tarihsel evrenin yeni olması anlamında yeni bir evre değildir. Modern evre onu önceleyen tüm ön-modern evrelerden nitel olarak ayrılır. Bu nitel ayrım modern Tinin özsel olarak Özgürlük tarafından belirlenen bir gelişim süreci olmasıdır. Daha tam olarak, Modernlik ilk kez Avrupa'da insanın gizilliğinin, özsel doğasının gelişimi için gereken eksiksiz zeminin, Özgürlük Bilincinin ve ilk kez bütün bir insanlığı kapsayan bir anlamda doğmuş olması demektir, üstelik bu ilkenin kavranmasının yüzyılları gerektirmesine karşın. Modernleşme sürekli yenileşme olarak başlıca bilimsel, moral (ve dolayısıyla törel) ve estetik alanlarda sınırsız, engelsiz, ereksel insan gelişiminin önünün açılması ile karakterize edilir.

İlk kez Avrupa'da uyanan Özgürlük bilincini yalnızca Reformasyona ya da Aydınlanmaya bağlamak bunların kendilerinin Özgürlük bilincini varsaymaları zemininde geçersizdir. Eğer Avrupa'nın bütünsel tinsel dönüşümünün tek bir nedeni aranacaksa, bu nedenin Usun varoluşun özeği olduğunun bilincinin doğması olduğunu söylemek gerekir, çünkü insanın ussal bir varlık olduğunun ve usun tüm varoluşun özeği olduğunun bilinci insan gizilliğinin tüm boyutları içinde bilinçli açınımı için yeterlidir. Özgürleşme sürecinin başlaması Özgürlüğün dolaysızca edimselleşmesi, ya da realize olması demek değildir. Modernlik başlangıçta moral olarak gelişmiş olmayan bir bilincin tüm zayıflıklarını sergiler (Sömürgecilik, Kölecilik, Irkçılık, Kapitalizm, Dünya Savaşları).

    • Rönesans ve Reformasyon arasındaki özsel ayrım Katolik Kiliseye karşı, Geleneğe karşı tutumda yatar. Rönesans Hümanizmi geleneksel Katolik İnancın içerisinde kalırken, Protestanlık Katolik Kiliseyi Hıristiyanlığı özsel olarak çiğneyen bir dünyasal kurum olarak gördü ve Duyunç Özgürlüğü adına ona başkaldırarak bütünsel kültürel dönüşümün zeminini hazırladı.

    • Laiklik inanç Özgürlüğü demektir, ve inanç Özgürlüğü Reformasyonun özsel amacı idi. Duyunç Özgürlüğü Bireylerin İnançlarında kurumsal Kiliseden, dinadamları sınıfından, genel olarak ve saltık olarak tüm dışsal yetkeden bağımsız olmaları demektir. İlk kez bu öznel Özgürlük ile insan kendi için karar verme yetkinliğini geliştirmeye, moral olarak büyümeye, kişiliksizlik, düşüncesizlik ve istençsizlikten çıkmaya, birey olmaya başlar.

    • Aydınlanma Reformasyonun bastırıldığı ve Protestanların aşağı yukarı bütünüyle yok edildiği ve sürüldüğü Fransa'da Laikliği sağlamanın aracı oldu. Reformasyon boşinancın karşısına gerçek inanç kavramını çıkarırken, Aydınlanma boşinancın karşısına pozitif bilgiyi çıkardı, tıpkı mağara adamının sopasının karşısına tankları ve topların sürülmesi gibi. Reformasyonun toprağı olan Kuzey Avrupa ülkeleri ile karşıtlık içinde, Fransa Özgürlüğü şiddete dayalı Devrim yoluyla, giderek terör yoluyla aramak zorunda kaldı, çünkü bir boşinanç kurumu olarak Katolik Kilisenin yetkesi ve onunla bağlaşık olan kraliyet ve soyluluk sınıfı modern ussallaşma sürecine katılmadı ve ussal genel istenç ile karşıtlık içine girdi.



