John Locke
İNSAN ANLAĞI ÜZERİNE BİR DENEME
AN ESSAY CONCERNING HUMAN UNDERSTANDING (1690)
KİTAP I; KİTAP II
Çeviren: Aziz Yardımlı |
John Locke (1632-1704)
İinsan Anlağı Üzerine Bir Deneme
KİTAP I.
Ne İlkeler ne de Düşünceler Doğuştandır
Bölüm I.
DOĞUŞTAN KURGUL İLKELER YOKTUR |
John Locke
An Essay Concerning Human Understanding
BOOK I.
Neither Principles nor Ideas Are Innate
Chapter I
NO INNATE SPECULATIVE PRINCIPLES |
1. Herhangi bir bilgiye erişme yolunun gösterilmesi
doğuştan olmadığını tanıtlamak için yeterli. Anlakta
belli doğuştan ilkelerin, belli birincil kavramların, koinai ennoiai, bir bakıma
insan anlığı üzerine basılı imlerin olduğu, bunların
ruh tarafından daha onun ilk varlığında kazanılarak
onunla birlikte dünyaya getirildiği kimi insanlar
arasında yerleşik bir görüştür. Önyargısız okurları
bu sayıltının yanlışlığı konusunda inandırmak için,
yalnızca (bu Söylemin izleyen bölümlerinde yapacağımı
umduğum gibi) insanların iye oldukları tüm bilgiye
hiçbir doğuştan izin yardımı olmaksızın yalnızca doğal
yetilerinin kullanımı yoluyla nasıl erişebildiklerini,
ve böyle herhangi bir kökensel kavram ya da ilke olmaksızın
pekinliğe nasıl varabildiklerini göstermek yeterli
olacaktır.*
Çünkü Tanrının bir görüş yetisi verdiği ve renkleri
dışsal nesnelerden gözler yoluyla almak için bir güçle
donattığı bir yaratıkta, renklerin düşüncelerinin doğuştan
olduklarını varsaymanın uygunsuz olacağının kolayca
kabul edileceğini sanıyorum: Ve doğanın izlenimlerine
ve doğuştan imlere çeşitli gerçeklikler yüklemek daha
az usaaykırı olmayacaktır, çünkü kendimizde bunların
sanki onlar kökensel olarak anlık üzerine basılı imişler
gibi kolay ve pekin bilgilerine erişmeye uygun yetiler
gözleyebiliriz
.
Ama gerçeklik arayışında bir insanın kendi düşünceleri
onu olağan yolun biraz da olsa dışına çıkardığında herhangi
bir eleştiri olmaksızın onları izlemesine izin verilmediğinden,
beni o görüşün gerçekliğinden kuşku duymaya götüren
nedenleri sıralayacağım, ve bunu, eğer yanılmışsam,
yanlışlığımın bir özrü olarak yapacağım; ki bunu benimle
birlikte kendilerini gerçeği nerede bulurlarsa onu orada
kucaklamaya bırakanlar tarafından irdelenmek üzere bırakıyorum.
*[Locke
denemesinde ‘impress’ ve ‘impression’ sözcüklerini
biçimsel benzerliklerinden sık sık yararlanır. İngilizce’de
eylem olarak ‘impress’ basmak, damgalamak demektir,
ve buradan ‘izlenim’ olarak ‘impression’a geçmek kökensel
anlamı bütünüyle bir yana bırakmayı gerektirir. Locke
‘impression’u ‘iz,’ ‘damga,’ ‘işaret’ anlamlarında
kullanır. ‘İzlenim’ olarak ‘impression’ sözcüğünün
öznelliği Türkçe’de açıktır, ve Hume’un ‘impression’un
yanısıra ‘perception/algı’ anlatımını kullanmasının
nedeni sözcüğün bu genişliğidir. Aynı anlam gevşekliği Kant’ın ‘Anschauung/intuition’ (Lat.) sözcüğünün 'sezgi' ile çevrilmesi ile daha da yeğinleşir ve doğal bilincin
saflığı üzerinde oynayabilmek için görgücülük için bulanıklık,
belirsizlik, kuşkuculuk denli kurtarıcı ve verimli
başka hiçbirşey yoktur.] |
1. The way shown how we come by any knowledge, sufficient
to prove it not innate. It is an established
opinion amongst some men that there are in the understanding
certain innate principles; some primary koinai
ennoiai, characters, as it were stamped upon
the mind of man, which the soul receives in its very
first being, and brings into the world with it
. It
would be sufficient to convince unprejudiced readers
of the falseness of this supposition, if I should only
show (as I hope I shall in the following parts of this
Discourse) how men, barely by the use of their natural
faculties, may attain to all the knowledge they have,
without the help of any innate impressions, and may
arrive at certainty, without any such original notions
or principles
. For I imagine any one will easily
grant that it would be impertinent to suppose the ideas
of colours innate in a creature whom God hath given
sight, and a power to receive them by the eyes from
external objects; and no less unreasonable would it
be to attribute several truths to the impressions of
nature, and innate character, when we may observe in
ourselves faculties fit to attain an easy and certain
knowledge of them as if they were originally imprinted
in mind.
But because a man is not permitted without censure to
follow his own thoughts in the search of truth, when
they lead him ever so little out of the common road,
I shall set down the reasons that made me doubt of the
truth of that opinion, as an excuse for my mistake,
if I be in one; which I leave to be considered by those
who, with me, dispose themselves to embrace truth wherever
they find it
.
|
2. Halk büyük uslamlamayı onaylar. Hem kurgul hem de kılgısal olan (çünkü her ikisinden de söz
ederler) ve üzerlerinde evrensel olarak tüm insanlık tarafından
anlaşılan belli ilkelerin var olduklarından daha
yaygın olarak sorgusuzca kabul edilen hiçbirşey yoktur;
ve buna göre ileri sürerler ki, insanların ruhları onları
daha ilk varlıklarında kazanır, ve onların da, tıpkı özünlü
yetilerinin herhangi birinin olduğu gibi, zorunlu olarak
ve olgusal olarak kendileri ile birlikte dünyaya getirdikleri
değişmez imler olmaları gerekir.
|
2. General assent the great argument. There
is nothing more commonly taken for granted than that there
are certain principles, both speculative and practical (for they speak of both), universally
agreed upon by all mankind: which therefore, they argue,
must needs be constant impressions which the souls of
men receive in their first beings, and which they bring
into the world with them, as necessarily and really as
they do any of their inherent faculties. |
3. Evrensel onay hiçbirşeyin doğuştan olduğunu tanıtlamaz.
Evrensel onaydan türetilen bu uslamlama kendi içinde öyle
bir talihsizlik taşır ki, eğer üzerlerinde tüm insanlığın
anlaştığı belli gerçekliklerin olduğu gerçekten de doğru
olmuş olsaydı, bu onların doğuştan olduklarını tanıtlamazdı;
çünkü belki de insanların onay verdikleri şeyler üzerine
o evrensel anlaşmaya nasıl ulaşabildikleri konusunda başka
bir yol gösterilebilirdi, ki bunun yapılabileceğini kabul
ediyorum.
|
3. Universal consent proves nothing innate. This argument, drawn from universal consent, has this
misfortune in it, that, if it were true in matter of fact
that there were certain truths wherein all mankind agreed,
it would not prove them innate, if there can be any other
way shown how men may come to that universal agreement
in the things they do consent in, which I presume may
be done. |
4. ‘‘Var olan vardır,’’ ve ‘‘Aynı Şey
için olmak ve olmamak olanaksızdır’’ evrensel olarak
onay görmez. Ama — ki daha kötüdür — doğuştan düşünceleri
tanıtlamak için kullanılan bu evrensel onay uslamlaması
bana böyle şeylerin olmadığının bir belgitlemesi
olarak görünür, çünkü tüm insanlığın evrensel bir onay
verdiği hiçbirşey yoktur. Kurgul olan ile başlayarak
şu yüceltilmiş belgitleme ilkelerini örnek olarak vereceğim:
‘‘Varolan herşey vardır,’’ ve ‘‘Aynı şey için olmak ve
olmamak olanaksızdır’’; ki tüm başkaları arasında doğuştan
olma sanına en uygun olanlar bunlardır. Bunların evrensel
olarak kabul edilen düzgüler olarak öylesine yerleşik
bir ünleri vardır ki, herhangi birinin bunu sorguluyor
gibi görünmesi bile hiç kuşkusuz tuhaf karşılanacaktır.
Ama gene de rahatça diyebilirim ki, bu önermeler evrensel
bir onay görmekten öylesine uzaktır ki, insanlığın onları
hiç de böyle bilmeyen büyük bir bölümü vardır. |
4. ‘‘What is, is’’ and ‘‘It is impossible for the
same thing to be and not to be,’’ not universally assented
to. But, which is worse, this argument of universal
consent, which is made use of to prove innate principles,
seems to me a demonstration that there are none such,
because there are none to which all mankind give an universal
assent. I shall begin with the speculative, and instance
in those magnified principles of demonstration, ‘‘Whatsoever
is, is,’’ and ‘‘It is impossible for the same thing to
be and not to be’’; which, of all others, I think have
the most allowed title to innate. These have so settled
a reputation of maxims universally received that it will
no doubt be thought strange if anyone should seem to question
it. But yet I take liberty to say that these propositions
are so far from having an universal assent, that there
are a great part of mankind to whom they are not so much
as known. |
5. Anlık üzerinde doğal olarak izleri yoktur, çünkü
çocuklar, budalalar vb. tarafından bilinmezler.
Çünkü ilk olarak açıktır ki tüm çocuklar ve budalalar
bu ilkeler üzerine en küçük bir anlayış ya da düşünce
taşımazlar. Ve bunun yokluğu tüm doğuştan gerçekliklere
zorunlu olarak eşlik etmesi gereken o evrensel onayı yoketmek
için yeterlidir; çünkü ruhun üzerinde algılamadığı ve
anlamadığı basılı gerçekliklerin olduğunu söylemek bana
hemen hemen bir çelişki gibi görünüyor: Çünkü iz bırakma,
eğer herhangi birşey imleyecekse, belli gerçeklikleri
algılanır kılmaktan başka birşey değildir. Çünkü anlık
üzerine herhangi birşeyin anlığın onu algılaması olmaksızın
iz bırakması bana pek anlaşılır gibi görünmüyor. Öyleyse
eğer çocukların ve budalaların üzerlerinde o izleri taşıyan
ruhları, anlıkları varsa, onlar kaçınılmaz olarak
onları algılamalı, ve zorunlu olarak bu gerçeklikleri
bilmeli ve onaylamalıdırlar; ki bunu yapmadıkları için,
açıktır ki böyle izler yoktur. Çünkü eğer bunlar doğallıkla
basılı kavramlar değilseler, nasıl doğuştan olabilirler,
ve eğer basılı kavramlar iseler, nasıl bilinmez olabilirler?
Bir kavramın anlık üzerine basılı olduğunu söylemek, ve
gene de aynı zamanda anlığın onu bilmediğini ve henüz
hiç ayrımsamadığını söylemek bu izi bir hiç yapmaktır.
Anlığın henüz hiç bilmediği, henüz hiç bilincinde olmadığı
hiçbir önermenin onda olduğu söylenemez. Çünkü eğer
herhangi biri için söylenebilirse, o zaman, aynı nedenle,
gerçek olan ve anlığın onay verebildiği tüm önermelerin
anlıkta oldukları ve basılı oldukları söylenebilir; çünkü
anlığın henüz hiç bilmediği herhangi birinin onda olduğu
söylenebilirse, bu yalnızca onu bilmeye yetenekli olduğu
için olmalıdır; ve böylece anlık bilecek olduğu tüm gerçekleri
bilme yeteneğindedir. Hayır, böylece anlığın hiçbir
zaman bilmediği, ve hiçbir zaman bilmeyecek olduğu gerçeklikler
onun üzerine basılmış olabilir; çünkü bir insan uzun süre
yaşayabilir, ve sonunda anlığının pekinlikle bilme yeteneğinde
olduğu pekçok gerçekliği bilmeden ölebilir. Öyle ki
eğer bilme yeteneği tartışma konusu olan doğal iz ise,
bir insanın bilmiş olduğu gerçeklerin tümü de, bu açıklama
üzerine, doğuştan olacaktır; ama bu çok önemli nokta çok
uygunsuz bir konuşma yolundan daha çoğuna varmayacaktır,
çünkü aykırısını ileri sürüyor gibi görünürken, doğuştan
ilkeleri yadsıyanlardan ayrı birşey söylememektedir.
Çünkü sanırım hiç kimse anlığın çeşitli gerçeklikleri
bilmeye yetenekli olduğunu yadsımamıştır. Yetenek,
derler, doğuştandır, bilgi ise kazanılır. Ama o zaman
belli doğuştan düzgüler için böyle bir çekişmenin anlamı
nedir? Eğer gerçeklikler algılanmaksızın anlak üzerine
basılabiliyorsa, anlığın bilmeye yetenekli olduğu
geçeklikler arasında kökenselleri açısından hiçbir ayrım
olabileceğini sanmıyorum: Tümü de doğuştan ya da tümü
de raslantısal olmalıdır; kişi boşuna onları ayırdetmek
için uğraşacaktır. Öyleyse anlaktaki doğuştan kavramlardan
söz eden biri, (eğer böylelikle ayrı gerçeklik türlerini
niyet ediyorsa) böyle gerçekliklerin anlakta onun hiçbir
zaman algılamadığı gibi olduklarını, ve gene de onların
bütünüyle bilgisizi olduğunu demek isteyemez. Çünkü
eğer bu ‘‘anlakta oldukları’’ sözlerinin herhangi bir
uygunluğu varsa, anlaşılmayı imlerler. Öyle ki anlakta
olmak, ve anlaşılmamak; anlıkta olmak ve hiçbir zaman
algılanmamak herhangi birşeyin anlıkta ya da anlakta olduğunu
ve olmadığını söylemekle tümüyle birdir. Öyleyse eğer
şu iki önerme, ‘‘Varolan herşey vardır,’’ ve ‘‘Aynı şey
için olmak ve olmamak olanaksızdır,’’ doğa tarafından
basılmışsa, çocuklar onların bilgisizi olamazlar; bebekler,
ve ruhları olan herkes, zorunlu olarak onları anlaklarında
taşımalı, gerçekliklerini bilmeli, ve ona onay vermelidir.
|
5. Not on the mind naturally imprinted, because not
known to children, idiots, etc. For, first, it
is evident, that all children and idiots have not the
least apprehension or thought of them. And the want
of that is enough to destroy that universal assent which
must needs be the necessary concomitant of all innate
truths; it seeming to me near a contradiction to say,
that there are truths imprinted on the soul, which it
perceives or understands not: imprinting, if it signify
anything, being nothing else but the making certain truths
to be perceived. For to imprint anything on the mind
without the mind’s perceiving it seems to me hardly intelligible.
If therefore children and idiots have souls, have minds,
with those impressions upon them, they must unavoidably
perceive them, and necessarily know and assert to these
truths; which since they do not, it is evident that there
are no such impressions. For if they are not notions
naturally imprinted, how can they be innate? and if they
are notions imprinted, how can they be unknown? To
say a notion is imprinted on the mind, and yet at the
same time to say that the mind is ignorant of it and never
yet took notice of it, is to make this impression nothing.
No proposition can be said to be in the mind which it
never yet knew, which it was never yet conscious of.
For if any one may, then, by the same reason, all propositions
that are true, and the mind is capable ever cut asserting
to, may be said to be in the mind, and to be imprinted;
since, if any one can be said to be in the mind, which
it never yet knew, it must be only because it is capable
of knowing it; and so the mind is of all truths it ever
shall how. Nay, thus truths may be imprinted on the
mind which it never did, nor ever shall know; for a man
may live long, and die at last in ignorance of many truths
which his mind was capable of knowing, and that with certainty.
So that if the capacity of knowing be the natural impression
contended for, all the truths a man ever comes to know
will, by this account, be every one of them innate; and
this great point will amount to no more, but only to a
very improper way of speaking; which, whilst it pretends
to assert the contrary, says nothing different from those
who deny innate principles. For nobody, I think, ever
denied that the mind was capable of knowing several truths.
The capacity, they say, is innate, the knowledge acquired.
But then to what end such contest for certain innate maxims?
If truths can be imprinted on the understanding without
being perceived, I can see no difference there can be
between any truths the mind is capable of knowing
in respect of their original: they must all be innate
or all adventitious; in vain shall a man go about to distinguish
them. He therefore that talks of innate notions in
the understanding, cannot (if he intend thereby any distinct
sort of truths) mean such truths to be in the understanding
as it never perceived, and is yet wholly ignorant of.
For if these words ‘‘to be in the understanding’’ have
any propriety, they signify to be understood. So that
to be in the understanding, and not to be understood;
to be in the mind and never to be perceived, is all one
as to say anything is and is not in the mind or understanding.
If therefore these two propositions, ‘‘Whatsoever is,
is,’’ and ‘‘It is impossible for the same thing to be
and not to be,’’ are by nature imprinted, children cannot
be ignorant of them: infants, and all that have souls,
must necessarily have them in their understandings, know
the truth of them, and assent to it. |
6. İnsanların onları Us Kullanımına başladıkları
zaman bildikleri [görüşü] yanıtlanıyor. Bundan
kaçınmak için, genellikle tüm insanların onları us
kullanımına başladıkları zaman bildikleri ve onayladıkları
yanıtı verilir; ve bu onların doğuştan olduklarını tanıtlamak
için yeterlidir. Yanıtlıyorum:
|
6. That men know them when they come to the use of
reason, answered. To avoid this, it is usually
answered that all men know and assent to them, when
they come to the use of reason; and this is enough
to prove them innate. I answer: |
7. Herhangi bir imlemleri pek olmayan kuşkulu anlatımlar,
açık nedenlerle, önyargı edinmiş olmakla, kendi söylediklerini
bile yoklama sıkıntısına girmeyenlere gider. Çünkü,
bu yanıtı herhangi bir kabul edilebilir anlamla şimdiki
amacımıza uygularsak, şu iki şeyden birini imliyor olmalıdır:
Ya insanlar us kullanımına başlar başlamaz bu sözde doğuştan
yazıtlar onlar tarafından bilinmeye ve kabul edilmeye
başlar; ya da, insanların uslarının kullanımı ve uygulanışı
onlara bu ilkeleri ortaya çıkarmada yardım eder, ve kesinlikle
bunları onlara bilinir kılar.
|
7. Doubtful expressions, that have scarce any signification,
go for clear reasons to those who, being proposed, take
not the paint to examine even what they themselves say.
