HARPER LEE
Çeviren Diren Yardımlı

YILLAR
ÖNCE Hanover hanedanının yaşlıca
bir üyesi, birdenbire İngiltere tahtına bir varis sağlama
görevinin kendisine ve kardeşlerine verildiğini öğrenince,
endişesini arkadaşı Thomas Creevey'e açtı: "...Madame
St. Laurent'le birlikte yaşamımızın yirmi yedinci yılındayız
şimdi; aynı yaştayız ve her koşulda ve her tür zorluğu
birlikte yaşadık, ve ondan ayrılmanın bende yol açacağı
sızıyı rahatlıkla imgeleyebilirsin ... ve açıkça söylüyorum,
bana bir evlilik dayatılırsa onun başına gelecekleri bilemiyorum..."
Kent
Dükünün içinde bulunduğu kötü durumu ilginç bulan Mr.
Creevey, olayı günlüğüne geçirdi ve böylelikle bizim
için zaman-ötesi bir bildirgeyi saklamış oldu. Bunu
yazan insan aşırı ölçüde parlak değildi, ne de dikkate
değer bir yaşamı vardı, yine de yüreğinden gelen çığlığını
anımsarız ve insanlığa yaptığı en büyük hizmetini unutma
eğilimini gösteririz; bu adam Kraliçe Victoria'nın babasıydı.
Kent
Dükü bize neyi anlattı? İki insanın gönüllü bir temelle
yaşamlarını neredeyse otuz yıldır paylaştıklarını —ki
kendinde olağanüstü bir başarıdır; yakın ilişkinin sancılarının
ve sıkıntılarının üstesinden gelebildiklerini; yaşamın
baskılarını ve düşkırıklıklarını birlikte karşıladıklarını;
birinin ötekinden ayrılma olasılığının ıstırabını çektiğini.
Tek bir minnetar tümceyle, Kent Dükü, bir erkeğin bir
kadına duyduğu sevgi üzerine söylenecek ne varsa söylemiş
oldu.
Ve
bunları söyleyerek, bize sevginin kendisi üzerine de
pekçok şeyi anlatır. Sevginin tek bir türü vardır — sevgi.
Ama sevginin değişik belirişleri sayısızdır:
Alışılmadık
bir gece patırtısıyla anne yatağından fırlayacak ve
evinin her köşesinin endişesinin çevresini güvenle örttüğüne
emin oluncaya dek geri dönmeyecektir. Bir adam bir jetin
gökyüzünde bıraktığı tırtıl izlerini gözlemek için başını
golf oyunundan kaldırır. Bir ev kadını, kente inmeden
önce, komşusuna mağazadan birşey isteyip istemediğini
öğrenemek için çabucak telefon eder. Bunlar içimizdeki
bir gücün belirişleridirler, ve bu güce zorunlu olarak
tanrısal dememiz gerekir çünkü bir insan icadı değildir.
Sevgi
nedir? Birçok şey sevgidir-gerçekten de sevgi acımada,
şefkatte, romansta ve sevecenlikte vardır. Kent Dükünün
bildiriminin bir sevgi bildirgesi olmasını, ve yaşamımızın
her gününde, ikinci bir kez üzerinde durmadan, küçük
sevgi davranışları göstermemizi sağlayan şey, kendini
ancak yokluğuyla gösteren bir öğedir. Eğer bulunsaydı,
Kent Dükü metresini umursamadan terkerdi; başının üstünde
kırılan ses duvarı anneyi ayağa kaldırmazdı; topu deliğe
sokmak golf oynayan kişinin birincil amacı olurdu; ev
kadını komşusunu aklının ucundan bile geçirmeyerek dosdoğru
mağazanın yolunu tutardı. Bir şey sevgiyi tanımlar ve
onu benzer duygulardan ayırır: sevgi 'ben'i kabul etmez.
