İdea Yayınevi / Okumalar
site haritası  
 
Claes G. Ryn
Evrensellik ve Tarih: Normatif Olarak Somut
Universality and History: The Concrete as Normative

Çeviri: Nur Küçük, Yasemin Çevik

From HUMANITAS, Volume VI, No. 1, Fall 1992/Winter 1993

1. Ahlaksal nihilizm ve görecilik bir zamanlar yararlandıkları akademik saygınlığı taşımıyor görünür. Çok sayıda felsefeci ve başkaları yalnızca estetikte ve bilgikuramında değil ama törebilimde de evrenselliği doğrulamaya sürüklenmektedir. Nihilizmin ve göreciliğin sorgulanması entellektüel mayalanmayı ve çok gereksinim duyulan bir felsefi yeniden diriliş için elverişli koşulları düşündürebilirdi, ama evrenselliğe olan yeni ilgi bir entellektüel derinleşme belirtisi olmaktan çok ideolojik modanın bir belirtisi olabilir. Ahlaksal yükümlülük önesürümleri tipik olarak felsefi sıkılıktan yoksundur ve birçok değişik yönde işlemektedir. Geleneksel Yahudi-Hristiyan kişisel davranış normlarının yanısıra ‘‘almaşık yaşam tarzlarını’’ da, özel mülkiyetin ve toplumsal ayrımlaşmanın yanısıra toplumun eşitlikçi yeniden yapılandırmasını da, minimal hükümetin yanısıra toplumcu ortaklaşacılığı vb. de desteklemek üzere evrensel ‘‘değerler’’ ya da ‘‘doğrular’’dan söz edilir. Yüksek bir ahlak kavramı belki en yaygın olarak duygusal bir ‘‘sevecenlik’’ ve ‘‘duyarlılık’’ törebilimi ile özdeşleştirilir. Evrenselciliğin sık görülen bir başka türü ‘‘demokrasinin’’ tüm toplumlar için hedef olduğunu bildirir ve bu önesürümü ‘‘insan hakları’’na kulağa Jacobenci gelen başvurular ile güçlendirir. Törel yükümlülüğün dili sık sık kişinin kendi benimsediği ve evrensel onay önesürümünde bulunmayı istediği politik ya da başka kişisel yeğlemeleri üzerine bir cila gibi görünür. 

2. ‘‘Evrensel değerler,’’ ‘‘ahlaksal ilkeler,’’ ‘‘doğrular’’ ve benzeri şeylerin doğrulanmalarına bu nedenle kuşkuyla yaklaşılmalıdır. Ama felsefi açıdan kuşkulu önesürümlerin yayılması evrenselliğin anlamının ciddi bir yeniden irdelemesini caydırmamalıdır. Evrensellik ile tarihsel tikellik arasındaki ilişkiyi yeniden düşünmek Batı düşüncesinin bir yeniden dirilişi için vazgeçilmez koşul olabilir. 

3. Burada amaç törel ve başka evrenselliğe olan bir yaklaşımı tanımlamaktır ki bu yaklaşım, ister felsefi açıdan dürüst isterse daha ideolojik olsunlar, ahlaksal doğruluğun en çağdaş doğrulanışlarından belirgin olarak ayrıdır. Yalnızca evrensellik ile tikellik arasındaki gerilimi değil ama onların karşılıklı bağımlılıklarını ve bütünleyici bağlantılarını da vurgulayan bir evrensellik anlayışı ortaya koyulacaktır. Yaklaşım değer-özekli tarihselciliğin yaklaşımıdır. 

4. Yeni bir evrensellik anlayışının gerekli olmasının nedenleri çok ve çeşitlidir. Bilgikuramında, soyut evrenselci somutlaştırmalar ve katılıklar insanın bilme ediminin dinamiklerinin doğru bir açıklamasına engel oluştururlar. Estetikte, duruk, öykünmeci güzellik kavramları insan yaratıcılığı ve sanatsal görüşlerin özgünlüğü tarafından katılan şeye yeterince duyarlı değildirler. Törebilimde, soyut ahlaksal saltıkçılık ahlaksal yaşama taslak bir yaklaşım ve insan varoluşunun edimsel ahlaksal fırsatlarına ilişkin zayıf bir anlayış yaratır. Fransız Jacobenlerin ve torunlarının durumunda olduğu gibi, böyle bir yaklaşım kabul edilen ahlaksal ilkeleri kolayca ahlakçı zorbalığa çevirir. Daha genel olarak, soyut ahlaksal evrenselcilik felsefi önermeler ile somut insan deneyimi arasında bir uçurum yaratır. Evrenselliği tikel eylemlerde cisimleştirmesi için bireyi gereğince hazırlamaz. Bu tür evrenselcilik ahlakın özünü ‘‘erdem,’’ ‘‘iyi,’’ ‘‘türe’’ ve ‘‘haklar’’ın salt soyut irdelemelerinde yitirme eğilimi taşır. Tamı tamına doğru formülasyonları bulmak ya da ‘‘evrensel ilkeler’’in tamı tamına doğru, sofistike uygulamasını ortaya koymak için karmaşık tartışmalar yürütmek edimsel olarak kendini geliştirmekten ya da somut iyi eylemleri üstlenmekten daha önemli görünmeye başlar. 

5. Evrensellik ile tikellik arasındaki ilişkiyi yeniden düşünmede yararlı bir ilk adım modern dünyada bu konuyla ilgili iki geniş düşünce akımı arasındaki çatışmayı irdelemek olabilir. Bu görünürde uzlaştırılamaz yönlenimleri kısaca gözden geçirmek dikkati felsefi sorunun düğüm noktasına odaklamaya yardım edecektir. Şu savı ileri sürmek olanaklı kılınacaktır: evrensellik soyut kuramsal ‘‘ilkeler’’de ya da daha başka tarihsel-olmayan yargı ya da görüşlere değil ama, somut deneyimde aranmalıdır; normatif yetke, insan için varolduğu sürece, tarihsel tikellikte yerleşmiştir. Böyle bir savın birçok kişiye birdenbire tuhaf ve üstelik terimlerde bir çelişki gibi gelmesi konuyu yeniden düşünmeye olan ivedi gereksinimini gösterir. Evrensellik ve tikellik problemini ele alma konusundaki yaygın ve derinden kökleşmiş alışkanlıklar felsefi yenileşmeyi engeller. 

6. ‘‘Evrensellik’’ terimi buraya dek özellikle varoluşa daha yüksek ve dayanıklı bir imlem kazandıran yapılara göndermede bulunmak için kullanılmıştır ve aşağıda da böyle kullanılacaktır. Ama terim daha geniş olarak insan yaşamına da göndermede bulunabilir, ve ister daha yüksek değerlere yardımcı isterse onları yıkıcı olsunlar onun çarpıcı, yineleyen, kaçınılamaz öğelerini gösterebilir. İkinci anlamda evrensellik ‘‘insan durumunun doğasına’’ ya da ‘‘gerçekte olduğu biçimiyle yaşama’’ benzer yananlamlar taşır. Bu tartışmada vurgu normatif olarak evrensellik üzerine olsa da, burada geliştirilen yeniden oluşturulmuş anlayışta bu anlamın ikinci anlamla sıkıca bağlı olduğu görülecektir. Vurgunun nereye getirildiğini bağlam gösterecektir. Benzer bir çifte anlam ‘‘olgusallık’’ sözcüğü tarafından taşınabilir. Bu terim de yaşamı tamamlayan ve ona değer katan şeyi belirtmek için kullanılabilir, ama aynı zamanda daha genel olarak insan varoluşunda iyisiyle kötüsüyle her zaman bulunan öğelere de göndermede bulunabilir. Aşağıdaki uslamlama normatif evrenselliğin ‘‘olduğu gibi yaşam’’dan yapay olarak ayrılmasına karşı yöneltilmiştir. Amacımız dünyada onu etkisizleştirebilecek şeylerden bütünüyle bağımsız olarak tasarlanan evrensel iyinin büyük ölçüde sorgulanabilir ve gizil olarak tehlikeli bir soyutlama olduğunu tanıtlamaktır.  

— I —

7. Modern dünyada ahlaksal evrensellik düşüncesini reddedenlere göre, bugün ve tarih boyunca ahlaksal iyinin içeriği konusundaki görüşlerin büyük türlülüğü ahlaksal nihilizmin ya da göreciliğin gerçekliğini doğrular. Yalnızca kültürler arasındaki ayrımlar değil ama her biri içindeki inançların eriminin genişliği de herhangi tek bir iyi ölçününün varolduğunu yalanlar. Modern batı toplumunda inançların ve yaşam tarzlarının hızla çoğalması eskimiş, duruk ahlak görüşlerinin hoş karşılanan bir terkedilişini imler. Liberalizm ve ondan türeyen akımlar ‘‘çoğulculuk’’ gereksinimini, yaşam için hedefler koymada bireysel özgürlük gereksinimini kanıtlamışlardır. Törel yeğlemeler dışardan dayatılmamalıdır. Zorunlu kamu düzenini sürdürmede etkilenenlerin onayının sağlanması özseldir. Toplumun genel gidişi ve kişisel özgürlüğün sınırları konusundaki gelişen uylaşım yurttaşlar tarafından yeniden gözden geçirilmeye her zaman açık olmalıdır. 

8. Yüksek bir ahlakın bugünkü savunucuları arasındakilerden birçoğu bu tip düşünmeyi özünlü olarak eksik bir ‘‘modernite’’yi ya da ‘‘liberalizm’’i temsil ediyor olarak görürler. Evrenselin anlamını yeniden kazanmak için klasik ya da Hristiyan erken bir düşünce kipi yeniden diriltilmelidir. Törel doğruyu anlamak için uygun temeli sağladıkları söylenerek sıklıkla Platon ve Aristoteles’in incelenmesi salık verilir. Bu tür felsefi eğilimler insanın hoşlandığı ve hoşlanmadığı şeylerin kaçınılamaz öznelliğini varsayanlar ve toplumsal ve politik düzeni toplumsal sözleşme ya da pragmatik uylaşım terimlerinde düşünenler arasında rahatsızlık yaratr. Görecilere ve nihilistlere göre, evrenselliğe ilginin bir dirilişi tatsız bir ahlaksal saltıkçılığa geri dönüş, ve politik yetkeciliğin yeğlenişi anlamına gelir. Aşkın bir ahlaksal düzen kaynağını kabul etmek kişisel bireyselliği ve durumun değişebilirliğini önemsememe ya da gözardı etmeye denk gibi görünür. Evrenselliğe inandığını bildiren birçok kişi ahlaksal doğru için kendi duydukları kaygıyı insan varoluşunun tikellik, türlülük ve değişebilirliğine olan bir ilginin karşısına çıkarmakla bugün bu kuşkuları doğrulamaktadırlar. Yaşamın tarihsel doğasını vurgulamak, diye ileri sürerler, evrenselliğe gerçek bir saygının temelini zayıflatır. Tarihsel olarak evrimlenmiş uylaşım tikel durumlarda iyiye katkıda bulunabilir, ama gelenek olarak gelenek hiçbir ahlaksal ve entellektüel yetke taşımaz. Doğrunun enson ölçünü tarihsel olarak türetilmiş inançlar ve koşullardan bağımsız olmalıdır. Tarihin değişen tikellikleri başka nasıl değerlendirilebilecektir? 

9. Platon iyi ölçününü tarihsel akış olarak yorumladığı şeyin ötesine yerleştirir. Evrenseli değişim ve tikellik dünyasından yükselişle  bağıntılandırır. En yüksek iyi kalıcı ve değişmezdir. ‘Çok’un yayılmasının karşısında düzenleyici aşkın Bir durur. Platonik felsefe evrenselliğin boşlanması pahasına tikelliği ve öznelliği öne sürmüş olan yukarda sözü edilen tipte entellektüel akımlarla keskin bir karşıtlık içindedir. Sonraki vurgu birçok değişik biçimler almıştır — Lockecu, romantik, varoluşçu, ‘‘post-modern’’ v.b. Bireycilik ve çoğulculuk eski Batı geleneğinin kolay kolay yitmeyen ahlaksal ve başka önyargılarını üstlerinden attıkları oranda, öznelciliğin aşırı uçlarına eğilim göstermişlerdir. Bu aşırılıklara karşı ve toplumsal düzene yönelik bir tehlike olarak algıladıkları şeye karşı tepki gösteren düşünürlerin evrenselliği ve toplumsal kenetlenmeyi güçlü olarak olumlayan Yunan felsefesine bir ilgi duymaları şaşırtıcı değildir. Ama modernlik-öncesi kaynaklara bu geri dönüş de sık sık bir yan yoldur ki modernliğin daha derin felsefi karşıçıkışlarının çevresinden, daha özel olarak Alman felsefesinin öncülük ettiği başarımlar olarak tarihsel bilincin ve somut evrensel kavramının çevresinden dolanır. Felsefeyi tarihselleştirmeye karşı, evrensel değerler ve gerçeklikler adına getirilen eleştiriler genellikle felsefenin daha verimli düşüncelerinin beceriksiz bir kavranışını sergilerler. Birçok evrenselcinin bıraktığı izlenim Platon ve Aristoteles gibi eskiçağ düşünürlerinin ya da Thomas Aquinas gibi bir Hristiyan düşünürün yararına modernitenin bir bütün olarak reddedilmesi gerektiğidir. Aynı zamanda, modernizme karşı olmaları geçmiş çağlardaki gözde yazarlarına çeşitli modern düşünceler yüklemelerini engellemez. 