For, to apply this answer with any tolerable sense to
our present purpose, it must signify one of these two
things: either that as soon as men come to the use of
reason these supposed native inscriptions come to be known
and observed by them; or else, that the use and exercise
of men’s reasons assists them in the discovery of these
principles, and certainly makes them known to them. |
8. Eğer us onları keşfetmişse, bu onların doğuştan olduklarını
tanıtlamaz. Eğer us kullanımı ile insanların bu
ilkeleri keşfedebileceklerini, ve bunun onların doğuştan
olduklarını tanıtlamak için yeterli olduğunu demek istiyorlarsa,
uslamlama yolları şöyle görünecektir: Usun pekinlikle
önümüze serebileceği ve bize katı bir biçimde onaylatabileceği
gerçekliklerin tümü de anlık üzerinde doğal olarak basılıdır;
çünkü onların göstergesi yapılmış olan o evrensel onay
şundan öteye varmaz: Us kullanımı yoluyla onların belli
bir bilgisine ulaşabilir ve onları onaylayabiliriz; ve,
bu yolla, matematikçilerin düzgüleri ve onlardan çıkarsadıkları
teoremler arasında hiçbir ayrım olmayacaktır: Tümünün
de eşit ölçüde doğuştan olmalarına izin verilmelidir,
çünkü tümü de us kullanımı yoluyla yapılmış buluşlardır,
ve eğer düşüncelerini o yolda doğru olarak uygulayacak
olursa ussal bir yaratığın hiç kuşkusuz bilmeye başlayabileceği
gerçekliklerdir.
|
8. If reason discovered them, that would not prove
them innate. If they mean that by the use of reason
men may discover these principles, and that this is sufficient
to prove them innate, their way of arguing will stand
thus, viz. that whatever truths reason can certainly discover
to us, and make us firmly assent to, those are all naturally
imprinted on the mind; since that universal assent, which
is made the mark of them, amounts to no more but this, — that
by the use of reason we are capable to come to a certain
knowledge of and assent to them; and, by this means, there,
will be no difference between the maxims of the mathematicians
and theorems they deduce from them: all must be equally
allowed innate; they being all discoveries made by the
use of reason, and truths that a rational creature may
certainly come to know, if he apply his thoughts rightly
that way. |
9. Usun onları bulguladığı yanlıştır. Ama
bu insanlar us kullanımının doğuştan olmaları gereken
ilkeleri bulguladığını nasıl düşünebilirler, eğer us (eğer
onlara inanabilirsek) bilinmeyen gerçeklikleri daha şimdiden
bilinen ilkelerden ya da önermelerden çıkarsama yetisinden
başka birşey değilse? Bulgulanması için usa gereksindiğimiz
şey hiç kuşkusuz hiçbir zaman doğuştan olarak düşünülemez,
eğer, dediğim gibi, usun bize doğuştan olduğunu öğrettiği
belli gerçekliklerin tümünü taşımayacaksak. Us kullanımının
pekala gözlerimizin görülür nesneleri bulgulamasını sağlamak
için de zorunlu olduğunu düşünebiliriz, tıpkı anlağın
kökensel olarak onun üzerine kazınmış olanı ve onun tarafından
algılanmadan önce onda olamayanı görmesini sağlamak için
de usa ya da uygulanışına gerek duyulması gibi. Öyle
ki, usa böyle basılı gerçeklikleri bulgulattırmak us kullanımının
bir insanın daha şimdiden bildiği şeyi yine onun önüne
serdiğini söylemektir; ve eğer insanlar o doğuştan basılı
gerçeklikleri kökensel olarak ve us kullanımından önce
taşıyor, ve gene de us kullanımına başlayıncaya dek onları
hiç bilmiyorlarsa, bu gerçekte insanların onları aynı
zamanda biliyor ve bilmiyor olduklarını söylemektir.
|
9. It is false that reason discovers them.
But how can these men think the use of reason necessary
to discover principles that are supposed innate, when
reason (if we may believe them) is nothing else but the
faculty of deducing unknown truths from principles or
propositions that are already known? That certainly
can never be thought innate which we have need of reason
to discover, unless, as I have said, we will have all
the certain truths that reason ever teaches us to be innate.
We may as well think the use of reason necessary to make
our eyes discover visible objects, as that there should
be need of reason, or the exercise thereof, to make the
understanding see what is originally engraven in it, and
cannot be in the understanding before it be perceived
by it. So that to make reason discover those truths
thus imprinted, is to say that the use of reason discovers
to a man what he knew before; and if men have those innate
impressed truths originally, and before the use of reason,
and yet are always ignorant of them till they come to
the use of reason, it is in effect to say, that men know
and know them not at the same time. |
10. Bu iki düzgünün bulgulanışında uslamlamadan hiç
yararlanılmaz. Belki de burada denecektir ki matematiksel
belgitlemelere ve doğuştan olmayan başka gerçekliklere
önerilir önerilmez onay verilmez, ve bunlar böylelikle
bu düzgülerden ve başka doğuştan gerçekliklerden ayrılırlar.
İlk önerilme üzerine onay verme konusundan daha özel olarak
sonra söz edeceğim [§§ 17 21]. Burada yalnızca ve hemen
bu düzgülerin ve matematiksel belgitlemelerin şunda ayrıldıklarını
kabul edeceğim: Birinciler anlaşılır kılınmak ve onayımızı
kazanmak için usa, tanıtlamaların kullanımına gereksinirler;
ama ötekiler, anlaşılır anlaşılmaz, en küçük bir uslamlama
olmaksızın kabul edilip onaylanırlar. Ama bunun üzerine
belirtememe izin verilmesini dilerim ki, bu durum bu genel
gerçekliklerin bulunuşu için us kullanımını isteyen bu
kaçamağın zayıflığını açığa serer: Çünkü kabul etmek gerek
ki, onları bulmada us hiçbir biçimde kullanılmış değildir.
Ve sanırım bu yanıtı verenler bu ‘‘Aynı şey için olmak
ve olmamak olanaksızdır’’ düzgüsünün usumuzun bir çıkarsaması
olduğunu ileri sürmek için atılmayacaklardır. Çünkü
bu doğanın o çok seviyor göründükleri eliaçıklığını yok
etmek olacak, ve bu arada o ilkelerin bilgisini düşüncelerimizin
emeği üzerine bağımlı kılacaklardır. Çünkü tüm uslamlama
araştırma ve ansal arayıştır, ve sıkıntılara girmeyi ve
özenli çaba göstermeyi ister. Ve usumuzun temeli ve
kılavuzu olarak doğa tarafından basılı olanın onu ortaya
çıkarmak için us kullanımına gereksindiği herhangi bir
hoşgörülebilir anlamda nasıl kabul edilebilir?
|
10. No use made of reasoning in the discovery of
these two maxims. It will here perhaps be said
that mathematical demonstrations, and other truths that
are not innate, are not assented to as soon as proposed,
wherein they are distinguished from these maxims and other
innate truths. I shall have occasion to speak of assent
upon the first proposing more particularly by and by.
I shall here only, and that very readily, allow that these
maxims and mathematical demonstrations are in this different:
that the one has need of reason, using of proofs, to make
them out and to gain our assent; but the other, as soon
as understood, are, without any the least reasoning, embraced
and assented to. But I withal beg leave to observe,
that it lays open the weakness of this subterfuge, which
requires the use of reason for the discovery of these
general truths: since it must be confessed that in their
discovery there is no use made of reasoning at all.
And I think those who give this answer will not be forward
to affirm that the knowledge of this maxim, ‘‘That it
is impossible for the same thing to be and not to be,’’
is a deduction of our reason. For this would be to
destroy that bounty of nature they seem so fond of, whilst
they make the knowledge of those principles to depend
on the labour of our thought. For all reasoning is
search, and casting about, and requires pains and application.
And how can it with any tolerable sense be supposed, that
what was imprinted by nature, as the foundation and guide
of our reason, should need the use of reason to discover
it? |
11. Ve eğer olmuş olsaydı, bu onların doğuştan olduğunu
tanıtlamazdı. Anlağın işlemleri üzerine biraz dikkatle
düşünme sıkıntısına girecek olanlar anlığın kimi gerçekliklere
bu çabuk onayının ne doğal yazıt ne de us kullanımı üzerine
değil, ama, daha sonra göreceğimiz gibi, anlığın bunların
her ikisinden de oldukça değişik bir yetisi üzerine bağımlı
olduğunu bulacaklardır. Öyleyse, usun bu düzgülere
onayımızı sağlamakla hiçbir ilgisi olmadığından, ‘‘insanlar
us kullanımına başladıkları zaman onları bilir ve onaylar’’
demekle us kullanımının bize bu düzgülerin bilgisinde
yardımcı oldukları denmek isteniyorsa, bu bütünüyle yanlıştır;
ve, eğer doğru olsaydı, onların doğuştan olmadıklarını
tanıtlardı.
|
11. And if there were, this would prove them not
innate. Those who will take the pains to reflect
with a little attention on the operations of the understanding
will find that this ready assent of the mind to some truths
depends not either on native inscription, or the use of
reason, but on a faculty of the mind quite distinct from
both of them, as we shall see hereafter. Reason, therefore,
having nothing to do in procuring our assent to these
maxims, if by saying that ‘‘men know and assent to them,
when they come to the use of reason,’’ be meant that the
use of reason assists us in the knowledge of these maxims,
it is utterly false; and, were it true, would prove them
not to be innate. |
12. Us kullanımına başlama bu düzgüleri bilmeye başladığımız
zaman değildir. Eğer onları ‘‘us kullanımına başladığımız
zaman’’ bilmek ve onaylamak ile bunun onların anlık tarafından
ayrımsanmaya başladıkları zaman olduğu, ve çocuklar us
kullanımına başlar başlamaz bu düzgüleri bilmeye ve onaylamaya
da başladıkları denmek isteniyorsa, bu da yanlış ve saçmadır.
İlkin şu nedenle yanlıştır, çünkü açıktır ki bu düzgüler
us kullanımı denli erken bir zamanda anlıkta değildirler;
ve dolayısıyla us kullanımına başlama yalnışlıkla onları
keşfetme zamanına yüklenir. Çocuklarda onlar bu ‘‘Aynı
şey için olmak ve olmamak olanaksızdır’’ düzgüsünün bir
bilgisini edinmeden önce uzun bir zaman boyunca us kullanımının
kaç örneğini gözleyebiliriz? Ve okur yazar olmayan
insanların ve yabanılların büyük bir bölümü yıllarını,
giderek ussal çağlarının birçok yılını bu ve benzeri genel
önermeler üzerine hiç düşünmeden geçirirler. İnsanların
doğuştan olduğu düşünülen bu genel ve daha soyut gerçekliklerin
bilgisine us kullanımına başlayıncaya dek ulaşmadıklarını
kabul ediyorum; ve o zaman da ulaşmadıklarını ekliyorum.
Bunun nedeni onlar us kullanımına başlayıncaya dek, o
genel düzgülerin ilgili oldukları o genel soyut düşüncelerin
anlıkta oluşmamış olmalarıdır — düşünceler ki yanlışlıkla
doğuştan ilkelerle karıştırılırlar, ama aslında yapılan
buluşlar ve sunulan doğruluklardırlar ve anlığa tıpkı
hiç kimsenin doğuştan olduklarını düşünecek denli ileri
gitmediği başka birçok önerme ile aynı yolda getirilir
ve hiç kimsenin doğuştan olduklarını düşünecek denli ileri
gitmediği çeşitli başka önerme ile aynı adımlardan geçerek
keşfedilirler. Bunu bu Söylemin gidişinde açığa çıkaracağımı
umuyorum. Bu nedenle insanların us kullanımına o genel
gerçekliklerin bilgisini edinmeden önce gelmelerini bir
zorunluk olarak görüyorum; ama insanların us kullanımına
gelmelerinin onları buluş zamanı olduğunu yadsıyorum.
|
12. The coming to the use of reason not the time
we come to know these maxims. If by knowing and
assenting to them ‘‘when we come to the use of reason,’’
be meant, that this is the time when they come to be taken
notice of by the mind; and that, as soon its children
come to the use of reason, they come also to know and
assent to these maxims; this also is false and frivolous.
First, it is false, because it is evident these maxims
are not in the mind so early as the use of reason; and
therefore the coming to the use of reason is falsely assigned
as the time of their discovery. How many instances
of the use of reason may we observe in children, a long
time before they have any knowledge of this maxim, ‘‘That
it is impossible for the same thing to be and not to be?’’
And a great part of illiterate people and savages pass
many years, even of their rational age, without ever thinking
on this and the like general propositions. I grant,
men come not to the knowledge of these general and more
abstract truths, which are thought innate, till they come
to the use of reason; and I add, nor then neither.
Which is so, because till after they come to use of reason,
those general abstract ideas are not framed in the mind,
about which those general maxims are, which are mistaken
for innate principles, but are indeed discoveries made
and verities introduced and brought into the mind by the
same way, and discovered by the same steps, as several
other propositions, which nobody was ever so extravagant
as to suppose innate. This I hope to make plain in
the sequel of this Discourse. I allow therefore, a
necessity that men should come to the use of reason before
they get the knowledge of those general truths; but deny
that men’s coming to the use of reason is the time of
their discovery.
|
13. Bununla başka bilinebilir gerçekliklerden ayırdedilmezler.
Bu arada belirtilebilir ki, insanlar bu düzgüleri ‘‘us
kullanımına başladıkları zaman’’ bilir ve onlara o zaman
onay verirler demek olgunun gerçekliğinde [in reality
of fact = işin aslında] şuna varır: Onlar us kullanımımızdan
önce hiçbir zaman bilinmezler ne de ayrımsanırlar, ama
bir insanın yaşamı sırasında belli bir zaman sonra onaylanmaları
olanaklıdır; ama ne zaman olduğu belirsizdir. Ve böylece
tüm başka bilinebilir gerçeklikler için de durum bunlar
için olduğu gibidir; ki bu nedenle us kullanımına başladığımız
zaman bilinmelerinden ötürü başkalarına karşı ne bir üstünlükleri
ne de bir ayrımları vardır; ve böylelikle doğuştan oldukları
değil, ama tersi tanıtlanmış olur.
|
13. By this they are not distinguished from other
knowable truths. In the mean time it is observable,
that this saying, that men know and assent to these maxims
‘‘when they come to the use of reason,’’ amounts in reality
of fact to no more but this, — that they are never known
nor taken notice of before the use of reason, but may
possibly be assented to some time after, during a man’s
life; but when is uncertain. And so may all other knowable
truths, as well as these; which therefore have no advantage
nor distinction from others by this note of being known
when we come to the use of reason; nor are thereby proved
to be innate, but quite the contrary.((68)) |
14. Eğer us kullanımına başlama onların bulgulanış
zamanı olsaydı, bu onların doğuştan olduğunu tanıtlamazdı.
Ama, ikinci olarak, bilinmelerinin ve onaylanmalarının
sağın zamanı insanların us kulanımına başladıkları zaman
olsaydı, bu da onların doğuştan olduğunu tanıtlamazdı.
Bu uslamlama yolu sayıltısının yanlışlığı ölçüsünde saçmadır.
Çünkü, herhangi bir kavramın kökensel olarak doğa tarafından
anlığa onun ilk oluşumunda basılmış olduğunu ne tür bir
mantık gösterecektir, çünkü kavramın gözlenmesi ve onaylanması
ilkin anlığın bütünüyle ayrı bir alanı olan bir yetisi
işleme geçtidiği zaman olmaz mı? Ve dolayısıyla konuşma
kullanımına başlayış, eğer onun bu düzgülerin ilk kez
onaylandıkları zaman yer alması gerekseydi, (ki bu insanların
us kullanımına başladıkları zamanki denli gerçeklik taşıyabilir,)
onların doğuştan oldukları konusunda insanlar onlara us
kullanımına başladıkları zaman onay verirler demek denli
geçerli bir tanıt olurdu. O zaman doğuştan ilkeleri
savunan bu insanlarla us uygulamasına başlayıncaya dek
bu genel ve kendiliğinden açık düzgülerin anlıkta hiçbir
bilgilerinin olmadığı konusunda anlaşıyorum: Ama us kullanımına
başlayışın tam olarak onların ilk kez ayrımsandıkları
zaman olduğunu yadsıyorum, ve eğer bu tam olarak o zaman
olmuş olsaydı, bunun onların doğuştan olduklarını tanıtlayacağını
yadsıyorum. İnsanlar ‘‘onlara us kullanımına başladıkları
zaman onay verirler’’ biçimindeki bu önerme ile herhangi
bir gerçeklik düzeyinde denmek istenebilecek olanın tümü
şundan daha çoğu değildir: Genel soyut düşüncelerin yapımı,
ve genel adların anlaşılması, ussal yetinin eşzamanlı
bir edimi olduğu ve onunla birlikte büyüdüğü için, çocuklar
genellikle uslarını uzunca bir süre alışıldık ve daha
tikel düşünce üzerinde uyguladıktan sonra, başkaları ile
olağan söylem ve eylemleri yoluyla ussal söyleşiye yetenekli
oldukları kabul edilinceye dek o genel düşüncelere ulaşmazlar,
ne de onları temsil eden adları öğrenirler. Eğer insanların
us kullanımına başladıkları zaman bu düzgülere onay vermeleri
başka herhangi bir anlamda doğru olabilirse, bunun gösterilebilmesini
isterim; ya da hiç olmazsa bu ya da başka herhangi bir
anlamda doğuştan olduklarını nasıl tanıtladığının gösterilebilmesini.
|
14. If coming to the use of reason were the time
of their discovery, it would not prove them innate.
But, secondly, were it true that the precise time of their
being known and assented to were, when men come to the
use of reason; neither would that prove them innate.
This way of arguing is so frivolous as the supposition
of itself is false. For, by what kind of logic will
it appear that any notion is originally by nature imprinted
in the mind in its first constitution, because it comes
first to be observed and assented to when a faculty of
the mind, which has quite a distinct province, being to
exert itself? And therefore the coming to the use of
speech, if it were supposed the time that these maxims
are first assented to, (which it may be with as much truth
as the time when men come to the use of reason,) would
be as good a proof that they were innate, as to say they
are innate because men assent to them when they come to
the use of reason. I agree then with these men of innate
principles, that there is no knowledge of these general
and self evident maxims in the mind, till it comes to
the exercise of reason: but I deny that the coming to
the use of reason is the precise time when they are first
taken notice of, and if that were the precise time, I
deny that it would prove them innate. All that can
with any truth be meant by this proposition, that men
‘‘assent to them when they come to the use of reason,’’
is no more but this, — that the making of general abstract
ideas, and the understanding of general names, being a
concomitant of the rational faculty, and growing up with
it, children commonly get not those general ideas, nor
learn the names that stand for them, till, having for
a good while exercised their reason about familiar and
more particular ideas, they are, by their ordinary discourse
and actions with others, acknowledged to be capable of
rational conversation. If assenting to these maxims,
when men come to the use of reason, can be true in any
other sense, I desire it may be shown; or at least, how
in this, or any other sense, it proves them innate. |
15. Anlığın çeşitli gerçekliklere ulaşmasını sağlayan
adımlar. Duyular ilkin tikel düşünceleri
içeri bırakır, ve henüz boş odacığı döşerler, ve anlık
aşamalı olarak onlardan kimileri ile tanışıklık kurarken
belleğe yerleşirler ve onlar için adlar saptanır. Bundan
sonra, anlık daha ileri gider ve onları soyutlamaya geçer,
ve aşamalı olarak genel adların kullanımını öğrenir.
Bu yolda anlık düşünceler ve dil ile, çevrelerinde diskursif
yeteneğini uygulayacağı gereçler ile donatılmaya başlar.
Ve us kullanımı, ona kulanım veren bu gereçler artarken, her gün daha görülür olur. Ama, genel düşüncelerin
iyeliği ve genel sözcüklerin ve usun kullanımı genellikle
birlikte büyüse de, bunun herhangi bir yolda onların doğuştan
olduğunu tanıtladığını sanmıyorum. Kimi gerçekliklerin
bilgisi, itiraf etmeliyim ki, çok erkenden anlıktadır,
ama onların doğuştan olmadığını gösteren bir yolda.
Çünkü, eğer gözleyecek olursak, bu bilginin yine doğuştan
değil ama kazanılmış düşüncelere ilişkin olduğunu bulacağız;
çünkü ilkin dışsal şeyler tarafından basılan düşüncelere ilişkindir ve dışsal şeyler ise çocuklar için en erken ilgi
konusu olan ve onların duyuları üzerinde en sık iz bırakan şeylerdir.
Böyle alınan düşüncelerde anlık kimilerinin bağdaştıklarını
ve başkalarının ise bağdaşmadıklarını keşfeder, büyük
olasılıkla herhangi bir biçimde belleği kullanmaya
ve değişik düşünceler barındırmaya ve kazanmaya başlar
başlamaz. Ama ister o zaman olsun ister olmasın, açıktır
ki bunu sözcükleri kullanmaya ya da genellikle ‘‘us kullanımı’’
dediğimiz şeye başlamadan çok önce yapar. Çünkü bir
çocuk daha konuşmaya başlamadan önce tatlı ve acı düşünceleri
arasındaki ayrımı (e.d. tatlının acı olmadığını) tıpkı
daha sonra (konuşmaya başladığı zaman) şekerlemenin ve
acı biberin aynı şey olmadıklarını bildiği gibi bilir. |
15. The steps by which the mind attains several truths.
The sense at first let in particular ideas, and
furnish the yet empty cabinet, and, the mind by degrees
growing familiar with some of them, they are lodged in
the memory, and names got to them. Afterwards, the
mind proceeding further abstracts them, and by degrees
learns the use of general names. In this manner the
mind comes to be furnished with ideas and language, the materials about which to exercise its discursive
faculty. And the use of reason becomes daily more visible,
as these materials that give it employment increase.
