İdea Yayınevi / Okumalar
site haritası  
 

John Locke
İNSAN ANLAĞI ÜZERİNE BİR DENEME
AN ESSAY CONCERNING HUMAN UNDERSTANDING (1690)
KİTAP I; KİTAP II

Çeviren: Aziz Yardımlı

John Locke (1632-1704)
İinsan Anlağı Üzerine Bir Deneme
KİTAP I.
Ne İlkeler ne de Düşünceler Doğuştandır
Bölüm I.
DOĞUŞTAN KURGUL İLKELER YOKTUR
John Locke
An Essay Concerning Human Understanding
BOOK I.
Neither Principles nor Ideas Are Innate
Chapter I
NO INNATE SPECULATIVE PRINCIPLES
1. Herhangi bir bilgiye erişme yolunun gösterilmesi doğuştan olmadığını tanıtlamak için yeterli. Anlakta belli doğuştan ilkelerin, belli birincil kavramların, koinai ennoiai, bir bakıma insan anlığı üzerine basılı imlerin olduğu, bunların ruh tarafından daha onun ilk varlığında kazanılarak onunla birlikte dünyaya getirildiği kimi insanlar arasında yerleşik bir görüştür. Önyargısız okurları bu sayıltının yanlışlığı konusunda inandırmak için, yalnızca (bu Söylemin izleyen bölümlerinde yapacağımı umduğum gibi) insanların iye oldukları tüm bilgiye hiçbir doğuştan izin yardımı olmaksızın yalnızca doğal yetilerinin kullanımı yoluyla nasıl erişebildiklerini, ve böyle herhangi bir kökensel kavram ya da ilke olmaksızın pekinliğe nasıl varabildiklerini göstermek yeterli olacaktır.* Çünkü Tanrının bir görüş yetisi verdiği ve renkleri dışsal nesnelerden gözler yoluyla almak için bir güçle donattığı bir yaratıkta, renklerin düşüncelerinin doğuştan olduklarını varsaymanın uygunsuz olacağının kolayca kabul edileceğini sanıyorum: Ve doğanın izlenimlerine ve doğuştan imlere çeşitli gerçeklikler yüklemek daha az usaaykırı olmayacaktır, çünkü kendimizde bunların sanki onlar kökensel olarak anlık üzerine basılı imişler gibi kolay ve pekin bilgilerine erişmeye uygun yetiler gözleyebiliriz .
Ama gerçeklik arayışında bir insanın kendi düşünceleri onu olağan yolun biraz da olsa dışına çıkardığında herhangi bir eleştiri olmaksızın onları izlemesine izin verilmediğinden, beni o görüşün gerçekliğinden kuşku duymaya götüren nedenleri sıralayacağım, ve bunu, eğer yanılmışsam, yanlışlığımın bir özrü olarak yapacağım; ki bunu benimle birlikte kendilerini gerçeği nerede bulurlarsa onu orada kucaklamaya bırakanlar tarafından irdelenmek üzere bırakıyorum.

*[Locke denemesinde ‘impress’ ve ‘impression’ sözcüklerini biçimsel benzerliklerinden sık sık yararlanır. İngilizce’de eylem olarak ‘impress’ basmak, damgalamak demektir, ve buradan ‘izlenim’ olarak ‘impression’a geçmek kökensel anlamı bütünüyle bir yana bırakmayı gerektirir. Locke ‘impression’u ‘iz,’ ‘damga,’ ‘işaret’ anlamlarında kullanır. ‘İzlenim’ olarak ‘impression’ sözcüğünün öznelliği Türkçe’de açıktır, ve Hume’un ‘impression’un yanısıra ‘perception/algı’ anlatımını kullanmasının nedeni sözcüğün bu genişliğidir. Aynı anlam gevşekliği Kant’ın ‘Anschauung/intuition’ (Lat.) sözcüğünün 'sezgi' ile çevrilmesi ile daha da yeğinleşir ve doğal bilincin saflığı üzerinde oynayabilmek için görgücülük için bulanıklık, belirsizlik, kuşkuculuk denli kurtarıcı ve verimli başka hiçbirşey yoktur.]

1. The way shown how we come by any knowledge, sufficient to prove it not innate. It is an established opinion amongst some men that there are in the understanding certain innate principles; some primary koinai ennoiai, characters, as it were stamped upon the mind of man, which the soul receives in its very first being, and brings into the world with it . It would be sufficient to convince unprejudiced readers of the falseness of this supposition, if I should only show (as I hope I shall in the following parts of this Discourse) how men, barely by the use of their natural faculties, may attain to all the knowledge they have, without the help of any innate impressions, and may arrive at certainty, without any such original notions or principles . For I imagine any one will easily grant that it would be impertinent to suppose the ideas of colours innate in a creature whom God hath given sight, and a power to receive them by the eyes from external objects; and no less unreasonable would it be to attribute several truths to the impressions of nature, and innate character, when we may observe in ourselves faculties fit to attain an easy and certain knowledge of them as if they were originally imprinted in mind.
But because a man is not permitted without censure to follow his own thoughts in the search of truth, when they lead him ever so little out of the common road, I shall set down the reasons that made me doubt of the truth of that opinion, as an excuse for my mistake, if I be in one; which I leave to be considered by those who, with me, dispose themselves to embrace truth wherever they find it .

 

2. Halk büyük uslamlamayı onaylar. Hem kurgul hem de kılgısal olan (çünkü her ikisinden de söz ederler) ve üzerlerinde evrensel olarak tüm insanlık tarafından anlaşılan belli ilkelerin var olduklarından daha yaygın olarak sorgusuzca kabul edilen hiçbirşey yoktur; ve buna göre ileri sürerler ki, insanların ruhları onları daha ilk varlıklarında kazanır, ve onların da, tıpkı özünlü yetilerinin herhangi birinin olduğu gibi, zorunlu olarak ve olgusal olarak kendileri ile birlikte dünyaya getirdikleri değişmez imler olmaları gerekir.
2. General assent the great argument. There is nothing more commonly taken for granted than that there are certain principles, both speculative and practical (for they speak of both), universally agreed upon by all mankind: which therefore, they argue, must needs be constant impressions which the souls of men receive in their first beings, and which they bring into the world with them, as necessarily and really as they do any of their inherent faculties.
3. Evrensel onay hiçbirşeyin doğuştan olduğunu tanıtlamaz. Evrensel onaydan türetilen bu uslamlama kendi içinde öyle bir talihsizlik taşır ki, eğer üzerlerinde tüm insanlığın anlaştığı belli gerçekliklerin olduğu gerçekten de doğru olmuş olsaydı, bu onların doğuştan olduklarını tanıtlamazdı; çünkü belki de insanların onay verdikleri şeyler üzerine o evrensel anlaşmaya nasıl ulaşabildikleri konusunda başka bir yol gösterilebilirdi, ki bunun yapılabileceğini kabul ediyorum.
3. Universal consent proves nothing innate. This argument, drawn from universal consent, has this misfortune in it, that, if it were true in matter of fact that there were certain truths wherein all mankind agreed, it would not prove them innate, if there can be any other way shown how men may come to that universal agreement in the things they do consent in, which I presume may be done.
4. ‘‘Var olan vardır,’’ ve ‘‘Aynı Şey için olmak ve olmamak olanaksızdır’’ evrensel olarak onay görmez. Ama — ki daha kötüdür — doğuştan düşünceleri tanıtlamak için kullanılan bu evrensel onay uslamlaması bana böyle şeylerin olmadığının bir belgitlemesi olarak görünür, çünkü tüm insanlığın evrensel bir onay verdiği hiçbirşey yoktur. Kurgul olan ile başlayarak şu yüceltilmiş belgitleme ilkelerini örnek olarak vereceğim: ‘‘Varolan herşey vardır,’’ ve ‘‘Aynı şey için olmak ve olmamak olanaksızdır’’; ki tüm başkaları arasında doğuştan olma sanına en uygun olanlar bunlardır. Bunların evrensel olarak kabul edilen düzgüler olarak öylesine yerleşik bir ünleri vardır ki, herhangi birinin bunu sorguluyor gibi görünmesi bile hiç kuşkusuz tuhaf karşılanacaktır. Ama gene de rahatça diyebilirim ki, bu önermeler evrensel bir onay görmekten öylesine uzaktır ki, insanlığın onları hiç de böyle bilmeyen büyük bir bölümü vardır. 4. ‘‘What is, is’’ and ‘‘It is impossible for the same thing to be and not to be,’’ not universally assented to. But, which is worse, this argument of universal consent, which is made use of to prove innate principles, seems to me a demonstration that there are none such, because there are none to which all mankind give an universal assent. I shall begin with the speculative, and instance in those magnified principles of demonstration, ‘‘Whatsoever is, is,’’ and ‘‘It is impossible for the same thing to be and not to be’’; which, of all others, I think have the most allowed title to innate. These have so settled a reputation of maxims universally received that it will no doubt be thought strange if anyone should seem to question it. But yet I take liberty to say that these propositions are so far from having an universal assent, that there are a great part of mankind to whom they are not so much as known.
5. Anlık üzerinde doğal olarak izleri yoktur, çünkü çocuklar, budalalar vb. tarafından bilinmezler. Çünkü ilk olarak açıktır ki tüm çocuklar ve budalalar bu ilkeler üzerine en küçük bir anlayış ya da düşünce taşımazlar. Ve bunun yokluğu tüm doğuştan gerçekliklere zorunlu olarak eşlik etmesi gereken o evrensel onayı yoketmek için yeterlidir; çünkü ruhun üzerinde algılamadığı ve anlamadığı basılı gerçekliklerin olduğunu söylemek bana hemen hemen bir çelişki gibi görünüyor: Çünkü iz bırakma, eğer herhangi birşey imleyecekse, belli gerçeklikleri algılanır kılmaktan başka birşey değildir. Çünkü anlık üzerine herhangi birşeyin anlığın onu algılaması olmaksızın iz bırakması bana pek anlaşılır gibi görünmüyor. Öyleyse eğer çocukların ve budalaların üzerlerinde o izleri taşıyan ruhları, anlıkları varsa, onlar kaçınılmaz olarak onları algılamalı, ve zorunlu olarak bu gerçeklikleri bilmeli ve onaylamalıdırlar; ki bunu yapmadıkları için, açıktır ki böyle izler yoktur. Çünkü eğer bunlar doğallıkla basılı kavramlar değilseler, nasıl doğuştan olabilirler, ve eğer basılı kavramlar iseler, nasıl bilinmez olabilirler? Bir kavramın anlık üzerine basılı olduğunu söylemek, ve gene de aynı zamanda anlığın onu bilmediğini ve henüz hiç ayrımsamadığını söylemek bu izi bir hiç yapmaktır. Anlığın henüz hiç bilmediği, henüz hiç bilincinde olmadığı hiçbir önermenin onda olduğu söylenemez. Çünkü eğer herhangi biri için söylenebilirse, o zaman, aynı nedenle, gerçek olan ve anlığın onay verebildiği tüm önermelerin anlıkta oldukları ve basılı oldukları söylenebilir; çünkü anlığın henüz hiç bilmediği herhangi birinin onda olduğu söylenebilirse, bu yalnızca onu bilmeye yetenekli olduğu için olmalıdır; ve böylece anlık bilecek olduğu tüm gerçekleri bilme yeteneğindedir. Hayır, böylece anlığın hiçbir zaman bilmediği, ve hiçbir zaman bilmeyecek olduğu gerçeklikler onun üzerine basılmış olabilir; çünkü bir insan uzun süre yaşayabilir, ve sonunda anlığının pekinlikle bilme yeteneğinde olduğu pekçok gerçekliği bilmeden ölebilir. Öyle ki eğer bilme yeteneği tartışma konusu olan doğal iz ise, bir insanın bilmiş olduğu gerçeklerin tümü de, bu açıklama üzerine, doğuştan olacaktır; ama bu çok önemli nokta çok uygunsuz bir konuşma yolundan daha çoğuna varmayacaktır, çünkü aykırısını ileri sürüyor gibi görünürken, doğuştan ilkeleri yadsıyanlardan ayrı birşey söylememektedir. Çünkü sanırım hiç kimse anlığın çeşitli gerçeklikleri bilmeye yetenekli olduğunu yadsımamıştır. Yetenek, derler, doğuştandır, bilgi ise kazanılır. Ama o zaman belli doğuştan düzgüler için böyle bir çekişmenin anlamı nedir? Eğer gerçeklikler algılanmaksızın anlak üzerine basılabiliyorsa, anlığın bilmeye yetenekli olduğu geçeklikler arasında kökenselleri açısından hiçbir ayrım olabileceğini sanmıyorum: Tümü de doğuştan ya da tümü de raslantısal olmalıdır; kişi boşuna onları ayırdetmek için uğraşacaktır. Öyleyse anlaktaki doğuştan kavramlardan söz eden biri, (eğer böylelikle ayrı gerçeklik türlerini niyet ediyorsa) böyle gerçekliklerin anlakta onun hiçbir zaman algılamadığı gibi olduklarını, ve gene de onların bütünüyle bilgisizi olduğunu demek isteyemez. Çünkü eğer bu ‘‘anlakta oldukları’’ sözlerinin herhangi bir uygunluğu varsa, anlaşılmayı imlerler. Öyle ki anlakta olmak, ve anlaşılmamak; anlıkta olmak ve hiçbir zaman algılanmamak herhangi birşeyin anlıkta ya da anlakta olduğunu ve olmadığını söylemekle tümüyle birdir. Öyleyse eğer şu iki önerme, ‘‘Varolan herşey vardır,’’ ve ‘‘Aynı şey için olmak ve olmamak olanaksızdır,’’ doğa tarafından basılmışsa, çocuklar onların bilgisizi olamazlar; bebekler, ve ruhları olan herkes, zorunlu olarak onları anlaklarında taşımalı, gerçekliklerini bilmeli, ve ona onay vermelidir.
5. Not on the mind naturally imprinted, because not known to children, idiots, etc. For, first, it is evident, that all children and idiots have not the least apprehension or thought of them. And the want of that is enough to destroy that universal assent which must needs be the necessary concomitant of all innate truths; it seeming to me near a contradiction to say, that there are truths imprinted on the soul, which it perceives or understands not: imprinting, if it signify anything, being nothing else but the making certain truths to be perceived. For to imprint anything on the mind without the mind’s perceiving it seems to me hardly intelligible. If therefore children and idiots have souls, have minds, with those impressions upon them, they must unavoidably perceive them, and necessarily know and assert to these truths; which since they do not, it is evident that there are no such impressions. For if they are not notions naturally imprinted, how can they be innate? and if they are notions imprinted, how can they be unknown? To say a notion is imprinted on the mind, and yet at the same time to say that the mind is ignorant of it and never yet took notice of it, is to make this impression nothing. No proposition can be said to be in the mind which it never yet knew, which it was never yet conscious of. For if any one may, then, by the same reason, all propositions that are true, and the mind is capable ever cut asserting to, may be said to be in the mind, and to be imprinted; since, if any one can be said to be in the mind, which it never yet knew, it must be only because it is capable of knowing it; and so the mind is of all truths it ever shall how. Nay, thus truths may be imprinted on the mind which it never did, nor ever shall know; for a man may live long, and die at last in ignorance of many truths which his mind was capable of knowing, and that with certainty. So that if the capacity of knowing be the natural impression contended for, all the truths a man ever comes to know will, by this account, be every one of them innate; and this great point will amount to no more, but only to a very improper way of speaking; which, whilst it pretends to assert the contrary, says nothing different from those who deny innate principles. For nobody, I think, ever denied that the mind was capable of knowing several truths. The capacity, they say, is innate, the knowledge acquired. But then to what end such contest for certain innate maxims? If truths can be imprinted on the understanding without being perceived, I can see no difference there can be between any truths the mind is capable of knowing in respect of their original: they must all be innate or all adventitious; in vain shall a man go about to distinguish them. He therefore that talks of innate notions in the understanding, cannot (if he intend thereby any distinct sort of truths) mean such truths to be in the understanding as it never perceived, and is yet wholly ignorant of. For if these words ‘‘to be in the understanding’’ have any propriety, they signify to be understood. So that to be in the understanding, and not to be understood; to be in the mind and never to be perceived, is all one as to say anything is and is not in the mind or understanding. If therefore these two propositions, ‘‘Whatsoever is, is,’’ and ‘‘It is impossible for the same thing to be and not to be,’’ are by nature imprinted, children cannot be ignorant of them: infants, and all that have souls, must necessarily have them in their understandings, know the truth of them, and assent to it.
6. İnsanların onları Us Kullanımına başladıkları zaman bildikleri [görüşü] yanıtlanıyor. Bundan kaçınmak için, genellikle tüm insanların onları us kullanımına başladıkları zaman bildikleri ve onayladıkları yanıtı verilir; ve bu onların doğuştan olduklarını tanıtlamak için yeterlidir. Yanıtlıyorum:
6. That men know them when they come to the use of reason, answered. To avoid this, it is usually answered that all men know and assent to them, when they come to the use of reason; and this is enough to prove them innate. I answer:
7. Herhangi bir imlemleri pek olmayan kuşkulu anlatımlar, açık nedenlerle, önyargı edinmiş olmakla, kendi söylediklerini bile yoklama sıkıntısına girmeyenlere gider. Çünkü, bu yanıtı herhangi bir kabul edilebilir anlamla şimdiki amacımıza uygularsak, şu iki şeyden birini imliyor olmalıdır: Ya insanlar us kullanımına başlar başlamaz bu sözde doğuştan yazıtlar onlar tarafından bilinmeye ve kabul edilmeye başlar; ya da, insanların uslarının kullanımı ve uygulanışı onlara bu ilkeleri ortaya çıkarmada yardım eder, ve kesinlikle bunları onlara bilinir kılar.
7. Doubtful expressions, that have scarce any signification, go for clear reasons to those who, being proposed, take not the paint to examine even what they themselves say. For, to apply this answer with any tolerable sense to our present purpose, it must signify one of these two things: either that as soon as men come to the use of reason these supposed native inscriptions come to be known and observed by them; or else, that the use and exercise of men’s reasons assists them in the discovery of these principles, and certainly makes them known to them.
8. Eğer us onları keşfetmişse, bu onların doğuştan olduklarını tanıtlamaz. Eğer us kullanımı ile insanların bu ilkeleri keşfedebileceklerini, ve bunun onların doğuştan olduklarını tanıtlamak için yeterli olduğunu demek istiyorlarsa, uslamlama yolları şöyle görünecektir: Usun pekinlikle önümüze serebileceği ve bize katı bir biçimde onaylatabileceği gerçekliklerin tümü de anlık üzerinde doğal olarak basılıdır; çünkü onların göstergesi yapılmış olan o evrensel onay şundan öteye varmaz: Us kullanımı yoluyla onların belli bir bilgisine ulaşabilir ve onları onaylayabiliriz; ve, bu yolla, matematikçilerin düzgüleri ve onlardan çıkarsadıkları teoremler arasında hiçbir ayrım olmayacaktır: Tümünün de eşit ölçüde doğuştan olmalarına izin verilmelidir, çünkü tümü de us kullanımı yoluyla yapılmış buluşlardır, ve eğer düşüncelerini o yolda doğru olarak uygulayacak olursa ussal bir yaratığın hiç kuşkusuz bilmeye başlayabileceği gerçekliklerdir.