10. Öyleyse bireysel özgürlük ve çoğulculuk üzerine getirilen modern vurgu için küçük de olsa geçerli bir neden var mıdır? Evrensellik ile tikellik arasındaki ilişki ön-modern düşünce tarafından yeterlice anlaşıldı mı? Evrensele yaklaşmak için bireysellik ve tikellikten olabildiğince uzak mı durmalıyız? Tarihsel varoluşumuz evrensel iyiliğin arılğını bozar mı? Olgusallık başka bir yerde mi yatar? 

11. Leo Strauss tarihsel-olmayan bir evrensellik kavramları olduğu için ‘‘eskiler’’e hayran olan ünlü bir politik düşünürdür. Özünlü felsefi önemi az olsa da, evrenselliği ve tikelliği kendi ele alış yolu soruna onunla ya da izleyicileriyle sınırlı olmayan genel bir çağdaş yaklaşımı örnekleyebilir. Strauss bireyselliğe ve tikelliğe dikkat etmenin evrenselliğe olan gerçek bir ilgiyle uzlaştırılabilmesi olanağını tasarlayamaz. Dışlanan bu olanak onun Edmund Burke hakkındaki iki-değerli duygularını açıklar. Bir yandan, Strauss Burke’ün kılgısal tutuculuğunun klasik düşünce ile ‘‘tam anlaşma’’ içinde olduğunu düşünür. Ama öte yandan, Burke’ün düşüncesi tikelliği, türlülüğü ve koşulları normatif olanla her nasılsa bağlayan yeni bir tarihsel vurguyu temsil eder. Strauss, evrenselliğin tarihsel bireysellik ile bağlanmasının felsefi açıdan yıkıcı gelişmeler için yolu hazırlamaya yardım ettiğini ileri sürer. Bunlar tarihsel koşullara bakılmaksızın kendinde doğru olan üzerindeki eski yoğunlaşmayı yokederler. Özeksel sorun Strauss tarafından şöyle saptanır: ‘‘Eskiler ve modernler arasındaki tartışma sonunda, ve belki de daha başlangıçtan bu yana, ‘bireyselliğin’ konumu üzerinedir.’’1

12. Evrensel değerleri savunduklarını ileri süren birçokları ‘‘tarihselcilik’’ diye adlandırdıkları şeye, yani insan varoluşunun kaçınılmaz olarak tarihsel olan doğasına bir inanca saldırırlar. Tarihselcilik ahlaksal ve başka yargının deneyim ve bireysel koşullar tarafından bilgilendirilmesi ve onlara ayarlanması için bir gereksinim görür: bir gereksinim ki tarihselcilik-karşıtları tarafından evrensel ölçünlerin temellerini zayıflattığı söylenir. Bu eleştirinin usayatkınlığını irdelemeden önce belirtmelidir ki zaman içinde tarihselcilik çok çeşitli biçimler almıştır ve bunlar arasında yakın dönemlerde tarihselliği tüm süreklilik ve anlamın bir yadsınışı yönüne zorlamış olanlar da yer alır. Bu tartışmada ‘‘tarihselcilik’’ genel olarak onsekizinci yüzyıl Avrupasında ortaya çıkan ve ondokuzuncu yüzyıl Alman felsefesinde güçlü bir felsefi güç olan tarihsel anlayışa — Historismus denilen şeye — göndermede bulunur. Burada kullanıldığı biçimiyle ‘‘tarihselcilik’’ terimi yakın zamanların kimi düşünce eğilimlerinde kazanmış olduğu özel anlamları kucaklamaz. 

13. Evrenselliğin tarihselcilik-karşıtı savunucularına göre, tarihsel irdelemelerin ahlaksal doğrunun belirlenimini etkilemesine izin vermek göreciliğe ve nihilizme düşmektir. Tarih değişim akışına aittir ve özünlü olarak ahlaksal yön sağlamaya yeteneksizdir. Biricik kılavuzluk yetkesi ustur. Strauss ve izleyicileri tarihsel olarak türetilmiş ölçünler ile us tarafından ‘‘doğa’’da saptananlar arasında keskin bir ayrılık yaratırlar. Aşağıdaki pasaj yalnızca ikisini ayırdetmekle kalmaz ama karşıtlıklarını da vurgular. 

14. Yalnızca insanların anlaşması üzerine kurulmuş bir davranış ölçününün özünde insan anlaşmalardan bağımsız olarak insanların ve şeylerin doğasından ortaya çıkacak bir ölçüne aykırı olması anlamında, uylaşımsal olan doğal olana karşıttır. İnsanların oluşturduğu ölçünler elbette yapaydır. ... 

15. ‘‘Uylaşımsala, yapaya ve geleneksele saygılı’’ olmak o düzeye dek ‘‘doğa ve usa bağlılıktan vazgeçmek’’tir.2 Geleneksel bir uylaşıma herhangi bir yetki yüklemek evrensel bir yargı kaynağını umursamamayı imler. Bu gibi formüller, ne denli çok sık yinelenseler de, evrensellik ile tikellik arasındaki ilişkinin yalınlaştırmacı bir yorumunu açığa sererler.3

16. Modern ussalcılığın bir ölçüde bilinçsiz etkisi altında, Yunan felsefesinin tarihselcilik-karşıtı hayranları evrenselliği eski dünyada olanaklı olmuş olandan daha köktenci olarak tarihsel-olmayan bir tarzda anlarlar. Tikelin hiçbir bilgisinin olamayacağı konusunda Platon ve Aristoteles’in ortaya koydukları bilgikuramsal varsayıma karşın bu iki düşünür, özellikle Aristoteles, felsefi uygulamalarında somuta büyük bir dikkat yöneltirler. Platon’un diyaloglarının anlamı onlarda betimlenen tikel kişilikler ve ruh durumlarından ayrılamaz. Hemen akla Sokrates, birey — kişi ve felsefeci birarada — gelir. Daha sağın bir anlatımla, bir felsefeci olduğu denli bir yazın sanatçısı da olan Platon kişileri, olayları ve görgül durumları betimleme yoluyla yaşam görüşünün büyük bölümünü iletmeyi başarır. Somut kendilik anlamı cisimleştirir. Aristoteles’in Nikomakhos Törebilimi’ndeki uslamlaması okuyucunun çeşitli terimlerin deneyimsel göndermeleriyle belli bir tanışıklığını imler. Aristoteles’in, söz gelimi çok sayıda kent-devleti ‘‘anayasası’’ örnekleri gibi, geniş erimli somut gereçlerden oluşan incelemeleri, tikelliğin bir yolda bilinebilir ve evrensele bir yol gösterici olduğu konusunda, bulanık da olsa, bir ayrımsamayı  imlerler. Bilginin yalnızca evrensellerle ilgili olduğu yolundaki öğretide tikellik ile evrensellik arasında bu varsayılan bağlantıya yeterince açıklama getirilmez. 

17. Gerçi Yunan düşünürler normatif olgusallığı değişim alanının üstünde ve ötesinde varoluyor olarak düşünmüş olsalar da, onlara, özellikle Aristoteles’e, bütünüyle tarihsel-olmayan bir ussallık yüklemek bir zamanlama yanlışıdır. Yunan düşünürler modern anlamda tikelliği ve bireyselliği bulmuş değildiler. Şimdinin geçmişin bir göstergesi ve ürünü olarak görüldüğü özbilinçli olarak tarihsel bakış açısını taşımıyorlardı. ‘‘Tarih’’ terimini bizden ayrı olarak kullanıyorlardı. Ancak bulanık olarak ayrımında oldukları birşeyi us anlayışlarından sağın olarak dışlayamazlardı. Bugünün tarihselcilik-karşıtları tarafından savunulan evrenselcilik türü hiç olmazsa elyordamıyla işleyen bir modern tarih anlayışını varsayar ki, aynı zamanda reddedilmeye açıktır. 

18. Platon’da bütünüyle tarihsel-olmayan ussalcılığın örneğini görenler modern soyutlamacılıktan etkilendiklerini gösterirler. Strauss’un izleyicileri genellikle ‘‘eskiler’’i Aydınlanmadan ve ona akraba felsefi akımlardan türemiş düşüncelere göre yorumlarlar. Örneğin Sokrates bir ön-Aydınlanma kişiliği olarak görünür. Platon’un Jean-Jacques Rousseau ile ya da Aristoteles’in John Locke ile çok büyük bir ortaklık taşıdığına inanılır. Bu modern düşünürler de yine daha sonraki düşüncelerin ışığında yorumlanırlar. Bu tür genelde ahlaksal soyutlamacılık hakkında onun evrensellik tasarımının sıklıkla törel iyiye ilişkin klasik kavramlara olduğundan çok söz gelimi Fransız Devriminin törel düşüncelerine benzerlik taşıyıp taşımadığı sorulabilir.4

19. Törel ve daha başka içgörülerin tarihsel irdelemelerden ayrı olarak oluşması gerektiği görüşü büyük bir felsefi kavrayış düzeyini gerektirir, ama tarihselcilik-karşıtının evrenselliği soyut ussallık ile ya da daha başka tarihsel-olmayan düşünme yollarıyla ilişkilendirmesi son iki yüzyılın getirdiği büyük felsefi fırsatların ayrımında olmamanın ya da onları gözardı etmenin açık bir örneğidir. Kökleşmiş önyargılar modern tarihsel bilincin daha derin imleminin ve daha umut verici gizilgüçlerinin ayrımsanmasına karşı engel oluşturur. 

20. Evrenselliğe ve tikelliğe çok ayrı bir yaklaşıma geçmeden önce eklenmeli ve vurgulanmalıdır ki tarihsel koşula ayarlanmaya ya da başka yollarda somuta bağlanmaya bir gönülsüzlük soyut ussallık biçimleriyle sınırlı değildir. Burada ve şimdide olandan kaçınma her zaman anlak ve imgelem arasında bir etkileşimi imler. Tarihsel dünyayı bir yana bırakmaya yönelik bir istek şairlerin, ressamların ya da bestecilerin imgeleminin yanısıra bilimsel yapıtların yazarlarının imgelemini de damgalayabilir. Görünüşte yüksek entellektüelist olan öğretilerin yakın bir yoklama üzerine düşlemci imgesel görüş tarafından esinlendirildikleri ortaya çıkabilir. 

