Olguların ve kanıtın belirleyici olduğu düşüncesinin yerini
herşeyin öznel çıkarlara ve perspektiflere indirgendiği
düşüncesinin alması zamanımızın karşı-entellektüalizminin—Amerikan
politik kampanyalarından sonra—en önde gelen ve en zararlı
belirişidir.
—Larry Laudan, Science
and Relativism (1990)
Yıllardır Amerikan akademik insan bilimlerinin belli alanlarındaki
entellektüel sıkılık ölçünlerinde belirgin bir düşmeden
rahatsız oluyordum. Ama ben yalnızca bir fizikçiyim; eğer
kendimi jouissance ve différance konusunda
sağı solu karıştırır buluyorsam, bu belki de yalnızca
benim kendi yetersizliğimi yansıtır.
Böylece, yürürlükteki entellektüel ölçünleri
sınamak için, ılımlı (ama açıkça denetlenemeyecek) bir
deney yapmaya karar verdim: Kültürel incelemeler üzerine
önde gelen bir Amerikan dergisi—ki yayım kurulu Frederick
Jameson ve Andrew Ross gibi parlak adları içerir—serbestçe
saçmalıklarla süslenmiş bir makaleyi eğer (a) kulağa iyi
geliyorsa ve (b) yayımcının ideolojik önyargılarını okşuyorsa
yayımlar mıydı?
Yanıt, ne yazık ki, evettir. İlgili okurlar ‘‘Transgressing
the Boundaries: Toward a Transformative Hermeneutics of
Quantum Gravity/Sınırları Aşmak: Quantum Yerçekiminin Dönüştürücü
Bir Hermeneutiğine Doğru,’’ başlıklı makalemi Social
Text 1996 İlbahar/Yaz sayısında bulabilirler. Derginin
‘‘Bilim Savaşları’’na ayrılmış özel bir sayısında çıktı.
Burada neler oluyor? Yayımcılar makalemin
bir parodi olarak yazıldığını gerçekten anlayamadılar
mı?
İlk paragrafta ‘‘uzun Aydınlanma-sonrası
hegemonyanın Batı entellektüel bakış açısı üzerine dayattığı
inak’’ ile alay ettim:
Dışsal bir dünya vardır ki, özellikleri
herhangi bir bireysel insandan, aslında bir bütün olarak
insanlıktan bağımsızdır; bu özellikler ‘‘bengi’’ fiziksel
yasalarda kodlanmıştır; ve insanlar (sözde) bilimsel yöntem
tarafından belirlenen ‘‘nesnel’’ işlemlere ve bilgikuramsal
ilkelere uygun olarak bu yasaların güvenilir, ama ne yazık
ki eksik ve geçici bilgisini elde edebilirler.
Hiçbir dışsal dünyanın varolmadığı şimdi Kültürel İncelemelerde
bir inak mı olmuştur? Ya da dışsal bir dünyanın varolduğu
ama bilimin onun hiçbir bilgisini elde edemediği?
İkinci paragrafta, en küçük bir kanıt ya da
uslamlama olmaksızın, ‘‘fiziksel ‘olgusallığın’ [korkutma
tırnaklarına dikkat edin] temelde toplumsal ve dilbilimsel
bir yapı’’ olduğunu bildirdim. Dikkat edin, fiziksel olgusallığa
ilişkin kuramlarımız değil, ama olgusallığın kendisi.
Pekala: fizik yasalarının yalnızca toplumsal uylaşımlar
olduğuna inananlar o uylaşımları apartmanımın penceresinden
çiğnemeye davetlidirler. (yirmibirinci katta oturuyorum.)
Makale boyunca, bilimsel ve matematiksel kavramları çok
az bilimcinin ya da matematikçinin ciddiye almasının olanaklı
olabileceği yollarda kullandım. Örneğin, ‘‘morphogenetic
field/biçim-gelişimli alan’’ın—Rupert Sheldrake’in ortaya
attığı saçma bir Yeni Çağ/New Age düşüncesi—quantum yerçekimi
kuramının bir öncü çizgisini oluşturduğunu ileri sürdüm.
Bu bağıntı salt bir uydurmadır; giderek Sheldrake’in kendisi
bile böyle birşeyi ileri sürmez. Lacan’ın ruhçözümsel
kurgularının quantum alan kuramındaki son çalışmalar tarafından
doğrulandığını ileri sürdüm. Bilimci olmayan okurlar bile
quantum alan kuramının ruhçözümleme ile tanrı aşkına ne gibi
bir ilgisinin olduğunu merak edebilirler; hiç kuşkusuz
makalem böyle bir halkayı destekleyecek hiçbir sağlam
uslamlama vermez.