 

2. Evrensel İnsan Eşitliği ve Özgürlüğü kavramı Klasik Yunan tininin erişemediği saltık kavramsal gelişim düzeyidir. Giderek Platon ve Aristoteles bile insan doğası konusunda Jan-Jacques Rousseau'nun kavrayışına ulaşabilmiş değildir ("Tüm insanlar özgür doğar"). Batı entellektüel yapısının başka her bakımdan biçimlendiricisi olan bu iki rasyonalist de Kölelik kurumunu doğal saydılar ve doğruladılar. Yahudilikte evrensel insan Eşitliği kavramı yoktur, ve gerçi kendi içinde tek Tanrı anlayışını taşıyor olsa da, bu inancın Tanrısı evrensel insanlık için değil ama seçilmiş özel bir halk olarak görülen İsrail halkı içindir, tikel bir tanrıdır çünkü Yehova'nın yanında daha başka yabancı tanrıların varlığı da kabul edilir. İnsan Eşitliği ve Kardeşliği kavramı kronolojik olarak gerçekte ilk kez Hıristiyanlıkta değil, ama Stoacılıkta doğar. Hıristiyanlık insanı bir Efendinin gücü altında görerek din kavramına uygun düşmeyen Yahudilikten ayrı olarak, Tanrının, bireyin ve insanlığın birliğini kabul eder. Her biri tanrısal değer taşıyan insanlar ancak eşit olabilirler ve varolan tüm eşitsizliğin ortadan kaldırılmasının ussallığı, olanağı ve zorunluğu bu saltık eşitlik kavramında yatar.

Tüm insanlar Tanrı karşısında eşittir. Ama bu ilke kurumsal Kilise tarafından, Kilise Babaları tarafından anlaşılmamıştır ve özsel olarak duyusal ilke üzerine dayanan, sonlu olanı tanrısallaştıran Katolik inançta dinadamları sınıfı bütün bir insanlığın dışında tanrısal yetke ve kutsallık taşıyan insan-üstü bir yetke ile donatılıdır. Dinadamları sınıfından olmayan sıradan insanların İncil'i okuma ve yorumlama hakları bile tanınmaz. İslamın Hıristiyanlığın varoluşuna karşın doğmasının nedeni Hıristiyan inanca özünlü bu duyusallık ve sonluluk ve sonuçta dünyasallık karakteridir. Soyut tek Tanrısı ile İslam insanlığı birleştirmede en başarılı olmuş olan dindir. Ama İslamik öğreti insan doğası konusunda Hıristiyan öğretinin gerisine düşer ve İnsanın özsel olarak tanrısal doğada olduğunu, Tanrının ve İnsanın birliğini doğrulamaz. Bunu Sufilik doğrular, ama felsefesizlik ve düşüncesizlik nedeniyle bu özlemin kendisi gizemciliğin karanlık yollarında bozulup yiter. İslam insan doğasını değersizleştirmesi nedeniyle insanlığın ancak sınırlı bir gelişimine izin verir ve tarihsel olarak görkemli bir gelişime zemin sağlamış olmasına karşın, bunu bile geri alma yoluna girer ve bireyselliğin geleneksel kültür içinde silinmesine götürür.


Fransa'da Katolik nüfus özgürlük, ussallık, istenç, duyunç kavramlarına eğitilmiş değildi. Robespierre'den Napoleon'a, Kraldan Fransız halkının kendisine şiddet yaşamın normal bir bileşeni idi. İngiltere, İskandinav ülkeleri, Hollanda ve Türkiye'de devrim uygarca gerçekleşti. Ruslar Şubat devriminin özgürlükçü niteliğini kısa sürede ezmeyi ve yüzyıllardır alıştıkları despotik kültüre geri dönerek onu bugüne dek korumayı başardılar.

3) Avrupa'da Katolik Kilisenin tanrısal yetke ve güç ile donatılı dinadamları sınıfı tarafından bastırılan bireysel duyunç ve istenç özgürlüğü ilk kez Reformasyon ile bilince kazanılır. Bütün bir kültür alanı tutuculuktan özgürleşerek değişim ve gelişim yoluna girmeye başlar, kendi ussal duyuncundan ve istencinden başka hiçbir yetkeyi tanımayan birey ortaya çıkar. Protestan tinin türdeş, eş deyişle bütün nüfusu kapsayan gelişme yeteneği tüm inananların rahipler olarak tanınması, bir dinadamları sınıfının olmaması, her bireyin Tanrı inancında aracısız olması olgusuna bağlıdır. Ancak özgür inanç gerçek inançtır. Birey kendisi Tanrıya yaraşır olmalıdır ve bunu kendi Duyunç ve İstenç Özgürlüğü ile başarabilir. Onun gibi olmak için onu bilmelidir (Calvin). İslam hiç kuşkusuz bir dinadamları sınıfı kapsamaz. Ama İnsanın Tanrı karşısında değersizliği ve kuluğu anlayışı zemininde insan Özgürlüğünün ve Saltık Değerinin bilincini engeller.