21. Olgusal yaşamda düşkırıklığına uğratan şeyden imgelem yoluyla kaçış her zaman olmuştur, ama özellikle son iki yüzyıl gündüşü imgelemi diye adlandırılabilecek şey için varsıl bir bitek sağlar. Birey edimsel yaşamın somut gereksinimleri ve fırsatları ile ortak çok az şey taşıyan ve tam bu nedenle daha doyurucu olduğu düşünülen kendi yaratısı bir alana doğru sürüklenir. Bu imgelem niteliğine kapılmışken, kişi varolan dünyanın cansıkıcı engellerine ve ağır sorumluluklarına katlanmak zorunda değildir. Bu imgelem tipi sanatsal ya da başka türden biçimlerle karşılaştırılabilir ki, bunlara, tarihsel olarak varolmaları zorunlu olmayan olanakları, kişileri ve olayları yaratıyor ya da tasarlıyor olsalar da, güçlü bir realizm ve sınır duyusu, yaşamın süreç içinde ne olabileceğine ve ne olamadığına ilişkin bir duyu sinmiştir. Kaçış imgelemi ise başka bir yerde olmak için, şimdiki dünyanın sunabildiğinden daha doyurucu koşulları geniş ölçüde elde etmek için duyulan bir özlemi anlatır. Bu hayal kurma tipinin özgül yanları kişiden kişiye büyük ölçüde değişebilir. Söz gelimi geçmişe özleme, kır yaşamı hayallerine, özgür erotik aşk düşlerine, ya da erdemli olarak dönüştürülmüş topluma ilişkin görüşlere düşkünlük gösterebilir. Son iki yüzyılda gündüşü imgelemi kendini düşlemin hızla geçip giden uçuşlarına sınırlamayı gittikçe artan biçimde reddetmiştir. İncelikle kurulu görüşler oluşturmuştur ki taşıyıcıları tarafından bunlara içinde edimde bulunduğumuz dünyadan daha büyük önem ve değer yatırılır. Birçok insan için bu imgelem niteliği günlük yaşamın sürekli bir eşlikçisi, oldukları gibi olan şeylere karşı süreğen bir yakınma kaynağı olmuştur. Birey gittikçe daha çok kendi gözde düşünde yaşar ve her zaman daha sıkıcı, giderek çekilmez görünen varolan bir dünyayı eleştirmek için onu bir model olarak kullanır.5

22. Gündüşü imgeleminin tarihsel olmaması ya da tarihsele karşıt olması yalnızca, imgelem olarak, sezgisel görüş olması ve tarihsel gerçeklik algısı olmaması anlamına gelmez. Yaşayan ve davranan insanlar tarafından bilindiği biçimiyle insansal durumun önemli olgularını tipik olarak umursamama ya da önemlerini azaltma eğiliminde olması gibi özel bir anlamda da tarihsel olmayan ya da tarihsel olana karşıt bir imgelemdir. Bu kaçınma biçimi imgelemi kullanıyor ve ona başvuruyor olmakla birlikte, onu tarihsel olgusallıkların değerini indirmenin daha ussal ya da bilimsel görünen yollarıyla ilişkisiz görmek ciddi bir yanılgı olacaktır. Tersine, öğretisel, felsefi bildirimler her zaman, ister kaçamaklı ister daha olgusalcı olsun, temelde yatan ve yazarın düşüncesini yönlendiren bir imgelem niteliğini öngerektirirler. Bilimsel bir yaklaşıma düşkün görünen birkaç kişiden söz edersek, Bacon, Comte ve Marx imgesel bir yeni dünya görüşünden güçlü olarak etkilenirler. John Locke ya da John Stuart Mill gibi görünüşte yavan ve ussalcı olan başka düşünürler için de aynı şey geçerlidir. Aslında, kimi ussalcı ya da bilimci öğretilerin çekicilikleri arı entellektüel içeriklerinden çok entellektüel anlatım verdikleri sezgisel görüşte yatmaz mı diye sormak yerindedir. Hiç Das Kapital’in sağın uygulayımsal uslamlamasını özümseyerek toplumcu olan, ya da Locke’un İkinci İnceleme’sini benzer olarak özümseyeek liberal olan biri var mıdır?6

23. Eğer tüm öğretiler kendi yapı ve esinlerinin bir bölümünü belli bir imgelem niteliğinden alıyorlarsa, kimi kuramların, kuram olarak, tarihi önemsizleştirme etkisi taşıdıklarını yadsımak söz konusu değildir. Çeşitli felsefi soyutlamacılık türleri bütünüyle kuramsal ya da ‘‘ideal’’ önermelere soğrulmuş olmakla, kendilerini somuttan ve edimselden az çok bilerek yalıtırlar.

— II —

24. Evrenselin tikelle ilişkisinin daha tarihsel, daha incelikli bir yorumu için yolu hazırlamış felsefeciler arasında, ciddi kusurlarına karşın, Hegel zemini atan ilk kişidir. Onun en iyi içgörüleri belki de yüzyılımızın en büyük uygulayımsal ve dizgesel felsefecisi olan İtalyan Benedotto Croce tarafından büyük ölçüde sağlamlaştırıldılar ve daha duru bir biçime kavuşturuldular. Hegelci ve Yeni-Hegelci tarihselcilik zaman zaman kuşku götürür felsefecilik tiplerine sürüklenir — tarihin şemalaştırılması, ilerleyicilik ve iyi ile kötünün birci-kamutanrıcı bir bulanıklaştırılması bunlar arasındadır —, ama bu gelenek içindeki daha verimli gerinimlerin yanında yer alarak bu eğilimlere direnilebilir. Anglo-Sakson dünyada yeni tarihsel bilince ilk katkıda bulunanlar arasında Edmund Burke göze çarpar. Burke Hegelci tarihçilik ile aynı zayıflıklara yatkın değildir. Croce gibi sağın anlamda bir felsefeci olmamasına karşın, onun evrimlenen tarihsel bütünün bir parçası olarak toplum ve birey anlayışı toplumsal ve politik düşüncenin dikkate değer bir derinleşmesini temsil eder. Bunlardan ve bunlara akraba düşünürlerden seçicilikle yararlanmak yoluyla evrensellik düşüncesi yeniden oluşturulabilir.  

25. Modern ve ön-modern düşünce arasında seçim yapmak gerçek bir olanak değildir. Düşünce akışlarını sınıflamak ve nitelemek pek çok amaç için yararlı ve zorunlu olduğundan, böyle ayrımlar uylaşımın yaratıları olarak anlaşılmalı, somut olgusallığın kendi içindeki keskin bölümlemelerle karıştırılmamalıdırlar. Edimsel düşünce bakış açıları arasındaki sürekli bir alışveriş yoluyla belirlenir ve soyut kategorilerin normunun sınırlarının ötesindedir. Örneğin gerek ‘‘modernite’’nin gerekse ‘‘pre-modernite’’nin bugünkü yandaşlarının kendileri bunların ikisinin de ürünleridirler. Daha yakınlarda icat edilmiş bir kategori olan ‘‘post-modernite’’ kimi çözümleme amaçları için Batı düşünce tipolojisine yararlı olarak eklenebilir, ama bu terim de bu tipten herhangi bir sınıflandırıcı şemayı şu ya da bu derecede karakterize etmesi kaçınılmaz olan yalınlaştırma türünün olumsuz etkisi altındadır.7 Genelde kullanıldığı gibi post-modernite kavramı henüz oldukça akışkandır ve modernitenin seçmeci bir yorumunu üstlenir. Kimi bakımlardan post-modernite ‘‘modernite’’nin değişik ya da başkalaşmış bir biçimi gibi görünür. Bir başka bakış açısından, post-modern bir modernite eleştirisi kimi modernite-öncesi düşüncelerin yeniden uğramaları için açık kapılar yaratıyor olarak görülebilir. Her zaman sınıflandırmalar, tanımlamalar ve genel terimler için iveğen gereksinimi kabul ederken, indirgemecilik tehlikesine karşı, ve birarada duran ve durmayan düşünceler konusunda katı biçimde kabul edilen öntasarımlara karşı önlem almak özseldir. Özellikle bugünkü tarihsel koşullarda, yeni ve belki de beklenmedik felsefi bileşimlere ve bireşimlere bir açık kapı bırakmak yerindedir. 

26. Batı felsefesinin son iki yüz elli yıldaki büyük başarımlarından yararlanma yoluyla belli başlı klasik ve Yahudi-Hristiyan içgörüler geliştirilip sağlamlaştırılabilir. Evriği de eşit ölçüde geçerlidir. Daha özel olarak, evrenselliğin bir kabulü ile insan varoluşunun tikellik, türlülük ve değişebilirliğinin tarihselci bir değerlendirmesini uzlaştırmak olanaklıdır. Felsefi öğelerin bu yeniden-oluşumu ve bireşimi burada değer-özekli tarihselcilik olara adlandırılan şeydir. Bu son bakış açısında, olgusal evrensellik tarihin tikellerinden yalnızca ayrılmamakla kalmaz; insan bilincine ancak somut biçim içinde sunulu olduğu da görülür. Törel evrensellik aynı zamanda tarihsel deneyimi aşkın ve ona içkindir — çelişik değil ama olgusallığın eytişimsel doğasının anlatıcısı olan bir bildirim. Irving Babbitt şöyle yazar: ‘‘Bir kimsenin şeylerde bir birlik öğesini dolaysızca algılayabilmesinden, o kimsenin akışın üstünde bir özler ya da kendilikler ya da ‘‘idealar’’ dünyasını kurmada aklandığı sonucu çıkmaz.’’8

27. Modern tarihselcilik-karşıtı ahlakçılık geleneksel Batı törelliğinde her zaman az ya da çok bulunmuş olan bir eğilimi, gündelik insan yaşamının somut dokusuyla olgusal ilişkiye girmemeye yönelik bir eğilimi aşırı bir uca götürür. Söz gelimi politik felsefede ahlakı gerçekte ona değer olmayan ve onun arılığını lekeleyebilecek sıradan dünyasal bir yaşamla çok yakından bağıntılandırmak tehlikeli görünmüştür. Uzakta durmak soylu ruh için daha iyidir. Platon’un ahlak ve politika felsefesi değişik gerinimler taşır ve kolayca sınıflandırılamaz, ama dünyayı olduğu gibi ele almaya bir isteksizliğin birçok etkili örneğini sunar. Platon genelde görüldüğü durumuyla politikadan geri çekilmenin ahlaksal üstünlüğünü tanıtlamaya bile çalışır. Yedinci Mektup’ta ideal önermeleri düşünmekten ayrı olarak, edimsel politikaya katılma konusundaki kişisel tiksintisini dışavurur. Dünyanın somut ahlaksal fırsatlarını gözardı etme Platon’un ahlak felsefesine ilişkin gerçeğin bütünü olmaktan çok uzaktır, ve geç Batı ahlak kurgusunda bu eğilim başka etmenler yoluyla yumuşatılmıştır. Yine de, ahlaksal soyutlamalara —‘‘idealler’’e — bir düşkünlük dikkati edimsel durumların yaşamından başka yana çevirme ve burada ve şimdide edimde bulunmaya bir istek ve yetenek yoksunluğu yaratma eğiliminde olmuştur. Machiavelli’nin eski politik düşünceyi ‘‘olgusal gerçeklikte bulundukları biçimleriyle şeyler’’ ile, öykünülecek modeller yaratmakla olduğundan daha az ilgilendiği için kınaması, bir düzeye dek, kuşku uyandırıcı güdüler tarafından aşılanmış olabilir, ama içinde edimde bulunmasının gerektiği eksikli, gerilim dolu ve yorucu koşullarda politikacıyı her zaman şöyle ya da böyle ne yapacağını bilemez bırakan bir ahlakçılık tipine karşı koymak hiç kuşkusuz yerindedir — bir ahlakçılık ki savaşımın dışında öyle soyluca durduğu için bir de saygınlık bekler.9

28. Evrensel ilkelerin varoluşunu ileri sürmek ve bu ilkelerin soyluluğunun eksik ve çoğu kez tiksindirici kılgısal olgusallıktan uzak oluşlarıyla gösterildiğini düşünmek ahlaksal görecilik ve nihilizmin bugünkü eleştirmenlerine ortaktır. Bu tip ahlakçılığın aslında törel yükümlülüğün somut gereksinimlerinden bir kaçış olması olasılığı ciddi olarak irdelenmelidir. Croce tarihselcilik-karşıtı ahlakçılar hakkında şöyle yazar: ‘‘Ahlakı tarih sınırları dışına koymaya ve onu yücelttiklerini düşünmeye can atarlar, öyle ki ona uzaktan gereğince saygı gösterilebilir ve yakından gözardı edilebilir.’’10 İmgelenen bir arı iyiliğe duyulan sarsılmaz bağlılığın arkasında, olgusal dünyayla yüzyüze gelmeye bir isteksizlik ve onun edimsel fırsatlarını yakalamaya bir yeteneksizlik, ve yine de kendini kutlamanın eşlik ettiği bir vazgeçme saklı olabilir. 

29. Bugün toplumsal ve politik düşüncede eski Batı geleneğine bir geri dönüş girişiminde bulunan kimi yazarlar aşkın tinsel olgusallığa ve gizemsel deneyime başvururlar. Ama bu olgusallık çoğu kez öyle gevşek bir biçimde tasarlanır ve sıradan, içkin dünyaya öyle zayıf bir biçimde bağlanır ki, yaşaması için gereken somut, özel gerekleri ve imlemleri anlaşılmaz kalırlar. Aşkın eğer somut varoluşu kurmak için bir gizilgüç olarak görülmeyip tersine içinde bulunulan zamandaki istenç, imgelem ve usu ileri sürme gereksiniminden kişiyi kurtarmak olarak görülürse, bu tür sözü edilen erdemli geri çekilme modeline girer. Bu kaçış tipi dinlerin tanıdığı ve bir anlamda dünyadan el çekmeyi gerektiren, ama aynı zamanda somut eylemde yüzleşmesi gereken engeller ve istemleri göğüsleyen özel ve az rastlanır ötedünyasallık türüyle karıştırılmamalıdır. Kutsallığa bu çabalama kendi isteğini pragmatik, uygulanabilir davranışta cisimleştirir. Değer-özekli tarihselciliğin bakış açısında kuşkulu görünen şey içkin dünyayı önemsizleştiren ve içkin dünyada edimde bulunmak için zorunlu olan araçlara — uzlaşmaya, politikaya, girişkenliğe, erke, ekonomik kaynaklara v.b. — kara çalan ve böyle bayağı bir metaya dokunmadığı için ellerinin temiz olduğunu düşünen bir tinsellik biçimidir. 