8. If reason discovered them, that would not prove them innate. If they mean that by the use of reason men may discover these principles, and that this is sufficient to prove them innate, their way of arguing will stand thus, viz. that whatever truths reason can certainly discover to us, and make us firmly assent to, those are all naturally imprinted on the mind; since that universal assent, which is made the mark of them, amounts to no more but this, — that by the use of reason we are capable to come to a certain knowledge of and assent to them; and, by this means, there, will be no difference between the maxims of the mathematicians and theorems they deduce from them: all must be equally allowed innate; they being all discoveries made by the use of reason, and truths that a rational creature may certainly come to know, if he apply his thoughts rightly that way.
9. Usun onları bulguladığı yanlıştır. Ama bu insanlar us kullanımının doğuştan olmaları gereken ilkeleri bulguladığını nasıl düşünebilirler, eğer us (eğer onlara inanabilirsek) bilinmeyen gerçeklikleri daha şimdiden bilinen ilkelerden ya da önermelerden çıkarsama yetisinden başka birşey değilse? Bulgulanması için usa gereksindiğimiz şey hiç kuşkusuz hiçbir zaman doğuştan olarak düşünülemez, eğer, dediğim gibi, usun bize doğuştan olduğunu öğrettiği belli gerçekliklerin tümünü taşımayacaksak. Us kullanımının pekala gözlerimizin görülür nesneleri bulgulamasını sağlamak için de zorunlu olduğunu düşünebiliriz, tıpkı anlağın kökensel olarak onun üzerine kazınmış olanı ve onun tarafından algılanmadan önce onda olamayanı görmesini sağlamak için de usa ya da uygulanışına gerek duyulması gibi. Öyle ki, usa böyle basılı gerçeklikleri bulgulattırmak us kullanımının bir insanın daha şimdiden bildiği şeyi yine onun önüne serdiğini söylemektir; ve eğer insanlar o doğuştan basılı gerçeklikleri kökensel olarak ve us kullanımından önce taşıyor, ve gene de us kullanımına başlayıncaya dek onları hiç bilmiyorlarsa, bu gerçekte insanların onları aynı zamanda biliyor ve bilmiyor olduklarını söylemektir.
9. It is false that reason discovers them. But how can these men think the use of reason necessary to discover principles that are supposed innate, when reason (if we may believe them) is nothing else but the faculty of deducing unknown truths from principles or propositions that are already known? That certainly can never be thought innate which we have need of reason to discover, unless, as I have said, we will have all the certain truths that reason ever teaches us to be innate. We may as well think the use of reason necessary to make our eyes discover visible objects, as that there should be need of reason, or the exercise thereof, to make the understanding see what is originally engraven in it, and cannot be in the understanding before it be perceived by it. So that to make reason discover those truths thus imprinted, is to say that the use of reason discovers to a man what he knew before; and if men have those innate impressed truths originally, and before the use of reason, and yet are always ignorant of them till they come to the use of reason, it is in effect to say, that men know and know them not at the same time.
10. Bu iki düzgünün bulgulanışında uslamlamadan hiç yararlanılmaz. Belki de burada denecektir ki matematiksel belgitlemelere ve doğuştan olmayan başka gerçekliklere önerilir önerilmez onay verilmez, ve bunlar böylelikle bu düzgülerden ve başka doğuştan gerçekliklerden ayrılırlar. İlk önerilme üzerine onay verme konusundan daha özel olarak sonra söz edeceğim [§§ 17 21]. Burada yalnızca ve hemen bu düzgülerin ve matematiksel belgitlemelerin şunda ayrıldıklarını kabul edeceğim: Birinciler anlaşılır kılınmak ve onayımızı kazanmak için usa, tanıtlamaların kullanımına gereksinirler; ama ötekiler, anlaşılır anlaşılmaz, en küçük bir uslamlama olmaksızın kabul edilip onaylanırlar. Ama bunun üzerine belirtememe izin verilmesini dilerim ki, bu durum bu genel gerçekliklerin bulunuşu için us kullanımını isteyen bu kaçamağın zayıflığını açığa serer: Çünkü kabul etmek gerek ki, onları bulmada us hiçbir biçimde kullanılmış değildir. Ve sanırım bu yanıtı verenler bu ‘‘Aynı şey için olmak ve olmamak olanaksızdır’’ düzgüsünün usumuzun bir çıkarsaması olduğunu ileri sürmek için atılmayacaklardır. Çünkü bu doğanın o çok seviyor göründükleri eliaçıklığını yok etmek olacak, ve bu arada o ilkelerin bilgisini düşüncelerimizin emeği üzerine bağımlı kılacaklardır. Çünkü tüm uslamlama araştırma ve ansal arayıştır, ve sıkıntılara girmeyi ve özenli çaba göstermeyi ister. Ve usumuzun temeli ve kılavuzu olarak doğa tarafından basılı olanın onu ortaya çıkarmak için us kullanımına gereksindiği herhangi bir hoşgörülebilir anlamda nasıl kabul edilebilir?
10. No use made of reasoning in the discovery of these two maxims. It will here perhaps be said that mathematical demonstrations, and other truths that are not innate, are not assented to as soon as proposed, wherein they are distinguished from these maxims and other innate truths. I shall have occasion to speak of assent upon the first proposing more particularly by and by. I shall here only, and that very readily, allow that these maxims and mathematical demonstrations are in this different: that the one has need of reason, using of proofs, to make them out and to gain our assent; but the other, as soon as understood, are, without any the least reasoning, embraced and assented to. But I withal beg leave to observe, that it lays open the weakness of this subterfuge, which requires the use of reason for the discovery of these general truths: since it must be confessed that in their discovery there is no use made of reasoning at all. And I think those who give this answer will not be forward to affirm that the knowledge of this maxim, ‘‘That it is impossible for the same thing to be and not to be,’’ is a deduction of our reason. For this would be to destroy that bounty of nature they seem so fond of, whilst they make the knowledge of those principles to depend on the labour of our thought. For all reasoning is search, and casting about, and requires pains and application. And how can it with any tolerable sense be supposed, that what was imprinted by nature, as the foundation and guide of our reason, should need the use of reason to discover it?
11. Ve eğer olmuş olsaydı, bu onların doğuştan olduğunu tanıtlamazdı. Anlağın işlemleri üzerine biraz dikkatle düşünme sıkıntısına girecek olanlar anlığın kimi gerçekliklere bu çabuk onayının ne doğal yazıt ne de us kullanımı üzerine değil, ama, daha sonra göreceğimiz gibi, anlığın bunların her ikisinden de oldukça değişik bir yetisi üzerine bağımlı olduğunu bulacaklardır. Öyleyse, usun bu düzgülere onayımızı sağlamakla hiçbir ilgisi olmadığından, ‘‘insanlar us kullanımına başladıkları zaman onları bilir ve onaylar’’ demekle us kullanımının bize bu düzgülerin bilgisinde yardımcı oldukları denmek isteniyorsa, bu bütünüyle yanlıştır; ve, eğer doğru olsaydı, onların doğuştan olmadıklarını tanıtlardı.
11. And if there were, this would prove them not innate. Those who will take the pains to reflect with a little attention on the operations of the understanding will find that this ready assent of the mind to some truths depends not either on native inscription, or the use of reason, but on a faculty of the mind quite distinct from both of them, as we shall see hereafter. Reason, therefore, having nothing to do in procuring our assent to these maxims, if by saying that ‘‘men know and assent to them, when they come to the use of reason,’’ be meant that the use of reason assists us in the knowledge of these maxims, it is utterly false; and, were it true, would prove them not to be innate.
12. Us kullanımına başlama bu düzgüleri bilmeye başladığımız zaman değildir. Eğer onları ‘‘us kullanımına başladığımız zaman’’ bilmek ve onaylamak ile bunun onların anlık tarafından ayrımsanmaya başladıkları zaman olduğu, ve çocuklar us kullanımına başlar başlamaz bu düzgüleri bilmeye ve onaylamaya da başladıkları denmek isteniyorsa, bu da yanlış ve saçmadır. İlkin şu nedenle yanlıştır, çünkü açıktır ki bu düzgüler us kullanımı denli erken bir zamanda anlıkta değildirler; ve dolayısıyla us kullanımına başlama yalnışlıkla onları keşfetme zamanına yüklenir. Çocuklarda onlar bu ‘‘Aynı şey için olmak ve olmamak olanaksızdır’’ düzgüsünün bir bilgisini edinmeden önce uzun bir zaman boyunca us kullanımının kaç örneğini gözleyebiliriz? Ve okur yazar olmayan insanların ve yabanılların büyük bir bölümü yıllarını, giderek ussal çağlarının birçok yılını bu ve benzeri genel önermeler üzerine hiç düşünmeden geçirirler. İnsanların doğuştan olduğu düşünülen bu genel ve daha soyut gerçekliklerin bilgisine us kullanımına başlayıncaya dek ulaşmadıklarını kabul ediyorum; ve o zaman da ulaşmadıklarını ekliyorum. Bunun nedeni onlar us kullanımına başlayıncaya dek, o genel düzgülerin ilgili oldukları o genel soyut düşüncelerin anlıkta oluşmamış olmalarıdır — düşünceler ki yanlışlıkla doğuştan ilkelerle karıştırılırlar, ama aslında yapılan buluşlar ve sunulan doğruluklardırlar ve anlığa tıpkı hiç kimsenin doğuştan olduklarını düşünecek denli ileri gitmediği başka birçok önerme ile aynı yolda getirilir ve hiç kimsenin doğuştan olduklarını düşünecek denli ileri gitmediği çeşitli başka önerme ile aynı adımlardan geçerek keşfedilirler. Bunu bu Söylemin gidişinde açığa çıkaracağımı umuyorum. Bu nedenle insanların us kullanımına o genel gerçekliklerin bilgisini edinmeden önce gelmelerini bir zorunluk olarak görüyorum; ama insanların us kullanımına gelmelerinin onları buluş zamanı olduğunu yadsıyorum.
12. The coming to the use of reason not the time we come to know these maxims. If by knowing and assenting to them ‘‘when we come to the use of reason,’’ be meant, that this is the time when they come to be taken notice of by the mind; and that, as soon its children come to the use of reason, they come also to know and assent to these maxims; this also is false and frivolous. First, it is false, because it is evident these maxims are not in the mind so early as the use of reason; and therefore the coming to the use of reason is falsely assigned as the time of their discovery. How many instances of the use of reason may we observe in children, a long time before they have any knowledge of this maxim, ‘‘That it is impossible for the same thing to be and not to be?’’ And a great part of illiterate people and savages pass many years, even of their rational age, without ever thinking on this and the like general propositions. I grant, men come not to the knowledge of these general and more abstract truths, which are thought innate, till they come to the use of reason; and I add, nor then neither. Which is so, because till after they come to use of reason, those general abstract ideas are not framed in the mind, about which those general maxims are, which are mistaken for innate principles, but are indeed discoveries made and verities introduced and brought into the mind by the same way, and discovered by the same steps, as several other propositions, which nobody was ever so extravagant as to suppose innate. This I hope to make plain in the sequel of this Discourse. I allow therefore, a necessity that men should come to the use of reason before they get the knowledge of those general truths; but deny that men’s coming to the use of reason is the time of their discovery.
13. Bununla başka bilinebilir gerçekliklerden ayırdedilmezler. Bu arada belirtilebilir ki, insanlar bu düzgüleri ‘‘us kullanımına başladıkları zaman’’ bilir ve onlara o zaman onay verirler demek olgunun gerçekliğinde [in reality of fact = işin aslında] şuna varır: Onlar us kullanımımızdan önce hiçbir zaman bilinmezler ne de ayrımsanırlar, ama bir insanın yaşamı sırasında belli bir zaman sonra onaylanmaları olanaklıdır; ama ne zaman olduğu belirsizdir. Ve böylece tüm başka bilinebilir gerçeklikler için de durum bunlar için olduğu gibidir; ki bu nedenle us kullanımına başladığımız zaman bilinmelerinden ötürü başkalarına karşı ne bir üstünlükleri ne de bir ayrımları vardır; ve böylelikle doğuştan oldukları değil, ama tersi tanıtlanmış olur.
13. By this they are not distinguished from other knowable truths. In the mean time it is observable, that this saying, that men know and assent to these maxims ‘‘when they come to the use of reason,’’ amounts in reality of fact to no more but this, — that they are never known nor taken notice of before the use of reason, but may possibly be assented to some time after, during a man’s life; but when is uncertain. And so may all other knowable truths, as well as these; which therefore have no advantage nor distinction from others by this note of being known when we come to the use of reason; nor are thereby proved to be innate, but quite the contrary.((68))
14. Eğer us kullanımına başlama onların bulgulanış zamanı olsaydı, bu onların doğuştan olduğunu tanıtlamazdı. Ama, ikinci olarak, bilinmelerinin ve onaylanmalarının sağın zamanı insanların us kulanımına başladıkları zaman olsaydı, bu da onların doğuştan olduğunu tanıtlamazdı. Bu uslamlama yolu sayıltısının yanlışlığı ölçüsünde saçmadır. Çünkü, herhangi bir kavramın kökensel olarak doğa tarafından anlığa onun ilk oluşumunda basılmış olduğunu ne tür bir mantık gösterecektir, çünkü kavramın gözlenmesi ve onaylanması ilkin anlığın bütünüyle ayrı bir alanı olan bir yetisi işleme geçtidiği zaman olmaz mı? Ve dolayısıyla konuşma kullanımına başlayış, eğer onun bu düzgülerin ilk kez onaylandıkları zaman yer alması gerekseydi, (ki bu insanların us kullanımına başladıkları zamanki denli gerçeklik taşıyabilir,) onların doğuştan oldukları konusunda insanlar onlara us kullanımına başladıkları zaman onay verirler demek denli geçerli bir tanıt olurdu. O zaman doğuştan ilkeleri savunan bu insanlarla us uygulamasına başlayıncaya dek bu genel ve kendiliğinden açık düzgülerin anlıkta hiçbir bilgilerinin olmadığı konusunda anlaşıyorum: Ama us kullanımına başlayışın tam olarak onların ilk kez ayrımsandıkları zaman olduğunu yadsıyorum, ve eğer bu tam olarak o zaman olmuş olsaydı, bunun onların doğuştan olduklarını tanıtlayacağını yadsıyorum. İnsanlar ‘‘onlara us kullanımına başladıkları zaman onay verirler’’ biçimindeki bu önerme ile herhangi bir gerçeklik düzeyinde denmek istenebilecek olanın tümü şundan daha çoğu değildir: Genel soyut düşüncelerin yapımı, ve genel adların anlaşılması, ussal yetinin eşzamanlı bir edimi olduğu ve onunla birlikte büyüdüğü için, çocuklar genellikle uslarını uzunca bir süre alışıldık ve daha tikel düşünce üzerinde uyguladıktan sonra, başkaları ile olağan söylem ve eylemleri yoluyla ussal söyleşiye yetenekli oldukları kabul edilinceye dek o genel düşüncelere ulaşmazlar, ne de onları temsil eden adları öğrenirler. Eğer insanların us kullanımına başladıkları zaman bu düzgülere onay vermeleri başka herhangi bir anlamda doğru olabilirse, bunun gösterilebilmesini isterim; ya da hiç olmazsa bu ya da başka herhangi bir anlamda doğuştan olduklarını nasıl tanıtladığının gösterilebilmesini.
14. If coming to the use of reason were the time of their discovery, it would not prove them innate. But, secondly, were it true that the precise time of their being known and assented to were, when men come to the use of reason; neither would that prove them innate. This way of arguing is so frivolous as the supposition of itself is false. For, by what kind of logic will it appear that any notion is originally by nature imprinted in the mind in its first constitution, because it comes first to be observed and assented to when a faculty of the mind, which has quite a distinct province, being to exert itself? And therefore the coming to the use of speech, if it were supposed the time that these maxims are first assented to, (which it may be with as much truth as the time when men come to the use of reason,) would be as good a proof that they were innate, as to say they are innate because men assent to them when they come to the use of reason. I agree then with these men of innate principles, that there is no knowledge of these general and self evident maxims in the mind, till it comes to the exercise of reason: but I deny that the coming to the use of reason is the precise time when they are first taken notice of, and if that were the precise time, I deny that it would prove them innate. All that can with any truth be meant by this proposition, that men ‘‘assent to them when they come to the use of reason,’’ is no more but this, — that the making of general abstract ideas, and the understanding of general names, being a concomitant of the rational faculty, and growing up with it, children commonly get not those general ideas, nor learn the names that stand for them, till, having for a good while exercised their reason about familiar and more particular ideas, they are, by their ordinary discourse and actions with others, acknowledged to be capable of rational conversation. If assenting to these maxims, when men come to the use of reason, can be true in any other sense, I desire it may be shown; or at least, how in this, or any other sense, it proves them innate.
15. Anlığın çeşitli gerçekliklere ulaşmasını sağlayan adımlar. Duyular ilkin tikel düşünceleri içeri bırakır, ve henüz boş odacığı döşerler, ve anlık aşamalı olarak onlardan kimileri ile tanışıklık kurarken belleğe yerleşirler ve onlar için adlar saptanır. Bundan sonra, anlık daha ileri gider ve onları soyutlamaya geçer, ve aşamalı olarak genel adların kullanımını öğrenir. Bu yolda anlık düşünceler ve dil ile, çevrelerinde diskursif yeteneğini uygulayacağı gereçler ile donatılmaya başlar. Ve us kullanımı, ona kulanım veren bu gereçler artarken, her gün daha görülür olur. Ama, genel düşüncelerin iyeliği ve genel sözcüklerin ve usun kullanımı genellikle birlikte büyüse de, bunun herhangi bir yolda onların doğuştan olduğunu tanıtladığını sanmıyorum. Kimi gerçekliklerin bilgisi, itiraf etmeliyim ki, çok erkenden anlıktadır, ama onların doğuştan olmadığını gösteren bir yolda. Çünkü, eğer gözleyecek olursak, bu bilginin yine doğuştan değil ama kazanılmış düşüncelere ilişkin olduğunu bulacağız; çünkü ilkin dışsal şeyler tarafından basılan düşüncelere ilişkindir ve dışsal şeyler ise çocuklar için en erken ilgi konusu olan ve onların duyuları üzerinde en sık iz bırakan şeylerdir. Böyle alınan düşüncelerde anlık kimilerinin bağdaştıklarını ve başkalarının ise bağdaşmadıklarını keşfeder, büyük olasılıkla herhangi bir biçimde belleği kullanmaya ve değişik düşünceler barındırmaya ve kazanmaya başlar başlamaz. Ama ister o zaman olsun ister olmasın, açıktır ki bunu sözcükleri kullanmaya ya da genellikle ‘‘us kullanımı’’ dediğimiz şeye başlamadan çok önce yapar. Çünkü bir çocuk daha konuşmaya başlamadan önce tatlı ve acı düşünceleri arasındaki ayrımı (e.d. tatlının acı olmadığını) tıpkı daha sonra (konuşmaya başladığı zaman) şekerlemenin ve acı biberin aynı şey olmadıklarını bildiği gibi bilir. 15. The steps by which the mind attains several truths. The sense at first let in particular ideas, and furnish the yet empty cabinet, and, the mind by degrees growing familiar with some of them, they are lodged in the memory, and names got to them. Afterwards, the mind proceeding further abstracts them, and by degrees learns the use of general names. In this manner the mind comes to be furnished with ideas and language, the materials about which to exercise its discursive faculty. And the use of reason becomes daily more visible, as these materials that give it employment increase. But though the having of general ideas and the use of general words and reason usually grow together, yet I see not how this any way proves them innate. The knowledge of some truths, I confess, is very early in the mind; but in a way that shows them not to be innate. For, if we will observe, we shall find it still to be about ideas, not innate, but acquired; it being about those first which are imprinted by external things, with which infants have earliest to do, which make the most frequent impressions on their senses. In ideas thus got the mind discovers that some agree and others differ, probably as soon as it has any use of memory, as soon as it is able to retain and receive distinct ideas. But whether it be then or no, this is certain, it does so long before it has the use of words, or comes to that which we commonly call ‘‘the use of reason.’’ For a child knows as certainly before it can speak the difference between the ideas of sweet and bitter (i.e. that sweet is not bitter), as it knows afterwards (when it comes to speak) that wormwood and sugarplums are not the same thing.