Makalede daha sonra matematiksel küme kuramında
eşitlik belitinin feminist politikadaki homonim [eşsesli,
değişik anlamlı] kavrama her nasılsa andırımlı olduğunu
ileri sürdüm. Gerçekte eşitlik belitinin ileri sürdüğünün
tümü iki kümenin ancak ve ancak aynı öğeleri taşıyorlarsa
özdeş olduklarıdır. Matematik eğitimi almamış okurlar
bile eşitlik belitinin küme kuramının ‘‘ondokuzuncu yüzyıl
liberal kökenlerini’’ yansıttığı savından kuşku duyabilirlerdi.
Özet olarak, makaleyi bile bile herhangi
bir yetkin fizikçinin ya da matematikçinin (ya da üniversite
fizik öğrencisinin ya da matematik öğrencisinin) onun
bir muziplik olduğunu anlayacağı bir yolda yazdım. Açıktır
ki Social Text yayımcıları quantum fiziği üzerine
bir makaleyi konuda bilgili herhangi birine danışma sıkıntısına
girmeden yayımlamayı yeterli gördüler.
Bununla birlikte, makalemin temel saçmalığı
sayısız yanlışlıklarında değil, ama özeksel savının ve
onu desteklemek için getirilen ‘‘uslamlama’’nın kuşkuluğunda
yatar. Temel olarak, quantum yerçekiminin—bir santimetrenin
milyarda birinin milyarda birinin milyarda birinin milyarda
biri ölçeğinde henüz-kurgul uzay ve zaman kuramı—derin politik (ve hiç kuşkusuz ‘‘ilerici’’) imlemleri
olduğun ileri sürdüm. Bu olasılık dışı önermeyi desteklemek
için, şöyle ilerledim: İlk olarak, Heisenberg ve Bohr’un
kimi tartışmalı felsefi bildirimlerini alıntıladım, ve
quantum fiziğinin postmodernist bilgikuramı ile derinden
tutarlı olduğunu ileri sürdüm (yine bir uslamlama ile
desteklenmeksizin). Sonra ‘‘doğrusal-olmama,’’ ‘‘akı’’
ve ‘‘karşılıklı bağımlılık’’ üzerine bulanık diluzluğu
ile biraraya tutturulan bir tablo çizdim—Derrida ve genel
görelilik, Lacan ve topoloji, Irigaray ve quantum yerçekimi.
Son olarak, ‘‘postmodern bilimin’’ nesnel olgusallık kavramını
ortadan kaldırdığı önesürümüne sıçradım (yine destekleyici
hiçbir uslamlama getirmeksizin). Tüm bunlarda hiçbir yerde
mantıksal bir düşünce dizisini andıran herhangi birşey
yoktur; yalnızca yetke üzerine alıntılar, sözcükler üzerine
oyunlar, zorlanmış andırımlar ve çıplak önesürümler vardır.
Vargı pasajlarında, makalem özellikle
berbatlaşır. Bilim üzerinde bir kısıtlama olarak olgusallığı
kaldırdıktan sonra, bilimin, ‘‘kurtarıcı’’ olabilmek için,
politik stratejilere altgüdümlü olması gerektiğini ileri
sürdüm (bir kez daha destekleyici hiçbir uslamlama olmaksızın).
Makaleyi ‘‘kurtarıcı bir bilimin matematiğin yasalarının
derin bir yeniden gözden geçirilmesi olmaksızın tam olamayacağını’’
belirterek bitirdim. Bir ‘‘kurtarıcı matematiğin’’ ipuçlarını,
diye sürdürdüm, ‘‘bulanık/fuzzy dizge kuramının
çok-boyutlu ve doğrusal-olmayan mantığında’’ görebiliriz;
‘‘ama bu yaklaşım henüz ağır bir biçimde geç-anamalcı
üretim ilişkilerinin bunalımındaki kökenlerinin damgasını
taşır.’’ Ve, şunları ekledim: ‘‘katastrof kuramı, pürüzsüzlük/süreksizlik
ve başkalaşım/açınım üzerine eytişimsel vurguları ile,
geleceğin matematiğinde tartışma götürmeyecek bir yolda
büyük bir rol oynayacaktır; ama bu yaklaşımın ilerici
politik praxisin somut bir aleti olabilmesi için henüz
yapılması gereken çok fazla kuramsal çalışma vardır.’’ Social Text yayımcılarının makalemin uygulayımsal
yanlarını eleştirel olarak değerlendirememeleri anlaşılacak
birşeydir (ve bir bilimciye danışmış olmaları gerekmesinin
nedeni de tam budur). Daha da şaşırtıcı olan şey bilimde
gerçeklik arayışının politik bir gündeme altgüdümlü kılınması
gerektiği yolundaki yaklaşımımı nasıl kolayca kabul edebildikleri
ve makalenin mantığın bütününde bozuk olduğunu nasıl gözden
kaçırdıklarıdır.