But though the having of general ideas and the use of
general words and reason usually grow together, yet I
see not how this any way proves them innate. The knowledge
of some truths, I confess, is very early in the mind;
but in a way that shows them not to be innate. For,
if we will observe, we shall find it still to be about
ideas, not innate, but acquired; it being about those
first which are imprinted by external things, with which
infants have earliest to do, which make the most frequent
impressions on their senses. In ideas thus got the
mind discovers that some agree and others differ, probably
as soon as it has any use of memory, as soon as it is
able to retain and receive distinct ideas. But whether
it be then or no, this is certain, it does so long before
it has the use of words, or comes to that which we commonly
call ‘‘the use of reason.’’ For a child knows as certainly
before it can speak the difference between the ideas of
sweet and bitter (i.e. that sweet is not bitter), as it
knows afterwards (when it comes to speak) that wormwood
and sugarplums are not the same thing. |
16. Sözde doğuştan gerçekliklere onay onların terimlerinin
demek istediğinin açık ve seçik düşüncelerini taşımaya
bağlıdır, doğuştanlıklarına değil. Bir çocuk üç
artı dördün yediye eşit olduğunu yediye dek saymayı başarıncaya
ve eşitlik adını ve düşüncesini kazanıncaya dek bilmez;
ve o zaman, o sözcüklerin açıklanması üzerine, hemen o
önermeyi onaylar ya da daha doğrusu doğruluğunu algılar.
Ama o zaman bile onu hemen doğuştan bir gerçeklik olduğu
için onaylamaz; ne de çocuk us kullanımı istediği için
o zamana dek onay vermekten kaçınmıştır; ama anlığında
bu adların temsil ettiği şeylerin açık ve seçik düşüncelerini
oluşturur oluşturmaz önermenin doğruluğu kendini ona
gösterir. Ve o zaman o önermenin doğruluğu daha
önceden bir çubuğun ve kirazın aynı şey olmadıklarını
bildiği aynı zemin üzerinde ve aynı araç yoluyla bilir;
ve yine aynı zemin üzerindedir ki daha sonra ‘‘Aynı şey
için olmak ve olmamak olanaksızdır’’ [düzgüsünü] bilmeye
başlayabilir — ileride daha tam olarak göstereceğimiz gibi.
Öyle ki birinin o düzgülerin kendilerine ilişkin oldukları
genel düşünceleri taşımaya, ya da onları temsil eden genel
terimlerin imlemini bilmeye, ya da anlığında onların temsil
ettikleri düşünceleri biraraya getirmeye başlaması ne
denli geç olursa, o düzgülere onay vermesi de o denli
geç olacaktır: — ki bunların terimleri, temsil ettikleri
düşünceler ile birlikte, bir kedi ya da sansar düşüncelerinden
daha fazla doğuştan olmadığı için, zaman ve gözlem onu
onlarla tanıştırıncaya dek beklemelidir; ve o zaman, onu
o düşünceleri anlığında biraraya getirmeye ve o önermelerde
anlatıldığı gibi bağdaşıp bağdaşmadıklarını gözlemeye
götürecek ilk fırsatta, bu düzgülerin gerçekliklerini
bilme yeteneğinde olacaktır. Ve dolayısıyla bir insan
onsekiz ve ondokuzun otuzyediye eşit olduğunu bir ve ikinin
üçe eşit olduğunu bildiği aynı kendiliğinden açıklıkla
bilir: Gene de bir çocuk bunu öteki denli çabuk bilmez;
us kullanımının eksikliğinden değil, ama onsekiz, ondokuz,
ve otuzyedi sözcüklerinin temsil ettiği düşünceler bir,
iki ve üç tarafından imlenenler denli çabuk edinilmediği
için.
|
16. Assent to supposed innate truths depends on having
clear and distinct ideas of what their terms mean, and
not on their innateness. A child knows not that
three and four are equal to seven, till he comes to be
able to count to seven, and has got the name and idea
of equality; and then, upon explaining those words, he
presently assents to, or rather perceives the truth of
that proposition. But neither does he then readily
assent because it is an innate truth, nor was his assent
wanting till then because he wanted the use of reason;
but the truth of it appears to him as soon as he has settled
in his mind the clear and distinct ideas that these names
stand for. And then he knows the truth of that proposition
upon the same grounds and by he same means, that he knew
before that a rod and a cherry are not the same thing;
and upon the same grounds also that he may come to know
afterwards ‘‘That it is impossible for the same thing
to be and not to be,’’ as shall be more fully shown hereafter.
So that the later it is before anyone comes to have those
general ideas about which those maxims are; or to know
he signification of those general terms that stand for
them; or to put together in his mind the ideas they stand
for; the later also will it be before he comes to assent
to those maxims; — whose terms, with the ideas they stand
for, being no more innate than those of a cat or a weasel,
he must stay till time and observation have acquainted
him with them; and then he will be in a capacity to know
the truth of these maxims, upon the first occasion that
shall make him put together those ideas in his mind, and
observe whether they agree or disagree, according as is
expressed in those propositions. And therefore it is
that a man knows that eighteen and nineteen are equal
to thirty seven, by the same self evidence that he knows
one and two to be equal to three: yet a child knows this
not so soon as the other; not for want of the use of reason,
but because the ideas the words eighteen, nineteen, and
thirty seven stand for, are not so soon got, as those
which are signified by one, two, and three. |
17. Önerilir önerilmez ve anlaşılır anlaşılmaz onaylanmaları
doğuştan olduklarını tanıtlamaz. Öyleyse insanlar
us kullanımına başladıkları zaman genel onay biçimindeki
bu kaçamak boşa çıkınca, ve o sözde doğuştan gerçeklikler
ve daha sonra kazanılan ve öğrenilen başka gerçeklikler
arasında hiçbir ayrım bırakmayınca, insanlar düzgüler
dedikleri şeyler için onların önerilir önerilmez ve önerdikleri
terimler anlaşılır anlaşılmaz genel olarak onaylandıklarını
söyleyerek bir evrensel onayı güvenceye alabilmeye çalışmışlardır;
tüm insanlar, giderek çocuklar bile, bu önermelere terimleri
işitir işitmez ve anlar anlamaz onay verdikleri için,
bunun onların doğuştan olduklarını tanıtlamak için yeterli
olduklarını düşünürler. Çünkü insanlar sözcükleri bir
kez anlar anlamaz hiçbir zaman onları kuşku duyulamaz
gerçeklikler olarak kabul etmeksizin yapamadıkları için,
bu önermelerin hiç kuşkusuz ilkin anlakta yerleşmiş olduklarını,
ve herhangi bir öğretme olmaksızın anlığın bunlara ilk
önerilmeleri durumunda dolaysızca yaklaşıp onay verdiğini,
ve bundan sonra hiçbir zaman onlardan bir daha kuşku duymadığını
çıkarsayacaklardır.
|
17. Assenting as soon as proposed and understood,
proves them not innate. This evasion therefore
of general assent when men come to the use of reason,
failing as it does, and leaving no difference between
those supposed innate and other truths that are afterwards
acquired and learnt, men have endeavoured to secure an
universal assent to those they call maxims, by saying
they are generally assented to as soon as proposed, and
the terms they are proposed in understood; seeing all
men, even children, as soon as they hear and understand
the terms, assent to these propositions, they think it
is sufficient to prove them innate. For since men never
fail after they have once understood the words, to acknowledge
them for undoubted truths, they would infer, that certainly
these propositions were first lodged in the understanding,
which, without any teaching, the mind, at the very first
proposal immediately closes with and assents to, and after
that never doubts again. |
18. Eğer böyle bir onay bir doğuştanlık belirtisi
ise, o zaman ‘‘bir artı iki eşittir üç, tatlılık acılık
değildir’’ ve binlerce benzeri [önerme] doğuştan olmalıdır.
Bunu yanıtlamak için bir önermeye terimlerin ilk işitilmesi
ve anlaşılması üzerine verilen hazır onayın doğuştan bir
ilkenin pekin belirtisi olup olmadığını [sormak] isterim.
Eğer değilse, böyle bir genel onay üzerinde boş yere onların
tanıtı olarak diretilmiş olacaktır; eğer onun bir doğuştanlık
belirtisi olduğu söylenirse, o zaman duyulur duyulmaz
genellikle onaylanan tüm önermelerin doğuştan olduklarını
kabul etmelidirler, ki böylelikle ellerinin altında bir
doğuştan ilkeler bolluğu durduğunu bulacaklardır. Çünkü
insanların o düzgüleri doğuştan sayacakları aynı zemin,
e.d. terimlerin ilk işitilme ve anlaşılmalarında onaylanmaları
zemini üzerinde, ayrıca sayılara ilişkin birçok önermeyi
de doğuştan olarak kabul etmeleri gerekir; ve böylece
bir artı iki eşittir üç, iki artı iki eşittir dört, ve
ilk işitme ve anlama üzerine herkesin onay verdiği buna
benzer daha başka sayısal önermelerin bir çokluğu bu doğuştan
belitler arasında yer almalıdır. Ne de bu yalnızca
sayıların ve onların birçoğuna ilişkin olarak yapılan
önermelerin bir ayrıcalığıdır; ama giderek doğal felsefe
bile, ve tüm başka bilimler, anlaşılır anlaşılmaz onay
ile karşılaşmaları kesin olan önermeler sunlarlar.
‘‘İki cisim aynı yerde olamaz’’ [önermesi] hiç kimsenin
‘‘Aynı şey için olmak ve olmamak olanaksızdır,’’ ‘‘Ak
kara değildir,’’ ‘‘Bir kare bir çember değildir,’’ ‘‘Sarılık
tatlılık değildir’’ düzgülerinden daha fazla sarılmadığı
bir gerçekliktir. Buna, ve en azından değişik düşüncelerini
taşıdığımız buna benzer milyonlarca başka önermeye herkes
ilk işitmede, ve adların neyin temsil ettiklerini bilmede,
kendi kafasında zorunlu olarak onay vermelidir. Eğer
bu insanlar kendi kurallarına bağlı kalacaklarsa, ve terimleri
ilk işitmede ve anlamada onaylamayı bir doğuştanlık belirtisi
olarak alacaklarsa, yalnızca insanların taşıdıkları değişik
düşünceler denli çok sayıda doğuştan önermeye izin vermekle
kalmamalı, ama insanların ayrı düşüncelerin bir başkası
açısından yadsındıkları önermeler yapabildikleri denli
çok sayıda doğuştan önermeye izin vermelidirler. Çünkü
ayrı bir düşünceyi bir başkası açısından yadsıyan her
önerme terimlerin ilk işitilme ve anlaşılmasında hiç kuşkusuz
tıpkı ‘‘Aynı şey için olmak ve olmamak olanaksızdır’’
biçimindeki bu genel önerme gibi, ya da onun temeli olan
ve ikisinden anlaması daha kolay olan ‘‘Aynı ayrı değildir’’
önermesi gibi onay bulacaktır; bu açıklama yoluyla, başka
herhangi birinden söz etmesek bile, bu bir tür doğuştan
önermelerden ordular bulacaklardır. Ama, hiçbir önerme
kendilerine ilişkin olduğu düşünceler doğuştan
olmadıkça doğuştan olamayacağı için, bu tüm renk, ses,
tat beti vb. düşüncelerimizin doğuştan olduklarını varsaymak
olacaktır, ki hiçbirşey us ve deneyime bundan daha aykırı
olamaz. Terimlerin işitilmesi ve anlaşılması üzerine
evrensel ve hazır onay, kabul ediyorum ki, bir kendiliğinden
açıklık belirtisidir; bununla birlikte, doğuştan izlere
değil, ama başka birşeye bağımlı kendiliğinden açıklık
(daha sonra göstereceğimiz gibi,) hiç kimsenin henüz doğuştan
olduklarını ileri sürecek denli aşırıya gitmediği çeşitli
önermelere aittir.((107))
|
18. If such an assent be a mark of innate, then ‘‘that
one and two are equal to three, that sweetness is not
bitterness,’’ and a thousand the like must be innate.
In answer to this, I demand whether ready assent given
to a proposition, upon first hearing an understanding
the terms, be a certain mark of an innate principle?
If it be not, such a general assent is in vain urged as
a proof of them; if it be said that it is a mark of innate,
they must then allow all such propositions to be innate
which are generally assented to as soon as heard, whereby
they will find themselves plentifully stored with innate
principles. For upon the same ground, viz. of assent
at first hearing and understanding the terms, that men
would have those maxims pass for innate, they must also
admit several propositions about numbers to be innate;
and thus, that one and two are equal to four, and a multitude
of other the like propositions in numbers, that everybody
assents to at first hearing and understanding the terms,
must have a place amongst these innate axioms. Nor
is this the prerogative of numbers alone, and propositions
made about several of them; but even natural philosophy,
and all the other sciences, afford propositions which
are sure to meet with assent as soon as they are understood.
That ‘‘two bodies cannot be in the same place’’ is a truth
that nobody any more sticks at than at these maxims, that
‘‘it is impossible for the same thing to be and not to
be,’’ that ‘‘white is not black,’’ that ‘‘a square is
not a circle,’’ that ‘‘bitterness is not sweetness.’’
These and a million of such other propositions, as many
at least as we have distinct ideas of, every man in his
wits, at first hearing, and knowing what the names stand
for, must necessarily assent to. If these men will
be true to their own rule, and have assent at first hearing
and understanding the terms to be a mark of innate, they
must allow not only as many innate propositions as men
have distinct ideas, but as many as men can make propositions
wherein different ideas are denied one of another.
Since every proposition wherein one different idea is
denied of another, will as certainly find assent at first
hearing and understanding the terms as this general one,
‘‘It is impossible for the same thing to be and not to
be,’’ or that which is the foundation of it, and is the
easier understood of the two, ‘‘The same is not different’’;
by which account they will have legions of innate propositions
of this one sort, without mentioning any other. But
since no proposition can be innate unless the ideas about which it is be innate, this will be to suppose all
our ideas of colours, sounds, tastes, figure, &c., innate,
than which there cannot be anything more opposite to reason
and experience. Universal and ready assent upon hearing
and understanding the terms is, I grant, a mark of self
evidence; but self evidence, depending not on innate impressions
but on something else, (as we shall show hereafter,) belongs
to several propositions which nobody was yet so extravagant
as to pretend to be innate.((107)) |
19. Böyle daha az genel önermeler bu evrensel düzgülerden
önce bilinir. Ne de ilk işitilmede onaylanan o
‘‘Bir artı iki eşittir üç,’’ ‘‘Yeşil kırmızı değildir’’
gibi daha tikel kendiliğinden açık önermelerin doğuştan
ilkeler olarak görülen o daha evrensel önermelerin sonuçları
olarak kabul edildikleri söylensin; çünkü yalnızca anlakta
neyin geçtiğini gözleme sıkıntısına girecek biri hiç kuşkusuz
bunların ve benzeri daha az genel önermelerin o daha genel
düzgüleri hiç bilmeyenler tarafından pekinlikle bilindiğini
ve kararlılıkla onaylandığını bulacaktır; ve böylece,
anlıkta (dedikleri gibi) ilk ilkelerden daha erken olmakla,
ilk işitilmelerinde gösterilen onayı onlara borçlu olamazlar.
|
19. Such less general propositions known before these
universal maxims. Nor let it be said that those
more particular self evident propositions, which are asserted
to at first hearing, as that ‘‘one and two are equal to
three,’’ that ‘‘green is not red,’’ &c., are received
as the consequences of those more universal propositions
which are looked on as innate principles; since any one,
who will but take the pains to observe what passes in
the understanding, will certainly find that these, and
the like less general propositions, are certainly known,
and firmly assented to by those who are utterly ignorant
of those more general maxims; and so, being earlier in
the mind than those (as they are called) first principles,
cannot owe to them the assent wherewith they are received
at first hearing. |
20. ‘‘Bir artı bir eşittir iki, vb. ne genel ne de
yararlıdır’’ [önermesi] yanıtlanıyor. Eğer bu ‘‘İki
artı iki dört eder,’’ ‘‘Kırmızı mavi değildir’’ gibi önermelerin
genel düzgüler olmadıkları, ne de herhangi bir büyük yararlarının
olmadığı söylenirse, yanıtım bunun işitme ve anlama üzerine
evrensel onay uslamlamasına ilgisiz olduğudur. Çünkü,
eğer bu doğuştanlığın pekin belirtisi ise, işitilir işitilmez
ve anlaşılır anlaşılmaz genel onay aldığı bulunabilen
her önerme doğuştan bir önerme olarak kabul edilmelidir,
tıpkı ‘‘Aynı şey için olmak ve olmamak olanaksızdır’’
düzgüsü gibi, çünkü bu zeminde eşittirler. Ve daha
genel olma ayrımına gelince, bu söz konusu düzgüyü doğuştan
olmaktan daha da uzaklaştırır; çünkü o genel ve soyut
düşünceler ilk ayrımsamalarımıza daha tikel kendiliğinden
açık önermelerin düşüncelerinden daha yabancıdır; ve dolayısıyla
gelişmekte olan anlak tarafından kabul edilip onaylanmaları
daha uzun sürer. Ve bu büyütülmüş düzgülerin yararlığına
gelince, bu belki de onu asıl yerinde daha tam olarak
irdelediğimiz zaman genellikle düşünüldüğü denli büyük
bulunmayacaktır.
|
20. ‘‘One and one equal to Two, &c., not general
nor useful,’’ answered. If it be said, that these
propositions, viz. ‘‘two and two are equal to four,’’
‘‘red is not blue,’’ &c., are not general maxims, nor
of any great use, I answer, that makes nothing to the
argument of universal assent upon hearing and understanding.
For, if that be the certain mark of innate, whatever proposition
can be found that receives a general assent as soon as
heard and understood, that must be admitted for an innate
proposition, as well as this maxim, ‘‘That it is impossible
for the same thing to be and not to be,’’ they being upon
this ground equal. And as to the difference of being
more general, that makes this maxim more remote from being
innate; those general and abstract ideas being more strangers
to our first apprehensions than those of more particular
self evident propositions; and therefore it is longer
before they are admitted and assented to by the growing
understanding. And as to the usefulness of these magnified
maxims, that perhaps will not be found so great as it
generally conceived, when it comes in its due place to
be more fully considered. |
21. Bu düzgülerin önerilinceye dek bir süre bilinmemeleri
doğuştan olmadıklarını tanıtlar. Ama henüz ‘‘önermelere
terimlerini ilk işitmede ve anlamada onay verme’’ ile
işimizi bitirmedik. İlkin şuna dikkat etmek uygundur
ki bu, doğuştan olduklarının bir belirtisi olmak yerine,
tersinin bir tanıtıdır; çünkü başka şeyleri anlayan ve
bilen birçok kimsenin bu ilkelerin bunlar onlara önerilinceye
dek bilgisizi olduklarını ve birinin bu gerçeklikler ile
onları başkalarından işitinceye dek tanışık olamayabileceğini
varsayar. Çünkü, eğer doğuştan olmuş olsalardı, onay
kazanabilmek için önerilmelerinin ne gereği olurdu, eğer
doğal ve kökensel bir iz (eğer böyle birşey varsa) yoluyla
anlakta olmakla, önceden bilinememeleri söz konusu olamayacaksa?
Ya da onları önermek onları anlıkta doğanın yaptığından
daha açık olarak mı basar? Eğer böyleyse, sonuç bir
insanın böylece bunlar ona öğretildikten sonra onları
önceden olduğundan daha iyi bildiği olacaktır. Bundan
şu çıkacaktır ki, bu ilkeler bize başkalarının öğretmesi
yoluyla doğanın onları basma yoluyla kılmış olduğundan
daha açık kılınabilirler: ki doğuştan ilkeler görüşü ile
pek bağdaşmayacaktır, ve onlara ancak çok az yetke verecektir;
ama, tersine, onları, ileri sürüldüğü gibi, tüm başka
bilgimizin temeli olmaya uygunsuz kılar. İnsanların
bu kendiliğinden açık gerçekliklerin birçoğu ile ilkin
onların önerilmeleri üzerine tanışıklık kazandıkları yadsınamaz:
Ama açıktır ki bu tanışıklığı kazanan herkes kendi içinde
o zaman daha önce bilmediği ve bundan sonra hiç sorgulamadığı
bir önermeyi bilmeye başladığını görür; ve gene de doğuştan
olduğu için değil, ama o sözcüklerde kapsanan şeylerin
doğasının irdelemesi, onlar üzerine nasıl ve ne zaman
düşünecek olsa, onun başka türlü düşünmesine izin vermeyeceği
için. Ve eğer terimleri ilk işitme ve anlama üzerine
onay verilen herşey doğuştan bir ilke sayılacaksa, tikellerden
genel bir kurala doğru kurulan her sağlam temelli gözlem
doğuştan olmalıdır. Gene de herkesin değil ama ancak
bilge kafaların bu gözlem üzerine ilk ışığı düşürdüğü
ve onları genel önermelere indirgedikleri pekin olduğu
zaman, [bu önermeler] doğuştan değildirler, ama tikel
durumlar ile ön bir tanışıklıktan ve onlar üzerine düşünmeden
toparlanırlar. Gözleyen insanlar bunları yaptığı zaman,
gözlemeyen insanlar, bunlar onlara önerildiği zaman, onlara
onaylarını geri çeviremezler.
|
21. These maxims not being known sometimes till proposed,
proves them not innate. But we have not yet done
with ‘‘assenting to propositions at first hearing and
understanding their terms.’’ It is fit we first take
notice that this, instead of being a mark that they are
innate, is a proof of the contrary; since it supposes
that several, who understand and know other things, are
ignorant of these principles till they are proposed to
them; and that one may be unacquainted with these truths
till he hears them from others. For, if they were innate,
what need they be proposed in order to gaining assent,
when, by being in the understanding, by a natural and
original impression, (if there were any such,) they could
not but be known before? Or doth the proposing them
print them clearer in the mind than nature did? If
so, then the consequence will be, that a man knows them
better after he has been thus taught them than he did
before. Whence it will follow that these principles
may be made more evident to us by others’ teaching than
nature has made them by impression: which will ill agree
with the opinion of innate principles, and give but little
authority to them; but, on the contrary, makes them unfit
to be the foundations of all our other knowledge; as they
are pretended to be. This cannot be denied, that men
grow first acquainted with many of these self evident
truths upon their being proposed: but it is clear that
whosoever does so, finds in himself that he then begins
to know a proposition, which he knew not before, and which
from thenceforth he never questions; not because it was
innate, but because the consideration of the nature of
the things contained in those words would not suffer him
to think otherwise, how, or whensoever he is brought to
reflect on them. And if whatever is assented to at
first hearing and understanding the terms must pass for
an innate principle, every well grounded observation,
drawn from particulars into a general rule, must be innate.