16. Sözde doğuştan gerçekliklere onay onların terimlerinin demek istediğinin açık ve seçik düşüncelerini taşımaya bağlıdır, doğuştanlıklarına değil. Bir çocuk üç artı dördün yediye eşit olduğunu yediye dek saymayı başarıncaya ve eşitlik adını ve düşüncesini kazanıncaya dek bilmez; ve o zaman, o sözcüklerin açıklanması üzerine, hemen o önermeyi onaylar ya da daha doğrusu doğruluğunu algılar. Ama o zaman bile onu hemen doğuştan bir gerçeklik olduğu için onaylamaz; ne de çocuk us kullanımı istediği için o zamana dek onay vermekten kaçınmıştır; ama anlığında bu adların temsil ettiği şeylerin açık ve seçik düşüncelerini oluşturur oluşturmaz önermenin doğruluğu kendini ona gösterir. Ve o zaman o önermenin doğruluğu daha önceden bir çubuğun ve kirazın aynı şey olmadıklarını bildiği aynı zemin üzerinde ve aynı araç yoluyla bilir; ve yine aynı zemin üzerindedir ki daha sonra ‘‘Aynı şey için olmak ve olmamak olanaksızdır’’ [düzgüsünü] bilmeye başlayabilir — ileride daha tam olarak göstereceğimiz gibi. Öyle ki birinin o düzgülerin kendilerine ilişkin oldukları genel düşünceleri taşımaya, ya da onları temsil eden genel terimlerin imlemini bilmeye, ya da anlığında onların temsil ettikleri düşünceleri biraraya getirmeye başlaması ne denli geç olursa, o düzgülere onay vermesi de o denli geç olacaktır: — ki bunların terimleri, temsil ettikleri düşünceler ile birlikte, bir kedi ya da sansar düşüncelerinden daha fazla doğuştan olmadığı için, zaman ve gözlem onu onlarla tanıştırıncaya dek beklemelidir; ve o zaman, onu o düşünceleri anlığında biraraya getirmeye ve o önermelerde anlatıldığı gibi bağdaşıp bağdaşmadıklarını gözlemeye götürecek ilk fırsatta, bu düzgülerin gerçekliklerini bilme yeteneğinde olacaktır. Ve dolayısıyla bir insan onsekiz ve ondokuzun otuzyediye eşit olduğunu bir ve ikinin üçe eşit olduğunu bildiği aynı kendiliğinden açıklıkla bilir: Gene de bir çocuk bunu öteki denli çabuk bilmez; us kullanımının eksikliğinden değil, ama onsekiz, ondokuz, ve otuzyedi sözcüklerinin temsil ettiği düşünceler bir, iki ve üç tarafından imlenenler denli çabuk edinilmediği için.
16. Assent to supposed innate truths depends on having clear and distinct ideas of what their terms mean, and not on their innateness. A child knows not that three and four are equal to seven, till he comes to be able to count to seven, and has got the name and idea of equality; and then, upon explaining those words, he presently assents to, or rather perceives the truth of that proposition. But neither does he then readily assent because it is an innate truth, nor was his assent wanting till then because he wanted the use of reason; but the truth of it appears to him as soon as he has settled in his mind the clear and distinct ideas that these names stand for. And then he knows the truth of that proposition upon the same grounds and by he same means, that he knew before that a rod and a cherry are not the same thing; and upon the same grounds also that he may come to know afterwards ‘‘That it is impossible for the same thing to be and not to be,’’ as shall be more fully shown hereafter. So that the later it is before anyone comes to have those general ideas about which those maxims are; or to know he signification of those general terms that stand for them; or to put together in his mind the ideas they stand for; the later also will it be before he comes to assent to those maxims; — whose terms, with the ideas they stand for, being no more innate than those of a cat or a weasel, he must stay till time and observation have acquainted him with them; and then he will be in a capacity to know the truth of these maxims, upon the first occasion that shall make him put together those ideas in his mind, and observe whether they agree or disagree, according as is expressed in those propositions. And therefore it is that a man knows that eighteen and nineteen are equal to thirty seven, by the same self evidence that he knows one and two to be equal to three: yet a child knows this not so soon as the other; not for want of the use of reason, but because the ideas the words eighteen, nineteen, and thirty seven stand for, are not so soon got, as those which are signified by one, two, and three.
17. Önerilir önerilmez ve anlaşılır anlaşılmaz onaylanmaları doğuştan olduklarını tanıtlamaz. Öyleyse insanlar us kullanımına başladıkları zaman genel onay biçimindeki bu kaçamak boşa çıkınca, ve o sözde doğuştan gerçeklikler ve daha sonra kazanılan ve öğrenilen başka gerçeklikler arasında hiçbir ayrım bırakmayınca, insanlar düzgüler dedikleri şeyler için onların önerilir önerilmez ve önerdikleri terimler anlaşılır anlaşılmaz genel olarak onaylandıklarını söyleyerek bir evrensel onayı güvenceye alabilmeye çalışmışlardır; tüm insanlar, giderek çocuklar bile, bu önermelere terimleri işitir işitmez ve anlar anlamaz onay verdikleri için, bunun onların doğuştan olduklarını tanıtlamak için yeterli olduklarını düşünürler. Çünkü insanlar sözcükleri bir kez anlar anlamaz hiçbir zaman onları kuşku duyulamaz gerçeklikler olarak kabul etmeksizin yapamadıkları için, bu önermelerin hiç kuşkusuz ilkin anlakta yerleşmiş olduklarını, ve herhangi bir öğretme olmaksızın anlığın bunlara ilk önerilmeleri durumunda dolaysızca yaklaşıp onay verdiğini, ve bundan sonra hiçbir zaman onlardan bir daha kuşku duymadığını çıkarsayacaklardır.
17. Assenting as soon as proposed and understood, proves them not innate. This evasion therefore of general assent when men come to the use of reason, failing as it does, and leaving no difference between those supposed innate and other truths that are afterwards acquired and learnt, men have endeavoured to secure an universal assent to those they call maxims, by saying they are generally assented to as soon as proposed, and the terms they are proposed in understood; seeing all men, even children, as soon as they hear and understand the terms, assent to these propositions, they think it is sufficient to prove them innate. For since men never fail after they have once understood the words, to acknowledge them for undoubted truths, they would infer, that certainly these propositions were first lodged in the understanding, which, without any teaching, the mind, at the very first proposal immediately closes with and assents to, and after that never doubts again.
18. Eğer böyle bir onay bir doğuştanlık belirtisi ise, o zaman ‘‘bir artı iki eşittir üç, tatlılık acılık değildir’’ ve binlerce benzeri [önerme] doğuştan olmalıdır. Bunu yanıtlamak için bir önermeye terimlerin ilk işitilmesi ve anlaşılması üzerine verilen hazır onayın doğuştan bir ilkenin pekin belirtisi olup olmadığını [sormak] isterim. Eğer değilse, böyle bir genel onay üzerinde boş yere onların tanıtı olarak diretilmiş olacaktır; eğer onun bir doğuştanlık belirtisi olduğu söylenirse, o zaman duyulur duyulmaz genellikle onaylanan tüm önermelerin doğuştan olduklarını kabul etmelidirler, ki böylelikle ellerinin altında bir doğuştan ilkeler bolluğu durduğunu bulacaklardır. Çünkü insanların o düzgüleri doğuştan sayacakları aynı zemin, e.d. terimlerin ilk işitilme ve anlaşılmalarında onaylanmaları zemini üzerinde, ayrıca sayılara ilişkin birçok önermeyi de doğuştan olarak kabul etmeleri gerekir; ve böylece bir artı iki eşittir üç, iki artı iki eşittir dört, ve ilk işitme ve anlama üzerine herkesin onay verdiği buna benzer daha başka sayısal önermelerin bir çokluğu bu doğuştan belitler arasında yer almalıdır. Ne de bu yalnızca sayıların ve onların birçoğuna ilişkin olarak yapılan önermelerin bir ayrıcalığıdır; ama giderek doğal felsefe bile, ve tüm başka bilimler, anlaşılır anlaşılmaz onay ile karşılaşmaları kesin olan önermeler sunlarlar. ‘‘İki cisim aynı yerde olamaz’’ [önermesi] hiç kimsenin ‘‘Aynı şey için olmak ve olmamak olanaksızdır,’’ ‘‘Ak kara değildir,’’ ‘‘Bir kare bir çember değildir,’’ ‘‘Sarılık tatlılık değildir’’ düzgülerinden daha fazla sarılmadığı bir gerçekliktir. Buna, ve en azından değişik düşüncelerini taşıdığımız buna benzer milyonlarca başka önermeye herkes ilk işitmede, ve adların neyin temsil ettiklerini bilmede, kendi kafasında zorunlu olarak onay vermelidir. Eğer bu insanlar kendi kurallarına bağlı kalacaklarsa, ve terimleri ilk işitmede ve anlamada onaylamayı bir doğuştanlık belirtisi olarak alacaklarsa, yalnızca insanların taşıdıkları değişik düşünceler denli çok sayıda doğuştan önermeye izin vermekle kalmamalı, ama insanların ayrı düşüncelerin bir başkası açısından yadsındıkları önermeler yapabildikleri denli çok sayıda doğuştan önermeye izin vermelidirler. Çünkü ayrı bir düşünceyi bir başkası açısından yadsıyan her önerme terimlerin ilk işitilme ve anlaşılmasında hiç kuşkusuz tıpkı ‘‘Aynı şey için olmak ve olmamak olanaksızdır’’ biçimindeki bu genel önerme gibi, ya da onun temeli olan ve ikisinden anlaması daha kolay olan ‘‘Aynı ayrı değildir’’ önermesi gibi onay bulacaktır; bu açıklama yoluyla, başka herhangi birinden söz etmesek bile, bu bir tür doğuştan önermelerden ordular bulacaklardır. Ama, hiçbir önerme kendilerine ilişkin olduğu düşünceler doğuştan olmadıkça doğuştan olamayacağı için, bu tüm renk, ses, tat beti vb. düşüncelerimizin doğuştan olduklarını varsaymak olacaktır, ki hiçbirşey us ve deneyime bundan daha aykırı olamaz. Terimlerin işitilmesi ve anlaşılması üzerine evrensel ve hazır onay, kabul ediyorum ki, bir kendiliğinden açıklık belirtisidir; bununla birlikte, doğuştan izlere değil, ama başka birşeye bağımlı kendiliğinden açıklık (daha sonra göstereceğimiz gibi,) hiç kimsenin henüz doğuştan olduklarını ileri sürecek denli aşırıya gitmediği çeşitli önermelere aittir.((107))
18. If such an assent be a mark of innate, then ‘‘that one and two are equal to three, that sweetness is not bitterness,’’ and a thousand the like must be innate. In answer to this, I demand whether ready assent given to a proposition, upon first hearing an understanding the terms, be a certain mark of an innate principle? If it be not, such a general assent is in vain urged as a proof of them; if it be said that it is a mark of innate, they must then allow all such propositions to be innate which are generally assented to as soon as heard, whereby they will find themselves plentifully stored with innate principles. For upon the same ground, viz. of assent at first hearing and understanding the terms, that men would have those maxims pass for innate, they must also admit several propositions about numbers to be innate; and thus, that one and two are equal to four, and a multitude of other the like propositions in numbers, that everybody assents to at first hearing and understanding the terms, must have a place amongst these innate axioms. Nor is this the prerogative of numbers alone, and propositions made about several of them; but even natural philosophy, and all the other sciences, afford propositions which are sure to meet with assent as soon as they are understood. That ‘‘two bodies cannot be in the same place’’ is a truth that nobody any more sticks at than at these maxims, that ‘‘it is impossible for the same thing to be and not to be,’’ that ‘‘white is not black,’’ that ‘‘a square is not a circle,’’ that ‘‘bitterness is not sweetness.’’ These and a million of such other propositions, as many at least as we have distinct ideas of, every man in his wits, at first hearing, and knowing what the names stand for, must necessarily assent to. If these men will be true to their own rule, and have assent at first hearing and understanding the terms to be a mark of innate, they must allow not only as many innate propositions as men have distinct ideas, but as many as men can make propositions wherein different ideas are denied one of another. Since every proposition wherein one different idea is denied of another, will as certainly find assent at first hearing and understanding the terms as this general one, ‘‘It is impossible for the same thing to be and not to be,’’ or that which is the foundation of it, and is the easier understood of the two, ‘‘The same is not different’’; by which account they will have legions of innate propositions of this one sort, without mentioning any other. But since no proposition can be innate unless the ideas about which it is be innate, this will be to suppose all our ideas of colours, sounds, tastes, figure, &c., innate, than which there cannot be anything more opposite to reason and experience. Universal and ready assent upon hearing and understanding the terms is, I grant, a mark of self evidence; but self evidence, depending not on innate impressions but on something else, (as we shall show hereafter,) belongs to several propositions which nobody was yet so extravagant as to pretend to be innate.((107))
19. Böyle daha az genel önermeler bu evrensel düzgülerden önce bilinir. Ne de ilk işitilmede onaylanan o ‘‘Bir artı iki eşittir üç,’’ ‘‘Yeşil kırmızı değildir’’ gibi daha tikel kendiliğinden açık önermelerin doğuştan ilkeler olarak görülen o daha evrensel önermelerin sonuçları olarak kabul edildikleri söylensin; çünkü yalnızca anlakta neyin geçtiğini gözleme sıkıntısına girecek biri hiç kuşkusuz bunların ve benzeri daha az genel önermelerin o daha genel düzgüleri hiç bilmeyenler tarafından pekinlikle bilindiğini ve kararlılıkla onaylandığını bulacaktır; ve böylece, anlıkta (dedikleri gibi) ilk ilkelerden daha erken olmakla, ilk işitilmelerinde gösterilen onayı onlara borçlu olamazlar.
19. Such less general propositions known before these universal maxims. Nor let it be said that those more particular self evident propositions, which are asserted to at first hearing, as that ‘‘one and two are equal to three,’’ that ‘‘green is not red,’’ &c., are received as the consequences of those more universal propositions which are looked on as innate principles; since any one, who will but take the pains to observe what passes in the understanding, will certainly find that these, and the like less general propositions, are certainly known, and firmly assented to by those who are utterly ignorant of those more general maxims; and so, being earlier in the mind than those (as they are called) first principles, cannot owe to them the assent wherewith they are received at first hearing.
20. ‘‘Bir artı bir eşittir iki, vb. ne genel ne de yararlıdır’’ [önermesi] yanıtlanıyor. Eğer bu ‘‘İki artı iki dört eder,’’ ‘‘Kırmızı mavi değildir’’ gibi önermelerin genel düzgüler olmadıkları, ne de herhangi bir büyük yararlarının olmadığı söylenirse, yanıtım bunun işitme ve anlama üzerine evrensel onay uslamlamasına ilgisiz olduğudur. Çünkü, eğer bu doğuştanlığın pekin belirtisi ise, işitilir işitilmez ve anlaşılır anlaşılmaz genel onay aldığı bulunabilen her önerme doğuştan bir önerme olarak kabul edilmelidir, tıpkı ‘‘Aynı şey için olmak ve olmamak olanaksızdır’’ düzgüsü gibi, çünkü bu zeminde eşittirler. Ve daha genel olma ayrımına gelince, bu söz konusu düzgüyü doğuştan olmaktan daha da uzaklaştırır; çünkü o genel ve soyut düşünceler ilk ayrımsamalarımıza daha tikel kendiliğinden açık önermelerin düşüncelerinden daha yabancıdır; ve dolayısıyla gelişmekte olan anlak tarafından kabul edilip onaylanmaları daha uzun sürer. Ve bu büyütülmüş düzgülerin yararlığına gelince, bu belki de onu asıl yerinde daha tam olarak irdelediğimiz zaman genellikle düşünüldüğü denli büyük bulunmayacaktır.
20. ‘‘One and one equal to Two, &c., not general nor useful,’’ answered. If it be said, that these propositions, viz. ‘‘two and two are equal to four,’’ ‘‘red is not blue,’’ &c., are not general maxims, nor of any great use, I answer, that makes nothing to the argument of universal assent upon hearing and understanding. For, if that be the certain mark of innate, whatever proposition can be found that receives a general assent as soon as heard and understood, that must be admitted for an innate proposition, as well as this maxim, ‘‘That it is impossible for the same thing to be and not to be,’’ they being upon this ground equal. And as to the difference of being more general, that makes this maxim more remote from being innate; those general and abstract ideas being more strangers to our first apprehensions than those of more particular self evident propositions; and therefore it is longer before they are admitted and assented to by the growing understanding. And as to the usefulness of these magnified maxims, that perhaps will not be found so great as it generally conceived, when it comes in its due place to be more fully considered.
21. Bu düzgülerin önerilinceye dek bir süre bilinmemeleri doğuştan olmadıklarını tanıtlar. Ama henüz ‘‘önermelere terimlerini ilk işitmede ve anlamada onay verme’’ ile işimizi bitirmedik. İlkin şuna dikkat etmek uygundur ki bu, doğuştan olduklarının bir belirtisi olmak yerine, tersinin bir tanıtıdır; çünkü başka şeyleri anlayan ve bilen birçok kimsenin bu ilkelerin bunlar onlara önerilinceye dek bilgisizi olduklarını ve birinin bu gerçeklikler ile onları başkalarından işitinceye dek tanışık olamayabileceğini varsayar. Çünkü, eğer doğuştan olmuş olsalardı, onay kazanabilmek için önerilmelerinin ne gereği olurdu, eğer doğal ve kökensel bir iz (eğer böyle birşey varsa) yoluyla anlakta olmakla, önceden bilinememeleri söz konusu olamayacaksa? Ya da onları önermek onları anlıkta doğanın yaptığından daha açık olarak mı basar? Eğer böyleyse, sonuç bir insanın böylece bunlar ona öğretildikten sonra onları önceden olduğundan daha iyi bildiği olacaktır. Bundan şu çıkacaktır ki, bu ilkeler bize başkalarının öğretmesi yoluyla doğanın onları basma yoluyla kılmış olduğundan daha açık kılınabilirler: ki doğuştan ilkeler görüşü ile pek bağdaşmayacaktır, ve onlara ancak çok az yetke verecektir; ama, tersine, onları, ileri sürüldüğü gibi, tüm başka bilgimizin temeli olmaya uygunsuz kılar. İnsanların bu kendiliğinden açık gerçekliklerin birçoğu ile ilkin onların önerilmeleri üzerine tanışıklık kazandıkları yadsınamaz: Ama açıktır ki bu tanışıklığı kazanan herkes kendi içinde o zaman daha önce bilmediği ve bundan sonra hiç sorgulamadığı bir önermeyi bilmeye başladığını görür; ve gene de doğuştan olduğu için değil, ama o sözcüklerde kapsanan şeylerin doğasının irdelemesi, onlar üzerine nasıl ve ne zaman düşünecek olsa, onun başka türlü düşünmesine izin vermeyeceği için. Ve eğer terimleri ilk işitme ve anlama üzerine onay verilen herşey doğuştan bir ilke sayılacaksa, tikellerden genel bir kurala doğru kurulan her sağlam temelli gözlem doğuştan olmalıdır. Gene de herkesin değil ama ancak bilge kafaların bu gözlem üzerine ilk ışığı düşürdüğü ve onları genel önermelere indirgedikleri pekin olduğu zaman, [bu önermeler] doğuştan değildirler, ama tikel durumlar ile ön bir tanışıklıktan ve onlar üzerine düşünmeden toparlanırlar. Gözleyen insanlar bunları yaptığı zaman, gözlemeyen insanlar, bunlar onlara önerildiği zaman, onlara onaylarını geri çeviremezler.