4) Asyatik tin despotizmini modern dönemde de sürdürür. Burada problemin çözümü insan doğasını değiştirme gibi enteresan bir tasarımda yatmaz, ama özsel olarak ussal olan insan doğasının gerçekleştirilmesini gerektirir. Çin'de tek bir insansal egemen olan İmparatorun altında kölelik, Hindistan'da doğal Kast dizgesi altında kölelik egemendi. Yeryüzünün bu engin alanlarında homo sapiens henüz kendi özünün bilincinden çok uzağındadır. Öznel özgürlük olarak duyunç ve nesnel özgürlük olarak istenç henüz bilgisizliğin karanlıklarında gömülü yatmaktadır. Rus tini yalnızca despotizminin biçimini değiştirmekte, kültür yönetenler ve yönetilenler arasındaki despotik uyumu sürdürmektedir. Bu Asyatik nüfuslar bu kölelik yapıları içinde ancak sınırlı olarak büyüyebilir, tarihsel olarak ancak birer çocuk rolünü üstlenebilirler. Daha öte gelişime kapalı ve kendi içlerinde değişimsizdirler. Tarihsel değildirler. En küçük bir moral yenileşmeye izin vermeyen bu tözsel tinlerde tüm değişim iç dirence karşın dışarıdan gelir ve dışsal bir nitelik taşır. Görünüşte modern ama özde ön-modern olan yanların sentezi, moral geriliğin başkalarının teknolojik gelişimini gasp etmsi, bu uğursuz bileşim Dünya Tarihinin çözmesi gereken başlıca ölümcül problemdir.

5) Modern evrenin Niteliği, onu tüm önceki tarihsel tinsel biçimlerden ayıran olgu İnsanın Özgürlüğünün bilincinin kazanılması ve bu bilincin sözcüğün gerçek anlamında bu inancın her bireyinin bilincinde gerçekleşmesidir. Protestan inancın egemen olduğu alanlarda genel olarak bölgesel, yerel eşitsizlikler yoktur, ulusal-kültürel türdeşlik düzeyi yüksektir. ABD, Hollanda, İngiltere, İskandinavya, vb. nüfuslarının evrensel ölçekte ve aşamalı olarak tüzel, ahlaksal ve törel eğitimleri bu olgunun yalnızca görgül doğrulanışını sunar.

6) Bir Osmanlı eğitimi almış olan Mustafa Kemal modern Batı tinindeki değişimi gerçek değeri ve önemi içinde öğrendi ve kavradı ve bu nedenle herhangi bir ideolojiye duygudaşlık göstermedi. Yurttaş Toplumunun içinde doğamasına karşın Yurttaş Toplumunun demokratik karakterini tanımayan ideoloji evrensel Duyunç ve İstenç Özgürlüğünü tanımaz ve insan özüne karşı savaştığı için amacına zor ve şiddet yoluyla ulaşmaya çalışmaktan başka bir yolu yoktur. Zor ve şiddet eğitmez; yalnızca boyuneğme ve kölelik kültürünün dilidir ve yine boyuneğme ve kölelikte sonuçlanır. Atatürk gerçek değişim olarak özgürleşmenin ancak özgür eğitim yoluyla gerçekleşeceğini kavramıştır. Buna göre Anadolu'da bin yıllık despotik ve tutucu kültürlerini yinelemekten başka birşey yapmayan milyonların özgürlüğe eğitimini modern Devlet üstlenir, ve onun eğitim tasarlarının yıkılması genç Türkiye Cumhuriyetinin trajedisidir — trajedi, çünkü Devlet Gücü özsel olarak Halkını içinde bulunduğu gerilik durumundan kurtarmayı isteyen, ama aynı zamanda onu bilgisiz bir kitle olarak bırakan ve öyle kalmaya mahkum gören Aydının eline kalmıştır.