When yet it is certain that not all, but only sagacious
heads, light at first on these observations, and reduce
them into general propositions: not innate, but collected
from a preceding acquaintance and reflection on particular
instances. These, when observing men have made them,
unobserving men, when they are proposed to them, cannot
refuse their assent to. |
22. Önerilmeden önce örtük olarak bilinme anlığın
onları anlama yeteneğinde olduğunu imler, ya da hiçbirşey
imlemez. Eğer anlağın bu ilk işitme ediminden önce
bu ilkelerin belirtik değil ama örtük bir
bilgilerini taşıdığı söylense (‘‘onlar bilinmeden önce
anlaktadır’’ diyecek olanların demeleri gerektiği gibi),
anlakta örtük olarak basılı olan bir ilke ile anlığın
böyle önermeleri anlamaya ve kararlılıkla onaylamaya yetenekli
olduğundan başka birşey denmek isteniyorsa, bunu anlamak
güç olacaktır. Ve böylece tüm matematiksel belgitlemeler
de, tıpkı ilk ilkeler gibi, anlık üzerindeki doğuştan
izler olarak kabul edilmelidir; ki korkarım bir önermeyi
belgitlemeyi ona belitlendiği zaman onay vermekten daha
güç bulanlar böyle olduğunu kabul etmeyeceklerdir.
Ve çizdikleri tüm çizgelerin doğanın anlıkları üzerine
kazımış olduğu doğuştan imlerin eşlemlerinden başka birşey
olmadığına inanacak çok az matematikçi ortaya çıkacaktır.
|
22. Implicitly known before proposing, signifies
that the mind is capable of understanding them, or else
signifies nothing. If it be said the understanding
hath an implicit knowledge of these principles,
but not an explicit, before this first hearing
(as they must who will say that they are in the understanding
before they are known), it will be hard to conceive what
is meant by a principle imprinted on the understanding
implicitly, unless it be this, that the mind is capable
of understanding and assenting firmly to such propositions.
And thus all mathematical demonstrations, as well as first
principles, must be received as native impressions on
the mind; which I fear they will scarce allow them to
be, who find it harder to demonstrate a proposition than
assent to it when demonstrated. And few mathematicians
will be forward to believe, that all the diagrams they
have drawn were but copies of those innate characters
which nature had engraven upon their minds. |
23. İlk işitme üzerine onay uslamlaması hiçbir ön
öğretmenin olmaması gibi yanlış bir sayıltı üzerine dayanır.
Korkarım, bizi insanların ilk işitmede kabul ettikleri
düzgülerin bu nedenle doğuştan olduklarını düşünmeye inandırmak
isteyen önceki uslamlamada bir başka zayıflık daha vardır;
çünkü onlara öğretilmemiş olan, ve terimlerin salt bir
açımlamasından ya da anlaşılmasından başka herhangi bir
uslamlama ya da belgitlemeden aldıkları güç ile kabul
etmedikleri önermelere onay verirler. Bunun altında
bana göre şu aldanmaca yatıyor: İnsanlara hiçbirşeyin de novo [baştan] öğretilmemesi ve onların hiçbirşeyi
böyle öğrenmemeleri gerekir; oysa gerçekte onlara önceden
bilmedikleri birşey öğretilir ve bunu öğrenirler. Çünkü,
ilkin, açıkça öyle terimleri ve imlemlerini öğrenmişlerdir
ki, bunlardan hiç biri onlarla birlikte doğmuş değildir.
Ama söz konusu kazanılmış bilginin tümü bu da değildir:
Önermenin ilişkin olduğu düşüncelerin kendileri onlarla
birlikte doğmaz, tıpkı adları gibi; ama daha sonra edinilir.
Öyle ki, ilk işitmede onay verilen tüm önermelerde önermenin
terimleri, onların böyle düşünceleri temsil etmeleri,
ve temsil ettikleri düşüncelerin kendileri, bunlardan
hiç bir doğuştan olmadığı için, böyle önermelerde doğuştan
olan neyin kaldığını bilmeyi çok isterim. Çünkü birinin
bana terimlerinden ya da düşüncelerinden biri doğuştan
olan o önermeyi göstermesini memnuniyetle karşılayacağım.
Düşünceleri ve adları derece derece kazanır, birbirleri
ile uygun bağlantılarını öğreniriz; ve sonra imlemlerini
öğrendiğimiz terimlerde yapılan, ve biraraya getirildiklerinde
düşüncelerimizde algılayabildiğimiz anlaşma ya da anlaşmamayı
anlatan önermeleri ilk işitmede onaylarız: Gerçi kendilerinde
eşit ölçüde pekin ve açık olan, ama öylesine çabuk ya
da kolayca kazanılmayan düşünceleri ilgilendiren başka
önermeleri aynı zamanda hiçbir biçimde onaylayamasak da.
Çünkü, gerçi bir çocuk ‘‘Bir elma ateş değildir’’ önermesini
çabucak onaylasa da — çünkü alışıldık tanışıklık [familiar
acquaintance] yoluyla anlığında o iki şeyin düşüncelerinin
ayrı ayrı izlerini edinmiş, ve elma ve ateş adlarının
onları temsil ettiğini öğrenmiştir —, gene de aynı çocuğun
‘‘Aynı şey için olmak ve olmamak olanaksızdır’’ önermesine
onay vermesi için belki de yılların geçmesi gerekecektir;
çünkü, gerçi sözcükleri öğrenmek kolay olsa da, bunların
imlemleri çocuğun ilgilendiği duyulur şeylere eklenen
adların imlemlerinden daha büyük, kapsamlı ve soyut olduğu
için, sağın anlamlarını öğrenmesi daha uzun sürer, ve
temsil ettikleri o genel düşüncelerin anlığında oluşması
açıkça daha uzun zamanı gerektirir. Bu olana dek, herhangi
bir çocuğa böyle genel terimlerden yapılan bir önermeye
onay verdirmek için boşuna uğraşacaksınız; ama o düşünceleri
kazanır kazanmaz, ve adlarını öğrenir öğrenmez, önceden
değinilen önermelerden birine olduğu gibi ötekine de atılarak
yaklaşır: Ve her ikisi de aynı nedenle; çünkü anlığında
taşıdığı düşüncelerin, onları temsil eden sözcüklerin
önermede birbirleri açısından doğrulandığını ya da yadsındığını
bulmasına göre, anlaştıklarını ya da anlaşmadıklarını
bulur. Ama eğer önermeler ona henüz anlığında taşımadığı
düşünceleri temsil eden sözcüklerde sunulursa, bunlar
kendilerinde ne denli açıkça doğru ya da yanlış olsalar
da, onları ne onaylaması ne de onaylamaması söz konusudur,
ama [onlar açısından] bilgisizdir. Çünkü sözcükler
boş seslerden ve düşüncelerimizin imlerinden başka birşey
olmadıkları için, taşıdığımız düşüncelere karşılık düştüklerinde
onlara onay vermeden edemeyiz, ama daha ötesini de yapamayız.
Ama bilginin anlıklarımıza hangi adımlar ve bilgi yolları
ile geldiğini göstermek, ve çeşitli onay derecelerinin
zeminlerini vermek aşağıdaki Söylemin işi olduğu için,
burada o doğuştan ilkelerden koşku duymama yol açan nedenlerden
biri olarak ona yalnızca dokunmuş olmak yeterli olabilir.
|
23. The argument of assenting on first hearing, is
upon a false supposition of no precedent teaching.
There is, I fear, this further weakness in the foregoing
argument, which would persuade us that therefore those
maxims are to be thought innate, which men admit at first
hearing; because they assent to propositions which they
are not taught, nor do receive from the force of any argument
or demonstration, but a bare explication or understanding
of the terms. Under which there seems to me to lie
this fallacy, that men are supposed not to be taught nor
to learn anything de novo; when, in truth, they
are taught, and do learn something they were ignorant
of before. For, first, it is evident that they have
learned the terms, and their signification, neither of
which was born with them. But this is not all the acquired
knowledge in the case: the ideas themselves, about which
the proposition is, are not born with them, no more than
their names, but got afterwards. So that in all propositions
that are assented to at first hearing, the terms of the
proposition, their standing for such ideas, and the ideas
themselves that they stand for, being neither of them
innate, I would fain know what there is remaining in such
propositions that is innate. For I would gladly have
any one name that proposition whose terms or ideas were
either of them innate. We by degrees get ideas
and names, and learn their appropriated connexion
one with another; and then to propositions made in such
terms, whose signification we have learnt, and wherein
the agreement or disagreement we can perceive in our ideas
when put together is expressed, we at first hearing assent;
though to other propositions, in themselves as certain
and evident, but which are concerning ideas not so soon
or so easily got, we are at the same time no way capable
of assenting. For, though a child quickly assent to
this proposition, ‘‘That an apple is not fire,’’ when
by familiar acquaintance he has got the ideas of those
two different things distinctly imprinted on his mind,
and has learnt that the names apple and fire stand for
them, yet it will be some years after, perhaps, before
the same child will assent to this proposition, ‘‘That
it is impossible for the same thing to be and not to be’’;
because that, though perhaps the words are as easy to
be learnt, yet the signification of them being more large,
comprehensive, and abstract than of the names annexed
to those sensible things the child hath to do with, it
is longer before he learns their precise meaning, and
it requires more time plainly to form in his mind those
general ideas they stand for. Till that be done, you
will in vain endeavour to make any child assent to a proposition
made up of such general terms; but as soon as ever he
has got those ideas, and learned their names, he forwardly
closes with the one as well as the other of the forementioned
propositions: and with both for the same reason; viz.
because he finds the ideas he has in his mind to agree
or disagree, according as the words standing for them
are affirmed or denied one of another in the proposition.
But if propositions be brought to him in words which stand
for ideas he has not yet in his mind, to such propositions,
however evidently true or false in themselves, he affords
neither assent nor dissent, but is ignorant. For words
being but empty sounds, any further than they are signs
of our ideas, we cannot but assent to them as they correspond
to those ideas we have, but no further than that. But
the showing by what steps and ways knowledge comes into
our minds; and the grounds of several degrees of assent,
being the business of the following Discourse, it may
suffice to have only touched on it here, as one reason
that made me doubt of those innate principle. |
24. Doğuştan değil, çünkü evrensel olarak onay verilmez.
Bu evrensel onay uslamlamasını bir vargıya ulaştırmak
için, doğuştan ilkelerin bu savunucuları ile şu noktada
anlaşıyorum: Eğer bunlar doğuştansa, zorunlu olarak evrensel
onay almaları gerekir. Çünkü bir gerçekliğin doğuştan
olması ve gene de onay almaması bana gerçekliği bilen
ve aynı zamanda onun bilgisizi olan bir insan denli anlaşılmaz
geliyor. Ama o zaman, bu insanların kendi itiraflarına
göre, bu ilkeler doğuştan olamazlar; çünkü terimleri anlamayanlar
tarafından onaylanmazlar; ne de teimleri anlayıp ta o
önermeleri hiçbir zaman işitmemiş ve düşünmemiş olanların
büyük bir bölümü tarafından onaylanırlar; ki bu bölüm,
sanırım, en azından insanlığın yarısıdır. Ama sayı
çok daha az olacak olsaydı bile, evrensel onayı yoketmek
için yeterli olurdu; ve böylelikle eğer yalnızca çocuklar
onların bilgisizi olsalardı bile bu önermelerin doğuştan
olmadıklarını gösterirdi.
|
24. Not innate, because not universally assented
to. To conclude this argument of universal consent,
I agree with the defenders of innate principles, — that
if they innate, they must needs have universal assent.
For that a truth should be innate and yet not assented
to, is to me as unintelligible as for a man to know a
truth and be ignorant of it at the same time. But then,
by these men’s own confession, they cannot be innate;
since they are not assented to by those who understand
not the terms; nor by a great part of those who understand
not the terms; nor by a great part of those who do understand
them, but have yet never heard nor thought of those propositions;
which, I think, is at least one half of mankind. But
were the number far less, it would be enough to destroy
universal assent, and thereby show these propositions
not to be innate, if children alone were ignorant of them. |
25. Bu Düzgüler ilk bilinenler değildir.
Ama çocukların bizim için bilinmeyen düşüncelerinden çıkarak
uslamlama yapmakla, ve anlaklarında geçenden çıkarak daha
onlar bunu anlatmadan önce vargıda bulunmakla suçlanmamak
için, bundan sonra bu iki genel önermenin çocukların anlıklarını
ilk yakalayan gerçeklikler olmadıklarını, ne de tüm kazanılmış
ve raslantısal kavramlara önsel olmadıklarını söylüyorum:
ki, eğer doğuştan olmuş olsalardı, zorunlu olarak önsel
olmaları gerekirdi. Bunu belirleyebilsek de belirleyemesek
de, hiç kuşkusuz çocukların düşünmeye başladıkları ve
söz ve eylemlerinin bize düşündükleri konusunda güvence
verdiği bir zaman vardır. Öyleyse düşünceye, bilgiye,
onaylamaya yetenekli oldukları zaman, doğanın basmış olduğu
o kavramların — eğer böyle şeyler olmuş olsaydı — bilgisizi
oldukları ussal olarak düşünülebilir mi? Herhangi bir
ussallık görünüşü ile, onların izlenimleri dışarıdaki
şeylerden algıladıkları, ve aynı zamanda doğanın kendisinin
içeriye basmayı üstlenmiş olduğu o imlerin bilgisizi oldukları
imgelenebilir mi? Raslantısal kavramları kazanıp onaylayabilirler
mi, ve varlıkların asıl ilkelerine örülmüş ve orada silinmez
imlerle basılmış kavramların tüm kazanılmış bilgilerinin
ve gelecek uslamlamalarının temeli olduklarının bilgisizi
olabilirler mi? Bu doğanın hiçbir amaç olmaksızın sıkıntılara
girdiğini, ya da en azından çok kötü yazdığını düşünmek
olacaktır; çünkü onun imleri başka şeyleri çok iyi gören
gözler tarafından okunamayacaktır: Ve ilk bilinmeyen,
ve onlarsız başka birçok şeyin kuşkusuz bilgisinin edinilebileceği
şeylerin gerçekliğin en açık bölümleri ve tüm bilgimizin
temelleri sayılması çok uygunsuzdur. Çocuk hiç kuşkusuz
onu besleyen bakıcının ne oynadığı kedi ne de korktuğu
cadı olmadığını, geri çevirdiği yer elmasının ya da hardalın
istediği elma ya da şeker olmadığını bilir; buna pekinlikle
ve kuşkusuzca inanır; ama bilgisinin bu ve başka bölümlerini
‘‘Aynı şey için olmak ve olmamak olanaksızdır’’ ilkesi
dolayısıyla öylesine kararlı olarak onayladığını söylecek
biri var mıdır? Ya da çocuğun henüz başka pekçok başka
gerçekliği bildiğinin açık olduğu bir yaşta o önermeye
ilişkin herhangi bir kavram ya da anlayışı olduğunu?
Çocukların bu genel soyut kurgulara biberonları ve çıngırakları
ile katıldıklarını söyleyecek olanın belki de haklı olarak
görüşü için o yaştaki birinden daha büyük bir tutku ve
ateş ama daha az içtenlik ve gerçeklik taşıdığı düşünülebilir.
|
25. These maxims not the first known. But
that I may not be accused to argue from the thoughts of
infants, which are unknown to us, and to conclude from
what passes in their understandings before they express
it, I say next that these two general propositions are
not the truths that first possess the minds of children,
nor are antecedent to all acquired and adventitious notions;
which, if they were innate, they must needs be. Whether
we can determine it or no, it matters not, there is certainly
a time when children begin to think, and their words and
actions do assure us that they do so. When therefore
they are capable of thought, of knowledge, of assent,
can it rationally be supposed they can be ignorant of
those notions that nature has imprinted, were there any
such? Can it be imagined, with any appearance of reason,
that they perceive the impressions from things without,
and be at the same time ignorant of those characters which
nature itself has taken care to stamp within? Can they
receive and assent to adventitious notions, and be ignorant
of those which are supposed woven into the very principles
of their being, and imprinted there in indelible characters,
to be the foundation and guide of all their acquired knowledge
and future reasonings? This would be to make nature
take pain to no purpose; or at least to write very ill;
since its characters could not be read by those eyes which
saw other things very well: and those are very ill supposed
the clearest parts of truth, and the foundations of all
our knowledge, which are not first known, and without
which the undoubted knowledge of several other things
may be had. The child certainly knows, that the nurse
that feeds it is neither the cat it plays with, nor the
blackmoor it is afraid of: that the wormseed or mustard
it refuses, is not the apple or sugar it cries for: this
it is certainly and undoubtedly assured of: but will any
one say, it is by virtue of this principle, ‘‘That it
is impossible for the same things to be and not to be,’’
that it so firmly assents to these and other parts of
its knowledge? Or that the child has any notion or
apprehension of that proposition at an age, wherein yet,
it is plain, it knows a great many other truths? He
that will say, children join in these general abstract
speculations with their sucking bottles and their rattles,
may perhaps, with justice, be thought to have more passion
and zeal for his opinion, but less sincerity and truth,
than one of that age. |
26. Ve böylece doğuştan değildirler. Öyleyse
daha genel ve soyut düşüncelerin ve onları temsil eden
adların kullanımına erişmiş yetişkin insanlara önerilir
önerilmez sürekli ve hazır onay ile karşılaşan pekçok
genel önerme olsa da, gene de bunlar herşeye karşın başka
şeyleri bilen o narin yıllarda bulunmadıkları için, anlıklı
kişilerin evrensel onayları üzerinde hak ileri süremezler,
ve böyece hiçbir biçimde doğuştan sayılamazlar; çünkü
doğuştan olan herhangi bir gerçekliğin (eğer böyle birşey
olmuş olsaydı) en azından başka birşeyi bilen biri için
bilinemez olması olanaksızdır. Çünkü, eğer bunlar doğuştan
gerçeklikler iseler, doğuştan düşünceler olmalıdırlar,
çünkü anlıkta üzerine hiçbir zaman düşünülmemiş birşey
bir gerçeklik değildir. Böylelikle açıktır ki, eğer
doğuştan gerçeklikler varsa, bunlar zorunlu olarak üzerine
düşünülen ilk düşünce, görünen ilk düşünce olmalıdırlar.
|
26. And so not innate. Though therefore there
be several general propositions that meet with constant
and ready assent, as soon as proposed to men grown up,
who have attained the use of more general and abstract
ideas, and names standing for them; yet they not being
to be found in those of tender years, who nevertheless
know other things, they cannot pretend to universal assent
of intelligent persons, and so by no means can be supposed
innate; — it being impossible that any truth which is innate
(if there were any such) should be unknown, at least to
any one who knows anything else. Since if they are
innate truths, they must be innate thoughts: there being
nothing a truth in the mind that it has never thought
on. Whereby it is evident, if there be any innate truths,
they must necessarily be the first of any thought on;
the first that appear. |
27. Doğuştan değildirler, çünkü doğuştan olanın kendini
en açık gösterdiği yerde en az görünürler. Söylemlerini
sürdürmekte olduğumuz genel düzgülerin çocuklar, budalalar
ve insanlığın büyük bir bölümü tarafından bilinmemesini
daha şimdiden yeterli olarak tanıtladık: Böylelikle açıktır
ki bunlar için evrensel bir onay söz konusu değildir,
ne de genel izlenimlerdirler. Ama onda doğuştan olmalarına
karşı şu daha öte uslamlama vardır: Bu imler, eğer doğuştan
ve kökensel izler olsalardı, henüz kendilerinde hiçbir
ayak izlerini bulmadığımız kişilerde en ince ve en açık
olarak görünürlerdi; ve bu benim görüşümde doğuştan olmadıkları
konusunda güçlü bir önsanıdır, çünkü eğer doğuştan olsalardı
kendilerini zorunlu olarak en büyük kuvvet ve dinçlik
ile gösterecek oldukları kişilerde en az bilinirler.