21. These maxims not being known sometimes till proposed, proves them not innate. But we have not yet done with ‘‘assenting to propositions at first hearing and understanding their terms.’’ It is fit we first take notice that this, instead of being a mark that they are innate, is a proof of the contrary; since it supposes that several, who understand and know other things, are ignorant of these principles till they are proposed to them; and that one may be unacquainted with these truths till he hears them from others. For, if they were innate, what need they be proposed in order to gaining assent, when, by being in the understanding, by a natural and original impression, (if there were any such,) they could not but be known before? Or doth the proposing them print them clearer in the mind than nature did? If so, then the consequence will be, that a man knows them better after he has been thus taught them than he did before. Whence it will follow that these principles may be made more evident to us by others’ teaching than nature has made them by impression: which will ill agree with the opinion of innate principles, and give but little authority to them; but, on the contrary, makes them unfit to be the foundations of all our other knowledge; as they are pretended to be. This cannot be denied, that men grow first acquainted with many of these self evident truths upon their being proposed: but it is clear that whosoever does so, finds in himself that he then begins to know a proposition, which he knew not before, and which from thenceforth he never questions; not because it was innate, but because the consideration of the nature of the things contained in those words would not suffer him to think otherwise, how, or whensoever he is brought to reflect on them. And if whatever is assented to at first hearing and understanding the terms must pass for an innate principle, every well grounded observation, drawn from particulars into a general rule, must be innate. When yet it is certain that not all, but only sagacious heads, light at first on these observations, and reduce them into general propositions: not innate, but collected from a preceding acquaintance and reflection on particular instances. These, when observing men have made them, unobserving men, when they are proposed to them, cannot refuse their assent to.
22. Önerilmeden önce örtük olarak bilinme anlığın onları anlama yeteneğinde olduğunu imler, ya da hiçbirşey imlemez. Eğer anlağın bu ilk işitme ediminden önce bu ilkelerin belirtik değil ama örtük bir bilgilerini taşıdığı söylense (‘‘onlar bilinmeden önce anlaktadır’’ diyecek olanların demeleri gerektiği gibi), anlakta örtük olarak basılı olan bir ilke ile anlığın böyle önermeleri anlamaya ve kararlılıkla onaylamaya yetenekli olduğundan başka birşey denmek isteniyorsa, bunu anlamak güç olacaktır. Ve böylece tüm matematiksel belgitlemeler de, tıpkı ilk ilkeler gibi, anlık üzerindeki doğuştan izler olarak kabul edilmelidir; ki korkarım bir önermeyi belgitlemeyi ona belitlendiği zaman onay vermekten daha güç bulanlar böyle olduğunu kabul etmeyeceklerdir. Ve çizdikleri tüm çizgelerin doğanın anlıkları üzerine kazımış olduğu doğuştan imlerin eşlemlerinden başka birşey olmadığına inanacak çok az matematikçi ortaya çıkacaktır.
22. Implicitly known before proposing, signifies that the mind is capable of understanding them, or else signifies nothing. If it be said the understanding hath an implicit knowledge of these principles, but not an explicit, before this first hearing (as they must who will say that they are in the understanding before they are known), it will be hard to conceive what is meant by a principle imprinted on the understanding implicitly, unless it be this, that the mind is capable of understanding and assenting firmly to such propositions. And thus all mathematical demonstrations, as well as first principles, must be received as native impressions on the mind; which I fear they will scarce allow them to be, who find it harder to demonstrate a proposition than assent to it when demonstrated. And few mathematicians will be forward to believe, that all the diagrams they have drawn were but copies of those innate characters which nature had engraven upon their minds.
23. İlk işitme üzerine onay uslamlaması hiçbir ön öğretmenin olmaması gibi yanlış bir sayıltı üzerine dayanır. Korkarım, bizi insanların ilk işitmede kabul ettikleri düzgülerin bu nedenle doğuştan olduklarını düşünmeye inandırmak isteyen önceki uslamlamada bir başka zayıflık daha vardır; çünkü onlara öğretilmemiş olan, ve terimlerin salt bir açımlamasından ya da anlaşılmasından başka herhangi bir uslamlama ya da belgitlemeden aldıkları güç ile kabul etmedikleri önermelere onay verirler. Bunun altında bana göre şu aldanmaca yatıyor: İnsanlara hiçbirşeyin de novo [baştan] öğretilmemesi ve onların hiçbirşeyi böyle öğrenmemeleri gerekir; oysa gerçekte onlara önceden bilmedikleri birşey öğretilir ve bunu öğrenirler. Çünkü, ilkin, açıkça öyle terimleri ve imlemlerini öğrenmişlerdir ki, bunlardan hiç biri onlarla birlikte doğmuş değildir. Ama söz konusu kazanılmış bilginin tümü bu da değildir: Önermenin ilişkin olduğu düşüncelerin kendileri onlarla birlikte doğmaz, tıpkı adları gibi; ama daha sonra edinilir. Öyle ki, ilk işitmede onay verilen tüm önermelerde önermenin terimleri, onların böyle düşünceleri temsil etmeleri, ve temsil ettikleri düşüncelerin kendileri, bunlardan hiç bir doğuştan olmadığı için, böyle önermelerde doğuştan olan neyin kaldığını bilmeyi çok isterim. Çünkü birinin bana terimlerinden ya da düşüncelerinden biri doğuştan olan o önermeyi göstermesini memnuniyetle karşılayacağım. Düşünceleri ve adları derece derece kazanır, birbirleri ile uygun bağlantılarını öğreniriz; ve sonra imlemlerini öğrendiğimiz terimlerde yapılan, ve biraraya getirildiklerinde düşüncelerimizde algılayabildiğimiz anlaşma ya da anlaşmamayı anlatan önermeleri ilk işitmede onaylarız: Gerçi kendilerinde eşit ölçüde pekin ve açık olan, ama öylesine çabuk ya da kolayca kazanılmayan düşünceleri ilgilendiren başka önermeleri aynı zamanda hiçbir biçimde onaylayamasak da. Çünkü, gerçi bir çocuk ‘‘Bir elma ateş değildir’’ önermesini çabucak onaylasa da — çünkü alışıldık tanışıklık [familiar acquaintance] yoluyla anlığında o iki şeyin düşüncelerinin ayrı ayrı izlerini edinmiş, ve elma ve ateş adlarının onları temsil ettiğini öğrenmiştir —, gene de aynı çocuğun ‘‘Aynı şey için olmak ve olmamak olanaksızdır’’ önermesine onay vermesi için belki de yılların geçmesi gerekecektir; çünkü, gerçi sözcükleri öğrenmek kolay olsa da, bunların imlemleri çocuğun ilgilendiği duyulur şeylere eklenen adların imlemlerinden daha büyük, kapsamlı ve soyut olduğu için, sağın anlamlarını öğrenmesi daha uzun sürer, ve temsil ettikleri o genel düşüncelerin anlığında oluşması açıkça daha uzun zamanı gerektirir. Bu olana dek, herhangi bir çocuğa böyle genel terimlerden yapılan bir önermeye onay verdirmek için boşuna uğraşacaksınız; ama o düşünceleri kazanır kazanmaz, ve adlarını öğrenir öğrenmez, önceden değinilen önermelerden birine olduğu gibi ötekine de atılarak yaklaşır: Ve her ikisi de aynı nedenle; çünkü anlığında taşıdığı düşüncelerin, onları temsil eden sözcüklerin önermede birbirleri açısından doğrulandığını ya da yadsındığını bulmasına göre, anlaştıklarını ya da anlaşmadıklarını bulur. Ama eğer önermeler ona henüz anlığında taşımadığı düşünceleri temsil eden sözcüklerde sunulursa, bunlar kendilerinde ne denli açıkça doğru ya da yanlış olsalar da, onları ne onaylaması ne de onaylamaması söz konusudur, ama [onlar açısından] bilgisizdir. Çünkü sözcükler boş seslerden ve düşüncelerimizin imlerinden başka birşey olmadıkları için, taşıdığımız düşüncelere karşılık düştüklerinde onlara onay vermeden edemeyiz, ama daha ötesini de yapamayız. Ama bilginin anlıklarımıza hangi adımlar ve bilgi yolları ile geldiğini göstermek, ve çeşitli onay derecelerinin zeminlerini vermek aşağıdaki Söylemin işi olduğu için, burada o doğuştan ilkelerden koşku duymama yol açan nedenlerden biri olarak ona yalnızca dokunmuş olmak yeterli olabilir.
23. The argument of assenting on first hearing, is upon a false supposition of no precedent teaching. There is, I fear, this further weakness in the foregoing argument, which would persuade us that therefore those maxims are to be thought innate, which men admit at first hearing; because they assent to propositions which they are not taught, nor do receive from the force of any argument or demonstration, but a bare explication or understanding of the terms. Under which there seems to me to lie this fallacy, that men are supposed not to be taught nor to learn anything de novo; when, in truth, they are taught, and do learn something they were ignorant of before. For, first, it is evident that they have learned the terms, and their signification, neither of which was born with them. But this is not all the acquired knowledge in the case: the ideas themselves, about which the proposition is, are not born with them, no more than their names, but got afterwards. So that in all propositions that are assented to at first hearing, the terms of the proposition, their standing for such ideas, and the ideas themselves that they stand for, being neither of them innate, I would fain know what there is remaining in such propositions that is innate. For I would gladly have any one name that proposition whose terms or ideas were either of them innate. We by degrees get ideas and names, and learn their appropriated connexion one with another; and then to propositions made in such terms, whose signification we have learnt, and wherein the agreement or disagreement we can perceive in our ideas when put together is expressed, we at first hearing assent; though to other propositions, in themselves as certain and evident, but which are concerning ideas not so soon or so easily got, we are at the same time no way capable of assenting. For, though a child quickly assent to this proposition, ‘‘That an apple is not fire,’’ when by familiar acquaintance he has got the ideas of those two different things distinctly imprinted on his mind, and has learnt that the names apple and fire stand for them, yet it will be some years after, perhaps, before the same child will assent to this proposition, ‘‘That it is impossible for the same thing to be and not to be’’; because that, though perhaps the words are as easy to be learnt, yet the signification of them being more large, comprehensive, and abstract than of the names annexed to those sensible things the child hath to do with, it is longer before he learns their precise meaning, and it requires more time plainly to form in his mind those general ideas they stand for. Till that be done, you will in vain endeavour to make any child assent to a proposition made up of such general terms; but as soon as ever he has got those ideas, and learned their names, he forwardly closes with the one as well as the other of the forementioned propositions: and with both for the same reason; viz. because he finds the ideas he has in his mind to agree or disagree, according as the words standing for them are affirmed or denied one of another in the proposition. But if propositions be brought to him in words which stand for ideas he has not yet in his mind, to such propositions, however evidently true or false in themselves, he affords neither assent nor dissent, but is ignorant. For words being but empty sounds, any further than they are signs of our ideas, we cannot but assent to them as they correspond to those ideas we have, but no further than that. But the showing by what steps and ways knowledge comes into our minds; and the grounds of several degrees of assent, being the business of the following Discourse, it may suffice to have only touched on it here, as one reason that made me doubt of those innate principle.
24. Doğuştan değil, çünkü evrensel olarak onay verilmez. Bu evrensel onay uslamlamasını bir vargıya ulaştırmak için, doğuştan ilkelerin bu savunucuları ile şu noktada anlaşıyorum: Eğer bunlar doğuştansa, zorunlu olarak evrensel onay almaları gerekir. Çünkü bir gerçekliğin doğuştan olması ve gene de onay almaması bana gerçekliği bilen ve aynı zamanda onun bilgisizi olan bir insan denli anlaşılmaz geliyor. Ama o zaman, bu insanların kendi itiraflarına göre, bu ilkeler doğuştan olamazlar; çünkü terimleri anlamayanlar tarafından onaylanmazlar; ne de teimleri anlayıp ta o önermeleri hiçbir zaman işitmemiş ve düşünmemiş olanların büyük bir bölümü tarafından onaylanırlar; ki bu bölüm, sanırım, en azından insanlığın yarısıdır. Ama sayı çok daha az olacak olsaydı bile, evrensel onayı yoketmek için yeterli olurdu; ve böylelikle eğer yalnızca çocuklar onların bilgisizi olsalardı bile bu önermelerin doğuştan olmadıklarını gösterirdi.
24. Not innate, because not universally assented to. To conclude this argument of universal consent, I agree with the defenders of innate principles, — that if they innate, they must needs have universal assent. For that a truth should be innate and yet not assented to, is to me as unintelligible as for a man to know a truth and be ignorant of it at the same time. But then, by these men’s own confession, they cannot be innate; since they are not assented to by those who understand not the terms; nor by a great part of those who understand not the terms; nor by a great part of those who do understand them, but have yet never heard nor thought of those propositions; which, I think, is at least one half of mankind. But were the number far less, it would be enough to destroy universal assent, and thereby show these propositions not to be innate, if children alone were ignorant of them.
25. Bu Düzgüler ilk bilinenler değildir. Ama çocukların bizim için bilinmeyen düşüncelerinden çıkarak uslamlama yapmakla, ve anlaklarında geçenden çıkarak daha onlar bunu anlatmadan önce vargıda bulunmakla suçlanmamak için, bundan sonra bu iki genel önermenin çocukların anlıklarını ilk yakalayan gerçeklikler olmadıklarını, ne de tüm kazanılmış ve raslantısal kavramlara önsel olmadıklarını söylüyorum: ki, eğer doğuştan olmuş olsalardı, zorunlu olarak önsel olmaları gerekirdi. Bunu belirleyebilsek de belirleyemesek de, hiç kuşkusuz çocukların düşünmeye başladıkları ve söz ve eylemlerinin bize düşündükleri konusunda güvence verdiği bir zaman vardır. Öyleyse düşünceye, bilgiye, onaylamaya yetenekli oldukları zaman, doğanın basmış olduğu o kavramların — eğer böyle şeyler olmuş olsaydı — bilgisizi oldukları ussal olarak düşünülebilir mi? Herhangi bir ussallık görünüşü ile, onların izlenimleri dışarıdaki şeylerden algıladıkları, ve aynı zamanda doğanın kendisinin içeriye basmayı üstlenmiş olduğu o imlerin bilgisizi oldukları imgelenebilir mi? Raslantısal kavramları kazanıp onaylayabilirler mi, ve varlıkların asıl ilkelerine örülmüş ve orada silinmez imlerle basılmış kavramların tüm kazanılmış bilgilerinin ve gelecek uslamlamalarının temeli olduklarının bilgisizi olabilirler mi? Bu doğanın hiçbir amaç olmaksızın sıkıntılara girdiğini, ya da en azından çok kötü yazdığını düşünmek olacaktır; çünkü onun imleri başka şeyleri çok iyi gören gözler tarafından okunamayacaktır: Ve ilk bilinmeyen, ve onlarsız başka birçok şeyin kuşkusuz bilgisinin edinilebileceği şeylerin gerçekliğin en açık bölümleri ve tüm bilgimizin temelleri sayılması çok uygunsuzdur. Çocuk hiç kuşkusuz onu besleyen bakıcının ne oynadığı kedi ne de korktuğu cadı olmadığını, geri çevirdiği yer elmasının ya da hardalın istediği elma ya da şeker olmadığını bilir; buna pekinlikle ve kuşkusuzca inanır; ama bilgisinin bu ve başka bölümlerini ‘‘Aynı şey için olmak ve olmamak olanaksızdır’’ ilkesi dolayısıyla öylesine kararlı olarak onayladığını söylecek biri var mıdır? Ya da çocuğun henüz başka pekçok başka gerçekliği bildiğinin açık olduğu bir yaşta o önermeye ilişkin herhangi bir kavram ya da anlayışı olduğunu? Çocukların bu genel soyut kurgulara biberonları ve çıngırakları ile katıldıklarını söyleyecek olanın belki de haklı olarak görüşü için o yaştaki birinden daha büyük bir tutku ve ateş ama daha az içtenlik ve gerçeklik taşıdığı düşünülebilir.
25. These maxims not the first known. But that I may not be accused to argue from the thoughts of infants, which are unknown to us, and to conclude from what passes in their understandings before they express it, I say next that these two general propositions are not the truths that first possess the minds of children, nor are antecedent to all acquired and adventitious notions; which, if they were innate, they must needs be. Whether we can determine it or no, it matters not, there is certainly a time when children begin to think, and their words and actions do assure us that they do so. When therefore they are capable of thought, of knowledge, of assent, can it rationally be supposed they can be ignorant of those notions that nature has imprinted, were there any such? Can it be imagined, with any appearance of reason, that they perceive the impressions from things without, and be at the same time ignorant of those characters which nature itself has taken care to stamp within? Can they receive and assent to adventitious notions, and be ignorant of those which are supposed woven into the very principles of their being, and imprinted there in indelible characters, to be the foundation and guide of all their acquired knowledge and future reasonings? This would be to make nature take pain to no purpose; or at least to write very ill; since its characters could not be read by those eyes which saw other things very well: and those are very ill supposed the clearest parts of truth, and the foundations of all our knowledge, which are not first known, and without which the undoubted knowledge of several other things may be had. The child certainly knows, that the nurse that feeds it is neither the cat it plays with, nor the blackmoor it is afraid of: that the wormseed or mustard it refuses, is not the apple or sugar it cries for: this it is certainly and undoubtedly assured of: but will any one say, it is by virtue of this principle, ‘‘That it is impossible for the same things to be and not to be,’’ that it so firmly assents to these and other parts of its knowledge? Or that the child has any notion or apprehension of that proposition at an age, wherein yet, it is plain, it knows a great many other truths? He that will say, children join in these general abstract speculations with their sucking bottles and their rattles, may perhaps, with justice, be thought to have more passion and zeal for his opinion, but less sincerity and truth, than one of that age.
26. Ve böylece doğuştan değildirler. Öyleyse daha genel ve soyut düşüncelerin ve onları temsil eden adların kullanımına erişmiş yetişkin insanlara önerilir önerilmez sürekli ve hazır onay ile karşılaşan pekçok genel önerme olsa da, gene de bunlar herşeye karşın başka şeyleri bilen o narin yıllarda bulunmadıkları için, anlıklı kişilerin evrensel onayları üzerinde hak ileri süremezler, ve böyece hiçbir biçimde doğuştan sayılamazlar; çünkü doğuştan olan herhangi bir gerçekliğin (eğer böyle birşey olmuş olsaydı) en azından başka birşeyi bilen biri için bilinemez olması olanaksızdır. Çünkü, eğer bunlar doğuştan gerçeklikler iseler, doğuştan düşünceler olmalıdırlar, çünkü anlıkta üzerine hiçbir zaman düşünülmemiş birşey bir gerçeklik değildir. Böylelikle açıktır ki, eğer doğuştan gerçeklikler varsa, bunlar zorunlu olarak üzerine düşünülen ilk düşünce, görünen ilk düşünce olmalıdırlar.
26. And so not innate. Though therefore there be several general propositions that meet with constant and ready assent, as soon as proposed to men grown up, who have attained the use of more general and abstract ideas, and names standing for them; yet they not being to be found in those of tender years, who nevertheless know other things, they cannot pretend to universal assent of intelligent persons, and so by no means can be supposed innate; — it being impossible that any truth which is innate (if there were any such) should be unknown, at least to any one who knows anything else. Since if they are innate truths, they must be innate thoughts: there being nothing a truth in the mind that it has never thought on. Whereby it is evident, if there be any innate truths, they must necessarily be the first of any thought on; the first that appear.