30. Bu denli çağdaş bir tartışmada törel evrenselliği tarihsel tikellikle bağlantılandırmadaki bir başarısızlık evrenselliğin şatafatlı dilini benimsemeye gönüllü olanların işini kolaylaştırır. Eğer törel evrensellik tikel bir nitelik ve yöndeki somut isteklerde cisimleştirilmeyecek olursa, ‘‘evrensel değerler’’ ve ‘‘aşkın’’ gibi genel terimler hem herşey hem de hiçbirşey anlamına gelebilirler.

— III —

31. Değer-özekli tarihselcilik evrensellik ile tikellik arasında yalnızca olası gerilimi değil ama bireşimi de varsayar. İnsanın tarihsel deneyiminin evrenseli hangi anlamda ortaya koyabildiğini göstermek önemlidir. Tarih-dışı bir evrensellik görüşünün eksikliği aynı zamanda daha öte aydınlatılmalıdır. 

32. Deneyime ilişkin bulanık görgül görüşlerin yaygınlığı yüzünden evrensellik ve tikelliğin birarada varoluşunu açıklamak zorlaşmıştır. Deneyim genellikle "duyular"ın türevi olarak görülür, ki bu görüş insanın somut ve doğrudan kavrayışında yatan şeyin güdük bir kavramını üretir. Deneyimin dünyasal, "duyusal" bir olgusallığa gönderme yaptığı, oysa "yüksek değerler"in başka bir alanda aranması gerektiği düşünülür. Deneyimin burada sıradan anlamda görgül olarak anlaşılmadığı açık kılınmalıdır. İnsan bilinci içine düşen tüm şeylere, insanın bir insan olmanın ne olduğunun ayrımında olmasının bütün erimine gönderme yapar. Deneyim ahlak, din, politika, ekonomi, sanat ve bilgi yaşamını içerir. Bu bütünün her bir parçası iyilik, gerçeklik ve güzelliğin uyarıcıları ve doyumlarıdır.  

33. Son sözü edilen üç nitelik geleneksel olarak insan varoluşunun evrensel değerleri ve buyrumları olarak kabul edilmişlerdir. Burada onlardan tekildeki evrensel olarak birarada söz edilmiştir. Croce iyilik, gerçeklik ve güzellik üçlemesine "ekonomik" ya da "yararlı"yı eklemek için inandırıcı uslamlamalar sunar. Sonraki, ister hayranlık ister nefret uyandırıcı olsun, herhangi bir insan etkinliğini yalın olarak kullanışlı ve tutarlı kılan bir etkerlik niteliğidir. Bu tartışma genelde birincil olarak evrenselliği ele aldığı için iyilik, gerçeklik, güzellik ve ekonominin birbirlerinden ayrıldıkları ve etkileştikleri yolların ayrıntılandırılması gerekmez. Önemli olan, evrenselliğin kendini somut tikellerde ortaya koyduğu düşüncesidir.11 

34. Tarihin bir evrensellik anlayışıyla ilgisi nedir? Tüm toplumlar ve kuşakların evrenseli bulanıklaştıran kendi özgünlükleri, kör noktaları, partizan saplantıları, özel bilgisizlik alanları ve başka zayıflıkları vardır. Böyle zayıflıkların olanaklı bulunuşunu sürekli anımsamalı ve onlardan uzaklaşmaya çalışmalıdırlar. Goethe'nin "dünya tarihi yığınları" dediği şey insanlığın dünyada yüzyıllar boyunca işlemiş olduklarının varsıl kaydıdır. Yaşamın içerebileceği — imrenilecek, imrenilmeyecek, orta karar ve ürpertici — şeylerden söz eder. İnsan becerisinin ulaştığı en yüksek noktaların ve önceki göze batıcı büyük yanılgıların ayrımında olmak belli bir kuşağı ya da toplumu kendi kusurları ve bunlardan kendini nasıl kurtarabileceği konusunda uyarmaya yardımcı olur. Tarihe ışık tutmak zamanın ve yerin sınırlayıcı önyargılarını düzeltmeye hizmet eder ve bireyin gerçek ve kalıcı değer taşıyan şeylere ilişkin anlayışını varsıllaştırır. 

35. Kendini ya da toplumu geliştirebilmek için şimdi varolandan daha iyi birşeyi öngörmek zorunludur. Ama bu noktada çok ayrı iki yaklaşım olanaklıdır. Biri, hangi ilerlemelerin olanak alanında bulunduğu konusunda tarihsel açıdan bilgili bir anlayış geliştirmek ve tarihsel karşılaştırmalar yoluyla içinde bulunulan zamanın güçleri ve güçsüzlükleri konusunda içgörü kazanmaktır ki, iyileştirici çabalar verili tarihsel koşulların özel gereksinim ve fırsatlarına ayarlansınlar. Bir başka olanaklı yaklaşım tarihsel irdelemelerden ayrı bir "ideal" tanımlamak ve gerçekleşmesine çabalamaktır. Sonraki durumda, olması gerekenin idealin kendisinden anlaşıldığı düşünülür. İnsanlığın edimsel deneyimini ya da varolan koşullarca dayatılan kısıtlamaları anımsatanlar hoş karşılanmazlar ve giderek sapık engellemeciliğin ürünleri gibi görülebilirler. 

36. Jean-Jacques Rousseau olması gereken şey konusunda kendi anlayışına göre biçimlendirilmiş olan şeyi varolan toplumun yerine geçirmek ister. İdeali formüle ederken Rousseau bildiğimiz biçimiyle insan yaşamından bağımsız olarak ilerler. İkinci Söylem'i bir ölçüde insanlığın başına gelmiş büyük kötülükleri açıklamak ve varolan toplumları kötülemek üzere yazılmış, ama tarihsel gerçeklik savı taşımayan bir çeşit tarih sunar. Edimsel tarihin olgularının kendi uslamlamasıyla çelişebileceğinin ayrımındadır ve onları kendi amacıyla ilgisiz sayar. "Öyleyse tüm olguları bir yana bırakarak başlayalım, çünkü bunlar sorunu etkilemezler" diye yazar. İnsanın kökensel iyilik ve özgürlüğüne ilişkin yalancı-tarihsel açıklaması, ki Rousseau'nun yeni bir politik düzen modeli ile her bakımdan ilgilidir, şu önsözle açılır: "Bu konuda üstlenilebilecek araştırmalar tarihsel gerçeklikler değil ama yalnızca varsayımsal ve koşullu uslamlamalar olarak alınmalıdırlar."12 Rousseau'nun insan doğası ve toplum üzerine düşünmelerinin somut tarihsel kanıtı gözardı ettikleri için daha az güvenilir oldukları kabul edilmez. 

37. Rousseau'nun tersine, Edmund Burke gelişme yeteneğini insan tarihinden çıkarılacak dersleri öğrenmeye olan bir isteklilikle bağıntılandırır. Olağandışı bilgelik ve erdemdeki bireylere büyük hayranlık duyar ve ağırlıklı olarak onların öğüdüne dayanır, ama aynı zamanda insan soyunun yavaş yavaş biriken içgörü ve deneyiminin yerine belli bir bireyin ya da kümenin soyut ve özerk olarak tasarlanmış düşüncelerinin geçirilebileceği düşüncesini yüzeysel ve tehlikeli bularak reddeder. Tarihsel-olmayan aydınlanma kavramı yalnızca insanların entellektüel ve başka sınırlarını değil ama her bir bireyin ve kuşağın önceki kuşaklara bağımlılığını da gözardı eder. 

38. Kendiyi ya da toplumu geliştirme konusundaki iki karşıt yaklaşım böylece edimsel tarihsel deneyimin imlemi konusunda çok değişik değerlendirmeler yoluyla ayırdedilirler. Birinci yaklaşım, ideali formüle etmekle ilgisiz diyerek ve ideali gerçekleştirmenin olanağı ya da istenebilirliği konusunda sorular doğuruyor diyerek tarihsel irdelemelere direnir. İkinci yaklaşım soyut modellere güvenmez ve edimsel olarak erişilebilir olan tarihsel koşulların yüksek gizilliklerini ortaya çıkaracaktır. 

39. Değer-özekli tarihselcilik ilerlemenin kaçınılmazlığı gibi bir varsayımda bulunmaz. Böyle ilerlemeler insanlık tarafından yerine getirildiklerine göre her zaman aksaklıkların, gerilemelerin ve gerçek tembelliğin gözdağı altındadırlar. Tarih iyiyi olduğu denli kötüyü de içerdiği için, ve bugünün gizillikleri değişik yönleri imledikleri için, ayrım yapma yeteneği özseldir. Daha iyi anlaşılması gereken şey bu yetenek ile tarihsel duyu arasında dirimsel ve zorunlu bir bağlantının olduğudur. Bağlantılıdırlar çünkü evrenselliği somut deneyimde ayırdederiz. Bilincimizin dışında kalabilen herşey tam olarak öyledir, dışardadır — eleştirel inceleme için erişilemezdir. İyilik, gerçeklik ve güzelliğin somut örneklerine ışık tutulması yoluyla birey yaşamın daha yüksek olanaklarına yönlendirilir. Bu tikeller evrenseli somutlaştırırlar, ama eksik olarak. Bireysel ruhu devinime geçirdikleri ölçüde, yaşam belli bir yöne çekilir. Böyle ayrımsama temelinde, iyi, gerçek ve güzel için felsefi terimler ve tanımlar oluşturmak olanaklıdır, ama bu entellektüel eklemlemeler düşünce soyutlamaları değildirler; deneyim tikellerine kavramsal anlatım verirler. 

40. Evrensel değerlerin ayırdedici nitelik ve normatif yetkeleri ahlaksal eylem, düşünce ve sanatın özel örneklerinde kişi için bilinir olurlar. Onlar yoluyla deneyim yaşama özel imlem veren yollarda kurulur ve yönlendirilir. Eğer genelde toplum bu anlamı paylaşmaya başlarsa, yeni kuşaklara bu değerlerin olgusallığı hakkında bilgiler verilebilir. Uygar bir kalıt evrenseli olgusallaştırmak için yeni olanaklara gebedir. İyilik, gerçeklik ve güzellik tarihsel tikelleri tarafından hiçbir zaman tüketilemezler, kendilerinin ve kendi koşullarının ötesini imlerler. 

41. Daha sonra açıklayacağımız bir anlamda, toplum evrensel değerlerin her yeni belirişini kendi genel ilkelerinin parçası yaparak varsıllaşır. Buna göre, örneklerin birikimi toplum için gerçekten saygın bir ölçün getirir mi? Ya gelenek? Kimileri gelenekten dayanıklı, kalıcı "ilkeler" deposu olarak yararlanırlar. Sürekli değişimin ortasında "gelenek" sağlam kalır. Görevimizin yaşamlarımızı geleneğin bilge yönergelerine uydurmaya çabalamak ve onu "ilgililik" istemlerine karşı korumak olduğuna inanırlar. Tarihsel deneyim ile normatif yetke arasında bir bağın belli belirsiz ayrımında olmasına karşın, bu tip gelenekselcilik evrenseli tözselleştirir. Şeyleştirilmiş, soyut "tarih dersleri"ne sıkı sıkıya bağlılığı onun tarihsel dünyayla bağlantısını koparma eğilimndedir. Yukarda tartışılmış olan, insan varoluşunun edimsel fırsatlarından geri çekilme türünün bir başka örneği olur. 

42. Evrenselliğin baştan sona ele geçirilmiş olduğu önesürümü aslında insan varoluşunun tarihsel doğasının bir yadsınışıdır. Gerçekte evrenselin bir anlamını sürdürmek ya da derinleştirmek daha şimdiden insanlığın elinin altında olan bir ölçünü eşlemleme sorunu değildir. Evrensellik iyilik, gerçeklik ve güzelliğin bitimsizce yeniden eklemlenmesini gerektiren sürekli bir keşiftir. Her zaman değişen ve kimileri uygarlaşma görevine keskin biçimde zararlı olabilen tarihsel koşullarda, evrensellik yalnızca yaratıcılık ve yenileştirme yoluyla diri tutulabilir. Gelenekselcilik geçmişin salt bir yinelemesine çalışırken, gittikçe boşalan biçimler ve rutinlerde iyilik, gerçeklik ve güzelliğin yaşantısal olgusallığını yitirir. İnsansal iyilik konusunda büyük ölçüde birbirinden uzaklaşan görüşlerin aynı uygarlık içersinde güçlendiği ve yarışan gelenekler oluşturduğu bir tarihsel dönemde, bu yerleşik yolları yeğlemenin zayıflığı iyice açığa çıkar. Uylaşımcılık hangi temeller üzerinde bir geleneği bir başkasına karşı kayırabilir? Daha eski olduğu için mi? 