Çünkü çocuklar, budalalar, yabanıllar ve okur yazar olmayan
insanlar tüm başkaları arasında alışkanlık tarafından
ya da ödünç alınmış görüşler tarafından en az bozulmuş
olanlar olduğu için, henüz öğrenim ve eğitim onların doğuştan
düşüncelerini yeni kalıplara dökmediği için, ne de tepeden
inme yabancı ve karmaşık öğretilerle doğanın oraya yazmış
olduğu o ince imleri karıştırmadığı için, haklı olarak
düşünülebilir ki, onların anlıklarında bu doğuştan
kavramlar herkesin görüşüne oldukça açık olarak yatıyor
olmalıdır, tıpkı çocukların düşüncelerinin kesinlikle
yatıyor olması gibi. Pekala beklenebilir ki bu ilkeler
doğal insanlar tarafından eksiksiz olarak biliniyor olmalıdır;
ki ruh üzerine dolaysızca basılı oldukları için, (bu insanların
sandıkları gibi,) bedenin yapı ya da örgenleri üzerine
hiçbir bağımlılıkları olamaz, [ve] onlar ve ötekiler arasında
kabul edilen biricik ayrım [budur]. Bu insanların ilkelerine
göre, tüm bu doğuştan ışık ışınlarının (eğer böyle birşey
olmuş olsaydı), hiçbir kısıtlamaları, hiçbir gizleme aygıtları
olmayanlarda tam parlaklıkları içinde ışıyacakları, ve
bizi orada oldukları konusunda hazzı sevmelerinden ve
acıdan tiksinmelerinden daha fazla kuşku içinde bırakmayacakları
düşünülecektir. Ama ne yazık ki, çocuklar, budalalar,
yabanıllar ve kaba bilgisizler arasında bulunacak hangi
genel düzgü vardır? Hangi evrensel bilgi ilkeleri?
Bunların kavramları çok az ve dardır, yalnızca en çok
ilgilendikleri ve duyuları üzerinde en sık ve en güçlü
izlenimleri bırakmış olan nesnelerden ödünç alınmıştır.
Bir çocuk bakıcısını ve beşiğini, ve derece derece biraz
daha ileri yaşın oyuncaklarını bilir; ve genç bir yabanıl,
belki de, kafasını kabilesinin tarzına göre sevgi ve avcılık
ile doldurmuştur. Ama öğrenim görmemiş bir çocuktan,
ya da ormanda yaşayan bir yabanıldan bu soyut düzgüleri
ve ünlü bilimsel ilkeleri bekleyecek olan biri, korkarım,
yanıldığını anlayacaktır. Bu tür genel önermelerden
kızılderililerin kulübelerinde seyrek olarak söz edilir;
çocukların düşüncelerinde bulunmaları ya da yabanılların
anlıklarında herhangi bir izlerinin bulunması ise hiç
söz konusu değildir. Bunlar o tür söyleşilere ya da
ilme alışmış eğitimli uluslarda onların sık sık tartışmalara
sahne olan okul ve akademilerinin dili ve işidir; çünkü
bu düzgüler yapay uslamlamaya uygun ve kanı için yararlıdırlar,
ama gerçekliğin bulunuşuna ya da bilginin ilerlemesine
pek katkıları olmaz. Ama bilginin gelişimi için küçük
ölçüde yararlarından genel olarak daha sonra [Bölüm] IV, vii’de
söz edeceğim.
|
27. Not innate, because they appear least where what
is innate shows itself clearest. That the general
maxims we are discoursing of are not known to children,
idiots, and a great part of mankind, we have already sufficiently
proved: whereby it is evident they have not an universal
assent, nor are general impressions. But there is this
further argument in it against their being innate: that
these characters, if they were native and original impressions,
should appear fairest and clearest in those persons in
whom yet we find no footsteps of them; and it is, in my
opinion, a strong presumption that they are not innate,
since they are least known to those in whom, if they were
innate, they must needs exert themselves with most force
and vigour. For children, idiots, savages, and illiterate
people, being of all others the least corrupted by custom,
or borrowed opinions; learning and education having not
cast their native thoughts into new moulds; nor by superinducing
foreign and studied doctrines, confounded those fair characters
nature had written there; one might reasonably imagine
that in the their minds these innate notions should
lie open fairly to every one’s view, as it is certain
the thoughts of children do. It might very well be
expected that these principles should be perfectly known
to naturals; which being stamped immediately on the soul,
(as these men suppose,) can have no dependence on the
constitution or organs of the body, the only confessed
difference between them and others. One would think,
according to these men’s principles, that all these native
beams of light (were there any such) should, in those
who have no reserves, no arts of concealment, shine out
in their full lustre, and leave us in no more doubt of
their being there, than we are of their love of pleasure
and abhorrence of pain. But alas, amongst children,
idiots, savages, and the grossly illiterate, what general
maxims are to be found? What universal principles of
knowledge? Their notions are few and narrow, borrowed
only from those objects they have had most to do with,
and which have made upon their senses the frequentest
and strongest impressions. A child knows his nurse
and his cradle, and by degrees the playthings of a little
more advanced age; and a young savage has, perhaps, his
head filled with love and hunting, according to the fashion
of his tribe. But he that from a child untaught, or
a wild inhabitant of the woods, will expect these abstract
maxims and reputed principles of science, will, I fear,
find himself mistaken. Such kind of general propositions
are seldom mentioned in the huts of Indians; much less
are they to be found in the thoughts of children, or any
impressions of them on the minds of naturals. They
are the language and business of the schools and academies
of learned nations, accustomed to that sort of conversation
or learning, where disputes are frequent; these maxims
being suited to artificial argumentation and useful for
conviction, but not much conducing to the discovery of
truth or advancement of knowledge. But of their small
use for the improvement of knowledge I shall have occasion
to speak more at large [1. 4, c. 7]. |
28. Toparlama. Bunun belgitleme ustalarına
nasıl saçma görünebileceğini biliyorum. Ve büyük bir
olasılıkla ilk işitmede herhangi biri tarafından pek kabul
edilmeyecektir. Bu nedenle, bu Söylemin gidişinde söylediklerim
anlaşılıncaya dek, önyargılar karşısında küçük bir ateşkes
istemek, ve kınamalardan kaçınılmasını dilemek zorundayım,
çünkü kendim daha sağlam yargılara boyun eğme konusunda
çok istekliyim. Ve yansız olarak gerçeklik arayışında
olduğum için, kendi kavramlarıma aşırı düşkünlük gösterdiğime
inandırılmaktan üzüntü duymayacağım; ama itiraf ederim
ki, uygulama ve inceleme kafalarımızı onlarla ısıttığı
zaman, böyle bir durum hepimiz için üzüntü verici olacaktır.
Sorunun bütünü üzerine, bu iki kurgul Düzgünün doğuştan
olduğunu düşünmek için herhangi bir zemin göremiyorum:
Çünkü onlara evrensel olarak onay verilmez; ve öylesine
genel olarak buldukları onay doğuştan oldukları kabul
edilmeyen çeşitli önermelerin eşit olarak onlarla paylaştıklarından
başka birşey değildir; çünkü onlara verilen onay bir başka
yolda üretilir, ve aşağıdaki Söylemde ortaya çıkacağından
kuşku duymadığı gibi, doğal yazıttan gelmez. Ve eğer
bilginin ve bilimin bu ‘‘ilk ilkelerinin’’ doğuştan
olmadığı bulunacak olursa, başka hiçbir kurgul
düzgü (sanırım) daha iyi bir hakla böyle olduğunu ileri
süremeyecektir. |
28. Recapitulation. I know not how absurd
this may seem to the masters of demonstration. And
probably it will hardly go down with anybody at first
hearing. I must therefore beg a little truce with prejudice,
and the forbearance of censure, till I have been heard
out in the sequel of this Discourse, being very willing
to submit to better judgments. And since I impartially
search after truth, I shall not be sorry to be convinced,
that I have been too fond of my own notions; which I confess
we are all apt to be, when application and study have
warmed our heads with them.
Upon the whole matter, I cannot see any ground to think
these two speculative Maxims innate: since they are not
universally assented to; and the assent they so generally
find is no other than what several propositions, not allowed
to be innate, equally partake in with them: and since
the assent that is given them is produced another way,
and comes not from natural inscription, as I doubt not
but to make appear in the following Discourse. And
if these ‘‘first principles’’ of knowledge and
science are found not to be innate, no other speculative
maxims can (I suppose), with better right pretend to be
so. |
KİTAP I SONU. |
John Locke (1632-1704)
İinsan Anlağı Üzerine Bir Deneme
KİTAP II.
Düşünceler
Bölüm I
GENEL OLARAK DÜŞÜNCELER VE KÖKENLERİ |
John Locke
An Essay Concerning Human Understanding
BOOK II.
Of Ideas
Chapter I
OF IDEAS IN GENERAL,
AND THEIR ORIGINAL |
1. Düşünce düşünmenin nesnesidir. Her insan
düşündüğünün, düşünürken kendilerine anlığının uygulandığı
şeylerin orada olan düşünceler olduğunun bilincinde
olduğu için, insanların anlıklarında beyazlık,
sertlik, tatlılık, düşünme, devim, insan, fil, ordu,
sarhoşluk, ve başkaları gibi sözcükler tarafından
anlatılan çeşitli düşünceler taşıdıkları kuşkunun
ötesindedir; ve böylece sorulacak ilk soru şudur: İnsan onları nasıl elde eder?
İnsanların daha ilk varlıklarında doğuştan düşünceler
ve anlıkları üzerine basılı kökensel imler taşıdıklarının
kabul edilen bir öğreti olduğunu biliyorum. Bu
görüşü daha önce genel olarak irdeledim; ve, anlağın
taşıdığı tüm düşünceleri nereden alabildiğini, ve
bunların hangi yollar ve derecelerle anlığa girebildiklerini
gösterdiğim zaman, önceki Kitapta söylediklerimin
çok daha kolay kabul edileceğini sanıyorum; bunun
için herkesin kendi gözlem ve deneyimine başvuracağım. |
1. Idea is the object of thinking. Every
man being conscious to himself that he thinks, and that
which his mind is applied about whilst thinking being
the ideas that are there, it is past doubt that
men have in their minds several ideas, such as are those
expressed by the words whiteness, hardness, sweetness,
thinking motion, man elephant, army, drunkenness,
and others: it is in the first place then to be inquired, How he comes by them?
I know it is a received doctrine that men have native
ideas, and original characters stamped upon their minds
in their very first being. This opinion I have at
large examined already; and, I suppose what I have said
in the foregoing Book will be much more easily admitted,
when I have shown whence the understanding may get all
the ideas it has, and by what ways and degrees they
may come into the mind; — for which I shall appeal to
everyone’s own observation and experience.
|
2. Tüm düşünceler duyumdan ya da derin
düşünmeden gelir. O zaman anlığı, dediğimiz gibi,
tüm imlerden ve tüm düşüncelerden yoksun beyaz kağıt olarak
kabul edelim: — Nasıl olur da donatılır? İnsanın meşgul
ve sınırsız düşleminin hemen hemen sonsuz bir türlülükle
onun üzerine boyadığı o engin depoyu nereden elde eder?
Us ve bilginin tüm gerecini nereden alır? Buna,
tek bir sözcükle, DENEYİMden yanıtını veriyorum. Tüm
bilgimiz onda temellenmiştir, ve en sonunda kendini ondan
türetir. Ya dışsal duyulur nesneler çevresinde, ya
da anlığımızın kendimiz tarafından algılanan ve üzerine
düşünülen içsel işlemleri çevresinde kullanılan gözlemimiz,
anlağımıza tüm düşünme gerecini sağlayan şeydir.
Bu ikisi taşıdığımız ya da doğallıkla taşıyabileceğimiz
tüm düşüncelere kaynak olan bilgi pınarlarıdır.
|
2. All ideas come from sensation or reflection.
Let us then suppose the mind to be, as we say, white paper,
void of all characters, without any ideas; how comes it
to be furnished? Whence comes it by that vast store
which the busy and boundless fancy of man has painted
on it with an almost endless variety? Whence has it
all the materials of reason and knowledge? To
this I answer, in one word, from EXPERIENCE. In that
all our knowledge is founded, and from that it ultimately
derives itself. Our observation employed either, about
external sensible objects, or about the internal operations
of our minds perceived and reflected on by ourselves,
is that which supplies our understandings with all the materials of thinking. These two are the fountains
of knowledge, from whence all the ideas we have, or can
naturally have, do spring. |
3. Düşüncelerin bir kaynağı duyum nesneleridir.
İlk olarak, tikel duyulur nesneler ile tanışık Duyularımız,
o nesnelerin onları etkiledikleri çeşitli yollara göre,
anlığa şeylerin çok çeşitli algılarını iletirler. Ve
böylece sarı, beyaz, sıcak, soğuk, yumuşak, sert, acı,
tatlı ve duyulur nitelikler dediğimiz herşey için
taşıdığımız düşünceleri elde ederiz; ve duyular
bunları anlığa iletir derken demek istediğim duyuların
dışsal nesnelerden anlığa orada o algıları üretenleri
ilettikleridir. Taşıdığımız düşüncelerin çoğunun bu
büyük kaynağına, bu düşünceler bütünüyle duyularımız üzerine
dayandığından, ve duyular tarafından anlık için türetildiklerinden,
DUYUM diyorum. |
3. The objects of sensation one source of ideas.
First, our Senses, conversant about particular sensible
objects, do convey into the mind several distinct perceptions
of things, according to those various ways wherein those
objects do affect them. And thus we come by those ideas we have of yellow, white, heat, cold, soft, hard, bitter,
sweet, and all those which we call sensible qualities;
which when I say the senses convey into the mind, I mean,
they from external objects convey into the mind what produces
there those perceptions. This great source of most
of the ideas we have, depending wholly upon our senses,
and derived by them to the understanding, I call SENSATION. |
4. Düşüncelerin öteki kaynağı anlığımızın
işlemleridir. İkinci olarak, deneyimin anlağı düşüncelerle
donatmasını sağlayan öteki pınar, taşıdığı düşünceler
çevresinde kullanılırken, kendi anlığımızın içimizdeki
işlemlerinin algısıdır; ve bu işlemler, ruh derin düşünme
ve irdeleme [edimine] başladığı zaman, anlağı dışarıdaki
şeylerden almış olamayacağı bir başka düşünceler kümesi
ile donatırlar. Ve algılama, düşünme, kuşkulanma,
inanma, uslamlama, bilme, isteme ve kendi anlıklarımızın
tüm değişik edimleri bu türdendir; — ve onların bilincinde
olmakla, ve onları kendi içimizde gözlemekle, bunlardan
anlağımıza tıpkı duyularımızı etkileyen cisimlerden olduğu
denli değişik düşünceler kazanırız. Düşüncelerin bu
kaynağını her insan bütünüyle kendi içinde taşır; ve dışsal
nesneler ile hiçbir ilgisi olmadığı için duyu olmamasına
karşın, gene de ona çok benzer, ve yeterince uygun bir
deyimle içsel duyu olarak adlandırılabilir.
Ama ötekini DUYUM olarak adlandırdığım için, buna DERİN
DÜŞÜNME diyorum ki, sağladığı düşünceler ancak anlığın
kendi içersinde kendi işlemleri üzerine düşünerek edinebileceği
türdedir. O zaman bu söylemin izleyen bölümünde ‘derin
düşünme’ ile demek istediğim şey anlığın kendi işlemlerini
ayrımsaması ve bunların kipidir, öyle ki bunlar dolayısıyla
anlakta bu işlemlerin düşünceleri ortaya çıkar. Bu
ikisi, e.d. DUYUM nesneleri olarak dışsal özdeksel şeyler
ve DERİN DÜŞÜNME nesneleri olarak içerde kendi anlığımızın
işlemleri, benim için tüm düşüncelerimizin kendilerinden
başladıkları biricik kökensellerdir. İşlemler terimini burada geniş bir anlamda, yalnızca anlığın kendi
düşünceleri çevresindeki eylemlerini değil, ama zaman
zaman onlardan doğan belli tutku türlerini de kapsamak
üzere kullanıyorum, örneğin herhangi bir düşünme ediminden
doğan doyum ya da rahatsızlık gibi. |
4. The operations of our minds, the other source
of them. Secondly, the other fountain from which
experience furnisheth the understanding with ideas is
the perception of the operations of our own mind within
us, as it is employed about the ideas it has got; which
operations, when the soul comes to reflect on and consider,
do furnish the understanding with another set of ideas,
which could not be had from things without. And such
are perception, thinking, doubting, believing, reasoning,
knowing, willing, and all the different actings of
our own minds; — which we being conscious of, and observing
in ourselves, do from these receive into our understandings
as distinct ideas as we do from bodies affecting our senses.
This source of ideas every man has wholly in himself;
and though it be not sense, as having nothing to do with
external objects, yet it is very like it, and might properly
enough be called internal sense. But as I call
the other SENSATION, so I call this the REFLECTION, the
ideas it affords being such only as the mind gets by reflecting
on its own operations within itself. By reflection
then, in the following part of this discourse, I would
be understood to mean that notice which the mind takes
of its own operations, and the manner of them, by reason
whereof there come to be ideas of these operations in
the understanding. These two, I say, viz. external
material things, as the objects of SENSATION, and the
operations of our own minds within, as the objects of
REFLECTION, are to me the only originals from whence all
our ideas takes their beginnings. The term operations here I use in a large sense, as comprehending not
barely the actions of the mind about its ideas, but some
sort of passions arising sometimes from them, such as
is the satisfaction or uneasiness arising from any thought. |
5. Tüm düşüncelerimiz bunlardan birinin
ya da ötekinindir. Anlak bana bu ikisinin birinden
kazanmadığı hiçbir düşüncenin en küçük bir ışıltısını
taşımıyor olarak görünüyor. Dışsal nesneler anlığı duyulur niteliklerin düşünceleri ile donatır, ki
bunlar onların bizde ürettikleri tüm o değişik algılardır;
ve anlık anlağı kendi işlemlerinin düşünceleri
ile donatır.
Tam bir incelemelerini yaptığımız zaman bunların, ve çeşitli
kip, bileşim ve ilişkilerinin bütün düşünceler depomuzun
tümünü kapsadığını, ve anlığımızda bu iki yoldan birinden
gelmemiş hiçbirşey taşımadığımızı bulacağız. Biri kendi
düşüncelerini yoklasın ve anlağını baştan sona araştırsın;
ve sonra bana orada taşıdığı kökensel düşüncelerin tümünün
duyularının nesnelerinin düşüncelerinden ve derin düşünmesinin
nesneleri olarak görülen anlıksal işlemlerinin düşüncelerinden
başkaları olup olmadığını söylesin. Ve orada ne denli
büyük bir bilgi kütlesinin yerleştiğini imgelerse imgelesin,
sağın bir gözlem üzerine, anlığında bu ikisinden birinin
yerleştirmiş olduklarından başka hiçbir düşüncesinin olmadığını
görecektir; — gerçi belki de, daha sonra göreceğimiz gibi,
anlak tarafından bileştirilen ve büyütülen sonsuz türlülük
ile olsa da.
|
5. All our ideas are of the one or the other of these.
The understanding seems to me not to have the least glimmering
of any ideas which it doth not receive from one of these
two. External objects furnish the mind with
the ideas of sensible qualities, which are all those different
perceptions they produce in us; and the mind furnishes
the understanding with ideas of its own operations.