27. Doğuştan değildirler, çünkü doğuştan olanın kendini en açık gösterdiği yerde en az görünürler. Söylemlerini sürdürmekte olduğumuz genel düzgülerin çocuklar, budalalar ve insanlığın büyük bir bölümü tarafından bilinmemesini daha şimdiden yeterli olarak tanıtladık: Böylelikle açıktır ki bunlar için evrensel bir onay söz konusu değildir, ne de genel izlenimlerdirler. Ama onda doğuştan olmalarına karşı şu daha öte uslamlama vardır: Bu imler, eğer doğuştan ve kökensel izler olsalardı, henüz kendilerinde hiçbir ayak izlerini bulmadığımız kişilerde en ince ve en açık olarak görünürlerdi; ve bu benim görüşümde doğuştan olmadıkları konusunda güçlü bir önsanıdır, çünkü eğer doğuştan olsalardı kendilerini zorunlu olarak en büyük kuvvet ve dinçlik ile gösterecek oldukları kişilerde en az bilinirler. Çünkü çocuklar, budalalar, yabanıllar ve okur yazar olmayan insanlar tüm başkaları arasında alışkanlık tarafından ya da ödünç alınmış görüşler tarafından en az bozulmuş olanlar olduğu için, henüz öğrenim ve eğitim onların doğuştan düşüncelerini yeni kalıplara dökmediği için, ne de tepeden inme yabancı ve karmaşık öğretilerle doğanın oraya yazmış olduğu o ince imleri karıştırmadığı için, haklı olarak düşünülebilir ki, onların anlıklarında bu doğuştan kavramlar herkesin görüşüne oldukça açık olarak yatıyor olmalıdır, tıpkı çocukların düşüncelerinin kesinlikle yatıyor olması gibi. Pekala beklenebilir ki bu ilkeler doğal insanlar tarafından eksiksiz olarak biliniyor olmalıdır; ki ruh üzerine dolaysızca basılı oldukları için, (bu insanların sandıkları gibi,) bedenin yapı ya da örgenleri üzerine hiçbir bağımlılıkları olamaz, [ve] onlar ve ötekiler arasında kabul edilen biricik ayrım [budur]. Bu insanların ilkelerine göre, tüm bu doğuştan ışık ışınlarının (eğer böyle birşey olmuş olsaydı), hiçbir kısıtlamaları, hiçbir gizleme aygıtları olmayanlarda tam parlaklıkları içinde ışıyacakları, ve bizi orada oldukları konusunda hazzı sevmelerinden ve acıdan tiksinmelerinden daha fazla kuşku içinde bırakmayacakları düşünülecektir. Ama ne yazık ki, çocuklar, budalalar, yabanıllar ve kaba bilgisizler arasında bulunacak hangi genel düzgü vardır? Hangi evrensel bilgi ilkeleri? Bunların kavramları çok az ve dardır, yalnızca en çok ilgilendikleri ve duyuları üzerinde en sık ve en güçlü izlenimleri bırakmış olan nesnelerden ödünç alınmıştır. Bir çocuk bakıcısını ve beşiğini, ve derece derece biraz daha ileri yaşın oyuncaklarını bilir; ve genç bir yabanıl, belki de, kafasını kabilesinin tarzına göre sevgi ve avcılık ile doldurmuştur. Ama öğrenim görmemiş bir çocuktan, ya da ormanda yaşayan bir yabanıldan bu soyut düzgüleri ve ünlü bilimsel ilkeleri bekleyecek olan biri, korkarım, yanıldığını anlayacaktır. Bu tür genel önermelerden kızılderililerin kulübelerinde seyrek olarak söz edilir; çocukların düşüncelerinde bulunmaları ya da yabanılların anlıklarında herhangi bir izlerinin bulunması ise hiç söz konusu değildir. Bunlar o tür söyleşilere ya da ilme alışmış eğitimli uluslarda onların sık sık tartışmalara sahne olan okul ve akademilerinin dili ve işidir; çünkü bu düzgüler yapay uslamlamaya uygun ve kanı için yararlıdırlar, ama gerçekliğin bulunuşuna ya da bilginin ilerlemesine pek katkıları olmaz. Ama bilginin gelişimi için küçük ölçüde yararlarından genel olarak daha sonra [Bölüm] IV, vii’de söz edeceğim.
27. Not innate, because they appear least where what is innate shows itself clearest. That the general maxims we are discoursing of are not known to children, idiots, and a great part of mankind, we have already sufficiently proved: whereby it is evident they have not an universal assent, nor are general impressions. But there is this further argument in it against their being innate: that these characters, if they were native and original impressions, should appear fairest and clearest in those persons in whom yet we find no footsteps of them; and it is, in my opinion, a strong presumption that they are not innate, since they are least known to those in whom, if they were innate, they must needs exert themselves with most force and vigour. For children, idiots, savages, and illiterate people, being of all others the least corrupted by custom, or borrowed opinions; learning and education having not cast their native thoughts into new moulds; nor by superinducing foreign and studied doctrines, confounded those fair characters nature had written there; one might reasonably imagine that in the their minds these innate notions should lie open fairly to every one’s view, as it is certain the thoughts of children do. It might very well be expected that these principles should be perfectly known to naturals; which being stamped immediately on the soul, (as these men suppose,) can have no dependence on the constitution or organs of the body, the only confessed difference between them and others. One would think, according to these men’s principles, that all these native beams of light (were there any such) should, in those who have no reserves, no arts of concealment, shine out in their full lustre, and leave us in no more doubt of their being there, than we are of their love of pleasure and abhorrence of pain. But alas, amongst children, idiots, savages, and the grossly illiterate, what general maxims are to be found? What universal principles of knowledge? Their notions are few and narrow, borrowed only from those objects they have had most to do with, and which have made upon their senses the frequentest and strongest impressions. A child knows his nurse and his cradle, and by degrees the playthings of a little more advanced age; and a young savage has, perhaps, his head filled with love and hunting, according to the fashion of his tribe. But he that from a child untaught, or a wild inhabitant of the woods, will expect these abstract maxims and reputed principles of science, will, I fear, find himself mistaken. Such kind of general propositions are seldom mentioned in the huts of Indians; much less are they to be found in the thoughts of children, or any impressions of them on the minds of naturals. They are the language and business of the schools and academies of learned nations, accustomed to that sort of conversation or learning, where disputes are frequent; these maxims being suited to artificial argumentation and useful for conviction, but not much conducing to the discovery of truth or advancement of knowledge. But of their small use for the improvement of knowledge I shall have occasion to speak more at large [1. 4, c. 7].
28. Toparlama. Bunun belgitleme ustalarına nasıl saçma görünebileceğini biliyorum. Ve büyük bir olasılıkla ilk işitmede herhangi biri tarafından pek kabul edilmeyecektir. Bu nedenle, bu Söylemin gidişinde söylediklerim anlaşılıncaya dek, önyargılar karşısında küçük bir ateşkes istemek, ve kınamalardan kaçınılmasını dilemek zorundayım, çünkü kendim daha sağlam yargılara boyun eğme konusunda çok istekliyim. Ve yansız olarak gerçeklik arayışında olduğum için, kendi kavramlarıma aşırı düşkünlük gösterdiğime inandırılmaktan üzüntü duymayacağım; ama itiraf ederim ki, uygulama ve inceleme kafalarımızı onlarla ısıttığı zaman, böyle bir durum hepimiz için üzüntü verici olacaktır.
Sorunun bütünü üzerine, bu iki kurgul Düzgünün doğuştan olduğunu düşünmek için herhangi bir zemin göremiyorum: Çünkü onlara evrensel olarak onay verilmez; ve öylesine genel olarak buldukları onay doğuştan oldukları kabul edilmeyen çeşitli önermelerin eşit olarak onlarla paylaştıklarından başka birşey değildir; çünkü onlara verilen onay bir başka yolda üretilir, ve aşağıdaki Söylemde ortaya çıkacağından kuşku duymadığı gibi, doğal yazıttan gelmez. Ve eğer bilginin ve bilimin bu ‘‘ilk ilkelerinin’’ doğuştan olmadığı bulunacak olursa, başka hiçbir kurgul düzgü (sanırım) daha iyi bir hakla böyle olduğunu ileri süremeyecektir.
28. Recapitulation. I know not how absurd this may seem to the masters of demonstration. And probably it will hardly go down with anybody at first hearing. I must therefore beg a little truce with prejudice, and the forbearance of censure, till I have been heard out in the sequel of this Discourse, being very willing to submit to better judgments. And since I impartially search after truth, I shall not be sorry to be convinced, that I have been too fond of my own notions; which I confess we are all apt to be, when application and study have warmed our heads with them.
Upon the whole matter, I cannot see any ground to think these two speculative Maxims innate: since they are not universally assented to; and the assent they so generally find is no other than what several propositions, not allowed to be innate, equally partake in with them: and since the assent that is given them is produced another way, and comes not from natural inscription, as I doubt not but to make appear in the following Discourse. And if these ‘‘first principles’’ of knowledge and science are found not to be innate, no other speculative maxims can (I suppose), with better right pretend to be so.
KİTAP I SONU.
 
John Locke (1632-1704)
İinsan Anlağı Üzerine Bir Deneme
KİTAP II.
Düşünceler
Bölüm I
GENEL OLARAK DÜŞÜNCELER VE KÖKENLERİ
John Locke
An Essay Concerning Human Understanding
BOOK II.
Of Ideas
Chapter I
OF IDEAS IN GENERAL,
AND THEIR ORIGINAL
1. Düşünce düşünmenin nesnesidir. Her insan düşündüğünün, düşünürken kendilerine anlığının uygulandığı şeylerin orada olan düşünceler olduğunun bilincinde olduğu için, insanların anlıklarında beyazlık, sertlik, tatlılık, düşünme, devim, insan, fil, ordu, sarhoşluk, ve başkaları gibi sözcükler tarafından anlatılan çeşitli düşünceler taşıdıkları kuşkunun ötesindedir; ve böylece sorulacak ilk soru şudur: İnsan onları nasıl elde eder?
İnsanların daha ilk varlıklarında doğuştan düşünceler ve anlıkları üzerine basılı kökensel imler taşıdıklarının kabul edilen bir öğreti olduğunu biliyorum. Bu görüşü daha önce genel olarak irdeledim; ve, anlağın taşıdığı tüm düşünceleri nereden alabildiğini, ve bunların hangi yollar ve derecelerle anlığa girebildiklerini gösterdiğim zaman, önceki Kitapta söylediklerimin çok daha kolay kabul edileceğini sanıyorum; bunun için herkesin kendi gözlem ve deneyimine başvuracağım.
1. Idea is the object of thinking. Every man being conscious to himself that he thinks, and that which his mind is applied about whilst thinking being the ideas that are there, it is past doubt that men have in their minds several ideas, such as are those expressed by the words whiteness, hardness, sweetness, thinking motion, man elephant, army, drunkenness, and others: it is in the first place then to be inquired, How he comes by them?
I know it is a received doctrine that men have native ideas, and original characters stamped upon their minds in their very first being. This opinion I have at large examined already; and, I suppose what I have said in the foregoing Book will be much more easily admitted, when I have shown whence the understanding may get all the ideas it has, and by what ways and degrees they may come into the mind; — for which I shall appeal to everyone’s own observation and experience.

2. Tüm düşünceler duyumdan ya da derin düşünmeden gelir. O zaman anlığı, dediğimiz gibi, tüm imlerden ve tüm düşüncelerden yoksun beyaz kağıt olarak kabul edelim: — Nasıl olur da donatılır? İnsanın meşgul ve sınırsız düşleminin hemen hemen sonsuz bir türlülükle onun üzerine boyadığı o engin depoyu nereden elde eder? Us ve bilginin tüm gerecini nereden alır? Buna, tek bir sözcükle, DENEYİMden yanıtını veriyorum. Tüm bilgimiz onda temellenmiştir, ve en sonunda kendini ondan türetir. Ya dışsal duyulur nesneler çevresinde, ya da anlığımızın kendimiz tarafından algılanan ve üzerine düşünülen içsel işlemleri çevresinde kullanılan gözlemimiz, anlağımıza tüm düşünme gerecini sağlayan şeydir. Bu ikisi taşıdığımız ya da doğallıkla taşıyabileceğimiz tüm düşüncelere kaynak olan bilgi pınarlarıdır.
2. All ideas come from sensation or reflection. Let us then suppose the mind to be, as we say, white paper, void of all characters, without any ideas; how comes it to be furnished? Whence comes it by that vast store which the busy and boundless fancy of man has painted on it with an almost endless variety? Whence has it all the materials of reason and knowledge? To this I answer, in one word, from EXPERIENCE. In that all our knowledge is founded, and from that it ultimately derives itself. Our observation employed either, about external sensible objects, or about the internal operations of our minds perceived and reflected on by ourselves, is that which supplies our understandings with all the materials of thinking. These two are the fountains of knowledge, from whence all the ideas we have, or can naturally have, do spring.
3. Düşüncelerin bir kaynağı duyum nesneleridir. İlk olarak, tikel duyulur nesneler ile tanışık Duyularımız, o nesnelerin onları etkiledikleri çeşitli yollara göre, anlığa şeylerin çok çeşitli algılarını iletirler. Ve böylece sarı, beyaz, sıcak, soğuk, yumuşak, sert, acı, tatlı ve duyulur nitelikler dediğimiz herşey için taşıdığımız düşünceleri elde ederiz; ve duyular bunları anlığa iletir derken demek istediğim duyuların dışsal nesnelerden anlığa orada o algıları üretenleri ilettikleridir. Taşıdığımız düşüncelerin çoğunun bu büyük kaynağına, bu düşünceler bütünüyle duyularımız üzerine dayandığından, ve duyular tarafından anlık için türetildiklerinden, DUYUM diyorum. 3. The objects of sensation one source of ideas. First, our Senses, conversant about particular sensible objects, do convey into the mind several distinct perceptions of things, according to those various ways wherein those objects do affect them. And thus we come by those ideas we have of yellow, white, heat, cold, soft, hard, bitter, sweet, and all those which we call sensible qualities; which when I say the senses convey into the mind, I mean, they from external objects convey into the mind what produces there those perceptions. This great source of most of the ideas we have, depending wholly upon our senses, and derived by them to the understanding, I call SENSATION.
4. Düşüncelerin öteki kaynağı anlığımızın işlemleridir. İkinci olarak, deneyimin anlağı düşüncelerle donatmasını sağlayan öteki pınar, taşıdığı düşünceler çevresinde kullanılırken, kendi anlığımızın içimizdeki işlemlerinin algısıdır; ve bu işlemler, ruh derin düşünme ve irdeleme [edimine] başladığı zaman, anlağı dışarıdaki şeylerden almış olamayacağı bir başka düşünceler kümesi ile donatırlar. Ve algılama, düşünme, kuşkulanma, inanma, uslamlama, bilme, isteme ve kendi anlıklarımızın tüm değişik edimleri bu türdendir; — ve onların bilincinde olmakla, ve onları kendi içimizde gözlemekle, bunlardan anlağımıza tıpkı duyularımızı etkileyen cisimlerden olduğu denli değişik düşünceler kazanırız. Düşüncelerin bu kaynağını her insan bütünüyle kendi içinde taşır; ve dışsal nesneler ile hiçbir ilgisi olmadığı için duyu olmamasına karşın, gene de ona çok benzer, ve yeterince uygun bir deyimle içsel duyu olarak adlandırılabilir. Ama ötekini DUYUM olarak adlandırdığım için, buna DERİN DÜŞÜNME diyorum ki, sağladığı düşünceler ancak anlığın kendi içersinde kendi işlemleri üzerine düşünerek edinebileceği türdedir. O zaman bu söylemin izleyen bölümünde ‘derin düşünme’ ile demek istediğim şey anlığın kendi işlemlerini ayrımsaması ve bunların kipidir, öyle ki bunlar dolayısıyla anlakta bu işlemlerin düşünceleri ortaya çıkar. Bu ikisi, e.d. DUYUM nesneleri olarak dışsal özdeksel şeyler ve DERİN DÜŞÜNME nesneleri olarak içerde kendi anlığımızın işlemleri, benim için tüm düşüncelerimizin kendilerinden başladıkları biricik kökensellerdir. İşlemler terimini burada geniş bir anlamda, yalnızca anlığın kendi düşünceleri çevresindeki eylemlerini değil, ama zaman zaman onlardan doğan belli tutku türlerini de kapsamak üzere kullanıyorum, örneğin herhangi bir düşünme ediminden doğan doyum ya da rahatsızlık gibi. 4. The operations of our minds, the other source of them. Secondly, the other fountain from which experience furnisheth the understanding with ideas is the perception of the operations of our own mind within us, as it is employed about the ideas it has got; which operations, when the soul comes to reflect on and consider, do furnish the understanding with another set of ideas, which could not be had from things without. And such are perception, thinking, doubting, believing, reasoning, knowing, willing, and all the different actings of our own minds; — which we being conscious of, and observing in ourselves, do from these receive into our understandings as distinct ideas as we do from bodies affecting our senses. This source of ideas every man has wholly in himself; and though it be not sense, as having nothing to do with external objects, yet it is very like it, and might properly enough be called internal sense. But as I call the other SENSATION, so I call this the REFLECTION, the ideas it affords being such only as the mind gets by reflecting on its own operations within itself. By reflection then, in the following part of this discourse, I would be understood to mean that notice which the mind takes of its own operations, and the manner of them, by reason whereof there come to be ideas of these operations in the understanding. These two, I say, viz. external material things, as the objects of SENSATION, and the operations of our own minds within, as the objects of REFLECTION, are to me the only originals from whence all our ideas takes their beginnings. The term operations here I use in a large sense, as comprehending not barely the actions of the mind about its ideas, but some sort of passions arising sometimes from them, such as is the satisfaction or uneasiness arising from any thought.
5. Tüm düşüncelerimiz bunlardan birinin ya da ötekinindir. Anlak bana bu ikisinin birinden kazanmadığı hiçbir düşüncenin en küçük bir ışıltısını taşımıyor olarak görünüyor. Dışsal nesneler anlığı duyulur niteliklerin düşünceleri ile donatır, ki bunlar onların bizde ürettikleri tüm o değişik algılardır; ve anlık anlağı kendi işlemlerinin düşünceleri ile donatır.
Tam bir incelemelerini yaptığımız zaman bunların, ve çeşitli kip, bileşim ve ilişkilerinin bütün düşünceler depomuzun tümünü kapsadığını, ve anlığımızda bu iki yoldan birinden gelmemiş hiçbirşey taşımadığımızı bulacağız. Biri kendi düşüncelerini yoklasın ve anlağını baştan sona araştırsın; ve sonra bana orada taşıdığı kökensel düşüncelerin tümünün duyularının nesnelerinin düşüncelerinden ve derin düşünmesinin nesneleri olarak görülen anlıksal işlemlerinin düşüncelerinden başkaları olup olmadığını söylesin. Ve orada ne denli büyük bir bilgi kütlesinin yerleştiğini imgelerse imgelesin, sağın bir gözlem üzerine, anlığında bu ikisinden birinin yerleştirmiş olduklarından başka hiçbir düşüncesinin olmadığını görecektir; — gerçi belki de, daha sonra göreceğimiz gibi, anlak tarafından bileştirilen ve büyütülen sonsuz türlülük ile olsa da.