43. Uylaşımsal biçimselcilik insanlığın geçmişteki büyük ahlaksal, felsefi ve estetik başarımlarına ilişmez. Kazancını onların tanınmışlıklarından çıkarmaya ve onların ünü aracılığıyla etki etmeye çalışır. Ancak bu çalışmalar gerçek yetke elde etmek için ve kendilerinin örnek olmaları yoluyla insanları devindirmek için bugünkü özünlü değerlerini göstermek zorunda kalacaklardır. Bugün yaşayan insanlar kendi deneyimlerine ve tikel koşullarına uydurma anlamında bunları kendilerinin kılmak zorunda olacaklardır. Eski iyilik, gerçeklik ve güzellik örnekleri bireyin elyordamıyla edindiği kendi evrensellik anlayışını eklemlemesine ve genişletmesine yardımcı olarak yaşadıklarını ortaya koymalıdırlar. Buradaki ve şimdikinin derinden duyulan gereksinimleri hakkında doğrudan doğruya konuşmalı, çağdaş dünyanın çalışmaları arasında yerlerini almalıdırlar. Toplum üyelerini onların anlamını bir yolda soğurmaya hazırlamayı başaramadıkça bunu yapamazlar. 

44. Evrenselliğin onda somutlaştırıldığı zorlayıcı deneyim, aynı zamanda ve ayırdedilmez biçimde, tikel ve eşsiz bir bireyinki ve genelde insanlığınkidir. İnsanı evrensele bağlayabildiği düzeye dek gelenek, o anlamda, yaşayan bir geçmiştir. Tikel kişinin deneyiminde gelenek, en iyi durumunda, dünü ve bugünü yeni, doğrudan bir evrensellik ayrımsamasında birleştirir. Kişisel ve toplumsal yaşam kalıcı, daha yüksek iyinin diri bir bilinci içersinden sürekli olarak değerlendirilebilir. Basmakalıp ve biçimselci alışkanlıklar ve uylaşımlar saptanabilir ve evrenseli daha iyi ortaya koyan yollar yararına sökülüp atılabilirler. Sağlıklı gelenek hem geçmişe bağımlılık hem de geçmişten özerkliktir. 

45. Çoğu kez gelenek köktenciler tarafından karşı çıkılan ve tutucular tarafından savunulan birşey olarak görülür. Ama eğer gelenek ile denmek istenen her yeni yaratıcı başarımın ister istemez temelini oluşturan yaşayan süreklilik ise, "köktencilik" ve "tutuculuk" ayırdedilmemecesine hem yenileşme hem de saklama olan bir uygarlaşma süreci içindeki eşit ölçüde zorunlu ve karşılıklı bağımlı gerinimleri nitelemenin yollarından başka birşey değildirler. 

46. John Dewey burada anlaşıldığı biçimiyle evrenselliğin varolduğunu pek kabul etmez. Ama sürekliliğin önemini vurgular. Kalıt alınmış yollara körü körüne saldıran bir köktenciliği tümden reddeder. Dewey Henri Bergson'un felsefesinde tehlikeli bir öğe olarak gördüğü şeyi yorumlayarak şöyle yazar: 

Bir kör yaratıcı kuvvetin yaratıcı olduğu denli yokedici de olduğunun ortaya çıkması olasıdır; dirimsel kuvvet (elan vital) uygarlığın emeğe dayalı sanatlarından çok savaştan haz duyabilir, ve gizemsel bir savurganlık bir düşüncenin görenek ve gelenekte somutlaşan ayrıntılı çalışmasının, esnek ve sürekli yeniden-örgütleme becerileri aracılığıyla yaratan bir çalışmanın yerini almak için çok uygunsuzdur.13 

47. Dewey, önceden taslağını çizdiğimiz türden tarihsel bir anlamla karşıtlık içinde, iyi-bilinen vurgusunu sürekli pragmatik deneylemeye ve duruma ayarlanmaya duyulan gereksinim üzerine getirmez. Aslında, Dewey'den alınan ve tarihselciliğin daha tutucu yanını edimsel olarak vurgulayan bir pasaj burada kısaca tanımlanmış olan tarihselciliğin bir özeti olarak işe yarayabilir: 

Şimdi yaşayan bizler uzak geçmişe uzanan bir insanlığın, doğayla etkileşim içinde olmuş bir insanlığın parçalarıyız. En değer verdiğimiz uygarlık ürünleri kendimizin değildirler. Bir halkası olduğumuz sürekli insan topluluğunun etkinlikleri ve acılarının kayrasıyla varolurlar. Bizim sorumluluğumuz almış olduğumuz değerler kalıtını saklama, iletme, arılaştırma ve genişletme sorumluluğudur ki bizden sonra gelenler onu bizim almış olduğumuzdan daha sağlam ve güvenli, daha büyük ölçüde kabul edilebilir ve daha eliaçıkça paylaşılmış olarak alabilsinler.14 

48. Bir bütün olarak Dewey'in felsefesi olgusallığı edimsel dünyanın ötesindeki özlerde arayan evrenselciliğin keskin eleştirisidir. Kendi pragmatizmi içersindeki evrensele açık kapılarmış gibi görünen şeylere karşın, Dewey yeniden-oluşturulmuş bir evrensellik anlayışının olanağını aramakta değildir. Alıntıladığımız pasajlarda evrensellik yalnızca örtük olarak bulunur. Bu tartışmanın amacı tarihsel tikellikte somutlaşan bir evrenselliği bilinçli ve daha dizgesel bir ayrımsama içine getirmektir.

— IV —

49. Tarihselcilik-karşıtı evrenselciliğe göre, evrensel ile tikelin olanaklı bir birleşiminden söz etmek tarih tarafından atılan herşeyin bir onaylanması gibidir. Tarihsel-olmayan uslamlama devingen ve karşılıklı bir ilişki için gereken kategorilerden yoksundur. Çağdaş Batı toplumundaki ahlaksal, entellektüel ve kültürel gerilimlerin tarih içersinde evrensellik bulma olanağıyla çelişiyor gibi görünmeleri, tarihsel tikellik ile evrensel değerlerin nasıl yakından ilişkili, aslında özdeş olabildiklerini açıklamayı zorlaştırır. Birçokları durumun sürekli değişiminin tümüyle dışında sağlam bir yargılama ölçünü arayarak, yarışan gelenekler ve kararsız koşulların doğuşuna tepki gösterirler. Tarihselcilik-karşıtları soyut düşünüp taşınmayı ve "ilkeler"i ya da burada ve şimdi olandan herhangi bir başka ayrılmayı yeğlerler. Değer-özekli tarihselcilik ayrı bir yol izler. Eğer bugün kimi tarihsel kuvvetler insan varoluşunun yüksek gizilgüçlerini yokedici iseler, bu gelişimler evrenselliğin kendini yalnızca tarihsel, deneyimsel tikellerde ortaya serdiği görüşünün temelini zayıflatmazlar. Evrenselin tarihsel tikelliğini vurgulamak tarihsel akımlar ile gizillikler arasında ahlaksal, estetik ve felsefi ayrım yapma gereksinimini yadsımak değildir. Tersine, evrensel ve tarihsel eşzamanlı bireşim ve gerilimde varoldukları için, yükseltilmiş ve daha incelmiş ayrım yapma güçlerine gerek duyulur. 

50. Ama bir yandan tarihsel deneyimin gereçleri arasında seçme yapmanın zorunlu olduğunu ileri sürmek ve öte yandan evrenselliğin, normatif yetkenin taşıyıcısının, kendini somut tikellerde ortaya koyduğunu ileri sürmek tutarsız değil midir? Kendisi tarihsel olan birşey tarihi değerlendirmek için bir ölçünü nasıl sağlayabilir? Böyle bir düşünce tarihsel-olmayan uslamlamaya pervasızca çelişik görünür. Bir ölçme çubuğunun ölçtüğü şeyden ayrı olması gibi, yargı ölçütü ve yargı nesnesi, norm ve görüngü de kuşkusuz ayrı olmalıdırlar. Deneyimin kendisinin zorlayıcı ve kuralkoyucu olabileceği yolundaki önermeye tarihselcilik-karşıtı evrenselcilik birçok değişik deneyimin değerli gibi görünebileceği karşıçıkışında bulunacaktır. Bir yolda doyurucu olduğu düşünülen şey büyük ölçüde kişiden kişiye ve giderek aynı kişide zamandan zamana değiştiğinden, gerçekten soylu olanı ve bayağı olanı belirlemek için tüm tikel deneyime dışsal olan bir ölçüt zorunludur. Önyargısızca yorumlarsak, bu karşıçıkış bir gerçeklik çekirdeği içerir, ama evrenselliğin ve insan deneyiminin kaba saba bir şeyleşmesinden kaynaklanır ki, ikisini herhangi bir bütünsel ilişki olmaksızın ayrı kendiliklere çevirir. 

51. Birkaç somut örnekleme evrensellik ve tikelliğin eşzamanlı gerilim ve bireşimini açıklamaya yardım edebilir. En iyi durumlarıyla, yetiştirme ve eğitimi irdeleyelim. Kişiliğin bu şekillendirilmesi bütün bir kuşağın ya da yüzyıllar süren bütün bir uygarlığın ahlaksal, entellektüel ve estetik olgunlaşmasına andırımlı olarak görülebilir. Çocukta, uyanan bir değerler duyusu çocuğun karşı karşıya kaldığı normlar, kişisel örnekler, öyküler, müzik, oyunlar, giysiler, yiyecekler v.b. gibi şeyler yoluyla eklemlenir ve genişletilir. Bunların tümü birlikte genç kişiye, somut biçimde, yaşamın ne olduğu ve ne olması gerektiğine ilişkin bir anlayış verirler. Bu erken biçimlenme uygarlık tarafından bilindiği biçimiyle evrensele bir ilk adım atıştır. Ahlaksal, kültürel ve felsefi kalıtın soğrulmasının hep daha ileri düzeylerde sürmesi gibi, zamanla evrensel de deneyimde daha tam olarak eklemli olur. 

52. Bireyin dışsal olarak dayatılmış ölçünleri edilgin olarak ve eleştirmeksizin benimsemediğini görmek önemlidir. Evrensellik yavaş yavaş bireyin kendi elyordamıyla vardığı değerler duyusu ile uygarlığın varsıllığı arasındaki eytişimsel bir karşılaşmadan doğar. Olgunlaşmakta olan genç kişi, özellikle eğer duyarlı ve yetenekliyse, anababanın, öğretmenlerin ve başkalarının öğütleri ve kendisinin gelişen törel, estetik ve entellektüel duyarlıkları arasındaki uyumsuzlukları ayrımsamaya başlar. Çocuklukta anababanın önyargıları ezici bir etki olmuş olabilirler, ama o zaman bile bireyde bağımsız bir değerler duyusu kımıldar ve çocuğun beğenisinin ne ölçüde yoğrulabileceğine yönelik sınırlar vardır. 

53. Genç kişinin başlangıçta incelikten yoksun olan duyarlığı, yeni törel, estetik ve entellektüel deneyim tarafından sorgulandığı ve yeniden-eklemlendirildiği için sonunda daha keskin ve çok-yönlü olur. Çocuğu hayran bırakan öyküler, ezgiler ve uyaklar, bireyin deneyim erimini büyük ölçüde genişletmiş olan şiir ve senfonilerle karşılaştırıldıklarında çocukça görülür. Bir zamanlar çocuk kitaplarındaki çizgi resimlerden ve süslemelerden haz duyan bir estetik duyarlık Rembrandt'ın resimlerini üstün tutmaya başlar. Çocuklukta çok yalınlaştırılmış açıklamalarla doyurulan kendine ve doğaya yönelik merak sonunda özenli ve dizgeli tarih, felsefe ve bilim incelemesinde anlatım bulur. Kişiliğin törel özeğinde, duyunç erken bir yaşta yaşamı yönlendirmeye başlar. Kişinin ahlaksal yükümlülük duyusunun eklemlenmesi kısa zamanda anababa tarafından ya da çocuk öykülerinde yeralan ahlaksal dersler tarafından sağlanan yalın normlara güvenmenin ötesine geçer. Büyüyen bir kılgısal deneyim erimi ve felsefe ve sanata gittikçe daha açık olma ile birlikte daha derin, daha tam ve daha karmaşık bir ahlaksal sorumluluk duygusu gelişebilir, ki bu duygu törel duyuncun kişisel ve derin bir duyumsanışı anlamında ahlaksal özerklik tarafından giderek daha da belirginleştirilir. Bireyin koşulları ne denli onun yararına olsa da, kişiliğe törel yapıyı ancak onun kendi seçimleri verebilir. Törel olarak duyarlı ve umut verici birey bencil bir kendine düşkünlük tutumunu aşama aşama bulunan ve daha derinden doyurucu olan bir yaşam niteliği yararına denetleyecektir. Uzun bir zaman boyunca, çatışan eğilimlerle yapılan kimi kez zor iç savaşımda oluşturulmuş ve edimlenmiş ahlaksal alışkanlıklar ve bireysel eylemler, yeni bir karekter oluştururlar ki bunun uygulamadaki yol gösterici ilkesi yaşama daha yüksek anlam vermektir. Aristoteles kolayca ve geçici olarak haz verici olandansa doğru olanı yapmaya uzun süre çabalamaktan ve bunu giderek artan biçimde başarmaktan sonuçlanan, ve eşzamanlı olarak hem kişisel hem de kişisel-olmayan doyuma ilişkin özel bir duygudan söz etmek için eudaimonia sözcüğünü kullanır. 