These, when we have taken a full survey of them, and their
several modes, combinations, and relations, we shall find
to contain all our whole stock of ideas; and that we have
nothing in our minds which did not come in one of these
two ways. Let any one examine his own thoughts, and
thoroughly search into his understanding; and then let
him tell me, whether all the original ideas he has there,
are any other than of the objects of his senses, or of
the operations of his mind, considered as objects of his
reflection. And how great a mass of knowledge soever
he imagines to be lodged there, he will, upon taking a
strict view, see that he has not any idea in his mind
but what one of these two have imprinted; — though perhaps,
with infinite variety compounded and enlarged by the understanding,
as we shall see hereafter. |
6. Çocuklarda gözlenebilir. Bir
çocuğun durumunu dünyaya ilk gelişinde dikkatle irdeleyen
biri onda gelecekteki bilgisinin gereci olacak bir düşünceler
çokluğunun depolandığını düşünmek için çok az neden bulacaktır.
Çocuk derece derece onlarla donatılmaya başlar.
Ve gerçi açık ve tanıdık niteliklerin düşünceleri bellek
zaman ve düzenin bir kaydını tutmaya başlamadan önce kendi
izlerini bıraksalar da, gene de kimi alışılmadık niteliklerin
önümüze çıkması çoğu kez öylesine geç olur ki, onlarla
tanışıklıklarının başlangıcını anımsayamayacak çok az
insan vardır. Ve eğer yapmaya değer olsaydı, hiç kuşkusuz
bir çocuk büyüyüp yetişkin bir insan oluncaya dek sıradan
düşüncelerin bile ancak çok azını taşıyacak bir yolda
yetiştirilebilirdi. Ama dünyaya gelenlerin tümü de
onları sürekli olarak ve çeşitli yollarda etkileyen cisimler
ile kuşatılı olduğu için, düşünceler türlülüğü, ona dikkat
edilsin ya da edilmesin, çocukların anlıkları üzerinde
iz bırakır. Göz ancak açıkken, her yerde ışık ve renkler
iş başındadır; seslerin ve kimi dokunulabilir niteliklerin
onlara ait duyuları uyarmamaları ve anlığa bir girişi
zorlamamaları söz konusu değildir; — ama gene de, sanırım
kolayca kabul edilecektir ki, eğer bir çocuk yetişkin
biri oluncaya dek hiçbir zaman siyah ve beyazdan başka
herhangi birşeyi göremediği bir yerde tutulmuş olsaydı,
kırmızı ya da yeşilin hiçbir düşüncesini taşımazdı, tıpkı
çocukluğundan bu yana hiçbir zaman bir istiridye ya da
bir ananas tatmamış birinin bu tikel lezzetleri tanımayacak
olması gibi.
|
6. Observable in children. He that attentively
considered the state of a child, at his first coming into
the world, will have little reason to think him stored
with plenty of ideas, that are to be the matter of his
future knowledge. It is by degrees he comes
to be furnished with them. And though the ideas of
obvious and familiar qualities imprint themselves before
the memory begins to keep a register of time or order,
yet it is often so late before some unusual qualities
come in the way, that there are few men that cannot recollect
the beginning of their acquaintance with them. And
if it were worth while, no doubt a child might be so ordered
as to have but a very few, even of the ordinary ideas,
till he were grown up to a man. But all that are born
into the world, being surrounded with bodies that perpetually
and diversely affect them, variety of ideas, whether care
be taken about it or no, are imprinted on the minds of
children. Light and colours are busy at hand everywhere,
when the eye is but open; sounds and some tangible qualities
fail not to solicit their proper senses, and force an
entrance to the mind; — but yet, I think, it will be granted
easily that, if a child were kept in a place where he
never saw any other but black and white till he were a
man, he would have no more ideas of scarlet or green,
than he that from his childhood never tasted an oyster,
or a pine apple, has of those particular relishes. |
7. İnsanlar tanışık oldukları değişik
nesnelere göre, bunlarla değişik olarak donatılıdır.
İnsanlar, o zaman, tanışık oldukları nesnelerin daha büyük
ya da daha küçük bir türlülük sunmasına göre dışardan,
ve anlıklarının işlemleri üzerine daha az ya da daha çok
düşünmelerine göre içerden, daha az ya da daha çok yalın
düşünce ile donatılmaya başlar. Çünkü, anlığının işlemlerini
düşünen biri onların yalın ve açık düşüncelerini elde
etse de, gene de düşüncelerini o yola çevirmedikçe, ve
onları dikkatle irdelemedikçe, anlığının işlemlerinin
tümünün ve orada gözlenebilecek herşeyin açık ve seçik
düşüncelerini taşımayacaktır, tıpkı gözlerini herhangi
bir manzaranın ya da bir saatin parçalarının ve devimlerinin
tümüne çevrirmeyecek ve parçalarının tümünü dikkatle gözlemeyecek
birinin onların tikel düşüncelerinin tümünü taşımayacak
olması gibi. Resim ya da saat öyle yerleştirilmiş olabilir
ki, her gün yoluna çıkabilirler; ama gene de kendini dikkatle
onları her tikel noktada irdelemeye verinceye dek onları
oluşturan parçaların tümünün ancak karışık bir düşüncesini
taşıyacaktır.
|
7. Men are differently furnished with these, according
to the different objects they converse with. Men
then come to be furnished with fewer or more simple ideas
from without, according as the objects they converse with
afford greater or less variety; and from the operations
of their minds within, according as they more or less
reflect on them. For, though he that contemplates the
operations of his mind cannot but have plain and clear
ideas of them; yet, unless he turn his thoughts that way,
and considers them attentively, he will no more have clear
and distinct ideas of all the operations of his mind,
and all that may be observed therein, than he will have
all the particular ideas of any landscape, or of the parts
and motions of a clock, who will not turn his eyes to
it, and with attention heed all the parts of it. The
picture, or clock may be so placed, that they may come
in his way every day; but yet he will have but a confused
idea of all the parts they are made up of, till he applies
himself with attention, to consider them each in particular. |
8. Derin düşünme düşünceleri daha geç
[gelir], çünkü dikkate gereksinirler. Ve bundan
çocukların çoğunun kendi anlıklarının işlemlerinin düşüncelerini
oldukça geç kazanmalarının, ve kimilerinin tüm yaşamları
boyunca onların en büyük bölümüne ilişkin çok açık ya
da eksiksiz hiçbir düşüncelerinin olmamasının nedenini
görürüz. Çünkü, sürekli olarak oraya geçmelerine karşın,
gene de, tıpkı boşlukta yüzen imgeler gibi, anlıkta açık,
seçik, kalıcı düşünceler bırakacak denli derin izler oluşturmazlar,
ta ki anlak içeriye kendi üzerine dönünceye ve kendi işlemleri
üzerinde düşününceye ve onları kendi düşünmesinin nesnesi
yapıncaya dek. İlk yıllar genellikle dışarıya bakış
için kullanılır ve oraya çevrilir. İnsanların bunlardaki
işi dışarıda bulunacak olanla tanışıklık kurmaktır; ve
dış duyumlara sürekli bir dikkat içinde büyüdükleri için,
olgun yıllarına gelinceye dek kendi içlerinde geçenler
üzerinde seyrek olarak dikkate değer bir yolda düşünürler,
ve kimileri ise böyle birşeyi hemen hemen hiç yapmaz.
|
8. Ideas of reflection later, because they need attention.
And hence we see the reason why it is pretty late before
most children get ideas of the operations of their own
minds; and some have not any very clear or perfect ideas
of the greatest part of them all their lives. Because,
though they pass there continually, yet, like floating
visions, they make not deep impressions enough to leave
in the mind clear, distinct, lasting ideas, till the understanding
turns inward upon itself, reflects on its own operations,
and makes them the object of its own contemplation.
The first years are usually employed and diverted in looking
abroad. Men’s business in them is to acquaint themselves
with what is to be found without; and so growing up in
a constant attention to outward sensations, seldom make
any considerable reflection on what passes within them,
till they come to be of riper years; and some scarce ever
at all. |
9. Ruh algılamaya başladığı zaman düşünceler
taşımaya başlar. Bir insanın ilkin ne zaman herhangi bir düşünce taşıdığını sormak ne zaman algılamaya
başladığını sormaktır; — çünkü düşüncelere ve algıya
iye olmak aynı şeydir. Ruhun her zaman düşündüğü,
ve varolduğu sürece kendi içinde sürekli olarak düşüncelerin
edimsel algısını taşıdığı, ve edimsel düşünmenin ruhtan
tıpkı edimsel uzamın cisimden ayrılmayacağı gibi ayrılamaz
olduğu görüşünü biliyorum; ki eğer doğruysa, bir insanın
düşüncelerinin başlangıcını araştırmak ruhunun başlangıcını
araştırmakla aynıdır. Çünkü, bu açıklamayla, ruh ve
düşünceleri, tıpkı cisim ve uzamı gibi, her ikisi de aynı
zamanda varolmaya başlayacaktır.
|
9. The soul begins to have ideas when it begins to
perceive. To ask at what time a man has first any
ideas is to ask when he begins to perceive; — having
ideas and perception, being the same thing.
I know it is an opinion that the soul always thinks, and
that it has the actual perception of ideas in itself constantly,
as long as it exists; and that actual thinking is as inseparable
from the soul as actual extension is from the body; which
if true, to inquire after the beginning: of a man’s ideas
is the same as to inquire after the beginning of his soul.
For, by this account, soul and its ideas, as body and
its extension, will begin to exist both at the same time. |
10. Ruh her zaman düşünmez; çünkü bunun
tanıtları yoktur. Ama ruhun ilk örgütlenme öğelerine
ya da yaşamın bedendeki başlangıcına önsel olarak mı yoksa
onunla zamandaş olarak mı yoksa ondan bir zaman sonra
mı varolması gerektiğini bu konuda daha iyi düşünceleri
olanların tartışmasına bırakıyorum. Ben her zaman düşünceleri
düşündüğünü algılamayan o ruhlardan birini taşıdığımı
itiraf ediyorum; ne de ruh için her zaman düşünmenin beden
için her zaman devinmekten daha zorunlu olduğunu tasarlayabilirim:
Düşüncelerin algısı (tasarladığım gibi) ruh için ne ise,
devim beden için odur — onun özü değil ama işlemlerinden
biri. Ve öyleyse, gerçi düşünmenin hiçbir zaman ruhun
asıl eylemi olması gerekli olmasa da, gene de her zaman
düşünmekte, her zaman eylemde olduğunu kabul etmek zorunlu
değildir. Bu, belki de, şeylerin ‘‘hiçbir zaman uyuklamayan
ya da uyumayan’’ sonsuz Yaratıcısının ve Saklayıcısının
ayrıcalığıdır; ama herhangi bir sonlu varlığa, hiç olmazsa
insanın ruhuna uygun değildir. Deneyim yoluyla pekinlikle
biliriz ki, kimi zaman düşünürüz; ve buradan şu
yanılmaz vargıyı çıkarırız: Bizde düşünme gücü olan birşey
vardır. Ama o tözün sürekli olarak düşünüp düşünmediğine
gelince, buna deneyimin bizi bilgilendirdiğinden daha
öte inanamayız. Çünkü edimsel düşünmenin ruha özsel
ve ondan ayrılamaz olduğunu söylemek sorgulanan noktayı
geçiştirmektir, onu us yoluyla tanıtlamak değil; — ki, eğer
kendiliğinden açık bir önerme değilse, yapılması zorunludur.
Ama ‘‘Ruh her zaman düşünür’’ önermesinin ilk işitmede
herkesin onayladığı kendiliğinden açık bir önerme olup
olmadığını insanlığın kararına bırakıyorum. Dün bütün
gece düşünüp düşünmediğimden kuşku duyulabilir. Soru
bir olgu sorunu konusunda olduğu için, tartışılan şeyin
kendisi olan bir önsavın onun için bir tanıt olarak getirilmesini
ister; ki bu yolla herşey tanıtlanabilir, ve bu tüm saatlerin,
denge tekeri vurdukça, düşündüklerini sanmaktan başka
birşey değildir, ve saatimin bütün gece düşündüğü yeterli
olarak tanıtlanmıştır ve kuşkunun ötesindedir. Ama
kendini aldatmak istemeyen kişi önsavını olgu sorunu üzerine
kurmalı, ve onu duyusal deneyim yoluyla çıkarmalıdır,
bu önsav nedeniyle, eş deyişle öyle olduğunu sandığı için,
olgu sorunu üzerine varsaymamalıdır; ki bu tanıtlama yolu
zorunlu olarak dün bütün gece düşünmüş olmam gerektiğine
varır, çünkü bir başkası her zaman düşündüğümü kabul eder,
gerçi kendim her zaman bunu yaptığımı algılayamamasam
da.
Ama kendi görüşlerine sevdalı insanlar yalnızca sorgulanmakta
olanı varsaymakla kalmazlar, ama yanlış olgu sorununu
ileri sürerler. Başka türlü nasıl olur da biri bir
şeyin uykuda onu duyumsamadığımız için yok olduğunu benim
bir çıkarsamam olarak ileri sürebilir? Bir insan uykusunda
ruhu duyumsamadığı için onda bir ruh olmadığını
söylemiyorum; ama ister uykuda ister uyanık olsun, ruhu
duyumsamaksızın hiçbir zaman düşünemeyeceğini söylüyorum.
Onu duyumsayabilmemiz düşüncelerimizden başka hiçbirşey
için zorunlu değildir; ve düşündüğümüzün bilincinde olmaksızın
düşünebilineceye dek, onlar için zorunludur ve her zaman
zorunlu olacaktır.
|
10. The soul thinks not always; for this wants proofs.
But whether the soul be supposed to exist antecedent to,
or coeval with, or some time after the first rudiments
of organization, or the beginnings of life in the body,
I leave to be disputed by those who have better thought
of that matter. I confess myself to have one of those
dull souls, that doth not perceive itself always to contemplate
ideas; nor can conceive it any more necessary for the
soul always to think, than for the body always to move:
the perception of ideas king (as I conceive) to the soul,
what motion is to the body, not its essence, but one of
its operations. And therefore, thought thinking be
supposed never so much the proper action of the soul,
yet it is not necessary to suppose that it should be always
thinking, always in action. That, perhaps, is the privilege
of the infinite Author and Preserver of all things, who
‘‘never slumbers to sleeps;’’ but is not competent to
any finite being, at least not to the soul of man.
We know certainly, by experience, that we sometimes think; and thence draw this infallible consequence, — that
there is something in us that has a power to think.
But whether that substance perpetually thinks or
no, we can be no further assured than experience informs
us. For, to say that actual thinking is essential to
the soul, and inseparable from it, is to beg what is in
question, and not to prove it by reason; — which is necessary
to be done, if it be not a self evident proposition.
But whether this, ‘‘That the soul always thinks,’’ be
a self evident proposition, that every body assents to
at first hearing, I appeal to mankind. It is doubted
whether I thought all last night or no. The question
being about a matter of fact, it is begging it to bring,
as a proof for it, an hypothesis, which is the very thing
in dispute: by which way one may prove anything, and it
is but supposing that all wathches, whilst the balance
beats, think, and it is sufficiently proved, and past
doubt, that my watch thought all night. But he that
would not deceive himself, ought to build his hypothesis
on matter of fact, and make it out by sensible experience,
and not presume on matter of fact, because of this hypothesis,
that is, because he supposes it to be so; which way of
proving amounts to this, that I must necessarily think
all last night, because another supposes I always think,
though I myself cannot perceive that I always do so.
But men in love with their opinions may not only suppose
what is in question, but allege wrong matter of fact.
How else could any one make it an inference of mine, that
a thing is not, because we are not sensible of it in our
sleep? I do not say there is no soul in a man,
because he is not sensible of it in his sleep; but I do
say he cannot think at any time, waking or sleeping, without
being sensible of it. Our being sensible of it is not
necessary to anything but to our thoughts; and to them
it is, and to them it will always be necessary, till we
can think without being conscious of it. |
11. Her zaman bilincinde değildir.
Ruhun uyanık bir insanda hiçbir zaman düşünmeksizin olmadığını
kabul ediyorum, çünkü düşünmek uyanık olmanın koşuludur.
Ama düş görmeden uyumanın bütün insanın, bedenin olduğu
gibi anlığın da, bir duygusu olup olmadığı uyanık bir
insanın irdelemesine değebilir; çünkü herhangi birşeyin
düşünmesini ve bunun bilincinde olmamasını tasarlamak
güçtür. Eğer ruh uyuyan bir insanda düşündüğünün bilincinde
olmaksızın düşünürse, böyle bir düşünme sırasında herhangi
bir haz ya da acı duyup duymadığını, ya da mutluluk ya
da mutsuzluğa duyarlı olup olmadığını sorarım. Olmadığından
eminim, tıpkı üstünde yattığı yatağın ya da toprağın da
olmadığı gibi. Çünkü bilincinde olmaksızın mutlu ya
da mutsuz olmak bana bütünüyle tutarsız ve olanaksız görünür.
Ya da eğer beden uykudayken ruhun düşünmesini,
doyumlarını ve kaygılarını, haz ya da acılarını taşıyabilmesi
olanaklı ise, — ve bu insanın bilincinde olmadıklarından
ne de pay aldıklarından ayrı olarak böyleyse —, açıktır
ki uyuyan Sokrates ve uyanık Sokrates aynı kişi değildir;
ama uykuda olduğu zaman ruhu, ve uyanık olduğu zaman beden
ve ruhtan oluşan insan Sokrates iki kişidir; çünkü uyanık
Sokrates’in ruhunun uykudayken salt kendi başına yaşadığı
ve ona ilişkin hiçbir algısının olmadığı o mutluluk ya
da sefilliğine ilişkin hiçbir bilgisi ya da hiçbir kaygısı
yoktur; tıpkı Hindistan’da tanımadığı bir insanın mutluluk
ya da sefilliği için de olmaması gibi. Çünkü, eğer
eylemlerimizin ve duyumlarımızın — özellikle haz ve acı
duyumlarımızın — tüm bilincini ve ona eşlik eden kaygıyı
bütünüyle uzaklaştıracak olursak, kişisel özdeşliğin nereye
yerleştirileceğini bilmek güç olacaktır.
|
11. It is not always conscious of it. I grant
that the soul, in a waking man, is never without thought,
because it is the condition of being awake. But whether
sleeping without dreaming be not an affection of the whole
man, mind as well as body, may be worth a waking man’s
consideration; it being hard to conceive that anything
should think and not be conscious of it. If the soul
doth think in a sleeping man without being conscious of
it, I ask whether during such thinking it has any pleasure
or pain, or be capable of happiness or misery? I am
sure the man is not, no more than the bed or earth he
lies on. For to be happy or miserable without being
conscious of it seems to me utterly inconsistent and impossible.
Or if it be possible that the soul can, whilst
the body is sleeping, have its thinking, enjoyments, and
concerns, its pleasures or pain, apart, which the man is not conscious of nor partakes in, — it is certain
that Socrates asleep and Socrates awake is not the same
person; but his soul when he sleeps, and Socrates the
man, consisting of body and soul, when he is waking, are
two persons: since waking Socrates has no knowledge of,
or concernment for that happiness or misery of his soul,
which it enjoys alone by itself whilst he sleeps, without
perceiving anything of it; no more than he has for the
happiness or misery of a man in the Indies, whom he knows
not. For, if we take wholly away all consciousness
of our actions and sensations, especially of pleasure
and pain, and the concernment that accompanies it, it
will be hard to know wherein to place personal identity. |
12. Eğer uyuyan bir insan bilmeksizin
düşünürse, uyuyan ve uyanık insan iki kişidir.
Bu insanlar ruh derin uyku sırasında düşünür derler.
Düşünür ve algılarken, hiç kuşkusuz başka algılar gibi
haz ya da sıkıntı algılarına da yeteneklidir; ve zorunlu
olarak kendi algılarının bilincinde olmalıdır.