Bunu niçin yaptım?
Yöntemim alaycı iken, güdüm bütünüyle ciddidir. Beni kaygılandıran
şey yalnızca kendinde saçma ve savruk düşünmenin
değil, ama saçma ve savruk düşünmenin tikel bir türünün
çoğalışıdır: nesnel olgusallıkların varoluşunu yadsıyan,
ya da (karşı çıkıldığında) varoluşlarını kabul eden ama
kılgısal önemlerini küçülten bir düşünmedir. En iyi yanında, Social Text gibi bir dergi hiçbir bilimcinin gözardı
etmemesi gereken önemli soruları getirir—örneğin şirket
ve hükümet desteğinin bilimsel çalışmayı nasıl etkilediği
konusundaki sorular gibi. Ne yazık ki, bilgikuramsal görecilik
bu sorunların tartışmasını ilerletmek için çok az şey
yapar.
Kısaca, öznelci düşünmenin yayılması üzerine
kaygım hem entellektüel hem de politiktir. Entellektüel
olarak, böyle öğretilerin sorunu yanlış olmalarıdır (eğer
bütünüyle anlamsız değillerse). Bir olgusal dünya vardır;
özellikleri yalnızca toplumsal yapılaştırmalar değildir;
olgular ve kanıt önemlidir. Hangi dengeli insan
tersini ileri sürecektir? Ve gene de, çağdaş akademik
kuramcılığın çoğu tam olarak bu açık gerçeklikleri bulandırma
girişimlerinden oluşur, ve bu kuramcılığın eksiksiz saçmalığı
bulanık ve gösterişçi dil tarafından gizlenir.
Social Text’in makalemi kabul etmesi
mantıksal vargılarına dek götürülen Kuramın—hiç kuşkusuz
postmodernist yazınsal Kuramın—entellektüel küstahlığını
örneklendirir. Bir fizikçiye danışma sıkıntısına girmemelerine
hayret etmemek gerekir. Eğer herşey söylem ve ‘‘metin’’
ise, o zaman olgusal dünyanın bilgisi gereksizdir; giderek
fizik bile yalnızca Kültürel İncelemelerin bir başka dalı
olur. Dahası, eğer herşey diluzluğu ve ‘‘dil oyunları’’
ise, o zaman iç mantıksal tutarlılık da gereksizdir: bir
kuramsal incelik yüzeyi eşit ölçüde iyi hizmet eder. Kavranamazlık
bir erdem olur; anıştırmalar, eğretilemeler ve sözcük
oyunları kanıt ve mantığın yerine geçer. Benim kendi makalem,
eğer bir önemi varsa, bu iyi gelişmiş yazın türünün aşırı
ölçüde ılımlı bir örneğidir.
Politik olarak, bu aptallığın çoğu (ama tümü değil)
kendilerinin Solcu olduklarını ileri sürenlerden yayıldığı
için kızgınım. Burada derin bir tarihsel volte-facee,
bir tersine dönüşe tanık oluyoruz. Son iki yüzyıl boyunca
Sol genellikle bulanıkçılığa karşıt olarak bilim ile özdeşleştirilmiştir;
ussal düşüncenin ve onun yoluyla nesnel olgusallığın (hem
doğal hem de toplumsal) korkusuz çözümlemesinin güçlüler
tarafından yaygınlaştırılan gizemselleştirmelera karşı
verilen kavgada etkili araçlar olduğuna inandık (ve kendi
başlarına istenebilir insan erekleri olmalarının sözünü
etmek bile gereksizdir). Yakınlarda birçok ‘‘ilerici’’
ya da ‘‘solcu’’ akademik insan bilimcilerin ve toplumsal
bilimcilerin bilgisel görecilik biçimlerinden birine ya
da ötekine doğru dönmeleri bu değerli kalıta ihanet eder
ve ilerici toplumsal eleştirinin daha şimdiden zayıflamış
beklentilerinin temelini zayıflatır. ‘‘Olgusallığın toplumsal
yapılaştırması’’ üzerine kuramcılık bize AIDS için etkili
bir sağaltım bulmada ya da küresel ısınmayı önlemek için
stratejiler yaratmada yararlı olmayacaktır. Ne de, eğer
gerçeklik ve yanlışlık kavramlarını reddedersek, tarih,
toplumbilim, ekonomi ve politik bilimdeki yanlış düşüncelerle
savaşabiliriz.