54. Birey yetişkinliğe girerken anababa, öğretmenler, akıl hocaları, kahramanlar ve başkalarının etkisi zayıflamaya başlayabilir. Kimi zaman kişinin yerleşik yetkelere karşı çıkması gerekir, çünkü bunlar onun kendi iyi, gerçek ve güzel duygusuna eksik görünürler. Aynı değerlere yönelik kendi yaratıcı anlatımı yoluyla onlara meydan okumaya zorlandığını duyumsayabilir. Böyle yaparken kişi bir anlamda tam kendisinin olan bir ölçünü izler: o ölçünün yetkesini kişisel deneyiminden bilir ve onu kendi eşsiz yaratıcı becerileri aracılığıyla kendi koşullarına uygular. Ama yalnızca birey üzerinde değil, tüm insanlar üzerinde de bağlayıcı olduğunun düşünülmesinde ölçün aynı zamanda bağımsızdır ve kişisel değildir. Tikel kişi hoşlanmalarını ve hoşlanmamalarını denetleyemez. Yetkesini çiğneyenleri acımasızca yargılar. İster ahlakta, ister sanatta, isterse felsefede olsun, gerçekten yapıcı bir isyancı ölçünün çiğnenmesine başkaldırmak ve yetkesini güçlendirmek için eyleme geçer. 

55. Ahlaksal etmenler, düşünürler ve sanatçılar iyi, gerçek ve güzele ihanet etmede özgürdürler ve sık sık bunu yaparlar. Ama aralarında en iyi ve en dürüst olanlar bu evrensel buyrumlara aynı zamanda bir anlamda bütünüyle bağlıdırlar. Ancak yaşamlarında ve yapıtlarında bu buyrumlara saygı göstermekle kendileriyle barışık olabilirler. Eğer bunlara ihanet ederlerse, bir yanlarında gerçekleşmemiş yüksek bir gizilgücün ayrımında olmanın acısını çekerler. Ahlaksal birey sorumluluktan kaçtığı ve kendini boş gerekçelerle yatıştırdığı zamanı bilir. Düşünen birey hiç de öz-eleştirel olmadığı ve geçmişteki rahatsız ve tedirgin edici düşüncelerinden sıyrıldığı, böylelikle gerçeklik üstenimini gevşettiği zamanı bilir. Sanatçı tembelliğin ya da popüler beğenilere yaltaklanmanın ne zaman ondan yalnızca en iyisini vermesini isteyen estetik yükümlülüğün önüne çıkmalarına izin verdiğini bilir. Ahlaksal, entellektüel ve estetik buyrumlar istemlerinde güçlü bir biçimde kişiye özeldirler: tikel kişinin kimliğinin kendisi onlarla sarmalanmıştır. Ama aynı zamanda, bireyin onlara dilediği gibi egemen olamaması ya da onları denetleyememesi olgusu evrenselliklerini gösterir; yetkelerinden kaçan kişi rahat edemez. 

56. İnsan uygarlığının kalıtı yaşamın ahlaksal, entellektüel ve estetik buyrumlarını eklemlemede bireye yardımcı olduğu için, yalnızca günün beğenilerinden değil ama süregelen uylaşımdan da bağımsızlığı olanaklı kılmaya yardım eder. Evrensel ile içsel, kişisel, dolaysız yakınlığın gelişmesi kişiyi değer önesürümlerini kendisi için sınamak ve tikel başarımları değerlendirmek için hep daha iyi bir konuma getirir. 

57. Deneyim erim ve derinliğinin genişlemesi büyük ölçüde başkalarının öğüdünü almaktan ve buna karşılık olarak yeni olanaklara açık olmaya çalışmaktan ileri gelir. Bu olanaklardan kimilerinin vazgeçilmez yeni ışıklar sundukları ya da başka bakımlardan varsıllaştırıcı oldukları ortaya çıkar. Kimileri uzun erimde önemsiz ya da yalnızca geçici olduklarını ya da düşkırıcı olduklarını gösteren bakış açıları ya da doyumlar sunarlar. Yine, ilk anda büyüleyici ama yaşamın daha temel bir uyumu için yıkıcı olan başka olanaklar bulunur. İstencin duyarlık ve gücünün bir bileşimi bireyin içgörü ve hoşlanmayı kişiselliğin parçası yapan öncelikleri yaratmasını ve sürdürmesini olanaklı kılar. Yetersiz kılavuzluk, anlığın ya da imgelemin uyuşukluğu, ya da istenç sapıklığı yüzünden kimi bireyler gevşeyebilir ve yollarını şaşırabilirler, geçici heyecanlar ve hazlar uğruna yaşayabilirler, ya da kişiliklerini zararlı bir başat tutkunun çevresinde kurabilirler. Varoluşun sonsal anlamsızlığı duygusundan hiçbir zaman kaçamazlar. 

58. Bu uslamlamalara karşılık olarak denebilir ki, bunlar deneyimin kendisine dışsal olan bir iyi ölçütü gereksinimine ilişkin daha da çok örnek sağlıyor görünürler. Bir tür ayrı model ya da norm olmaksızın, tikel deneyimlerin daha yüksek insanlığımız için yapıcı mı yoksa yıkıcı mı oldukları nasıl bilinebilir? Hemen kabul edilmelidir ki nitelik açısından ayrım yapma bir tür ölçünü varsayar. Ama yaşıyor ve bireştiriyor olanı şeyleştirmemek ve yapay olarak yalıtmamak özseldir. Bilinmesi ve düşünüp taşınılması gereken şey, bir değer önesürümünün geçerliğine sonunda ancak somut deneyim yoluyla gerçekten inandırılabileceğimizdir. İyilik, gerçeklik ya da güzellik konusundaki entellektüel ilerisürümler verdikleri sözleri tutup tutmadıklarını, edimsel olanaklara yanıt verip vermediklerini görmek için belli bir yolda sınanmalıdırlar. Normatif yetkenin bakış açısından somut deneyim birincil, düşünceler ikincildir. Düşüncelerde insan için iyiden söz etmek elbette olanaklıdır, ama düşüncelerin anlamı birlikte hem düşüncelerde hem de deneyimde saptanmalıdır. Belli bir yolda somut olgusallığa başvuramayan kuramsal evrensel değer açıklamaları kuşkulu kalacaklardır. 

59. Aristoteles sağlam alışkanlıklar kurmanın törel önemini vurguladığında, ve insan için enson iyiyi mutlulukla özdeşleştirdiğinde deneyimin normatif imleminin önemli ölçüde ayrımındaydı. Salt hazdan ayrı olan özel bir doyum duygusu törel eylem yaşamını öteki türlerden ayırdeder. Kuşkusuz, Nikomakhos Törebilimi dizgeli bir uslamlama, tanımlar ve kavramlar sunan bir felsefe yapıtıdır. Aristoteles'in kimi zaman sınıflamalara ve ayrımlara gereğinden çok düşkünlük gösteren biraz kuralcı anlık yapısına karşın, yapıt felsefidir. Ama ahlaksal açıdan yararlı ve tehlikeli olan şeyi ele alışı, dikkate değer kusurlarına karşın, törel eylemin somut olgusallığına sıkı sıkıya bağlıdır. Aristoteles'in incelemesinin taşıdığı gibi inandırıcı bir güç terimlerini okuyucunun deneyimiyle bağlantılandırma yeteneğinde yatar. Bireyi yönlendirmede iyi felsefe yararlı olabilse de, bir kişinin evrenselliği ayırdetmesi için genellikle en gereksinilen şey öyleyse yeğin kuramlaştırma değildir. Birincil gereksinim iyi, gerçek ve güzelin edimsel davranışta ve başka deneyimde yaşama geçmesidir. Bu istenebilir koşula yaklaşılıp yaklaşılmadığı nasıl bilinir? Bunun bilinmesi eninde sonunda iyi ve eğitilmiş yaşama özünlü olan özel uyum ve değerin bulunuşu yoluyla olur. Ölçün yaşamın kendisinin bu niteliğinde yatar. "İyi"yi ve "eğitilmiş"i tanımlayan deneyimin doğasıdır. 

60. Bu nitelikleri anlatan felsefi kavramlar somut olarak deneyimde de bulunan şeyin kuramsal açıklamalarıdırlar. Yeterli bir değerler felsefesi bu anlamda zorunlu olarak tarihseldir. Uygar toplum gerçekten de davranış "ilkeler"ine ve kurallarına gereksinim duyar, ama bunların formüle edilmesi felsefi olmaktan çok pragmatik bir etkinliktir. En iyi durumlarında, toplumun üyelerini iyiye, gerçeğe ve güzele yönlendirme ya da karşıt yönde bir kaymadan onları caydırma girişimleridirler. Ama ilkeler ve kurallar her ne denli formülasyonda genel olsalar ve her ne denli yaygın olarak kabul edilseler de, kendileri en son normatif temeller değildirler. Evrenselliğin yaşayan belirişi tarafından aşılırlar ve sürekli olarak ona ayarlanmalıdırlar. 

61. Evrenselin tikel somutlaşmaları tarafından hiçbir zaman tüketilmediğini yinelemek ve vurgulamak gerekir. En iyi felsefeciler, sanatçılar ve ahlaksal aktörlerin kendileri eksiksizlikten uzaktırlar — bütünüyle tarihsel-olmayan bir kurgu olan önceden varolan bir ideali, yani "eksiksizliği" elde etmeyi başaramama anlamında değil, ama en büyük insan başarımlarının bile iyileşme ve gelişme için gizillikler taşıması anlamında. Evrensel sürekli olarak yeniden-keşfedilmeli ve yeniden-eklemlenmelidir. Yargılama için varsıl ve kapsamlı bir deneyimsel temel kurmada çok ilerlemiş bireyler arasında bile yaşamın tikel koşullarda nasıl yükseltileceği konusunda belli bir kararsızlık ya da pekinsizliğin olması beklenmelidir. Bu kişiler yaşamın büyük karmaşıklığını ve insanın güçlerinin sınırlarını tarihten bilirler. Geleceğin ahlak, sanat ve felsefede olanaklar sunabileceğini ve bunların hiç değilse kimi bakımlardan kendi yeğlediklerinden daha gerçek yetke taşıyacaklarını kabul ederler. 

62. Eğitimin ve yetiştirmenin ve genelde uygarlığın yüksek amacı bilgiye dayanan ayrımlar yapmaları için kişilere yeterlik kazandıracak ahlaksal, estetik ve entellektüel erimi genişletmektir. Bu amaç bastırılabilir ve sık sık bastırılır. Kişinin gelişimini çok dar bir deneyim erimine sınırlayan bir toplum imgeleyin, bir toplum ki üyelerini insanların yüzyıllar boyu en derinden ödüllendirici olduğunu bulmuş oldukları yaşam niteliği ile karşı karşıya getirmek için hiçbir çaba harcamıyor olsun. Toplum bir nedenden yurttaşların geçici isteklerini sağlamaya karar vermiştir. Bu insanlar yine de pek çok deneyim yaşayacak ve değerlendirme yapacaklardır. Ama kendi yeğledikleri hazları yetke ile değerlendirecek bir konumda olmayacaklardır. Rock müzikten hoşlanabilirler ama Bach'ı, Mozart'ı ve Beethoven'ı dinlemek için gereken hazırlıktan yoksun olabilirler. Basit eğlenceye büyük bir istekleri olabilir ama Sofokles'i, Dante'yi, Shakespeare'i kavramaya yeteneksiz olabilirler. Haberlerden parçaları ve gazetecilerin düşüncelerini anlayabilirler ama tarihsel ve felsefi ileri düzey düşünmeler için yeterlikleri olmayabilir. Özdeksel rahatlığı oluşturmak ve elde etmek için zorunlu olan uygulayımsal ve başka yararcı becerileri geliştirebilirler, ama ahlaksal ve tinsel gereksinimleri doyurmakla ilgili çok az şey biliyor olabilirler. Yeme, içme, seks yapma isteklerine ve başka hazlara kapılabilirler, ama klasik ve Yahudi-Hristiyan kalıtın törel öz-kısıtlamayla bağıntılandırdığı daha derin ve kalıcı doyuma ilişkin hiçbir anlayış taşımayabilirler. Bu toplumun üyeleri kemirici bir hoşnutsuzluk duyarlarsa yukarda ortaya konmuş nedenlerden ötürü bunun kaynaklarını saptayamazlar. Aynı nedenlerden ötürü, almaşık yaşam yollarını değerlendirmek için de donanımları yetersizdir. 