7) Avrupa'da Reformasyonu bastıran Katolik ülkelerde Özgürlüğün işini ve sorumluluğunu Aydınlanma üstlendi. Gerçekte Aydınlanma başlıca Fransa'ya aitti. İtalya Katolik Kilisenin asıl yurdu idi ve Reformasyonu bütünüyle püskürtmeyi başardı. Katolik İspanya, Portekiz ve İrlanda ise Aydınlanma gibi bir fenomenin varlığını bile algılamayacak gerilik ve tutuculuk bölgeleri idi. Rusya'da görülen despotik Aydınlanma etkileri Batı Avrupa ile kurulan hanedanlık ilişkilerinin ve Voltaire'in Çariçe II. Katerina ile kişisel yakınlığının sonucu idi.

Aydınlanma Duyunç Özgürlüğünü ve dolayısıyla İstenç Özgürlüğünü tanımaz ve insanlığın gerçek ve evrensel Eğitimine izin vermez. İlerleme bu düzeye dek Katolik Avrupa'da Aydın Despotların işlevi oldu ve Duyunç Özgürlüğünün göreli olarak zayıf olduğu ya da hiç bulunmadığı ülkelerde görüldü. Sonuç bu ülkelerin Protestan ülkeler ile karşılaştırma içinde gerilik ve geri kalmışlıkları oldu. Yüksek yoksulluk, bilgisizlik, ahlaksızlık, yasasızlık düzeyleri bu ülkelerin (İtalya, İrlanda, Fransa, Rusya vb.) karakterlerinin özsel bileşenleri arasında bulunur, ve elde edilen ilerleme düzeyi bile ancak Kuzey Avrupa'ya öykünmenin bir sonucudur. Osmanlı İmparatorluğunda ve daha sonra Türkiye Cumhuriyetinde de Aydınlar aynı ilerici işlevi üstlendiler, ama halk kültürünün geriliği ve tutuculuğu nedeniyle tasarlarını ideolojik partiler ve cuntacılık tasarları yoluyla ve dolayısıyla zor ve şiddet yoluyla gerçekleştirmeye çalışmak zorunda kaldılar. Cumhuriyet Türkiyesinde politik gericilik bastırılmış olsa da popüler gerilik bastırılamadı. Nüfusun evrensel modern eğitimi başarılamadı ve kültürün hiçbir alanında modern gelişimin gerçek gücü olan bireye ve bireyselliğe şans tanınmadı. Boşinanç tanrısalı bireylerde, kutsal imamlarda, dedelerde, bez parçalarında, taşlarda, kutsal topraklarda aramayı sürdürürken, gerçek inancın yokluğunda yaygın bir bilgisizlik ve inançsızlık kültürü politik sömürü için gereç olarak kullanıldı. Evrensel gelişimin olanağı olan bireysel Özgürlük henüz gelenek tinini yaşayan Anadolu'nun geniş alanlarında salt bir özlemdir. Anadolu onyıllar boyunca nereye olursa olsun despotizmden, ama kendi despotizminden kaçmayı sürdürdü.



 

8) Modernleşme sürekli yenileşme, yeniden-yenileşme, ve yeniden yeniden-yenileşmedir. Bu ancak özgürlük içinde, ancak Duyunç ve İstenç Özgürlüğü içinde olur, çünkü ancak Özgürlük tini Geleneğin kaçınılmaz direncini yenebilir, çünkü onu bireyin gerçek kendisinde ve gerçek kendisi aracılığıyla — Usu ile — ve kalıcı olarak yener. Bireyin duyunç ve istenç Özgürlüğünün bilinci ile tanımlanan modern evre kesintisiz bir değişim, dönüşüm, ilerleme sürecidir. Bir Evre, ama özsel olarak Süreç olan bir Evredir — onda herşey devim, değişim, dönüşüm içindedir, bir Herakleitos ırmağıdır ki, onda yeni olan ortaya çıkar çıkmaz olmaz eskir ve kendini ortadan kaldırır, böylelikle bir kez daha yenileşmeye izin verir, çünkü yeni ancak eskiden gelebilir, ve eskinin ortadan kalkışı ancak ve ancak yeninin ortaya çıkışı demek olabilir. Modernleşme bu düzeye dek ahlakta, tüzede, törellikte, politik yapıda da bir dinginleşme ve katılaşma değil, tam tersine sürekli akışkanlık demektir ve onun herhangi bir aşamasını ya da evresini modernliğin kendisini temsil ediyor olarak almak olanaksız ve anlamsızdır.