5. All our ideas are of the one or the other of these. The understanding seems to me not to have the least glimmering of any ideas which it doth not receive from one of these two. External objects furnish the mind with the ideas of sensible qualities, which are all those different perceptions they produce in us; and the mind furnishes the understanding with ideas of its own operations.
These, when we have taken a full survey of them, and their several modes, combinations, and relations, we shall find to contain all our whole stock of ideas; and that we have nothing in our minds which did not come in one of these two ways. Let any one examine his own thoughts, and thoroughly search into his understanding; and then let him tell me, whether all the original ideas he has there, are any other than of the objects of his senses, or of the operations of his mind, considered as objects of his reflection. And how great a mass of knowledge soever he imagines to be lodged there, he will, upon taking a strict view, see that he has not any idea in his mind but what one of these two have imprinted; — though perhaps, with infinite variety compounded and enlarged by the understanding, as we shall see hereafter.
6. Çocuklarda gözlenebilir. Bir çocuğun durumunu dünyaya ilk gelişinde dikkatle irdeleyen biri onda gelecekteki bilgisinin gereci olacak bir düşünceler çokluğunun depolandığını düşünmek için çok az neden bulacaktır. Çocuk derece derece onlarla donatılmaya başlar. Ve gerçi açık ve tanıdık niteliklerin düşünceleri bellek zaman ve düzenin bir kaydını tutmaya başlamadan önce kendi izlerini bıraksalar da, gene de kimi alışılmadık niteliklerin önümüze çıkması çoğu kez öylesine geç olur ki, onlarla tanışıklıklarının başlangıcını anımsayamayacak çok az insan vardır. Ve eğer yapmaya değer olsaydı, hiç kuşkusuz bir çocuk büyüyüp yetişkin bir insan oluncaya dek sıradan düşüncelerin bile ancak çok azını taşıyacak bir yolda yetiştirilebilirdi. Ama dünyaya gelenlerin tümü de onları sürekli olarak ve çeşitli yollarda etkileyen cisimler ile kuşatılı olduğu için, düşünceler türlülüğü, ona dikkat edilsin ya da edilmesin, çocukların anlıkları üzerinde iz bırakır. Göz ancak açıkken, her yerde ışık ve renkler iş başındadır; seslerin ve kimi dokunulabilir niteliklerin onlara ait duyuları uyarmamaları ve anlığa bir girişi zorlamamaları söz konusu değildir; — ama gene de, sanırım kolayca kabul edilecektir ki, eğer bir çocuk yetişkin biri oluncaya dek hiçbir zaman siyah ve beyazdan başka herhangi birşeyi göremediği bir yerde tutulmuş olsaydı, kırmızı ya da yeşilin hiçbir düşüncesini taşımazdı, tıpkı çocukluğundan bu yana hiçbir zaman bir istiridye ya da bir ananas tatmamış birinin bu tikel lezzetleri tanımayacak olması gibi.
6. Observable in children. He that attentively considered the state of a child, at his first coming into the world, will have little reason to think him stored with plenty of ideas, that are to be the matter of his future knowledge. It is by degrees he comes to be furnished with them. And though the ideas of obvious and familiar qualities imprint themselves before the memory begins to keep a register of time or order, yet it is often so late before some unusual qualities come in the way, that there are few men that cannot recollect the beginning of their acquaintance with them. And if it were worth while, no doubt a child might be so ordered as to have but a very few, even of the ordinary ideas, till he were grown up to a man. But all that are born into the world, being surrounded with bodies that perpetually and diversely affect them, variety of ideas, whether care be taken about it or no, are imprinted on the minds of children. Light and colours are busy at hand everywhere, when the eye is but open; sounds and some tangible qualities fail not to solicit their proper senses, and force an entrance to the mind; — but yet, I think, it will be granted easily that, if a child were kept in a place where he never saw any other but black and white till he were a man, he would have no more ideas of scarlet or green, than he that from his childhood never tasted an oyster, or a pine apple, has of those particular relishes.
7. İnsanlar tanışık oldukları değişik nesnelere göre, bunlarla değişik olarak donatılıdır. İnsanlar, o zaman, tanışık oldukları nesnelerin daha büyük ya da daha küçük bir türlülük sunmasına göre dışardan, ve anlıklarının işlemleri üzerine daha az ya da daha çok düşünmelerine göre içerden, daha az ya da daha çok yalın düşünce ile donatılmaya başlar. Çünkü, anlığının işlemlerini düşünen biri onların yalın ve açık düşüncelerini elde etse de, gene de düşüncelerini o yola çevirmedikçe, ve onları dikkatle irdelemedikçe, anlığının işlemlerinin tümünün ve orada gözlenebilecek herşeyin açık ve seçik düşüncelerini taşımayacaktır, tıpkı gözlerini herhangi bir manzaranın ya da bir saatin parçalarının ve devimlerinin tümüne çevrirmeyecek ve parçalarının tümünü dikkatle gözlemeyecek birinin onların tikel düşüncelerinin tümünü taşımayacak olması gibi. Resim ya da saat öyle yerleştirilmiş olabilir ki, her gün yoluna çıkabilirler; ama gene de kendini dikkatle onları her tikel noktada irdelemeye verinceye dek onları oluşturan parçaların tümünün ancak karışık bir düşüncesini taşıyacaktır.
7. Men are differently furnished with these, according to the different objects they converse with. Men then come to be furnished with fewer or more simple ideas from without, according as the objects they converse with afford greater or less variety; and from the operations of their minds within, according as they more or less reflect on them. For, though he that contemplates the operations of his mind cannot but have plain and clear ideas of them; yet, unless he turn his thoughts that way, and considers them attentively, he will no more have clear and distinct ideas of all the operations of his mind, and all that may be observed therein, than he will have all the particular ideas of any landscape, or of the parts and motions of a clock, who will not turn his eyes to it, and with attention heed all the parts of it. The picture, or clock may be so placed, that they may come in his way every day; but yet he will have but a confused idea of all the parts they are made up of, till he applies himself with attention, to consider them each in particular.
8. Derin düşünme düşünceleri daha geç [gelir], çünkü dikkate gereksinirler. Ve bundan çocukların çoğunun kendi anlıklarının işlemlerinin düşüncelerini oldukça geç kazanmalarının, ve kimilerinin tüm yaşamları boyunca onların en büyük bölümüne ilişkin çok açık ya da eksiksiz hiçbir düşüncelerinin olmamasının nedenini görürüz. Çünkü, sürekli olarak oraya geçmelerine karşın, gene de, tıpkı boşlukta yüzen imgeler gibi, anlıkta açık, seçik, kalıcı düşünceler bırakacak denli derin izler oluşturmazlar, ta ki anlak içeriye kendi üzerine dönünceye ve kendi işlemleri üzerinde düşününceye ve onları kendi düşünmesinin nesnesi yapıncaya dek. İlk yıllar genellikle dışarıya bakış için kullanılır ve oraya çevrilir. İnsanların bunlardaki işi dışarıda bulunacak olanla tanışıklık kurmaktır; ve dış duyumlara sürekli bir dikkat içinde büyüdükleri için, olgun yıllarına gelinceye dek kendi içlerinde geçenler üzerinde seyrek olarak dikkate değer bir yolda düşünürler, ve kimileri ise böyle birşeyi hemen hemen hiç yapmaz.
8. Ideas of reflection later, because they need attention. And hence we see the reason why it is pretty late before most children get ideas of the operations of their own minds; and some have not any very clear or perfect ideas of the greatest part of them all their lives. Because, though they pass there continually, yet, like floating visions, they make not deep impressions enough to leave in the mind clear, distinct, lasting ideas, till the understanding turns inward upon itself, reflects on its own operations, and makes them the object of its own contemplation. The first years are usually employed and diverted in looking abroad. Men’s business in them is to acquaint themselves with what is to be found without; and so growing up in a constant attention to outward sensations, seldom make any considerable reflection on what passes within them, till they come to be of riper years; and some scarce ever at all.
9. Ruh algılamaya başladığı zaman düşünceler taşımaya başlar. Bir insanın ilkin ne zaman herhangi bir düşünce taşıdığını sormak ne zaman algılamaya başladığını sormaktır; — çünkü düşüncelere ve algıya iye olmak aynı şeydir. Ruhun her zaman düşündüğü, ve varolduğu sürece kendi içinde sürekli olarak düşüncelerin edimsel algısını taşıdığı, ve edimsel düşünmenin ruhtan tıpkı edimsel uzamın cisimden ayrılmayacağı gibi ayrılamaz olduğu görüşünü biliyorum; ki eğer doğruysa, bir insanın düşüncelerinin başlangıcını araştırmak ruhunun başlangıcını araştırmakla aynıdır. Çünkü, bu açıklamayla, ruh ve düşünceleri, tıpkı cisim ve uzamı gibi, her ikisi de aynı zamanda varolmaya başlayacaktır.
9. The soul begins to have ideas when it begins to perceive. To ask at what time a man has first any ideas is to ask when he begins to perceive; — having ideas and perception, being the same thing. I know it is an opinion that the soul always thinks, and that it has the actual perception of ideas in itself constantly, as long as it exists; and that actual thinking is as inseparable from the soul as actual extension is from the body; which if true, to inquire after the beginning: of a man’s ideas is the same as to inquire after the beginning of his soul. For, by this account, soul and its ideas, as body and its extension, will begin to exist both at the same time.
10. Ruh her zaman düşünmez; çünkü bunun tanıtları yoktur. Ama ruhun ilk örgütlenme öğelerine ya da yaşamın bedendeki başlangıcına önsel olarak mı yoksa onunla zamandaş olarak mı yoksa ondan bir zaman sonra mı varolması gerektiğini bu konuda daha iyi düşünceleri olanların tartışmasına bırakıyorum. Ben her zaman düşünceleri düşündüğünü algılamayan o ruhlardan birini taşıdığımı itiraf ediyorum; ne de ruh için her zaman düşünmenin beden için her zaman devinmekten daha zorunlu olduğunu tasarlayabilirim: Düşüncelerin algısı (tasarladığım gibi) ruh için ne ise, devim beden için odur — onun özü değil ama işlemlerinden biri. Ve öyleyse, gerçi düşünmenin hiçbir zaman ruhun asıl eylemi olması gerekli olmasa da, gene de her zaman düşünmekte, her zaman eylemde olduğunu kabul etmek zorunlu değildir. Bu, belki de, şeylerin ‘‘hiçbir zaman uyuklamayan ya da uyumayan’’ sonsuz Yaratıcısının ve Saklayıcısının ayrıcalığıdır; ama herhangi bir sonlu varlığa, hiç olmazsa insanın ruhuna uygun değildir. Deneyim yoluyla pekinlikle biliriz ki, kimi zaman düşünürüz; ve buradan şu yanılmaz vargıyı çıkarırız: Bizde düşünme gücü olan birşey vardır. Ama o tözün sürekli olarak düşünüp düşünmediğine gelince, buna deneyimin bizi bilgilendirdiğinden daha öte inanamayız. Çünkü edimsel düşünmenin ruha özsel ve ondan ayrılamaz olduğunu söylemek sorgulanan noktayı geçiştirmektir, onu us yoluyla tanıtlamak değil; — ki, eğer kendiliğinden açık bir önerme değilse, yapılması zorunludur. Ama ‘‘Ruh her zaman düşünür’’ önermesinin ilk işitmede herkesin onayladığı kendiliğinden açık bir önerme olup olmadığını insanlığın kararına bırakıyorum. Dün bütün gece düşünüp düşünmediğimden kuşku duyulabilir. Soru bir olgu sorunu konusunda olduğu için, tartışılan şeyin kendisi olan bir önsavın onun için bir tanıt olarak getirilmesini ister; ki bu yolla herşey tanıtlanabilir, ve bu tüm saatlerin, denge tekeri vurdukça, düşündüklerini sanmaktan başka birşey değildir, ve saatimin bütün gece düşündüğü yeterli olarak tanıtlanmıştır ve kuşkunun ötesindedir. Ama kendini aldatmak istemeyen kişi önsavını olgu sorunu üzerine kurmalı, ve onu duyusal deneyim yoluyla çıkarmalıdır, bu önsav nedeniyle, eş deyişle öyle olduğunu sandığı için, olgu sorunu üzerine varsaymamalıdır; ki bu tanıtlama yolu zorunlu olarak dün bütün gece düşünmüş olmam gerektiğine varır, çünkü bir başkası her zaman düşündüğümü kabul eder, gerçi kendim her zaman bunu yaptığımı algılayamamasam da.
Ama kendi görüşlerine sevdalı insanlar yalnızca sorgulanmakta olanı varsaymakla kalmazlar, ama yanlış olgu sorununu ileri sürerler. Başka türlü nasıl olur da biri bir şeyin uykuda onu duyumsamadığımız için yok olduğunu benim bir çıkarsamam olarak ileri sürebilir? Bir insan uykusunda ruhu duyumsamadığı için onda bir ruh olmadığını söylemiyorum; ama ister uykuda ister uyanık olsun, ruhu duyumsamaksızın hiçbir zaman düşünemeyeceğini söylüyorum. Onu duyumsayabilmemiz düşüncelerimizden başka hiçbirşey için zorunlu değildir; ve düşündüğümüzün bilincinde olmaksızın düşünebilineceye dek, onlar için zorunludur ve her zaman zorunlu olacaktır.
10. The soul thinks not always; for this wants proofs. But whether the soul be supposed to exist antecedent to, or coeval with, or some time after the first rudiments of organization, or the beginnings of life in the body, I leave to be disputed by those who have better thought of that matter. I confess myself to have one of those dull souls, that doth not perceive itself always to contemplate ideas; nor can conceive it any more necessary for the soul always to think, than for the body always to move: the perception of ideas king (as I conceive) to the soul, what motion is to the body, not its essence, but one of its operations. And therefore, thought thinking be supposed never so much the proper action of the soul, yet it is not necessary to suppose that it should be always thinking, always in action. That, perhaps, is the privilege of the infinite Author and Preserver of all things, who ‘‘never slumbers to sleeps;’’ but is not competent to any finite being, at least not to the soul of man. We know certainly, by experience, that we sometimes think; and thence draw this infallible consequence, — that there is something in us that has a power to think. But whether that substance perpetually thinks or no, we can be no further assured than experience informs us. For, to say that actual thinking is essential to the soul, and inseparable from it, is to beg what is in question, and not to prove it by reason; — which is necessary to be done, if it be not a self evident proposition. But whether this, ‘‘That the soul always thinks,’’ be a self evident proposition, that every body assents to at first hearing, I appeal to mankind. It is doubted whether I thought all last night or no. The question being about a matter of fact, it is begging it to bring, as a proof for it, an hypothesis, which is the very thing in dispute: by which way one may prove anything, and it is but supposing that all wathches, whilst the balance beats, think, and it is sufficiently proved, and past doubt, that my watch thought all night. But he that would not deceive himself, ought to build his hypothesis on matter of fact, and make it out by sensible experience, and not presume on matter of fact, because of this hypothesis, that is, because he supposes it to be so; which way of proving amounts to this, that I must necessarily think all last night, because another supposes I always think, though I myself cannot perceive that I always do so.
But men in love with their opinions may not only suppose what is in question, but allege wrong matter of fact. How else could any one make it an inference of mine, that a thing is not, because we are not sensible of it in our sleep? I do not say there is no soul in a man, because he is not sensible of it in his sleep; but I do say he cannot think at any time, waking or sleeping, without being sensible of it. Our being sensible of it is not necessary to anything but to our thoughts; and to them it is, and to them it will always be necessary, till we can think without being conscious of it.
11. Her zaman bilincinde değildir. Ruhun uyanık bir insanda hiçbir zaman düşünmeksizin olmadığını kabul ediyorum, çünkü düşünmek uyanık olmanın koşuludur. Ama düş görmeden uyumanın bütün insanın, bedenin olduğu gibi anlığın da, bir duygusu olup olmadığı uyanık bir insanın irdelemesine değebilir; çünkü herhangi birşeyin düşünmesini ve bunun bilincinde olmamasını tasarlamak güçtür. Eğer ruh uyuyan bir insanda düşündüğünün bilincinde olmaksızın düşünürse, böyle bir düşünme sırasında herhangi bir haz ya da acı duyup duymadığını, ya da mutluluk ya da mutsuzluğa duyarlı olup olmadığını sorarım. Olmadığından eminim, tıpkı üstünde yattığı yatağın ya da toprağın da olmadığı gibi. Çünkü bilincinde olmaksızın mutlu ya da mutsuz olmak bana bütünüyle tutarsız ve olanaksız görünür. Ya da eğer beden uykudayken ruhun düşünmesini, doyumlarını ve kaygılarını, haz ya da acılarını taşıyabilmesi olanaklı ise, — ve bu insanın bilincinde olmadıklarından ne de pay aldıklarından ayrı olarak böyleyse —, açıktır ki uyuyan Sokrates ve uyanık Sokrates aynı kişi değildir; ama uykuda olduğu zaman ruhu, ve uyanık olduğu zaman beden ve ruhtan oluşan insan Sokrates iki kişidir; çünkü uyanık Sokrates’in ruhunun uykudayken salt kendi başına yaşadığı ve ona ilişkin hiçbir algısının olmadığı o mutluluk ya da sefilliğine ilişkin hiçbir bilgisi ya da hiçbir kaygısı yoktur; tıpkı Hindistan’da tanımadığı bir insanın mutluluk ya da sefilliği için de olmaması gibi. Çünkü, eğer eylemlerimizin ve duyumlarımızın — özellikle haz ve acı duyumlarımızın — tüm bilincini ve ona eşlik eden kaygıyı bütünüyle uzaklaştıracak olursak, kişisel özdeşliğin nereye yerleştirileceğini bilmek güç olacaktır.
11. It is not always conscious of it. I grant that the soul, in a waking man, is never without thought, because it is the condition of being awake. But whether sleeping without dreaming be not an affection of the whole man, mind as well as body, may be worth a waking man’s consideration; it being hard to conceive that anything should think and not be conscious of it. If the soul doth think in a sleeping man without being conscious of it, I ask whether during such thinking it has any pleasure or pain, or be capable of happiness or misery? I am sure the man is not, no more than the bed or earth he lies on. For to be happy or miserable without being conscious of it seems to me utterly inconsistent and impossible. Or if it be possible that the soul can, whilst the body is sleeping, have its thinking, enjoyments, and concerns, its pleasures or pain, apart, which the man is not conscious of nor partakes in, — it is certain that Socrates asleep and Socrates awake is not the same person; but his soul when he sleeps, and Socrates the man, consisting of body and soul, when he is waking, are two persons: since waking Socrates has no knowledge of, or concernment for that happiness or misery of his soul, which it enjoys alone by itself whilst he sleeps, without perceiving anything of it; no more than he has for the happiness or misery of a man in the Indies, whom he knows not. For, if we take wholly away all consciousness of our actions and sensations, especially of pleasure and pain, and the concernment that accompanies it, it will be hard to know wherein to place personal identity.