63. Eğer amaç bu toplumun durumunu iyileştirmekse, yeni bir öğretiyi devreye sokmak pek başarılı olmayacaktır. Örneğin "us", "türe", "ılımlılık" ve "mutluluğu" öven klasik esinin düşünceleri toplumun belli belirsiz doyumsuz olan üyelerinin merakını çekebilir. Ama ciddi felsefi önesürümleri kavrama ve değerlendirme epeyce hazırlık gerektirir. Biçimsel entellektüel parlaklık yetersizdir, çünkü önesürümler yalnızca soyutta anlaşılamazlar. Belli bir derinliği olan felsefi kavramlar kılgısal ve düşünsel çabaların özel bir türü yoluyla uzun bir zaman içinde kazanılmış belli bir deneyim kütlesine kuramsal anlatım verirler. Kendi yaşam tarzlarının onları Yunanlıların "aristokratik" davranışla demek istedikleri şeye yabancı bırakmış olduğu insanlar Yunan felsefesinin terimlerini kendileri için elde edilebilir olan deneyime göre yorumlayacak ve sonuç olarak anlamını çarpıtacaklardır. Gerçekten, klasik ya da Yahudi-Hristiyan törel felsefeyi anlamak onu deneyimde anlamak demek, ya da en azından, temsil ettiği yaşam felsefesine imgesel olarak girebilmek için yeterli deneyimsel tanışıklığa iye olmak demektir. Bu tip felsefeyi anlama görevi hazcı, gelgeç gönüllü ve bilgisiz kişiden, felsefenin varsaydığı gibi, kişisel karakterin öz-disiplin yoluyla bir yeniden-yönleniminden daha azını istemez, öyle ki kişiyi felsefeyi değerlendirmeye yetkin kılmaya başlayacak deneyim erimi ve derinliği yaratılsın. 

64. Evrenselliği anlattığı söylenen kimi idelar ya da "idealler" tarihsel deneyimle yalnızca zayıf olarak ilişkilidirler. Aslında, tartışıldığı gibi, bunlar normatif yetke olma savındadırlar çünkü tarihsel irdelemelerden ayrı olarak formüle edilmişlerdir ve dikkat dağınıklığı ve ölçünlerin insan eksikliklerine ayarlanmalarından kaynaklandığı öne sürülen çarpıtılmalardan bağışıktırlar. Böyle ideaları olgusal yaşam karşısında sınamak edimsel olanakları anlatmadıklarını ve saklı güdüleri maskeleyebileceklerini ortaya çıkaracaktır. İleri sürülen "ideal" ile tarihsel olarak varolan insanlığın taşıyacağı şey arasındaki büyük uzaklık tiranlığa yönelik bir gizilliği imler. 

65. Tarihselcilik-karşıtlarının evrensel normu somut deneyimden ayırmalarının yalnızca bilgikuramsal olarak yanlış yola sapmış olmakla kalmayıp törel olarak da tehlikeli olmasının nedeni şimdi daha kolay görülebilir. Evrenselliği soyut ussallığın ya da daha başka tarihsel-olmayan düşüncenin bir sorunu olarak görmek birçok değişik ahlaksal yeğleme adına evrensel yaptırım savını olanaklı kılar. Evrenselliği savunan, ama özünü somut dünyanın ötesine yerleştiren insanların somutta başka herkesten daha iyi davranacaklarını beklemek için hiçbir neden yoktur; aslında gerçek evrenselliğin edimsel yaşamdan ayrı olduğu yolunda bir diretme insanı tam tersini beklemeye götürmelidir. 

66. Ne tür birey yaşamın çeşitli olanaklarını yargılamak için en iyi konumdadır? Bu olanakların her biriyle tanışıklığından ötürü onları birbirleriyle karşılaştırabilen birey. Söylemeye gerek yok ki birey, hangisini seçeceğine karar vermeden önce, başlıca seçenekleri edimsel davranışta deneyemez. Yaşamın yapı ve tutarlılık taşıması için en baştan genel bir yönlenim yeğlenmelidir. Bu en erken yönlenim anababaya ya da daha başka yakın yetkelere çok şey borçludur, ama birey olgunlaştıkça yönlenim değişime uğrar. Davranış için öncelikler getirmede geçmiş kuşakların irdelenmiş ve yinelenmiş yargılarının özenli bir kişi üzerinde etkili olacakları kesindir. İnsanın nasıl yaşaması gerektiği konusunda değişik görüşler bir düzeye dek kılgıda denenebilirler, ama aynı zamanda doğru ve çok sayıda kanıt temelinde imgelemde gerçekleştirilerek de sınanabilirler. İyilikten kötülüğe, gerçeklikten asılsızlığa, güzellikten çirkinliğe insansal erimin bireyin edimsel olarak deneyemeyeceği ya da denemeyeceği bir bölümü tarihsel açıklamalar ve sanatlar yoluyla anlaşılabilir. Böylece elde edilen deneyim kişisel davranışta kazanılmış içgörüye dayanarak genişler ve varsıllaşır. Daha dayanıklı ve sağlam temelli seçeneklerin derinlemesine araştırılma ve değerlendirilmelerini olanaklı kılan büyük yakınsaşma alanlarına iye olmaları olgusu olanakları sorumlulukla ve açık görüşlülükle değerlendirme görevini biraz kolaylaştırır. Alışkısal olmuş ve iyi bilinmeye başlamış şeyin edimsel üstünlüğünü zaman zaman sınamak için daha az tanıdık olan bölgeye gezintiler yapma gereksinimi duyulur. 

67. Toplumun yaşam gizilliklerinin bu tür karşılaştırmalı bir değerlendirmesini kolaylaştıran bir toplum olması olanaklıdır. Yeni kuşağın zamanın popüler beğenileri ile sınırlı olmadığı bir toplum imgeleyin. Genç insanların yetiştirme, öğretim ve daha başka eğitim yoluyla törebilim, felsefe ve sanatlarda insanlığın büyük başarımlarını özümsemeleri ve bu olanakları daha yakın dönemin önesürümleri ile olduğu gibi birbirleriyle de ilişkileri içinde değerlendirmeleri için hazırlandıkları bir toplum imgeleyin. Üyelerini çağın en iyi yargılarını temsil ediyor görünen yaşam türünü yaşamaya yüreklendiren, ama bu kalıtı varsıllaştırmak, genişletmek ve derinleştirmek için özgürlüğü de olan bir toplum imgeleyin. Bu evrenseli anlamak için olanaklı en iyi konumdaki bir toplum olacaktır. Gerçekten uygar bir toplum daha önemli olanakların tümünü, bir anlamda, bilir. Nihil humanum alienum me puto [İnsana ait hiçbirşey bana yabancı değil]. O çok yönlü toplumdur. Reddettiği ile bile genellikle tanışıktır. Yukarıda betimlenen kendine özgü toplum, tersine, kendi yollarını kendi ışıkları yoluyla bilir, ama uygarlaşmış toplumun çok çeşitli yollarını saygın olarak değerlendirmeyi başaramaz. Bunu yapacak deneyim eriminden yoksundur. Eğer kendine özgü toplum tanışık olmadığı bir yaşam niteliği üzerine yargıda bulunmaya kalkarsa, o niteliği ancak toplumca bilinen deneyimsel terimlerde yorumlayabilir ve böylece olgusal içeriği çarpıtır. Daha çok-yönlü toplum kendine özgü toplumun yollarını anlamada hiç güçlük çekmez. Bu yollar da uygarlaşmış toplumun deneyiminin içersine düşerler, çünkü uygarlaşmış toplum onayladığı yolların yanısıra aynı zamanda insan yaşamından hiçbir zaman eksik olmayan kendine-düşkünlük, düşüncesizlik, hazcılık, sığlık ve bilgisizliği de içerir. Daha geniş deneyim erimi nedeniyle çok yönlü toplum kendine özgü toplumun büyük sınırlamalarını tanır ve yeğlemelerini, eğer varsa, ancak düzeltilmiş ve gözden geçirilmiş biçimde kabul eder. 

68. Gerçekten uygarlaşmış toplum yeni olanaklara bir açıklık geliştirir, ama bu yaşamı gerçekten yaşamaya değer kılan şey konusunda evrimlenen bir anlayışın yönlendirdiği bir açıklıktır. Bu yapılaştırılmış, deneyimsel açıklık yargı için temeli oluşturur. Yüksek ve alçak arasında ayrım yapmak sonunda gerçekten olgun ve yetişmiş bireylere düşer; bu bireylerin bakış açısı alçak ve rezil olanı, öykünmeye özünlü biçimde değer olandan uzaklığı yoluyla saptamalarına olanak verir. Genelde insanların uygarlığın sunabildiğinin en iyisini özümseyerek bu ayrım yapma yeteneğinden pay almaya başlamalarıyla orantılı olarak, önceliklere ve neyin önemli neyin önemsiz olduğuna ilişkin sağlam bir anlayış bir bütün olarak toplumsal yaşamı biçimlendirebilir. 

69. Çeşitli geleneklerin en-üstün olduğunu öne sürdükleri evrenselliğin nasıl saptandığı konusundaki bu görüşe karşı çıkmak yalnızca yargılama için gereken yüksek niteliklere dikkat çekmektir. İnsan varoluşunun olanaklarına ancak olağandışı genişlik, derinlik ve duyarlılığı olan insanlar geçerli olarak değer biçebilirler. Neyin yüksek neyin alçak olduğu için ölçünü tarihsel-olmayan, "idealist" terimlerde tasarlamanın burada ortaya koyulan ölçün üzerinde büyük çekiciliği vardır, çünkü karakter ve genel kültürel hazırlık yolunda çok az şey öngerektirir. Bilgelik kolayca bağışlanır. 

70. Ayrım yapmada en yetenekli bireyler iyilik, gerçeklik ve güzelliğin ortaya koyulabildiği özel yollar konusundaki kesin, koşulsuz bildirimlere karşıt olmaya yatkın olanlarla aynı bireyler olma eğilimindedirler. Gerçi sağlam biçimde geleneksel bir uygarlık birçok sığlığı ve sapıklığı evrensel değerlerin açıkça yıkıcıları olarak söküp atmayı ve gerçekten ödüllendirici yaşamın kendi içersinde aranabileceği genel erimi tanımlamayı başarsa da, her zaman varolan ahlaksal ve kültürel körelme ve eskime tehlikesi yaratıcılık ve yeniden-dinçleştirmeye sürekli bir gereksinim yaratır. Diri bir uygarlık geçmişle arasındaki sürekliliği korur, ama hiç kuşkusuz bunu yapma nedeni beliren ve belki beklenmedik olan fırsatları yakalamak için ahlaksal, entellektüel ve estetik özerkliğe iye olmaktır. İyinin, gerçeğin ve güzelin özel doğası konusundaki anlaşmazlıklar sürecektir. Geçici çözümler olanaklı oldukları sürece, bunun nedeni parlak uslamlamaların eksikli uslamlamaları kuramsal olarak yenebilmesi değil ama üstün deneyimin kendi somut örneği yoluyla inandırıcı olabilmesidir. 