Ama tüm bunları ayrı ayrı taşır: Uyuyan insan,
açıktır ki, tüm bunlara ilişkin hiçbirşeyin bilincinde
değildir. O zaman varsayalım ki, Castor uyurken ruhu
bedeninden çekilmiş olsun; ki burada ele aldığım insanlar
için hiç de olanaksız bir sayıltı değildir, çünkü bunlar
düşünen bir ruh olmaksızın tüm başka hayvanlar için yaşama
izin verecek denli gevşektirler. Bu insanlar o zaman
bedenin ruh olmaksızın yaşamasını olanaksız olarak ya
da bir çelişki olarak yargılayamazlar; ne de ruhun beden
olmaksızın sürmesini ve düşünmesini, ya da algı, giderek
mutluluğun ya da sefilliğin algısını taşımasını. O
zaman diyorum varsayalım ki Castor’un ruhu uykusu sırasında
ayrı olarak düşünmek için bedeninden ayrılmış olsun.
Ayrıca varsayalım ki, düşünme sahnesi olarak bir başka
insanın, pekala bir ruh olmaksızın uyumakta olan Pollux’un
bedeneni seçsin. Çünkü, eğer Castor’un ruhu Castor
uykudayken Castor’un hiçbir zaman bilincinde olmadığı
birşeyi düşünebilirse, düşünmek için hangi yeri seçtiğinin hiçbir önemi yoktur. O zaman burada aralarında
tek bir ruh ile iki insanın bedenleri vardır, ve bu ruhun
sırasıyla uyuduğunu ve uyandığını varsayacağız; ve henüz
uyanık insanda düşünmekte olan ve uyuyan insanın hiçbir
zaman bilincinde olmadığı ruh hiçbir zaman en küçük bir
algı taşımaz. O zaman böylece aralarında birinde ötekinin
hiçbir zaman bilincinde olmadığını ve kaygı duymadığını
düşünen ve algılayan tek bir ruh ile Castor ve Pallux’un
Castor ve Hercules gibi ya da Sokrates ve Platon gibi
iki ayrı kişi olup olmadıklarını sorarım. Ve
bunlardan birinin çok mutlu ve ötekinin çok sefil olup
olmayabileceğini. Tam aynı nedenle, ruhu insanın bilincinde
olmadığı şeyde ayrı olarak düşündürenler ruhu ve insanı
iki kişi yaparlar. Çünkü sanırım hiç kimse kişilerin
özdeşliğinin ruhun tam olarak aynı sayıda özdek parçacığına
birleşmiş olmasından oluştuğunu düşünmeyecektir. Çünkü
eğer bu özdeşlik için zorunlu olsaydı, bedenlerimizin
parçacıklarının sürekli akışında herhangi bir insanın
herhangi iki gün ya da iki kıpı boyunca aynı kişi olması
olanaksız olurdu.
|
12. If a sleeping man thinks without knowing it,
the sleeping and waking man are two person. The
soul, during sound sleep, thinks, say these men. Whilst
it thinks and perceives, it is capable certainly of those
of those of delight or trouble, as well as any other perceptions;
an it must necessarily be conscious of its
own perceptions. But it has all this apart: the sleeping man, it is plain, is conscious of nothing of all
this. Let us suppose, then, the soul of Castor, while
he is sleeping, retired from his body; which is no impossible
supposition for the men I have here to do with, who so
liberally allow life, without a thinking soul, to all
other animals. These men cannot then judge it impossible,
or a contradiction, that the body should live without
the soul; nor that the soul should subsist and think,
or have perception, even perception of happiness or misery,
without the body. Let us then, I say, suppose the soul
of Castor separated during his sleep from his body, to
think apart. Let us suppose, too, that it chooses for
its scene of thinking the body of another man, v.g. Pollux,
who is sleeping without a soul. For, if Castor’s soul
can think, whilst Castor is asleep, what Castor is never
conscious of, it is no matter what place it chooses
to think in. We have here, then, the bodies of two
men with only one soul between them, which we will suppose
to sleep and wake by turns; and the soul still thinking
in the waking man, whereof the sleeping man is never conscious,
has never the least perception. I ask, then, whether
Castor and Pollux, thus with only one soul between them,
which thinks and perceives in one what the other is never
conscious of, nor is concerned for, are not two as distinct persons as Castor and Hercules, or as Socrates
and Plato were? And whether one of them might not be
very happy, and the other very miserable? Just by the
same reason, they make the soul and the man two persons,
who make the soul think apart what the man is not conscious
of. For, I suppose nobody will make identity of persons
to consist in the soul’s being united to the very same
numerical particles of matter. For if that be necessary
to identity, it will be impossible, in that constant flux
of the particles of our bodies, that any man should be
the same person two days, or two moments, together. |
13. Düş görmeden uyuyanlara düşündüklerini
inandırmak olanaksızdır. Böylece, sanırım, her
uyuşuk baş sallama ruhun her zaman düşünmekte olduğunu
öğretenlerin öğretilerini sarsar. En azından her zaman düş görmeksizin uyuyanlar düşüncelerinin zaman
zaman dört saat boyunca onların bunun bilincinde olmaksızın
meşgul olduğuna hiçbir zaman inandırılamazlar; ve eğer
edimin kendisinde yakalanır, o uykuda düşünmenin ortasında
uyandırılırlarsa, bunun hiçbir yolda açıklayamazlar.
|
13. Impossible to convince those that sleep without
dreaming, that they think. Thus, methinks, every
drowsy nod shakes their doctrine, who teach that the soul
is always thinking. Those, at least, who do at any
time sleep without dreaming can never be convinced
that their thoughts are sometimes for four hours busy
without their knowing of it; and if they are taken in
the very act, waked in the middle of that sleeping contemplation,
can give no manner of account of it. |
14. İnsanların anımsamaksızın düş gördükleri
boşuna öne sürülür. Belki de denecektir ki — Ruh
en derin uykuda bile düşünür, ama bellek bunu saklamaz.
Uyuyan bir insandaki ruhun bu kıpıda düşünmekle uğraşmasını,
ve sonraki bir kıpıda uyanık bir insanda tüm o düşüncelerin
tek bir zerresini bile anımsamamasını ve anımsayamamasını
tasarlamak çok güçtür, ve buna inanmak yalın bir önesürümden
daha iyi bir tanıtı gerektirir. Çünkü doğrudan doğruya,
yalnızca söylenmekle, kim insanların en büyük bölümünün
tüm yaşamları sırasında her gün saatlerce birşeyi düşündüklerini,
ve eğer kendilerine giderek bu düşüncelerin ortasında
bile sorulacak olsa bunun üzerine hiçbirşey anımsayamadıkları
birşey olduğunu imgeleyebilir? Pekçok insan, sanırım,
uykularının büyük bir bölümünü düş görmeden geçirir.
Bir zamanlar çok iyi bir eğitim almış ve kötü bir belleği
olmayan bir insan tanırdım, ve o sıralar yeni yeni kurtulmaya
başladığı bir ateşe tutulduğu yirmibeş ya da yirmi altı
yaşlarına dek yaşamında hiç düş görmediğini söylemişti.
Dünyanın bundan daha başka örnekler de sunduğunu sanıyorum:
Hiç olmazsa herkesin tanıdıkları ona gecelerinin çoğunu
düş görmeksizin geçirenlerin yeterli örneğini sunacaktır.
|
14. That men dream without remembering it, in vain
urged. It will perhaps be said, — That the soul thinks
even, in the soundest sleep, but the memory retains
it not. That the soul in a sleeping man should be this
moment busy a thinking, and the next moment in a waking
man not remember nor be able to recollect one jot of all
those thoughts, is very hard to be conceived, and would
need some better proof than bare assertion to make it
be believed. For who can without any more ado, but
being barely told so, imagine that the greatest part of
men do, during all their lives, for several hours every,
day, think of something, which if they were asked, even
in the middle of these thoughts, they could remember nothing
at all of? Most men, I think, pass a great part of
their sleep without dreaming. I once knew a man that
was bred a scholar, and had no bad memory, who told me
he had never dreamed in his life, till he had that fever
he was then newly recovered of, which was about the five
or six and twentieth year of his age. I suppose the
world affords more such instances: at least every one’s
acquaintance will furnish him with examples enough of
such as pass most of their nights without dreaming. |
15. Bu önsav üzerine, uyuyan bir insanın
düşüncelerinin en ussal olması gerekir. Sık sık
düşünmek, ve bunu hiçbir zaman bir kıpı için bile olsa
anımsayamamak çok yararsız bir düşünme türüdür; ve böyle
bir düşünme durumundaki ruh sürekli olarak bir imgeler
ya da düşünceler türlülüğü alan ama hiç birini tutmayan
bir aynanın durumunun üstüne çıkmak için hemen hemen hiçbirşey
yapmaz; imgeler yitip giderler, ve geriye hiçbir izleri
kalmaz; ayna hiçbir zaman böyle düşüncelere uygun değildir,
ne ruh böyle düşüncelere. Belki de denecektir ki, uyuyan
bir insanda düşünme sırasında bedenin gereçleri
kullanılır ve bunlardan yararlanılır; ve düşüncelerin
anısı beyin üzerinde bırakılan izler ve böyle düşünmeden
sonra orada kalan izler tarafından tutulur; ama ruhun uyuyan bir insanda algılanmayan düşünmesinde orada ruh
ayrı olarak düşünür, ve bedenin örgenlerinden hiç yararlanmayarak
üzerinde hiçbir iz ve sonuçta böyle düşüncelerin hiçbir
anısını bırakmaz. Yine bu sayıltıdan doğan iki ayrı
kişi saçmalığının sözünü etmeksizin daha öte yanıtlıyorum
ki, anlığın bedenin yardımı olmaksızın alabileceği ve
irdeleyebileceği düşünceler ne olursa olsun, [bunları]
bedenin yardımı olmaksızın da tutabileceği vargısını çıkarmak
usauygundur; ya da ruh, ya da herhangi bir ayrı tin, düşünme
yoluya hemen hemen hiçbir üstünlük kazanmayacaktır.
Eğer kendi düşüncelerinin hiçbir anısını taşımıyorsa,
eğer onları kendi kullanımı için ortaya çıkaramıyor ve
gerektiğinde onları anımsayamıyorsa; eğer geçmiş olan
üzerine düşünemiyor ve önceki deneyimlerinden, uslamlamalarından
ve irdelemelerinden yararlanamıyorsa, hangi amaçla düşünür?
Ruhu düşünen bir şey yapanlar, bu durumda, onu o kınadıkları
insanların yaptığından çok daha soylu bir varlık yapmayacaklardır,
çünkü ona özdeğin en ince parçalarından başka birşey olma
izni vermezler. Toz üzerine çizilen imler rüzgarın
ilk soluğuyla silinir; ya da bir atomlar yığını, ya da
hayvan özsuları üzerine bırakılan izler bütünüyle ancak
düşünmede yiten bir ruhun düşünceleri denli yararlıdır,
ve özneyi ancak onlar denli soylu kılarlar — düşünceler
ki, bir kez gözden uzaklaşınca, sonsuza dek yiterler ve
arkalarında kendilerinin hiçbir anısını bırakmazlar.
Doğa hiçbir zaman sıradan bir kullanım için ya da hiç
kullanılmamak için eşsiz şeyler yapmaz: Ve sonsuz ölçüde
bilge Yaratıcımızın böyle düşünme gücü denli hayranlık
verici bir yetiyi, onun kendi kavranılamaz varlığının
eşsizliğinin en yakınına gelen o yetiyi, en azından buradaki
zamanının dörtte birini kendine ya da başkalarına yararlı
olmaksızın ya da herhangi bir yolda yaratılışın başka
herhangi bir parçasına yararlı olmaksızın sürekli olarak
düşünecek denli boşuna ve yararsızca kullanılmak için
yaratmış olduğunu düşünmek güçtür. Eğer onu yoklayacak
olursak, sanırım evrende hiçbir yerde öylesine az yararlanılan
ve böylece bütünüyle bir yana atılan küt ve duyusuz özdeğin
devimini bulmayacağız.
|
15. Upon his hypothesis, the thoughts of a sleeping
man ought to be most rational. To think often,
and never to retain it so much as one moment, is a very
useless sort of thinking; and the soul, in such a state
of thinking, does very little, if at all, excel that of
a looking glass, which constantly receives variety of
images, or ideas, but retains none; they disappear and
vanish, and there remain no footsteps of them; the looking
glass is never the better for such ideas, nor the soul
for such thoughts. Perhaps it will be said, that in
a waking man the materials of the body are employed,
and make use of, in thinking; and that the memory of thoughts
is retained by the impressions that are made on the brain,
and the traces there left after such thinking; but that
in the thinking of the soul, which is not perceived
in a sleeping man, there the soul thinks apart, and making
no use of the organs of the body, leaves no impressions
on it, and consequently no memory of such thoughts.
Not to mention again the absurdity of two distinct persons,
which follows from this supposition, I answer, further, — That
whatever ideas the mind can receive and contemplate without
the help of the body, it is reasonable to conclude it
can retain without the help of the body too; or else the
soul, or any separate spirit, will have but little advantage
by thinking. If it has no memory of its own thoughts;
if it cannot lay them up for its own use, and be able
to recall them upon occasion; if it cannot reflect upon
what is past, and make use of its former experiences,
reasonings, and contemplations, to what purpose does it
think? They who make the soul a thinking thing, at
this rate, will not make it a much more noble being than
those do whom they condemn, for allowing it to be nothing
but the subtilist parts of matter. Characters drawn
on dust, that the first breath of wind effaces; or impressions
made on a heap of atoms, or animal spirits, are altogether
as useful, and render the subject as noble, as the thoughts
of a soul that perish in thinking; that, once out of sight,
are gone for ever, and leave no memory of themselves behind
them. Nature never makes excellent things for mean
or no uses: and it is hardly to be conceived that our
infinitely wise Creator should make so admirable a faculty
as the power of thinking, that faculty which comes nearest
the excellency of his own incomprehensible being, to be
so idly and uselessly employed, at least a fourth part
of its time here, as to think constantly, without doing
any good to itself or others, or being any way useful
to any other part of the creation. If we will examine
it, we shall not find, I suppose, the motion of dull and
senseless matter, any where in the universe, made so little
use of and so wholly thrown away. |
16. Bu önsav üzerine, ruh duyum ya da
derin düşünmeden türetilmemiş, ve hiçbir görünüşleri olmayan
düşünceleri taşımalıdır. Hiç kuşkusuz zaman zaman
uykudayken edindiğimiz algı durumları vardır, ve bu düşüncelerin
anısını saklarız; ama bunların çoğunlukla ne denli aşırı
ve tutarsız olduklarını, ve ussal bir varlığın eksiksizlik
ve düzenine ne denli az uygun düştüklerini düşlerle tanışık
olanlara söylemek gerekmez. Ruhun böyle bedenden uzakta
ve bir bakıma ayrı olarak düşünürken bedenle birlikte
düşündüğü zaman olduğundan daha az ussal olarak davranıp
davranmadığı konusunda bir doyuma ulaşmayı isterim.
Eğer ayrı düşünceleri daha az ussal iseler, o zaman bu
insanlar ruhun ussal düşünmenin eksiksizliğini bedene
borçlu olduğunu söylemelidirler; eğer borçlu değilse,
düşlerimizin çoğunlukla öylesine saçma ve usdışı olmalarına,
ve ruhun daha ussal kendi kendine konuşmalarından ve meditasyonlarından
hiçbirini saklamamasına şaşmak gerekir.
|
16. On this hypothesis, the soul must have ideas
not derived from sensation or reflection, of which there
is no appearance. It is true, we have sometimes
instances of perception whilst we are asleep, and retain
the memory of those thoughts; but how extravagant and
incoherent for the most part they are; how little conformable
to the perfection and order of a rational being, those
who are acquainted with dreams need not be told. This
I would willingly be satisfied in, — whether the soul, when
it thinks thus apart, and as it were separate from the
body, acts less rationally than when conjointly with it,
or no. If its separate thoughts be less rational, then
these men must say that the soul owes the perfection of
rational thinking to the body; if it does not, it is a
wonder that our dreams should be, for the most part, so
frivolous and irrational; and that the soul should retain
none of its more rational soliloquies and meditations. |
17. Eğer düşündüğümü bilmeden düşünüyorsam,
başka hiç kimse bunu bilemez. Bize öylesine güvenle
ruhun her zaman edimsel olarak düşündüğünü söyleyenlerin,
bir çocuğun beden ile birlikten önce ya da tam o birlik
sırasında, duyum yoluyla herhangi birini kazanmadan önce,
ruhunda olan düşüncelerin neler olduklarını söylemelerini
de isterim. Uyuyan insanların düşleri, benim anladığım
gibi, tümüyle uyanık insanın düşüncelerinden yapılır,
üstelik çoğunlukla tuhaf bir biçimde biraraya getirilmiş
olsalar da. Eğer ruhun duyumdan ya da derin düşünmeden
türetmediği kendi düşünceleri varsa (ki eğer bedenden
herhangi bir izlenim kazanmadan önce düşünmüşse bunlar
hiç kuşkusuz olmalıdır), gizli düşünmesinde (öylesine
gizli ki, insanın kendisi [bile] onu algılamaz) hiçbir
zaman bu düşüncelerden herhangi birini tam onlardan uyandığı
kıpıda saklamaması, ve sonra insanı yeni buluşlarla sevindirmesi
tuhaftır. Ruhun uyku sırasındaki çekilmesinde saatlerce
düşündüğüni ve gene de hiçbir zaman duyumdan ya da derin
düşünmeden ödünç almadığı o düşüncelerden herhangi biri
üzerine ışık düşürmediğini, ya hiç olmazsa bedenden ortaya
çıkmakla bir tine daha az doğal olması gereken düşüncelerin
anısını sakladığını kim us[auygun] bulabilir? Ruhun
bir insanın bütün yaşamında hiçbir zaman bir kez bile
salt doğal düşüncelerinden herhangi birini, ve bedenden
herhangi birşey ödünç almadan önce taşıdığı düşünceleri
anımsamaması, ve hiçbir zaman uyanık insanın görüşüne
yalnızca fıçının kokusunu taşıyanlardan ve açıkça kökensellerini
o birlikten türetenlerden başka hiç birini getirmemesi
tuhaftır. Eğer her zaman düşünüyorsa, ve böylece birleşmeden
önce ya da bedenden herhangi bir düşünce almadan önce
düşünceler taşımışsa, uyku sırasında doğal düşüncelerini
anımsadığından başka hiçbirşey kabul edilmeyecektir; ve
beden ile iletişimden o çekilme sırasında, kendi başına
düşünmekteyken, meşgul olduğu düşünceler, hiç olmazsa
zaman zaman, bedenden ya da onlara ilişkin kendi işlemlerinden
türetilmeksizin kendinde taşımış olduğu o daha doğal ve
yakın düşünceler olmalıdır; ki, uyanık insan hiçbir zaman
anımsamadığı için, bu önsavdan ya ruhun insanın anımsamadığı
birşeyi anımsadığı, ya da anının yalnızca bedenden ya
da anlığın onlar üzerindeki işlemlerinden türetilen düşüncelere
ait olduğu vargısını çıkarmak zorundayız.
|
17. If I think when I know it not, nobody else can
know it. Those who so confidently tell us that
the soul always actually thinks, I would they would also
tell us what those ideas are that are in the soul of a
child before or just at the union with the body, before
it hath received any by sensation. The dreams of sleeping
men are, as I take it, all made up of the waking man’s
ideas; though for the most part oddly put together.
It is strange, if the soul has ideas of its own that it
derived not from sensation or reflection (as it must have,
if it thought before it received any impressions from
the body), that it should never, in its private thinking
(so private, that the man himself perceives it not), retain
any of them the very moment it wakes out of them, and
then make the man glad with new discoveries. Who can
find it reason that the soul should, in its retirement
during sleep, have so many hours’ thoughts, and yet never
light on any of those ideas it borrowed not from sensation
or reflection; or at least preserve the memory of none
but such, which, being occasioned from the body, must
needs be less natural to a spirit? It is strange the
soul should never once in a man’s whole life recall over
any of its pure native thoughts, and those ideas it had
before it borrowed anything from the body; never bring
into the waking man’s view any other ideas but what have
a tang of the cask, and manifestly derive their original
from that union. If it always thinks, and so had ideas
before it was united, or before it received any from the
body, it is not to be supposed but that during sleep it
recollects its native ideas; and during that retirement
from communicating with the body, whilst it thinks by
itself, the ideas it is busied about should be, sometimes
at least, those more natural and congenial ones which
it had in itself, underived from the body, or its own
operations about them: which, since the waking man never
remembers, we must from this hypothesis conclude either
that the soul remembers something that the man does not;
or else that memory belongs only to such ideas as are
derived from the body, or the mind’s operations about
them. |
18. Ruhun her zaman düşündüğü nasıl bilinir?
Çünkü bu kendiliğinden açık bir Önerme değilse, tanıta
gereksinir. Öylesine güvenle insan ruhunun, ya
da, ki tümüyle birdir, bir insanın her zaman düşündüğünü
bildiren bu insanlardan bunu nasıl bildiklerini, hayır,
düşündüklerini algılamadıkları zaman kendilerinin düşündüklerini
nasıl bilebildiklerini öğrenmekten memnun olacağım.