9) Modernlik bireysel Duyuncu ve İstenci tanıdığı ölçüde politik olarak Demokrasiye izin ve olanak veren biricik Törelliktir, çünkü ancak Özgürlüğünün bilincinde olan bir halk kendi İstencini Devlet yapabilir. Ama modernleşme Halkların dolaysızca olgunlaşmaları ve politik haklarının bilincine varmaları demek değildir. Politik özgürleşme süreci ancak aşamalı olarak Demokrasiye ulaşabilir. Kadınların politik İstençleri İsviçre'de bile ancak 1972 yılında tanındı, ve Avrupa Dünyanın modernleşmeye yalnızca öykünen geri kalanından ayrı olarak süreci tüm yabanıllığı ile yaşadı. Modern Avrupa Tarihi insanlığın başarısızlığının değil, ama yalnızca Özgürlüğün yolundaki direncin büyüklüğünün derecesinin kanıtını sunar. Bireyin olgunlaşmasının Duyunç ve İstenç Özgürlüğüne bağlı olduğu düzeye dek, Katolik ve Ortodoks Avrupa'da Demokrasi kök tutamazdı ve tutmamıştır.

10) Özgürlük en sonunda Usun Özgürlüğüdür ve modern evrede insanın varoluşunun her alanında ussallaşması — politik süreçte, ekonomide, bürokraside, yasalarda, türede — modern dönemin yalnızca görüngüsüdür. Özgürlüğün bilinçli olarak evrensel olduğu kültürde gelişimi engelleyebilecek herhangi bir engel yoktur.

11) Erdem baskı değil ama Özgürlük içinde olanaklıdır, çünkü ancak özgür İstencinin bilincinde olan birey Kendisidir, Türesi, Ilımlılığı, Bilgisi ve Yürekliliği başkasının bir dayatması değil ama kendisinin belirlenimidir. Ancak Erdem Demokrasinin zemini olabilir, ve erdemsiz bir halkın bilgisiz, türesiz, vb. bir kitle olarak yazgısı kaçınılmaz olarak demagogların, ideologların ve despotların eline düşmektir. Dünyanın büyük bölümü için durum henüz budur.



 

12) Modernliğe özünlü olan Değişim özsel olarak Törelliğin dönüşümüdür. Geleneği bölücülüğününde, lehçelerinde, yerel törelerinde, alışkanlıklarıında, değerlerinde, boşinançlarında ortadan kaldırır ve evrensel bir kültüre, ilkin daha geniş ulusal kültüre doğru, ulusal bir türdeşleşmeye doğru evrimlendirir. Küreselleşme tüm sonlu ve değersiz kültürlerin ve böylece çok-kültürlülük olan geriliğin ortadan kalkması ve Hak, Ahlak ve Törellik boyutlarında Realitenin Kavrama uygun olarak şekillenmesi, gerçek, ideal, türdeş bir insanlık kültürünün, gerçek Uygarlığın yaratılmasıdır. Yenileşme sürecini Ulus-Devlete sınırlamanın ussal hiçbir bir zemini yoktur, çünkü insanlığın evrensel Özgürlük ve Eşitlik temelinde varolduğunun kavranması ölçüsünde, Ulusların üzerinde İnsanlığın varolduğunun (Goethe) anlaşılması ölçüsünde, Ulus değerinin kendisi özsel olarak bir alışkanlıktan, bir duygusal yatkınlıktan (Gesinnung) öte bir değer taşımaz. Görelidir, saltık değil, ve bu olgu Ulusu sonlu ve geçici kılan etmendir. Ulusal Egemenlik bir ulusun varlığı ile birdir. Ve gene de Avrupa Birliği bir üst-Ulus olarak gerçek ussal egemenlik uğruna tikel yerel ulusal egemenliklerden vazgeçilmesini saltık koşulu olarak alır. Avrupa Birliği Avrupa'nın kendisinin belli ölçülerde sıkıntı ile yaşayacağı bir dönüşüm ve ulusal yitişler Sürecidir, ve Ulusların doğuşunun toprağı olan bu kültürde ulusal dirençlerin alışkanlığın gücü ile doğru orantılı olarak yeğin olacağını beklemeliyiz. Dinsel kültürler bir yandan evrensellik ilkeleri nedeniyle ulusal egemenliklerin destekleyicisi olamazken, öte yandan kendi aralarındaki ayrımlar nedeniyle daha popüler ayrımları kızıştırabilirler. Avrupa'nın kendi tarihinde yaşayan Din Savaşları Duyunç Özgürlüğünün bulunmayışı ile koşullu idi. Modern Tin Özgürlüğünü kavradığı ölçüde benzer çatışmanın üstünde ve ötesindedir. Küreselleşme süreci yenileşmenin yalnızca yeni bir aşaması olan daha geniş ölçek bir türdeşleşme sürecidir ve insanlığın tüm gerilik ve ilerilikleri ile ulusal bölünmelerin ötesine bakmaya yöneldiğinin göstergesidir.