İçimizden
çok azı şefkate ulaşır; kimilerimiz için romans bir
sözcüktür; bir çoğumuzda sevecenlik duyma yeteneği çoktan
ölmüştür; ama hepimiz zaman zaman-ister bir anlık olsun,
isterse yaşamımız boyunca- kendimizden uzaklaşmışızdır:
birşeyi ya da birini sevmişizdir. Sevgi, bu durumda
bir paradokstur: ona sahip olmak için, onu vermeliyiz.
Sevgi geçişsiz birşey değildir — sevgi anlığın ve bedenin
doğrudan bir eylemidir.
Sevgisiz
yaşam anlamsız ve tehlikelidir. İnsanoğlu Venüs'e doğru
yoldadır, ama yine de kendi karısıyla birlikte yaşamayı
öğrenmemiştir. İnsanoğlu yaşam süresini uzatmayı başarmıştır,
yine de bir çırpıda altı milyon kardeşini birden ortadan
kaldırır. İnsanoğlunun şimdi elinde kendini ve gezegenini
yokedecek gücü vardır: ve hiç kuşkunuz olmasın, yokedecektir —sevmeye
son verecek olursa.
Sevginin
önüne en sık çıkan engeller hırs, haset, gurur ve eskiden
günah olarak bilinen dört başka dürtüdür. Biri daha
vardır ki eşit ölçüde tehlikelidir: cansıkıntısı. Yaşamda
çok az heyecan bulabilen ruh ölmekte olan bir ruhtur;
dünyada ona çekici gelen birşey bulamayan ruh ölüdür,
ve ona ev sahipliği yapan beden de ölü sayılabilir,
çünkü beş duyunun onlardan hiçbir haz alamayan bir ruha
ne yararı dokunabilir?
Sonunda
sevmesi ya da kendini yoketmesi gerektiğini anlayan
insanoğlu her zamanki yolunu izleyerek onun için bir
bilim geliştirmeye çabalamaktadır. Ruhçözümlemenin en
son amacı, kendine özgü semantiği bir yana atıldıktan
sonra, insanı sinircelerinden kurtarıp sevmesini sağlamaktır,
ve insanın sevebilme yeteneği içeriye, kendi üzerine
dönen itkilerden özgürleşmesinin derecesiyle ölçülür.
Bir mantarın akıntının dibine bastırılması gibi, sevgi
de ben tarafından hapsedilebilir: 'ben'i kaldırın, sevgi
insanın varlığının yüzeyine yükselir.
Sevgiyle,
herşey olanaklıdır.
Sevgi
onarır. Sevginin iyileştirme gücü üzerine birçok öykü
duymuşuzdur, ve onlardan kuşkuya düşeriz, çünkü insanız
ve bu yüzden anlayamadığımız ve açıklayamadığımız şeylerin
varoluşlarını reddetmeye yatkınızdır. Ama şu öykü gerçektir:
Bir
Ağustos akşamı, Güney'de minik bir hastanede ölüm döşeğinde
yaşlı bir adam yatıyordu. Ailesi çağrılmıştı, ve aralarında
bir de en büyük torunu olan onaltı yaşındaki bir delikanlı
vardı. Delikanlı ve dedesi arasında erkekler arasında
sıkça görülen tuhaf ve neredeyse sözsüz bir ilişki vardı.
Gün boyunca çocuk tek bir söz söylemedi. Konuşamıyordu
sanki. Hastane lobisinde ailesinin geri kalanıyla yaşlı
adamın ölmesini beklemedi; bunu yapmaktansa kendine
bir iskemle buldu ve bütün gün koridorda , hastanenin
rutin koşuşturmalarını dikkate almadan dedesinin kapısının
yanına kuruldu. Akşamın geç bir saatinde aile doktoru
delikanlıyı hala orada sessizce otururken buldu. Ona,
"Eve git oğlum. Deden için yapabileceğin hiçbir şey
yok," dedi. Delikanlı onunla ilgilenmedi, doktor odaya
girdi. Kısa bir süre sonra şaşkınlık içinde dışarı çıktı.