12. Eğer uyuyan bir insan bilmeksizin düşünürse, uyuyan ve uyanık insan iki kişidir. Bu insanlar ruh derin uyku sırasında düşünür derler. Düşünür ve algılarken, hiç kuşkusuz başka algılar gibi haz ya da sıkıntı algılarına da yeteneklidir; ve zorunlu olarak kendi algılarının bilincinde olmalıdır. Ama tüm bunları ayrı ayrı taşır: Uyuyan insan, açıktır ki, tüm bunlara ilişkin hiçbirşeyin bilincinde değildir. O zaman varsayalım ki, Castor uyurken ruhu bedeninden çekilmiş olsun; ki burada ele aldığım insanlar için hiç de olanaksız bir sayıltı değildir, çünkü bunlar düşünen bir ruh olmaksızın tüm başka hayvanlar için yaşama izin verecek denli gevşektirler. Bu insanlar o zaman bedenin ruh olmaksızın yaşamasını olanaksız olarak ya da bir çelişki olarak yargılayamazlar; ne de ruhun beden olmaksızın sürmesini ve düşünmesini, ya da algı, giderek mutluluğun ya da sefilliğin algısını taşımasını. O zaman diyorum varsayalım ki Castor’un ruhu uykusu sırasında ayrı olarak düşünmek için bedeninden ayrılmış olsun. Ayrıca varsayalım ki, düşünme sahnesi olarak bir başka insanın, pekala bir ruh olmaksızın uyumakta olan Pollux’un bedeneni seçsin. Çünkü, eğer Castor’un ruhu Castor uykudayken Castor’un hiçbir zaman bilincinde olmadığı birşeyi düşünebilirse, düşünmek için hangi yeri seçtiğinin hiçbir önemi yoktur. O zaman burada aralarında tek bir ruh ile iki insanın bedenleri vardır, ve bu ruhun sırasıyla uyuduğunu ve uyandığını varsayacağız; ve henüz uyanık insanda düşünmekte olan ve uyuyan insanın hiçbir zaman bilincinde olmadığı ruh hiçbir zaman en küçük bir algı taşımaz. O zaman böylece aralarında birinde ötekinin hiçbir zaman bilincinde olmadığını ve kaygı duymadığını düşünen ve algılayan tek bir ruh ile Castor ve Pallux’un Castor ve Hercules gibi ya da Sokrates ve Platon gibi iki ayrı kişi olup olmadıklarını sorarım. Ve bunlardan birinin çok mutlu ve ötekinin çok sefil olup olmayabileceğini. Tam aynı nedenle, ruhu insanın bilincinde olmadığı şeyde ayrı olarak düşündürenler ruhu ve insanı iki kişi yaparlar. Çünkü sanırım hiç kimse kişilerin özdeşliğinin ruhun tam olarak aynı sayıda özdek parçacığına birleşmiş olmasından oluştuğunu düşünmeyecektir. Çünkü eğer bu özdeşlik için zorunlu olsaydı, bedenlerimizin parçacıklarının sürekli akışında herhangi bir insanın herhangi iki gün ya da iki kıpı boyunca aynı kişi olması olanaksız olurdu.
12. If a sleeping man thinks without knowing it, the sleeping and waking man are two person. The soul, during sound sleep, thinks, say these men. Whilst it thinks and perceives, it is capable certainly of those of those of delight or trouble, as well as any other perceptions; an it must necessarily be conscious of its own perceptions. But it has all this apart: the sleeping man, it is plain, is conscious of nothing of all this. Let us suppose, then, the soul of Castor, while he is sleeping, retired from his body; which is no impossible supposition for the men I have here to do with, who so liberally allow life, without a thinking soul, to all other animals. These men cannot then judge it impossible, or a contradiction, that the body should live without the soul; nor that the soul should subsist and think, or have perception, even perception of happiness or misery, without the body. Let us then, I say, suppose the soul of Castor separated during his sleep from his body, to think apart. Let us suppose, too, that it chooses for its scene of thinking the body of another man, v.g. Pollux, who is sleeping without a soul. For, if Castor’s soul can think, whilst Castor is asleep, what Castor is never conscious of, it is no matter what place it chooses to think in. We have here, then, the bodies of two men with only one soul between them, which we will suppose to sleep and wake by turns; and the soul still thinking in the waking man, whereof the sleeping man is never conscious, has never the least perception. I ask, then, whether Castor and Pollux, thus with only one soul between them, which thinks and perceives in one what the other is never conscious of, nor is concerned for, are not two as distinct persons as Castor and Hercules, or as Socrates and Plato were? And whether one of them might not be very happy, and the other very miserable? Just by the same reason, they make the soul and the man two persons, who make the soul think apart what the man is not conscious of. For, I suppose nobody will make identity of persons to consist in the soul’s being united to the very same numerical particles of matter. For if that be necessary to identity, it will be impossible, in that constant flux of the particles of our bodies, that any man should be the same person two days, or two moments, together.
13. Düş görmeden uyuyanlara düşündüklerini inandırmak olanaksızdır. Böylece, sanırım, her uyuşuk baş sallama ruhun her zaman düşünmekte olduğunu öğretenlerin öğretilerini sarsar. En azından her zaman düş görmeksizin uyuyanlar düşüncelerinin zaman zaman dört saat boyunca onların bunun bilincinde olmaksızın meşgul olduğuna hiçbir zaman inandırılamazlar; ve eğer edimin kendisinde yakalanır, o uykuda düşünmenin ortasında uyandırılırlarsa, bunun hiçbir yolda açıklayamazlar.
13. Impossible to convince those that sleep without dreaming, that they think. Thus, methinks, every drowsy nod shakes their doctrine, who teach that the soul is always thinking. Those, at least, who do at any time sleep without dreaming can never be convinced that their thoughts are sometimes for four hours busy without their knowing of it; and if they are taken in the very act, waked in the middle of that sleeping contemplation, can give no manner of account of it.
14. İnsanların anımsamaksızın düş gördükleri boşuna öne sürülür. Belki de denecektir ki — Ruh en derin uykuda bile düşünür, ama bellek bunu saklamaz. Uyuyan bir insandaki ruhun bu kıpıda düşünmekle uğraşmasını, ve sonraki bir kıpıda uyanık bir insanda tüm o düşüncelerin tek bir zerresini bile anımsamamasını ve anımsayamamasını tasarlamak çok güçtür, ve buna inanmak yalın bir önesürümden daha iyi bir tanıtı gerektirir. Çünkü doğrudan doğruya, yalnızca söylenmekle, kim insanların en büyük bölümünün tüm yaşamları sırasında her gün saatlerce birşeyi düşündüklerini, ve eğer kendilerine giderek bu düşüncelerin ortasında bile sorulacak olsa bunun üzerine hiçbirşey anımsayamadıkları birşey olduğunu imgeleyebilir? Pekçok insan, sanırım, uykularının büyük bir bölümünü düş görmeden geçirir. Bir zamanlar çok iyi bir eğitim almış ve kötü bir belleği olmayan bir insan tanırdım, ve o sıralar yeni yeni kurtulmaya başladığı bir ateşe tutulduğu yirmibeş ya da yirmi altı yaşlarına dek yaşamında hiç düş görmediğini söylemişti. Dünyanın bundan daha başka örnekler de sunduğunu sanıyorum: Hiç olmazsa herkesin tanıdıkları ona gecelerinin çoğunu düş görmeksizin geçirenlerin yeterli örneğini sunacaktır.
14. That men dream without remembering it, in vain urged. It will perhaps be said, — That the soul thinks even, in the soundest sleep, but the memory retains it not. That the soul in a sleeping man should be this moment busy a thinking, and the next moment in a waking man not remember nor be able to recollect one jot of all those thoughts, is very hard to be conceived, and would need some better proof than bare assertion to make it be believed. For who can without any more ado, but being barely told so, imagine that the greatest part of men do, during all their lives, for several hours every, day, think of something, which if they were asked, even in the middle of these thoughts, they could remember nothing at all of? Most men, I think, pass a great part of their sleep without dreaming. I once knew a man that was bred a scholar, and had no bad memory, who told me he had never dreamed in his life, till he had that fever he was then newly recovered of, which was about the five or six and twentieth year of his age. I suppose the world affords more such instances: at least every one’s acquaintance will furnish him with examples enough of such as pass most of their nights without dreaming.
15. Bu önsav üzerine, uyuyan bir insanın düşüncelerinin en ussal olması gerekir. Sık sık düşünmek, ve bunu hiçbir zaman bir kıpı için bile olsa anımsayamamak çok yararsız bir düşünme türüdür; ve böyle bir düşünme durumundaki ruh sürekli olarak bir imgeler ya da düşünceler türlülüğü alan ama hiç birini tutmayan bir aynanın durumunun üstüne çıkmak için hemen hemen hiçbirşey yapmaz; imgeler yitip giderler, ve geriye hiçbir izleri kalmaz; ayna hiçbir zaman böyle düşüncelere uygun değildir, ne ruh böyle düşüncelere. Belki de denecektir ki, uyuyan bir insanda düşünme sırasında bedenin gereçleri kullanılır ve bunlardan yararlanılır; ve düşüncelerin anısı beyin üzerinde bırakılan izler ve böyle düşünmeden sonra orada kalan izler tarafından tutulur; ama ruhun uyuyan bir insanda algılanmayan düşünmesinde orada ruh ayrı olarak düşünür, ve bedenin örgenlerinden hiç yararlanmayarak üzerinde hiçbir iz ve sonuçta böyle düşüncelerin hiçbir anısını bırakmaz. Yine bu sayıltıdan doğan iki ayrı kişi saçmalığının sözünü etmeksizin daha öte yanıtlıyorum ki, anlığın bedenin yardımı olmaksızın alabileceği ve irdeleyebileceği düşünceler ne olursa olsun, [bunları] bedenin yardımı olmaksızın da tutabileceği vargısını çıkarmak usauygundur; ya da ruh, ya da herhangi bir ayrı tin, düşünme yoluya hemen hemen hiçbir üstünlük kazanmayacaktır. Eğer kendi düşüncelerinin hiçbir anısını taşımıyorsa, eğer onları kendi kullanımı için ortaya çıkaramıyor ve gerektiğinde onları anımsayamıyorsa; eğer geçmiş olan üzerine düşünemiyor ve önceki deneyimlerinden, uslamlamalarından ve irdelemelerinden yararlanamıyorsa, hangi amaçla düşünür? Ruhu düşünen bir şey yapanlar, bu durumda, onu o kınadıkları insanların yaptığından çok daha soylu bir varlık yapmayacaklardır, çünkü ona özdeğin en ince parçalarından başka birşey olma izni vermezler. Toz üzerine çizilen imler rüzgarın ilk soluğuyla silinir; ya da bir atomlar yığını, ya da hayvan özsuları üzerine bırakılan izler bütünüyle ancak düşünmede yiten bir ruhun düşünceleri denli yararlıdır, ve özneyi ancak onlar denli soylu kılarlar — düşünceler ki, bir kez gözden uzaklaşınca, sonsuza dek yiterler ve arkalarında kendilerinin hiçbir anısını bırakmazlar. Doğa hiçbir zaman sıradan bir kullanım için ya da hiç kullanılmamak için eşsiz şeyler yapmaz: Ve sonsuz ölçüde bilge Yaratıcımızın böyle düşünme gücü denli hayranlık verici bir yetiyi, onun kendi kavranılamaz varlığının eşsizliğinin en yakınına gelen o yetiyi, en azından buradaki zamanının dörtte birini kendine ya da başkalarına yararlı olmaksızın ya da herhangi bir yolda yaratılışın başka herhangi bir parçasına yararlı olmaksızın sürekli olarak düşünecek denli boşuna ve yararsızca kullanılmak için yaratmış olduğunu düşünmek güçtür. Eğer onu yoklayacak olursak, sanırım evrende hiçbir yerde öylesine az yararlanılan ve böylece bütünüyle bir yana atılan küt ve duyusuz özdeğin devimini bulmayacağız.
15. Upon his hypothesis, the thoughts of a sleeping man ought to be most rational. To think often, and never to retain it so much as one moment, is a very useless sort of thinking; and the soul, in such a state of thinking, does very little, if at all, excel that of a looking glass, which constantly receives variety of images, or ideas, but retains none; they disappear and vanish, and there remain no footsteps of them; the looking glass is never the better for such ideas, nor the soul for such thoughts. Perhaps it will be said, that in a waking man the materials of the body are employed, and make use of, in thinking; and that the memory of thoughts is retained by the impressions that are made on the brain, and the traces there left after such thinking; but that in the thinking of the soul, which is not perceived in a sleeping man, there the soul thinks apart, and making no use of the organs of the body, leaves no impressions on it, and consequently no memory of such thoughts. Not to mention again the absurdity of two distinct persons, which follows from this supposition, I answer, further, — That whatever ideas the mind can receive and contemplate without the help of the body, it is reasonable to conclude it can retain without the help of the body too; or else the soul, or any separate spirit, will have but little advantage by thinking. If it has no memory of its own thoughts; if it cannot lay them up for its own use, and be able to recall them upon occasion; if it cannot reflect upon what is past, and make use of its former experiences, reasonings, and contemplations, to what purpose does it think? They who make the soul a thinking thing, at this rate, will not make it a much more noble being than those do whom they condemn, for allowing it to be nothing but the subtilist parts of matter. Characters drawn on dust, that the first breath of wind effaces; or impressions made on a heap of atoms, or animal spirits, are altogether as useful, and render the subject as noble, as the thoughts of a soul that perish in thinking; that, once out of sight, are gone for ever, and leave no memory of themselves behind them. Nature never makes excellent things for mean or no uses: and it is hardly to be conceived that our infinitely wise Creator should make so admirable a faculty as the power of thinking, that faculty which comes nearest the excellency of his own incomprehensible being, to be so idly and uselessly employed, at least a fourth part of its time here, as to think constantly, without doing any good to itself or others, or being any way useful to any other part of the creation. If we will examine it, we shall not find, I suppose, the motion of dull and senseless matter, any where in the universe, made so little use of and so wholly thrown away.
16. Bu önsav üzerine, ruh duyum ya da derin düşünmeden türetilmemiş, ve hiçbir görünüşleri olmayan düşünceleri taşımalıdır. Hiç kuşkusuz zaman zaman uykudayken edindiğimiz algı durumları vardır, ve bu düşüncelerin anısını saklarız; ama bunların çoğunlukla ne denli aşırı ve tutarsız olduklarını, ve ussal bir varlığın eksiksizlik ve düzenine ne denli az uygun düştüklerini düşlerle tanışık olanlara söylemek gerekmez. Ruhun böyle bedenden uzakta ve bir bakıma ayrı olarak düşünürken bedenle birlikte düşündüğü zaman olduğundan daha az ussal olarak davranıp davranmadığı konusunda bir doyuma ulaşmayı isterim. Eğer ayrı düşünceleri daha az ussal iseler, o zaman bu insanlar ruhun ussal düşünmenin eksiksizliğini bedene borçlu olduğunu söylemelidirler; eğer borçlu değilse, düşlerimizin çoğunlukla öylesine saçma ve usdışı olmalarına, ve ruhun daha ussal kendi kendine konuşmalarından ve meditasyonlarından hiçbirini saklamamasına şaşmak gerekir.
16. On this hypothesis, the soul must have ideas not derived from sensation or reflection, of which there is no appearance. It is true, we have sometimes instances of perception whilst we are asleep, and retain the memory of those thoughts; but how extravagant and incoherent for the most part they are; how little conformable to the perfection and order of a rational being, those who are acquainted with dreams need not be told. This I would willingly be satisfied in, — whether the soul, when it thinks thus apart, and as it were separate from the body, acts less rationally than when conjointly with it, or no. If its separate thoughts be less rational, then these men must say that the soul owes the perfection of rational thinking to the body; if it does not, it is a wonder that our dreams should be, for the most part, so frivolous and irrational; and that the soul should retain none of its more rational soliloquies and meditations.
17. Eğer düşündüğümü bilmeden düşünüyorsam, başka hiç kimse bunu bilemez. Bize öylesine güvenle ruhun her zaman edimsel olarak düşündüğünü söyleyenlerin, bir çocuğun beden ile birlikten önce ya da tam o birlik sırasında, duyum yoluyla herhangi birini kazanmadan önce, ruhunda olan düşüncelerin neler olduklarını söylemelerini de isterim. Uyuyan insanların düşleri, benim anladığım gibi, tümüyle uyanık insanın düşüncelerinden yapılır, üstelik çoğunlukla tuhaf bir biçimde biraraya getirilmiş olsalar da. Eğer ruhun duyumdan ya da derin düşünmeden türetmediği kendi düşünceleri varsa (ki eğer bedenden herhangi bir izlenim kazanmadan önce düşünmüşse bunlar hiç kuşkusuz olmalıdır), gizli düşünmesinde (öylesine gizli ki, insanın kendisi [bile] onu algılamaz) hiçbir zaman bu düşüncelerden herhangi birini tam onlardan uyandığı kıpıda saklamaması, ve sonra insanı yeni buluşlarla sevindirmesi tuhaftır. Ruhun uyku sırasındaki çekilmesinde saatlerce düşündüğüni ve gene de hiçbir zaman duyumdan ya da derin düşünmeden ödünç almadığı o düşüncelerden herhangi biri üzerine ışık düşürmediğini, ya hiç olmazsa bedenden ortaya çıkmakla bir tine daha az doğal olması gereken düşüncelerin anısını sakladığını kim us[auygun] bulabilir? Ruhun bir insanın bütün yaşamında hiçbir zaman bir kez bile salt doğal düşüncelerinden herhangi birini, ve bedenden herhangi birşey ödünç almadan önce taşıdığı düşünceleri anımsamaması, ve hiçbir zaman uyanık insanın görüşüne yalnızca fıçının kokusunu taşıyanlardan ve açıkça kökensellerini o birlikten türetenlerden başka hiç birini getirmemesi tuhaftır. Eğer her zaman düşünüyorsa, ve böylece birleşmeden önce ya da bedenden herhangi bir düşünce almadan önce düşünceler taşımışsa, uyku sırasında doğal düşüncelerini anımsadığından başka hiçbirşey kabul edilmeyecektir; ve beden ile iletişimden o çekilme sırasında, kendi başına düşünmekteyken, meşgul olduğu düşünceler, hiç olmazsa zaman zaman, bedenden ya da onlara ilişkin kendi işlemlerinden türetilmeksizin kendinde taşımış olduğu o daha doğal ve yakın düşünceler olmalıdır; ki, uyanık insan hiçbir zaman anımsamadığı için, bu önsavdan ya ruhun insanın anımsamadığı birşeyi anımsadığı, ya da anının yalnızca bedenden ya da anlığın onlar üzerindeki işlemlerinden türetilen düşüncelere ait olduğu vargısını çıkarmak zorundayız.
17. If I think when I know it not, nobody else can know it. Those who so confidently tell us that the soul always actually thinks, I would they would also tell us what those ideas are that are in the soul of a child before or just at the union with the body, before it hath received any by sensation. The dreams of sleeping men are, as I take it, all made up of the waking man’s ideas; though for the most part oddly put together. It is strange, if the soul has ideas of its own that it derived not from sensation or reflection (as it must have, if it thought before it received any impressions from the body), that it should never, in its private thinking (so private, that the man himself perceives it not), retain any of them the very moment it wakes out of them, and then make the man glad with new discoveries. Who can find it reason that the soul should, in its retirement during sleep, have so many hours’ thoughts, and yet never light on any of those ideas it borrowed not from sensation or reflection; or at least preserve the memory of none but such, which, being occasioned from the body, must needs be less natural to a spirit? It is strange the soul should never once in a man’s whole life recall over any of its pure native thoughts, and those ideas it had before it borrowed anything from the body; never bring into the waking man’s view any other ideas but what have a tang of the cask, and manifestly derive their original from that union. If it always thinks, and so had ideas before it was united, or before it received any from the body, it is not to be supposed but that during sleep it recollects its native ideas; and during that retirement from communicating with the body, whilst it thinks by itself, the ideas it is busied about should be, sometimes at least, those more natural and congenial ones which it had in itself, underived from the body, or its own operations about them: which, since the waking man never remembers, we must from this hypothesis conclude either that the soul remembers something that the man does not; or else that memory belongs only to such ideas as are derived from the body, or the mind’s operations about them.