 

13) Modernliğin istenebilir olup olmadığı sorusu söz konusu geleneksel toplumların yürürlükteki durumları tarafından yanıtlanan bir soru değildir. Tarihsel Gelişim nesnel bir süreçtir ve yerel olumsallıkların üstündedir.

14) Postmodern durum modernliğin kendi içerisindeki irrasyonel ya da şizofrenik bir durumdur. Şizofreni ya da us-yarılması dediğimiz durum bir kavram rahatsızlığıdır ve klinik olarak ussal iletişime yanıt vermez. Aynı iletişim olanaksızlığı postmodern 'uslamlamacılık'ta da görülür ve her örneğinde tutarlı ve düzgün bir uslamlama olmadığını sergileyen bu patolojik söylem biçimi kavramsal iletişimi olanaksız kılar (Habermas'ın Derrida ile iletişim girişimi sonuçsuz kalmıştır).

Lyotard modernliği ilerleme yolunda sürekli değişim olarak, postmodernliği bu sürecin doruğu olarak, ve sürekli değişimin kendisini bir status quo olarak görür. Bu bakış açısında modernleşme süreci nicel bir doğrusal ilerleme ya da bir tür kötü sonsuz gibidir ki, ereksel bir Logosun yokluğu ve insanın özsel olarak ussal bir doğa taşımadığı biçimindeki temel postmodernist varsayımın doğru vargısıdır. Bu betimleme Postmodernizmi özsel belirlenimlerinde anlatıyor olarak kabul edilebilir. Bu bakış açısı modernleşme sürecinin herhangi bir evresini ötesi olmayan son olarak alır. Paradoksal olarak, modernliğin kendisini vargısı olarak alan bu postmodernist çıkarsamayı usun ve ona bağlı erekselliğin ("grand narratives") reddedilişi üzerine dayandırır.

Gerçekte, ve Postmodern betimleme ile ilişki içinde alındığında, Usun reddedilişi modern dönemde Aydınlanmacı-Görgücü felsefenin başından bu yana savunduğu bakış açısıdır. Postmodern çıkarsama bu öncülün vargısını bir kez daha türetir ve daha önce denenmemiş bir terminoloji içinde yeniden sunar: Süreç Ereksiz bir Sondur. Postmodernizm modernizmin temel öncülünden ancak bölümsel olarak sergileyebildiği vargıları en son düzeylerinde çıkarsamaya çabalar ve postmodern kuramcılığın kendi içinde sergilenen ve naiv okuru güçlüğe düşüren karışıklıklarının başlıca nedeni bu vargıları çıkarsamada gösterilen duraksamalara ve yetersizliklere bağlıdır.

Postmodern söylem Kavramı yadsıdığı ve gene de kullanmak zorunda olduğu için — çünkü ne olursa olsun 'uslamlama' yapmak, en azından bir düşünme izlenimi vermek zorundadır —, kavramları örten simgeleri kullanır. Kavramdan çok kavrama andırımlı olan biçimleri kullanmak zorunda kaldığı için Dil ve Sözcükler üzerinde yoğunlaşır, alışıldık,sıradan, olağan anlamları örtücü sözcükler ile yeniden kullanır, ve usu bu yolda kendine karşı örtmeyi başarır. Boudrillard'ın biçemi bu eğilimi aşırılığı içinde sergiler. Postmodern söylemin can sıkıcı biçimselciliğinin gizi kendini kendinden gizlemeye çabalayan bu irrasyonalizmde yatar.