"Şey ... oğlum," dedi. Delikanlı başını kaldırdı. "Yiyecek
birşeyler istiyor. Daha iyi." Delikanlı herhangi bir
hayret belirtisi göstermeden başını salladı: "Acıkma
vaktinin geldiğini tahmin ediyordum," dedi. Bu o günkü
ilk konuşmasıydı. İskemleyi kaldırdı ve aldığı yere
geri koydu, ve koridor boyunca leylek gibi yapısıyla
gerinip esneyerek yürümeye başladı. "Nereye gidiyorsun,
oğlum?" diye peşinden seslendi doktor. "Bir hamburger
almaya," diye yanıtladı delikanlı. "Hamburger sever."
Duyu-ötesi
algının yeterli hiçbir açıklaması yoktur-vardır, o kadar.
Yaşlı adamın iyileşmesinin mantıklı hiçbir açıklaması
yoktu-oldu, o kadar. Olsa olsa merak edebiliriz.
Sevgi
dönüştürür. Niye arayıp da İncil'de ya da Shakespeare'de
bulamadığımız günlük olaylar çoğunlukla Don Kişot'da
karşımıza çıkarlar? Çünkü Cervantes, katıksız bir yaşam
sevgisiyle, yaşamın ince ayrıntılarını ölümsüzleştirmiştir.
Niye her satırını tanısak da "Messiah" çalmaya başlayınca
durup dinlemek zorunda kalırız? Çünkü her notası bir
insanın Tanrı sevgisinden doğmuştur, ve onu işitiriz.
Şu deneyi bir yapın: barok müzikten tiksinen birini
yakalayın (başarabilirseniz eğer); ona Semele'nin herhangi
bir bölümünü çalın, ve oturup nezaketen gösterdiği dikkatinin
kaçınılmaz bir dikkate dönüşümünü izleyin —tutsağınızın
Handel'in tutsağı oluşunu izleyin. Açgözlülük hiçbir
zaman iyi bir roman yazmadı; nefret "Venüs'ün Doğuşu"nu
çizmedi; ne de haset bize hipotenüsün karesinin iki
kenarın karelerinin toplamına eşit olduğunu gösterdi.
Zamanın vuruşlarına dayanan insan usunun tüm yaratıları
sevgiden doğmuştu — birşeye ya da birine duyulan sevgiden.
Matematiği bile sevmek olanaklıdır.
İnsanlık
tarihi sevginin gücüne sayısız tanıklığı barındırır,
ama hiç biri başka bakımlardan huysuz olan St. Paul'un
kendini sevgi konusuna verdiği zaman uğradığı dönüşüme
değinmez: sevginin kendisi üzerine yazdı, St. Paul,
ve bize bir tansık sundu. Dinleyin:
"İnsanların
ve meleklerin dilleriyle konuşsam da, merhametim yoksa
çınlayan bir borazan ya da çıngırdayan bir zil gibiyimdir."
"Ve
kehanette bulunma ve tüm gizemleri ve tüm bilgiyi anlama
yeteneğine sahip olsam da; ve dağları yerinden oynatabilecek
tüm inanca sahip olsam da, merhametim yoksa, bir hiçimdir
..."
St.
Paul'den sonra elimizden gelenin en iyisini yaptık,
ama en iyimiz bile hiçbir zaman ona yaklaşamadı.
Sevgi
arındırır. Acı çekmek hiç kimseyi hiçbir zaman arındırmamıştır;
acı çekmek olsa olsa içimizde kendimize yönelik itkileri
yeğinleştirir. Buna karşın, her bir sevgi davranışı — ne
denli küçük olursa olsun — elimizi kolumuzu bağlayan endişeyi
azaltır, bize yarını tattırır, ve korkularımızın boyunduruğunu
gevşetir. Sevginin ödülü, erdemden ayrı olarak, kendi
ödülü değildir. Sevginin ödülü ruhun barışıdır, ve ruhun
barışı insan isteğinin ereğidir.

|