18. Ruhun her zaman düşündüğü nasıl bilinir? Çünkü bu kendiliğinden açık bir Önerme değilse, tanıta gereksinir. Öylesine güvenle insan ruhunun, ya da, ki tümüyle birdir, bir insanın her zaman düşündüğünü bildiren bu insanlardan bunu nasıl bildiklerini, hayır, düşündüklerini algılamadıkları zaman kendilerinin düşündüklerini nasıl bilebildiklerini öğrenmekten memnun olacağım. Bu, korkarım, tanıtlar olmaksızın emin olmak ve algılamaksızın bilmek olacaktır. Bunun bir önsava hizmet etmek üzere kabul edilen karışık bir kavram olduğundan, ve ya kendi açıklıklarının bizi kabul etmeye zorladığı ya da sıradan deneyimin yadsımayı uygunsuz kıldığı o açık gerçekliklerden biri olmadığından kuşkulanırım. Çünkü onun için söylenebilecek olan en çoğundan ruhun onu her zaman düşünebilmesinin olanaklı olduğu, ama her zaman bellekte saklayamadığıdır. Ve derim ki ruhun her zaman düşünmüyor olması eşit ölçüde olanaklıdır; ve çok daha olası olan şey sık sık düşünmesinden çok zaman zaman düşünmemesi, ve [bunların] uzun süre birlikte [gitmeleri], ve hemen arkasından düşünmüş olduğunun bilincinde olmamasıdır.
18. How knows any one that the soul always thinks? For if it be not a self evident proposition, it needs proof. I would be glad also to learn from these men who so confidently pronounce that the human soul, or, which is all one, that a man always thinks, how they come to know it; nay, how they come to know that they themselves think, when they themselves do not perceive it. This, I am afraid, is to be sure without proofs, and to know without perceiving. It is, I suspect, a confused notion, taken up to serve an hypothesis; and none of those clear truths, that either their own evidence forces us to admit, or common experience makes it impudence to deny. For the most that can be said of it is, that it is possible the soul may always think, but not always retain it in memory. And I say, it is as possible that the soul may not always think; and much more probable that it should sometimes not think, than that it should often think, and that a long while together, and not be conscious to itself, the next moment after, that it had thought.
19. ‘‘Bir İnsanın düşünmekle uğraşması, ve gene de bunu sonraki kıpıda saklamaması’’ pek olası değildir. Ruhun düşündüğünü ve insanın bunu algılamadığını varsaymak iki kişiyi bir insan yapmaktır. Ve eğer bu insanların konuşma yolları iyice incelenecek olursa, bunu yaptıklarından kuşkulanmaya başlarız. Çünkü bize ruhun her zaman düşündüğünü söyleyenlerin hiçbir zaman bir insan her zaman düşünür demediklerini anımsıyorum. İnsan değil ama ruh düşünebilir mi? Ya da bir insan düşünür de bunun bilincinde olmaz mı? Bu belki de başkalarındaki jargondan kuşkulanmak olacaktır. Eğer insan her zaman düşünür ama her zaman bunun bilincinde değildir derlerse, bedeninin parçalar olmaksızın uzamlı olduğunu da söyleyebilirler. Çünkü bir bedenin parçalar olmaksızın uzamlı olduğunu söylemek herhangi birşeyin bilincinde olmaksızın ya da bunu yaptığını algılamaksızın düşündüğünü söylemek denli anlaşılabilirdir. Böyle konuşanlar, eşit bir gerekçeyle, eğer önsavları için zorunluysa, bir insanın her zaman aç olduğunu ama bunu her zaman duyumsamadığını söyleyebilirler; oysa açlık o duyumun kendisinden oluşur, tıpkı düşünmenin birinin düşündüğünün bilincinde olmasından oluşması gibi. Eğer bir insan düşündüğünün her zaman bilincindedir derlerse, bunu nasıl bildiklerini sorarım. Bilinç bir insanın kendi anlığından geçenin algısıdır. Bir başka insan benim kendim birşey algılamazken benim onun bilincinde olduğumu algılayabilir mi? Hiç kimsenin bilgisi deneyiminin ötesine gidemez. Bir insanı derin bir uykudan uyandırın, ve o kıpıda neyi düşünmekte olduğunu sorun. Eğer o zaman üzerinde düşündüğü hiçbirşeyin bilincinde değilse, ona düşünmekte olduğu inancasını verebilen düşüncelerin dikkate değer bir falcısı olmalıdır. Daha büyük bir gerekçeyle, kendine uykuda olmadığı inancasını veremez mi? Bu felsefenin ötesinde birşeydir; ve anlığımda kendim hiçbir düşünce bulamazken bir başkası için oradaki düşünceleri açığa çıkaran tanrısal bir bildirişten daha azı olamaz. Ve düşündüğümü benim kendim algılayamazken ve düşünmediğimi bildirdiğim zaman düşünmekte olduğumu pekinlikle görebilenlerin derin bir görüşlerinin olması gerekir; ve gene de köpeklerin ya da fillerin düşünmediklerini görebilirler, üstelik yalnızca bize düşündüklerini söylemenin dışında bunu yaptıklarının tasarlanabilir tüm gösterisini sunuyor oldukları zaman bile. Kimileri bunun Rosicrucianların{{ALN34}} ötesinde bir adım olduğundan kuşku duyuabilirler; birinin kendisini başkalarına görülmez kılması bir başkasının kendisine görülebilir olmayan düşüncelerini bana görülebilir kılmaktan daha kolay görünür. Ama bu ruhu ‘‘her zaman düşünen bir töz’’ olarak tanımlamaktan başka birşey değildir, ve iş görülmüştür. Eğer böyle tanımların herhangi bir yetkesi olacaksa, bunun birçok insanı hiç ruhlarının olmadığı konusunda kuşkuya düşürmekten başka neye hizmet edebileceğini bilmiyorum; çünkü yaşamlarının büyükbir bölümünü düşünmeksizin geçtiğini bulurlar. Çünkü bildiğim hiçbir tanım, herhangi bir mezhebin hiçbir sayıltısı, değişmez deneyimi yokedecek denli güçlü değildir; ve belki de dünyada böylesine yararsız tartışma ve gürültü yaratan şey algıladığıklarımızın ötesinde bilmeyi taslamaktır.
19. ‘‘That a man should be busy in thinking, and yet not retain in the next moment,’’ very improbable. To suppose the soul to think, and the man not to perceive it, is as has been said, to make two persons in one man. And if one considers well these men’s way of speaking, one should be led into a suspicion that they do so. For they who tell us that the soul always thinks, do never, that I remember, say that a man always thinks. Can the soul think, and not the man? Or a man think, and not be conscious of it? This, perhaps, would be suspected of jargon in others. If they say the man thinks always, but is not always conscious of it, they may as well say his body is extended without having parts. For it is altogether as intelligible to say that a body is extended without parts, as that anything thinks without being conscious of it, or perceiving that it does so. They who talk thus may, with as much reason, if it be necessary to their hypothesis, say that a man is always hungry, but that he does not always feel it; whereas hunger consists in that very sensation, as thinking consists in being conscious that one thinks. If they say that a man is always conscious to himself of thinking, I ask how they know it. Consciousness is the perception of what passes in a man’s own mind. Can another man perceive that I am conscious of anything, when I perceive it not myself? No man’s knowledge here can go beyond his experience. Wake a man out of a sound sleep, and ask him what he was that moment thinking of. If he himself be conscious of nothing he then thought on, he must be a notable diviner of thoughts that can assure him that he was thinking. May he not, with more reason, assure him he was not asleep? This is something beyond philosophy; and it cannot be less than revelation, that discovers to another thoughts in my mind, when I can find none there myself. And they must needs have a penetrating sight who can certainly see that I think, when I cannot perceive it myself, and when I declare that I do not; and yet can see that dogs or elephants do not think, when they give all the demonstration of it imaginable, except only telling us that they do so. This some may suspect to be a step beyond the Rosicrucians; it seeming easier to make one’s self invisible to others, than to make another’s thoughts visible to me, which are not visible to himself. But it is but defining the soul to be ‘‘a substance that always thinks,’’ and the business is done. If such definition be of any authority, I know not what it can serve for but to make many men suspect that they have no souls at all; since they find a good part of their lives pass away without thinking. For no definition that I know, no suppositions of any sect, are of force enough to destroy constant experience; and perhaps it is the affectation of knowing beyond what we perceive, that makes so much useless dispute and noise in the world.
20. Eğer çocukları gözlersek, yalnızca ve yalnızca duyumdan, derin düşünmeden gelen düşünceler açıktır. Öyleyse ruhun duyular onu üzerine düşünceceği düşüncelerle donatmadan önce düşündüğüne inanmak için hiçbir neden görmüyorum; ve bunlar arttırılır ve saklanırken, ruh çeşitli bölümlerinde düşünme yetisini alıştırma yoluyla geliştirmeye başlar; tıpkı, daha sonra, o düşünceleri bileştirerek ve kendi işlemleri üzerine düşünerek deposunu, ve anımsamada, imgelemede, uslamlamada, ve başka düşünme kiplerinde becerisini arttırması gibi.
20. No ideas but from sensation and reflection, evident, if we observe children. I see no reason, therefore, to believe that the soul thinks before the senses have furnished it with ideas to think on; and, as those are increased and retained, so it comes, by exercise, to improve its faculty of thinking in the several parts of it; as well as, afterwards, by compounding those ideas, and reflecting on its own operations, it increases its stock, as well as facility in remembering, imagining, reasoning, and other modes of thinking.
21. Bir çocuğun anne karnındaki durumu. Gözlem ve deneyim yoluyla bilgilendirilmeye izin veren ve kendi sayıltılarını doğanın yöneticisi yapmayan biri yeni doğmuş bir çocukta fazla düşünmeye alışmış bir ruhun çok az belirtisini, ve genel olarak uslamlamanın çok daha az belirtisini bulacaktır. Ve gene de ussal ruhun çok fazla düşündüğünü ve hiç uslamlamada bulunmadığını imgelemek güçtür. Ve dünyaya yeni gelmiş bebeklerin zamanlarının en büyük bölümünü uykuda geçirdiklerini, ve ya açlığın meme istettiği, ya da belli bir acının (tüm duyumların en rahatsız edicisi), ya da beden üzerinde bir başka yeğin izlenimin anlığı onu algılamaya ve ona dikkat etmeye zorladığı zamanın dışında seyrek olarak uyanık olduklarını düşünecek biri — bunu düşünen biri, diyorum, belki de anne karnındaki dölütün bir bitkinin durumundan çok ayrı bir durumda olmadığını, ama zamanının en büyük bölümünü algı ve düşünce olmaksızın geçirdiğini, besin arama gereksiniminde olmadığı ve her zaman eşit ölçüde yumuşak ve aynı yumuşaklığa yakın bir sıvı ile kuşatılı olduğu, gözlere hiçbir ışığın gelmediği ve kulakların seslere çok duyarlı olmayacak denli kapalı olduğu ve duyuları devindirmek için nesnelerin çok az değişiklik ya da değişim gösterdiği ya da hiç göstermediği bir yerde uyumaktan başka çok az şey yaptığını bulacaktır.
21. State of a child in the mother’s womb. He that will suffer himself to be informed by observation and experience, and not make his own hypothesis the rule of nature, will find few signs of a soul accustomed to much thinking in a new born child, and much fewer of any reasoning at all. And yet it is hard to imagine that the rational soul should think so much, and not reason at all. And he that will consider that infants newly come into the world spend the greatest part of their time in sleep, and are seldom awake but when either hunger calls for the tea, or some pain (the most importunate of all sensations), or some other violent impression on the body, forces the mind to perceive and attend to it; — he, I say, who consider this, will perhaps find reason to imagine that a foetus in the mother’s womb differs not much from the state of a vegetable, but passes the greatest part of its time without perception or thought; doing very little but sleep in a place in a place where it need not seek for food, and is surrounded with liquor, always equally soft, and near of the same temper; where the eyes have no light, and the ears so shut up are not very susceptible of sounds; and where there is little or no variety, or change of objects, to move the senses.
22. Anlık çevresinde düşünmek üzere deneyimden aldığı gereç ile orantılı olarak düşünür. Bir çocuğu doğumundan sonra izleyip zamanın yaptığı değişiklikleri gözlersek buluruz ki, anlık duyular yoluyla giderek daha çok düşünce ile donatıldıkça, daha uyanık olmaya başlar; üzerine düşüneceği gereç arttıkça daha çok düşünür. Bir zaman sonra, onunla en tanışık olmakla, kalıcı izlenimler bırakmış nesneleri bilmeye başlar. Böylece adım adım her gün birlikte olduğu kişileri bilmeye başlar ve onları yabancılardan ayırdeder; ki bunlar duyuların ona ilettiği düşünceleri saklamaya ve ayırdetmeye başlamasının örnekleri ve etkileridir. Ve böylece anlığın nasıl derece derece bunlarda geliştiğini ve düşüncelerini büyütme, bileştirme ve soyutlama, ve onlar üzerine uslamlamada bulunma ve tüm bunlar üzerine düşünme gibi başka yetilerinin kullanımına ilerlediğini gözleyebiliriz; ki bunlar üzerine ilerde daha çok söz etme fırsatını bulacağım.
22. The mind thinks in proportion to the matter it gets from experience to think about. Follow a child from its birth, and observe the alterations that time makes, and you shall find, as the mind by the senses comes more and more to be furnished with ideas, it comes to be more and more awake; thinks more, the more it has matter to think on. After some time it begins to know the objects which, being most familiar with it, have made lasting impressions. Thus it comes by degrees to know the reasons it daily converses with, and distinguish them from strangers; which are instances and effects of its coming to retain and distinguish the ideas the senses convey to it. And so we may observe how the mind by degrees improves in these; and advances to the exercise of those other faculties of enlarging, compounding, and abstracting its ideas, and of reasoning about them, and reflecting upon all these; of which I shall have occasion to speak more hereafter.
23. Bir insan ilkin duyum taşıdığı zaman düşünceler taşımaya başlar. Duyum nedir. Eğer bundan sonra bir insanın ne zaman düşünceler taşımaya başladığı sorulacak olursa, sanırım doğru yanıt İlkin herhangi bir duyum taşıdığı zaman olacaktır. Çünkü, anlıkta duyular herhangi bir düşünceyi içeri iletmeden önce hiçbir düşünce yok gibi göründüğünden, anlaktaki düşüncelerin duyum ile zamandaş olduklarını düşünüyorum; duyum ki, bedenin belli bir bölümünde yapılan ve anlakta belli bir algı üreten bir izlenim ya da devimdir. Anlık ilkin dış nesneler tarafından duyularımız üzerinde yapılan bu izlenimler çevresinde algı, anımsama, irdeleme, uslamlama vb. dediğimiz işlemlerde kendini kullanıyor görünür.
23. A man begins to have ideas when he first has sensation. What sensation is. If it shall be demanded then, when a man begins to have any idea, I think the true answer is when he first has any sensation. For, since there appear not to be any ideas in the mind before the senses have conveyed any in, I conceive that idea in the understanding are coeval with sensation; which is such an impression or motion made in some parts of the body, as produces some perception in the understanding. It is about these impressions made on our senses by outward objects that the mind seems first to employ itself in such operations as we call perception, remembering, consideration, reasoning, &c.
24. Tüm Bilgimizin Kökenseli. Zamanla anlık duyum tarafından alınan düşünceler çevresinde kendi işlemleri üzerinde düşünmeye başlar, ve böylelikle kendini yeni bir düşünceler kümesi ile donatır ki bunlara derin düşünme düşünceleri diyorum. Bunlar anlığa dışsal olan dış nesneler tarafından duyularımız üzerinde yapılan izlenimlerdir; ve ona özünlü ve ona özgü güçlerden gelen kendi işlemleridirler ki, kendisi tarafından üzerlerinde düşünüldüğü zaman, onun düşüncesinin nesneleri olurlar — ve, dediğim gibi, tüm bilginin kökenselidirler. Böylece insan anlağının ilk sığası anlığın onun üzerinde ya dış nesneler tarafından duyular yoluyla, ya da bunlar üzerine düşündüğü zaman kendi işlemleri yoluyla yapılan izlenimleri almaya uygun kılınmasıdır. Bu bir insanın herhangi birşeyin bulgulanışına doğru attığı ilk adım, doğallıkla bu dünyada taşıyacağı tüm kavramları üzerine kuracağı temeldir. Bulutların üstüne uzanan ve giderek göğün kendisi denli yükseklere ulaşan tüm o yüce düşünceler doğuş ve temellerini buradan alırlar; anlığın dolaştığı tüm o büyük uzamda, onu yüceltmiş görünebilen o uzak kurgularda duyu ya da derin düşüncenin onun düşünmesi için sunmuş olduğu o düşüncelerin ötesine bir adım bile atamaz.
24. The original of all our knowledge. In time the mind comes to reflect on its own operations about the ideas got by sensation, and thereby stores itself with a new set of ideas, which I call ideas of reflection. These are the impressions that are made on our senses by outward objects that are extrinsical to the mind; and its own operations, proceeding from powers intrinsical and proper to itself, which, when reflected on by itself, become also objects of its contemplation — are, as I have said, the original of all knowledge. Thus the first capacity of human intellect is, — that the mind is fitted to receive the impressions made on it; either through the senses by outward objects, or by its own operations when it reflects on them. This is the first step a man makes towards the discovery of anything, and the groundwork whereon to build all those notions which ever he shall have naturally in this world. All those sublime thoughts which tower above the clouds, and reach as high as heaven itself, take their rise and footing here; in all that great extent wherein the mind wanders, in those remote speculations it may seem to the elevated with, it stirs not one jot beyond those ideas which sense or reflection have offered for its contemplation.
25. Yalın düşüncelerin alınışında anlak çoğunlukla edilgindir. Bu işte anlak yalnızca edilgindir; ve bu başlangıçları ve bir bakıma bilginin gereçlerini taşıyıp taşımayacağı onun kendi gücünde değildir. Çünkü duyularımızn nesnelerinin birçoğu kendi tikel düşüncelerini isteyelim ya da istemeyelim anlıklarımız üzerine dayatırlar; ve anlıklarımızın işlemleri bizi en azından onların bulanık bir kavramları olmaksızın bırakmayacaktır. Hiçbir insan düşündüğü zaman ne yaptığının bütünüyle bilgisizi olamaz. Bu yalın düşünceler, anlığa sunuldukları zaman, anlak onları geri çeviremez, ne de basıldıkları zaman değiştirebilir, ne de silip kendisi yenilerini yapabilir, tıpkı bir aynanın önüne koyulan nesnelerin onda ürettiği imgeleri ya da düşünceleri geri çevirememesi, değiştirememesi ya da silememesi gibi. Bizi çevreleyen cisimler örgenlerimizi çeşitli yollarda etkilediği için, anlık izlenimleri almaya zorlanır; ve onlara eklenmiş olan düşüncelerin algılarından kaçınamaz.
25. In the reception of simple ideas, the understanding is for the most part passive. In this part the understanding is merely passive; and whether or no it will have these beginnings, and as it were materials of knowledge, is not in its own power. For the objects of our senses do, many of them, obtrude their particular ideas upon our minds whether we will or not; and the operations of our minds will not let us be without, at least, some obscure notions of them. No man can be wholly ignorant of what he does when he thinks. These simple ideas, when offered to the mind, the understanding can no more refuse to have, nor alter when they are imprinted, nor blot them out and make new ones itself, than a mirror can refuse, alter, or obliterate the images or ideas which the objects set before it do therein produce. As the bodies that surround us do diversely affect our organs, the mind is forced to receive the impressions; and cannot avoid the perception of those ideas that are annexed to them.
İdea Yayınevi / 2014