 

15) Postmodernizm Modern dönemin geçtiğini ya da tamamlandığını ileri sürer. İlerlemenin yeri Tutuculuk tarafından alınmıştır. PM tüm Devrim, İlerleme, Gelişme gibi ereksellikleri ya da Teleolojiyi yadsımak zorundadır.
a) Postmodern durum bir realiteyi imlerken, Postmodernizm bir bakış açısını imler. Bakış açısı olarak PM modern dönemin niteliğinin — ussallık, nesnellik ya da nesnel anlam, ilerleme — belirlenimlerinin ortadan kalktığını ve yeni realitenin ekonomik olarak "geç anamalcılık" olduğunu ileri sürer (Fredric Jameson; finans kapital). PM bakış açısında politik Güç Yurttaş Kavramı ile ile belirlenmez, ama Bilişim, İletişim, Ulaşım vb. gibi olgular yoluyla betimlenir. PM kuramda "geç" de olsa bir anamalcılık söz konusudur, ve toplum Yurttaş Toplumu değil, ama geç anamalcı toplumdur. Geç anamalcılık medyanın bir Güç olmasını, iletişim ve teknolojinin öneminin artmasını ya da ekonomik olarak belirleyici olmasını imler.

b) Postmodern bilince katkıda bulunan felsefeciler ve yazarlar:

1) Kierkegaard ve Nietzsche: Nesnelliğe karşı uslamlamaları ve moral ve toplumsal kuşkuculuk üzerine vurguları yoluyla (Varoluşçuluk);
2) Sartre, Camus, Beckett. Yeni bir öznellik anlamı getirmeleri yoluyla (yine Varoluşçuluk; Saçma; Usdışı; insanın saltık değersizleştirilmesi);
3) Nesnel görecilik; hiçbir değer bir başkasından yüksek değildir; (Heidegger, Wittgenstein, Derrida; Us yerine Dil; Kavram yerine Sözcük, Simge, İm).

Derrida metnin özsel bir anlamı olmadığını (that there was no intrinsic essence to a text) ileri sürer. Metin salt göreli bir yorumdur ve doğru yorum diye birşey tanım gereği söz konusu olamaz. Derrida nesnel-özsel Diyalektik ya da Kavram ile değil ama öznel-biçimsel Semantik ya da Anlam ile ilgilenir. Derrida'ya göre Sözcük (Metnin yapıtaşı) Batı kültüründeki bütün bir simgeler ve fenomenler alanını kapsar. (Derrida's argument is that deconstruction proves that texts have multiple meanings.) Yapısızlaştırma özsel olarak metnin çeşitli bağlamlarında Sözcüğün (ya da simgelerin) göreliliğine ve böylece değişik anlamlar kazanmasına bağlı bir çözümleme ya da betimleme yöntemi olarak görünür. Mantıksal değildir.

Alan Sokal postmodernizmin salt bir diluzluğu olduğunu ileri sürdü.

Wikipedia'dan bir çözümleme (Postmodernism):

Influencer Year Influence
Søren Kierkegaard c.1843 "Truth is Subjectivity", stressing the importance of experience and relativity over absolute, concrete thoughts
Friedrich Nietzsche c.1880 no fixed values, God is dead, all perception is interpretation
Dada movement c.1920 a focus on the framing of objects and discourse as being as important, or more important, than the work itself
Karl Barth c.1930 fideist approach to theology brought a rise in subjectivity
Martin Heidegger c.1930 rejected the philosophical grounding of the concepts of "subjectivity" and "objectivity"
Ludwig Wittgenstein c.1950 anti-foundationalism, no certainty, a philosophy of language
Thomas Samuel Kuhn c.1962 posited the rapid change of the basis of scientific knowledge to a provisional consensus of scientists, coined the term "paradigm shift"
W.V.O. Quine c. 1962 developed the thesis of indeterminacy of translation, ontological relativity, and refuted a priori knowledge
Jacques Derrida c.1970 re-examined the fundamentals of writing and its consequences on philosophy in general; sought to undermine the language of western metaphysics (deconstruction)
Michel Foucault c.1975 examined discursive power in Discipline and Punish, with Bentham's panopticon as his model, and also known for saying "language is oppression" (Meaning that language was developed to allow only those who spoke the language not to be oppressed. All other people that don't speak the language would then be oppressed.)
Jean-François Lyotard c.1979 opposed universality, meta-narratives, and generality
Richard Rorty c.1979 philosophy mistakenly imitates scientific methods; argues for dissolving traditional philosophical problems; anti-foundationalism and anti-essentialism
Jean Baudrillard c.1981 Simulacra and Simulation - reality created by media

İdea Yayınevi / Hegel’in Nesnel Tin Dizgesi / Aziz Yardımlı / 2014