71. Kabul edilmelidir ki, entellektüel çaba yüksek toplum yaşamının bütünleyici ve vazgeçilmez bir parçasını oluşturur. Gerçeklik arayışı insan varoluşunun buyrumlarından biridir. İyilik, gerçeklik ve güzellik kendi gelişimleri için aynı zamanda birbirlerine de bağımlıdırlar. İnsan eylemi derin-düşünme olmaksızın ilerleyemez. Ama us, yaşamın yükselmesine büyük katkıda bulunmasına karşın, kendi gerçeklik alanı dışında kendisi normatif değildir. Törellik ve estetik felsefeleri sırasıyla, kılgısal ve imgesel yaşamda somut olarak bilinen değer olgusallıklarının dizgesel ve kavramsal eklemlemeleridirler. Mantık, yani düşünmenin kendisinin incelenmesi, gerçeklik hedefinin onun yoluyla olgusallaştırıldığı etkinliği gözönünde tutar. Felsefenin iye olabileceği bilgeliğin bulunduğu yer insan varoluşunun değişik yanlarını yaşamın daha yüksek olanaklarının bakış açısından görme yeteneğidir. Felsefenin görevi insan deneyimini kavramsal öz-bilince yükseltmek olduğundan felsefe, ve tarih incelemesi en sonunda kaynaşırlar.15 

72. Tarihsel-olmayan ussalcılık tarafından bu felsefe görüşüne yapılan karşıçıkışlar, felsefeden bizim somut, tarihsel insanlığımızı boşaltan, ve bu yüzden edimsel olarak yaşanması gerektiği biçimiyle yaşama büyük ölçüde ilgisiz olan bir düşünme biçiminden gelirler. Soyutlamacıların somutluk ve diriliğe olan bir gereksinimi ütopik-cennetsel imgelem yoluyla doyuragelmeleri rastlantı değildir. Bu imgelem türü olgusal dünyada kalmaya da eşit ölçüde isteksizdir, ve yalnızca tarihsel varoluş terimleri ve sınırlarından kaçınmayı güçlendirir, aslında daha çekici kılar.

— V —

73. Tarih ve evrensellik üzerine bu gözlemleri özetleme ve bir vargıya ulaşma zamanı geldi. İleri sürülmüştür ki evrensellik insan için somut deneyimde bilinmeye başlar ve her bir birey, kuşak ve toplum tarafından kendileri için ortaya çıkarılmalıdır. İnsan yaşamına girdikleri düzeye dek, evrensel değerler kendi kendilerinin ödülü ve aklanmasıdırlar. Evrensellik ile tikelliğin birliği deneyime özel bir çekici nitelik verir. Törel sorumluluk durumunda bireşim mutluluğu besler. Gerçekten yaşamaya değer bir yaşam olanağını sunarak evrensellik insanlığı kendi yönüne çeker. Bir yandan haz vaadederlerken bir yandan da varlığın daha derinden doyurucu olan bir niteliğinin yokedicisi olan isteklere meydan okur ve onları arenadan sürmeye çalışır. Bu anlamdadır ki deneyim normatif olabilir, kendi kendinin ölçünü olabilir. Yukardaki uslamlamadan anlaşılmalıdır ki bu görüş insanların iyi, gerçek ya da güzel olmanın ne olduğuna keyfi biçimde karar verebilecekleri yolunda hiçbir imlem gizlemez. İyi, gerçek ve güzel kendi yetkelerini dayatırlar. Gerçi birey evrensel değerlere tikel ve eşsiz bir yaşam bağlamında yaratıcı olarak yer vermeliyse de, bu değerler ancak kendi terimlerinde olgusallaştırılabilirler. Olgusallaştırılmalarına özünlü olan özel doyum zorlanamaz ya da buyrulamaz, ama evrensellik deneyimde bir kez dirilik kazandıktan sonra, o deneyim doğasının kendisinden ötürü normatiftir. 

74. Bu nedenlerle, insan deneyiminin insansal gerçekleşmeye katkısının yalnızca, us ilkeleri gibi, deneyime dışsal olan bir ölçüne başvurmakla değerlendirilebilmesi gibi bir durum söz konusu değildir. Tersine, tikel ilkelerin insanın yüksek gizilgücünü edimsel olarak yansıtıp yansıtmadıklarını ancak deneyimin kendi içersindeki bir ölçün gösterebilir. Törel, entellektüel ya da estetik yetke taşıyan deneyim özünlü olarak iyi, gerçek ve güzele daha az katkıda bulunucu ya da onları yokedici olan deneyim üzerinde yargıda bulunur. Soyut ilkeler evrenselliğin az çok anlatıcısı olabilirler, ama tam olarak somutluktan yoksun olmalarından ötürü aslında kendi başlarına gerçek normatif yetkeleri yoktur. 

75. Toplumun yarışan yeğlemeler ve gelenekler tarafından parçalandığı bir kültürel karışıklıklar ve dağılmalar zamanında, soyutlamacı uslamlama ve tarihsel-olmayan "idealist" imgelem özellikle yetersizdirler. Bu yaklaşımlar somut dünyanın ötesinde kalmayı yeğlediklerinden, tarihsel anlayıştan ve günün edimsel koşulları ve gereksinimleri konusunda keskin kavrayıştan yoksundurlar. Tarihsel bireşim ve imgelem güçlerini geliştirmeyi başaramadıklarından, büyük yeniden-yapılandırma ve yeniden-yönlenim görevlerini yerine getirmeye uygun değildirler. Günün güçlü akımları tarafından kılgıda bir yana itilirlerken, zayıf olarak yinelenen formüllere ya da zamanı soyluca yermeye indirgenirler. Gerçek evrensellik somut tikellerde yaşadığı için tarihsel mayalanma ve kabarma sürekliliklerin ayırdedilmelerine ve yaratıcı yeniden-yapılandırılmalarına özellikle güçlü bir gereksinim yaratır. Geçmişin kaynakları burasının ve şimdinin edimsel sorun ve fırsatlarıyla ilişki içine getirilmeli, yeni belki köktenci-görünümlü girişimlerde sürdürülmelidirler. Bu görev sıradanın ötesinde bireşimsel yetenekler ister. Soyutlamacılık ve "idealist" imgelemin ucuz ve yapay evrenselliği daha kolay erişilebilir sınırlar içindedir, popülerliği de bu yüzdendir. 

Önerilen felsefi yeniden yönlenim evrenselik ve tarih arasında yapılan yapay bir ayırmayı altetmeye çalışır. Uslamlamadan açık olması gerektiği gibi, ikisinin bireşimini tanıtlama girişimi tarihte kötülüğün, gerçek-olmayanın ve çirkinliğin bulunuşuna aldırmamaya yönelik bir çaba da değildir. Değer-özekli tarihselcilik bunun yerine iyilik, gerçeklik ve güzelliğin içkin, tarihsel olgusallığına yönelik daha büyük duyarlık ister. Yaşamın, bengi ve geçici, sonsuz ve sonlu, evrensel ve tikel gibi terimlerde anlatılan ikiciliği eytişimsel bir kutupluluktur ve somutlaşmış, ayrı kendilikler içeriyor olarak anlaşılmamalıdır. Bu çiftler gerilim içinde oldukları denli birlik içindedirler. Tarihsel-olmayan düşünce ve imgelem alışkanlıkları edimsel insan varoluşunun bu dinamiğine yetersiz olarak ayarlanmışlardır. Eğer bilgikuramı ve evrensel değerler felsefesi yeniden dinçleştirilecekse bu alışkanlıklar kırılmalıdır. 


Notlar  
1Leo Strauss, Natural Right and History (Chicago: University of Chicago Press, 1953), 318, 323. Strauss'un kimi çevrelerdeki ünü gözönüne alındığında onun Burke incelemesi şaşırtıcı biçimde toycadır. Kaynakları kullanışı da özensiz ve yanlıdır.

2Joseph Cropsey, Political Philosophy and the Issues of Politics (Chicago: The University of Chicago Press, 1977), 117-18 (vurgu eklenmiştir). 

3Kimi zaman Straussçular yapıtlarda içerilen ve sayısını iki olarak belirledikleri yazı biçimleri arasına ayrım getirmenin önemini vurgularlar: "Dışrak" yazı biçimi bilgisizlere seslenir ve uylaşıma saygı gösterirmiş gibi davranabilir; "içrek," "gizli" yazı biçimi aydınlanmış kafalardan oluşan bir topluluğa gerçekliği (ki nihilistik olduğu ortaya çıkabilir) gösterir. Bu ayrımın kullanışlı bir sonucu şudur: ortaya konmuş görüşlerin eleştirileri düşüncelerin salt yüzeyine tutunuyorlar denerek her zaman bir yana atılabilirler, oysa yapıtın asıl anlamı, doğal olarak eleştirmenin kavrayışının ötesinde olsa da, tartışmasızdır. Burada felsefi kendiyle-çelişki ve bocalamanın kendilerini görgülülük ve akıllılık olarak sunacakları bir fırsat ortaya çıkar.

Bir düşünce okulunun kendi asıl temelinin gizli yazı biçiminde bulunacağı yolundaki bir önesürümü gerçekte yıkıcı bir öz-suçlamayı temsil eder. Ciddi düşünürler bilirler ki felsefede özeksel sorular büyük ölçüde karmaşıktırlar ve başka sorularla çapraşık ve ince ilişkilerle bağlantılıdırlar. Onları aydınlatmak, bütünüyle açık, dizgeli, uzatılmış bir tarzda yapılabildiğinde bile, aşırı derecede güçtür. Kimi zaman böyle belirtik, ayrıntılı yazı biçimindeki bütün kitapların gereksinim duyulan açıklığı başarabilmeleri istenir. Şu ya da bu önemdeki içgörülerin, gevşekçe formüle edilmiş düşüncelerden ayrı olarak, "satır araları"ndaki öteki yazıya gizlice sokulmuş olabilecekleri düşüncesi felsefi bir girişim olarak gizli yazı türünün sağlamlığı konusunda kuşku uyandırır. Aldatı kendini-aldatma olabilir.

4Politik ahlakçılık ve Jacoben düşünüşün yakın dönem biçimleri arasındaki benzerlikler Claes G. Ryn'ın The New Jacobinism'inde (Washington, D. C.: National Humanities Institute, 1991) tartışılır.

5İnsanın olgusallık duygusunu şekillendirmede imgelemin özekselliği üzerine ve insan varoluşunun ahlaksal koşullarından bir kaçışa isteklendirmede kendini-aldatıcı imgelem biçimlerinin rolü üzerine klasik ve öncü yapıt Irving Babbitt'in Rousseau and Romanticism'idir (New Brunswick: Transaction Publishers, 1991).

6İmgelem ile değişik tiplerin ussallığı arasındaki ilişki Claes G. Ryn'ın Will, Imagination and Reason'ında (Chicago and Washington, D. C.: Regnery Books, 1986) derinlemesine incelenir.

7Benedotte Croce pragmatik ve felsefi kavramlar arasında ayrım yapar. Öncekiler vazgeçilmezdir ama özünlü olarak bulanıktır ve sınırlı bir amaca hizmet eder. Yalnızca sonrakilerdir ki birbirlerini bulanıklaştırmayan yaşam yapılarını anlatırlar. Özellikle Croce'un Mantık'ına (London: Macmillan, 1917) bakınız. Croce'un yaptığı ayrım Ryn'ın Will, Imagination and Reason'ında genel bir bilgikuramına geliştirilip yapıta alınır.

8Babbitt, Rousseau and Romanticism, lxxiii.

9Niccola Machiavelli, The Prince (Harmondsworth: Penguin Books, 1977), 90 (Ch. XV).

10Benedetto Croce, History as The Story of Liberty (Chicago: Henry Regnery Company, 1970), 7.

11"Ekonomik" ve onun törel ile ilişkisi Benedetto Croce'un The Philosophy of The Practical'ında (New York: Biblo and Tannen, 1967) açıklanır. Douglas Ainslie'nin İngilizceye çevirisi kusurlu ve zaman zaman yanıltıcıdır. Bilgi sorunlarına özel bir vurgu ile birlikte, evrensellik biçimleri ve onların etkileşimi üzerine kapsamlı bir tartışma için Ryn'ın Will, Imagination and Reason'ına bakınız.

12Jean-Jacques Rousseau, The First and Second Discourses, ed. Roger D. Masters, çev. Roger D. ve Judith R. Masters (New York: St. Martin's Press, 1964), 103.

13John Dewey, Human Nature and Conduct (New York: The Modern Library, 1957), 69. Dewey'in pragmatizminin, kimi zaman varsayıldığı gibi, evrenselliği barındırmaz olmadığı Dewey'in örneğin "dayanıklı ve kapsayıcı bütün"ün (Ibid., 301) bir bilincine varılmasının olanağını tanımasından açıkça anlaşılır. Dewey'deki bu bilincin birci ve kamutanrıcı mı yoksa bir başka türden mi olduğu elbette önemli bir sorudur.

14John Dewey, A Common Faith (New Haven: Yale University Press, 1968), 87. Dewey'in düşünme biçimi ile burada sunulan tarihçi bakış açısı arasındaki dikkate değer örtüşme, aralarında gerilimlerin de bulunduğunu gözden uzaklaştırmamalıdır. 

15Felsefi ussallığın doğası ve onun tarih ile ilişkisi Ryn'ın Will, Imagination and Reason'ında geniş çapta ele alınır.


 

İdea Yayınevi / 2014