Bu, korkarım, tanıtlar olmaksızın emin olmak ve algılamaksızın
bilmek olacaktır. Bunun bir önsava hizmet etmek üzere
kabul edilen karışık bir kavram olduğundan, ve ya kendi
açıklıklarının bizi kabul etmeye zorladığı ya da sıradan
deneyimin yadsımayı uygunsuz kıldığı o açık gerçekliklerden
biri olmadığından kuşkulanırım. Çünkü onun için söylenebilecek
olan en çoğundan ruhun onu her zaman düşünebilmesinin
olanaklı olduğu, ama her zaman bellekte saklayamadığıdır.
Ve derim ki ruhun her zaman düşünmüyor olması eşit ölçüde
olanaklıdır; ve çok daha olası olan şey sık sık düşünmesinden
çok zaman zaman düşünmemesi, ve [bunların] uzun süre birlikte
[gitmeleri], ve hemen arkasından düşünmüş olduğunun bilincinde
olmamasıdır.
|
18. How knows any one that the soul always thinks?
For if it be not a self evident proposition, it needs
proof. I would be glad also to learn from these
men who so confidently pronounce that the human soul,
or, which is all one, that a man always thinks, how they
come to know it; nay, how they come to know that they
themselves think, when they themselves do not perceive
it. This, I am afraid, is to be sure without proofs,
and to know without perceiving. It is, I suspect, a
confused notion, taken up to serve an hypothesis; and
none of those clear truths, that either their own evidence
forces us to admit, or common experience makes it impudence
to deny. For the most that can be said of it is, that
it is possible the soul may always think, but not always
retain it in memory. And I say, it is as possible that
the soul may not always think; and much more probable
that it should sometimes not think, than that it should
often think, and that a long while together, and not be
conscious to itself, the next moment after, that it had
thought. |
19. ‘‘Bir İnsanın düşünmekle uğraşması,
ve gene de bunu sonraki kıpıda saklamaması’’ pek olası
değildir. Ruhun düşündüğünü ve insanın bunu algılamadığını
varsaymak iki kişiyi bir insan yapmaktır. Ve eğer bu
insanların konuşma yolları iyice incelenecek olursa, bunu
yaptıklarından kuşkulanmaya başlarız. Çünkü bize ruhun her zaman düşündüğünü söyleyenlerin hiçbir zaman bir
insan her zaman düşünür demediklerini anımsıyorum.
İnsan değil ama ruh düşünebilir mi? Ya da bir insan
düşünür de bunun bilincinde olmaz mı? Bu belki de başkalarındaki
jargondan kuşkulanmak olacaktır. Eğer insan her zaman
düşünür ama her zaman bunun bilincinde değildir derlerse,
bedeninin parçalar olmaksızın uzamlı olduğunu da söyleyebilirler.
Çünkü bir bedenin parçalar olmaksızın uzamlı olduğunu
söylemek herhangi birşeyin bilincinde olmaksızın ya da
bunu yaptığını algılamaksızın düşündüğünü söylemek denli
anlaşılabilirdir. Böyle konuşanlar, eşit bir gerekçeyle,
eğer önsavları için zorunluysa, bir insanın her zaman
aç olduğunu ama bunu her zaman duyumsamadığını söyleyebilirler;
oysa açlık o duyumun kendisinden oluşur, tıpkı düşünmenin
birinin düşündüğünün bilincinde olmasından oluşması gibi.
Eğer bir insan düşündüğünün her zaman bilincindedir derlerse,
bunu nasıl bildiklerini sorarım. Bilinç bir insanın
kendi anlığından geçenin algısıdır. Bir başka insan
benim kendim birşey algılamazken benim onun bilincinde
olduğumu algılayabilir mi? Hiç kimsenin bilgisi deneyiminin
ötesine gidemez. Bir insanı derin bir uykudan uyandırın,
ve o kıpıda neyi düşünmekte olduğunu sorun. Eğer o
zaman üzerinde düşündüğü hiçbirşeyin bilincinde değilse,
ona düşünmekte olduğu inancasını verebilen düşüncelerin
dikkate değer bir falcısı olmalıdır. Daha büyük bir
gerekçeyle, kendine uykuda olmadığı inancasını veremez
mi? Bu felsefenin ötesinde birşeydir; ve anlığımda
kendim hiçbir düşünce bulamazken bir başkası için oradaki
düşünceleri açığa çıkaran tanrısal bir bildirişten daha
azı olamaz. Ve düşündüğümü benim kendim algılayamazken
ve düşünmediğimi bildirdiğim zaman düşünmekte olduğumu
pekinlikle görebilenlerin derin bir görüşlerinin olması
gerekir; ve gene de köpeklerin ya da fillerin düşünmediklerini
görebilirler, üstelik yalnızca bize düşündüklerini söylemenin
dışında bunu yaptıklarının tasarlanabilir tüm gösterisini
sunuyor oldukları zaman bile. Kimileri bunun Rosicrucianların{{ALN34}}
ötesinde bir adım olduğundan kuşku duyuabilirler; birinin
kendisini başkalarına görülmez kılması bir başkasının
kendisine görülebilir olmayan düşüncelerini bana görülebilir
kılmaktan daha kolay görünür. Ama bu ruhu ‘‘her zaman
düşünen bir töz’’ olarak tanımlamaktan başka birşey değildir,
ve iş görülmüştür. Eğer böyle tanımların herhangi bir
yetkesi olacaksa, bunun birçok insanı hiç ruhlarının olmadığı
konusunda kuşkuya düşürmekten başka neye hizmet edebileceğini
bilmiyorum; çünkü yaşamlarının büyükbir bölümünü düşünmeksizin
geçtiğini bulurlar. Çünkü bildiğim hiçbir tanım, herhangi
bir mezhebin hiçbir sayıltısı, değişmez deneyimi yokedecek
denli güçlü değildir; ve belki de dünyada böylesine yararsız
tartışma ve gürültü yaratan şey algıladığıklarımızın ötesinde
bilmeyi taslamaktır.
|
19. ‘‘That a man should be busy in thinking, and
yet not retain in the next moment,’’ very improbable.
To suppose the soul to think, and the man not to perceive
it, is as has been said, to make two persons in one man.
And if one considers well these men’s way of speaking,
one should be led into a suspicion that they do so.
For they who tell us that the soul always thinks,
do never, that I remember, say that a man always
thinks. Can the soul think, and not the man? Or
a man think, and not be conscious of it? This, perhaps,
would be suspected of jargon in others. If they say
the man thinks always, but is not always conscious of
it, they may as well say his body is extended without
having parts. For it is altogether as intelligible
to say that a body is extended without parts, as that
anything thinks without being conscious of it, or perceiving
that it does so. They who talk thus may, with as much
reason, if it be necessary to their hypothesis, say that
a man is always hungry, but that he does not always feel
it; whereas hunger consists in that very sensation, as
thinking consists in being conscious that one thinks.
If they say that a man is always conscious to himself
of thinking, I ask how they know it. Consciousness
is the perception of what passes in a man’s own mind.
Can another man perceive that I am conscious of anything,
when I perceive it not myself? No man’s knowledge here
can go beyond his experience. Wake a man out of a sound
sleep, and ask him what he was that moment thinking of.
If he himself be conscious of nothing he then thought
on, he must be a notable diviner of thoughts that can
assure him that he was thinking. May he not, with more
reason, assure him he was not asleep? This is something
beyond philosophy; and it cannot be less than revelation,
that discovers to another thoughts in my mind, when I
can find none there myself. And they must needs have
a penetrating sight who can certainly see that I think,
when I cannot perceive it myself, and when I declare that
I do not; and yet can see that dogs or elephants do not
think, when they give all the demonstration of it imaginable,
except only telling us that they do so. This some may
suspect to be a step beyond the Rosicrucians; it seeming
easier to make one’s self invisible to others, than to
make another’s thoughts visible to me, which are not visible
to himself. But it is but defining the soul to be ‘‘a
substance that always thinks,’’ and the business is done.
If such definition be of any authority, I know not what
it can serve for but to make many men suspect that they
have no souls at all; since they find a good part of their
lives pass away without thinking. For no definition
that I know, no suppositions of any sect, are of force
enough to destroy constant experience; and perhaps it
is the affectation of knowing beyond what we perceive,
that makes so much useless dispute and noise in the world. |
20. Eğer çocukları gözlersek, yalnızca
ve yalnızca duyumdan, derin düşünmeden gelen düşünceler
açıktır. Öyleyse ruhun duyular onu üzerine düşünceceği
düşüncelerle donatmadan önce düşündüğüne inanmak için
hiçbir neden görmüyorum; ve bunlar arttırılır ve saklanırken,
ruh çeşitli bölümlerinde düşünme yetisini alıştırma yoluyla
geliştirmeye başlar; tıpkı, daha sonra, o düşünceleri
bileştirerek ve kendi işlemleri üzerine düşünerek deposunu,
ve anımsamada, imgelemede, uslamlamada, ve başka düşünme
kiplerinde becerisini arttırması gibi.
|
20. No ideas but from sensation and reflection, evident,
if we observe children. I see no reason, therefore,
to believe that the soul thinks before the senses have
furnished it with ideas to think on; and, as those are
increased and retained, so it comes, by exercise, to improve
its faculty of thinking in the several parts of it; as
well as, afterwards, by compounding those ideas, and reflecting
on its own operations, it increases its stock, as well
as facility in remembering, imagining, reasoning, and
other modes of thinking. |
21. Bir çocuğun anne karnındaki durumu.
Gözlem ve deneyim yoluyla bilgilendirilmeye izin veren
ve kendi sayıltılarını doğanın yöneticisi yapmayan biri
yeni doğmuş bir çocukta fazla düşünmeye alışmış bir ruhun
çok az belirtisini, ve genel olarak uslamlamanın çok daha
az belirtisini bulacaktır. Ve gene de ussal ruhun çok
fazla düşündüğünü ve hiç uslamlamada bulunmadığını imgelemek
güçtür. Ve dünyaya yeni gelmiş bebeklerin zamanlarının
en büyük bölümünü uykuda geçirdiklerini, ve ya açlığın
meme istettiği, ya da belli bir acının (tüm duyumların
en rahatsız edicisi), ya da beden üzerinde bir başka yeğin
izlenimin anlığı onu algılamaya ve ona dikkat etmeye zorladığı
zamanın dışında seyrek olarak uyanık olduklarını düşünecek
biri — bunu düşünen biri, diyorum, belki de anne karnındaki
dölütün bir bitkinin durumundan çok ayrı bir durumda olmadığını,
ama zamanının en büyük bölümünü algı ve düşünce olmaksızın
geçirdiğini, besin arama gereksiniminde olmadığı ve her
zaman eşit ölçüde yumuşak ve aynı yumuşaklığa yakın bir
sıvı ile kuşatılı olduğu, gözlere hiçbir ışığın gelmediği
ve kulakların seslere çok duyarlı olmayacak denli kapalı
olduğu ve duyuları devindirmek için nesnelerin çok az
değişiklik ya da değişim gösterdiği ya da hiç göstermediği
bir yerde uyumaktan başka çok az şey yaptığını bulacaktır.
|
21. State of a child in the mother’s womb.
He that will suffer himself to be informed by observation
and experience, and not make his own hypothesis the rule
of nature, will find few signs of a soul accustomed to
much thinking in a new born child, and much fewer of any
reasoning at all. And yet it is hard to imagine that
the rational soul should think so much, and not reason
at all. And he that will consider that infants newly
come into the world spend the greatest part of their time
in sleep, and are seldom awake but when either hunger
calls for the tea, or some pain (the most importunate
of all sensations), or some other violent impression on
the body, forces the mind to perceive and attend to it; — he,
I say, who consider this, will perhaps find reason to
imagine that a foetus in the mother’s womb differs
not much from the state of a vegetable, but passes the
greatest part of its time without perception or thought;
doing very little but sleep in a place in a place where
it need not seek for food, and is surrounded with liquor,
always equally soft, and near of the same temper; where
the eyes have no light, and the ears so shut up are not
very susceptible of sounds; and where there is little
or no variety, or change of objects, to move the senses. |
22. Anlık çevresinde düşünmek üzere deneyimden
aldığı gereç ile orantılı olarak düşünür. Bir çocuğu
doğumundan sonra izleyip zamanın yaptığı değişiklikleri
gözlersek buluruz ki, anlık duyular yoluyla giderek daha
çok düşünce ile donatıldıkça, daha uyanık olmaya başlar;
üzerine düşüneceği gereç arttıkça daha çok düşünür.
Bir zaman sonra, onunla en tanışık olmakla, kalıcı izlenimler
bırakmış nesneleri bilmeye başlar. Böylece adım adım
her gün birlikte olduğu kişileri bilmeye başlar ve onları
yabancılardan ayırdeder; ki bunlar duyuların ona ilettiği
düşünceleri saklamaya ve ayırdetmeye başlamasının örnekleri
ve etkileridir. Ve böylece anlığın nasıl derece
derece bunlarda geliştiğini ve düşüncelerini büyütme,
bileştirme ve soyutlama, ve onlar üzerine uslamlamada
bulunma ve tüm bunlar üzerine düşünme gibi başka yetilerinin
kullanımına ilerlediğini gözleyebiliriz; ki bunlar
üzerine ilerde daha çok söz etme fırsatını bulacağım.
|
22. The mind thinks in proportion to the matter it
gets from experience to think about. Follow a child
from its birth, and observe the alterations that time
makes, and you shall find, as the mind by the senses comes
more and more to be furnished with ideas, it comes to
be more and more awake; thinks more, the more it has matter
to think on. After some time it begins to know the
objects which, being most familiar with it, have made
lasting impressions. Thus it comes by degrees to know
the reasons it daily converses with, and distinguish them
from strangers; which are instances and effects of its
coming to retain and distinguish the ideas the senses
convey to it. And so we may observe how the mind by
degrees improves in these; and advances to
the exercise of those other faculties of enlarging, compounding,
and abstracting its ideas, and of reasoning about them,
and reflecting upon all these; of which I shall have occasion
to speak more hereafter. |
23. Bir insan ilkin duyum taşıdığı zaman
düşünceler taşımaya başlar. Duyum nedir. Eğer bundan
sonra bir insanın ne zaman düşünceler taşımaya
başladığı sorulacak olursa, sanırım doğru yanıt İlkin
herhangi bir duyum taşıdığı zaman olacaktır. Çünkü,
anlıkta duyular herhangi bir düşünceyi içeri iletmeden
önce hiçbir düşünce yok gibi göründüğünden, anlaktaki
düşüncelerin duyum ile zamandaş olduklarını düşünüyorum;
duyum ki, bedenin belli bir bölümünde yapılan ve anlakta
belli bir algı üreten bir izlenim ya da devimdir.
Anlık ilkin dış nesneler tarafından duyularımız
üzerinde yapılan bu izlenimler çevresinde algı, anımsama,
irdeleme, uslamlama vb. dediğimiz işlemlerde kendini kullanıyor
görünür.
|
23. A man begins to have ideas when he first has
sensation. What sensation is. If it shall be demanded
then, when a man begins to have any idea, I think the
true answer is when he first has any sensation.
For, since there appear not to be any ideas in the mind
before the senses have conveyed any in, I conceive that
idea in the understanding are coeval with sensation;
which is such an impression or motion made in some parts
of the body, as produces some perception in the understanding.
It is about these impressions made on our senses by outward
objects that the mind seems first to employ itself
in such operations as we call perception, remembering,
consideration, reasoning, &c. |
24. Tüm Bilgimizin Kökenseli.
Zamanla anlık duyum tarafından alınan düşünceler çevresinde
kendi işlemleri üzerinde düşünmeye başlar, ve böylelikle
kendini yeni bir düşünceler kümesi ile donatır ki bunlara
derin düşünme düşünceleri diyorum. Bunlar anlığa dışsal
olan dış nesneler tarafından duyularımız üzerinde yapılan
izlenimlerdir; ve ona özünlü ve ona özgü güçlerden gelen
kendi işlemleridirler ki, kendisi tarafından üzerlerinde
düşünüldüğü zaman, onun düşüncesinin nesneleri olurlar — ve,
dediğim gibi, tüm bilginin kökenselidirler. Böylece
insan anlağının ilk sığası anlığın onun üzerinde ya dış
nesneler tarafından duyular yoluyla, ya da bunlar üzerine
düşündüğü zaman kendi işlemleri yoluyla yapılan izlenimleri
almaya uygun kılınmasıdır. Bu bir insanın herhangi
birşeyin bulgulanışına doğru attığı ilk adım, doğallıkla
bu dünyada taşıyacağı tüm kavramları üzerine kuracağı
temeldir. Bulutların üstüne uzanan ve giderek göğün
kendisi denli yükseklere ulaşan tüm o yüce düşünceler
doğuş ve temellerini buradan alırlar; anlığın dolaştığı
tüm o büyük uzamda, onu yüceltmiş görünebilen o uzak kurgularda duyu ya da derin düşüncenin onun düşünmesi
için sunmuş olduğu o düşüncelerin ötesine bir adım
bile atamaz.
|
24. The original of all our knowledge. In
time the mind comes to reflect on its own operations about
the ideas got by sensation, and thereby stores itself
with a new set of ideas, which I call ideas of reflection.
These are the impressions that are made on our senses
by outward objects that are extrinsical to the mind; and
its own operations, proceeding from powers intrinsical
and proper to itself, which, when reflected on by itself,
become also objects of its contemplation — are, as I have
said, the original of all knowledge. Thus the first
capacity of human intellect is, — that the mind is fitted
to receive the impressions made on it; either through
the senses by outward objects, or by its own operations
when it reflects on them. This is the first step a
man makes towards the discovery of anything, and the groundwork
whereon to build all those notions which ever he shall
have naturally in this world. All those sublime thoughts
which tower above the clouds, and reach as high as heaven
itself, take their rise and footing here; in all that
great extent wherein the mind wanders, in those remote
speculations it may seem to the elevated with, it stirs
not one jot beyond those ideas which sense or reflection have offered for its contemplation. |
25. Yalın düşüncelerin alınışında anlak
çoğunlukla edilgindir. Bu işte anlak yalnızca edilgindir;
ve bu başlangıçları ve bir bakıma bilginin gereçlerini
taşıyıp taşımayacağı onun kendi gücünde değildir. Çünkü
duyularımızn nesnelerinin birçoğu kendi tikel düşüncelerini
isteyelim ya da istemeyelim anlıklarımız üzerine dayatırlar;
ve anlıklarımızın işlemleri bizi en azından onların bulanık
bir kavramları olmaksızın bırakmayacaktır. Hiçbir insan
düşündüğü zaman ne yaptığının bütünüyle bilgisizi olamaz.
Bu yalın düşünceler, anlığa sunuldukları zaman, anlak
onları geri çeviremez, ne de basıldıkları zaman değiştirebilir,
ne de silip kendisi yenilerini yapabilir, tıpkı bir aynanın
önüne koyulan nesnelerin onda ürettiği imgeleri ya da
düşünceleri geri çevirememesi, değiştirememesi ya da silememesi
gibi. Bizi çevreleyen cisimler örgenlerimizi çeşitli
yollarda etkilediği için, anlık izlenimleri almaya zorlanır;
ve onlara eklenmiş olan düşüncelerin algılarından kaçınamaz.
|
25. In the reception of simple ideas, the understanding
is for the most part passive. In this part the
understanding is merely passive; and whether or no it
will have these beginnings, and as it were materials of
knowledge, is not in its own power. For the objects
of our senses do, many of them, obtrude their particular
ideas upon our minds whether we will or not; and the operations
of our minds will not let us be without, at least, some
obscure notions of them. No man can be wholly ignorant
of what he does when he thinks. These simple ideas,
when offered to the mind, the understanding can no more
refuse to have, nor alter when they are imprinted, nor
blot them out and make new ones itself, than a mirror
can refuse, alter, or obliterate the images or ideas which
the objects set before it do therein produce. As the
bodies that surround us do diversely affect our organs,
the mind is forced to receive the impressions; and cannot
avoid the perception of those ideas that are annexed to
them. |
|
|