Yaptığım küçük deneyin sonuçları, en azından,
Amerikan akademik Solunun kimi moda kesimlerinin entellektüel
olarak tembelleşmekte olduklarını tanıtlar. Social
Text’in yayımcıları makalemi beğendiler çünkü vargısını beğendiler: ‘‘postmodern bilimin içerik ve yöntembilimi
ilerici politik tasar için güçlü entellektüel destek sağlar.’’
Kanıtın niteliğini, uslamlamaların tutarlığını, ya da
giderek uslamlamaların ileri sürülen vargı ile ilgisini
bile çözümlemek için hiçbir gereksinim duymamış gibi görünürler.
Hiç kuşkusuz, yaptığım ortodoksluktan oldukça
uzak deneyle ilgili törel sorunları gözden kaçırmıyorum.
Meslek toplulukları büyük ölçüde güven üzerine işlev görürler;
aldatmaca o güveni zayıflatır. Ama ne yaptığımı tam olarak
anlamak önemlidir. Makalem bütünüyle kamuya açık kaynaklar
üzerine dayanır ve bunların tümü de dipnotlarda tek tek
belirtilmiştir. Alıntılanan tüm çalışmalar gerçektir,
ve tüm alıntılar tam olarak doğrudur; hiç biri uydurulmuş
değildir. Şimdi yazarın kendi uslamlamasına inanmadığı
açıktır. Ama bunun ne önemi var? Yayımcıların araştırmacılar
olarak ödevleri kökenlerine bakmaksızın düşüncelerin geçerlik
ve önemleri üzerine yargıda bulunmaktır. (Bu yüzdendir
ki birçok akademik dergi kör değerlendirme uygulamasını
kullanır.) Social Text yayımcıları uslamlamalarımı
inandırıcı buldularsa, niçin yalnızca benim onları öyle
bulmamamdan rahatsız olsunlar? Yoksa ‘‘uygulayım-bilimin/technoscience kültürel yetkesi’’ denilen şeye kabul etmeyi isteyeceklerinden
daha mı çok saygıları vardır?
Sonunda, parodiye yalın bir pragmatik nedenle
başvurdum. Eleştirimin hedefleri şimdilerde tipik olarak
dışardan gelen uslamlamalı eleştiriyi gözardı eden (ya
da küçümseyen) kendi içinde yeterli akademik bir alt-kültür
durumuna gelmiştir. Böyle bir durumda, alt-kültürün entellektüel
ölçünlerinin daha doğrudan bir tanıtlaması gerekirdi.
Ama imparatorun üzerinde hiçbir giysinin olmadığı nasıl
gösterilebilir? Alaycı yergi büyük bir ayrımla en iyi
silahtır; ve geçiştirilemeyecek vuruş kendine yapılan
bir vuruştur. Social Text yayımcılarına entellektüel
sıkılıklarını tanıtlamak için bir fırsat sundum. Sınavı
geçtiler mi? Geçtiklerini sanmıyorum.
Bunu neşe içinde değil ama üzüntü içinde
söylüyorum. Herşey bir yana, ben de bir solcuyum (Sandinista
hükümeti altına Nikaragua Ulusal Üniversitesinde matematik
öğrettim). Hemen hemen tüm kılgısal politik sorunlarda—aralarında
bilim ve uygulayımbilimi ilgilendiren pekçoğu da olmak
üzere—Social Text yayımcıları ile aynı yandayım.
Ama ben kanıt ve mantığa karşın değil ama kanıt ve mantık nedeniyle bir solcuyum (ve feministim). Niçin sağ
kanadın entellektüel yüksek zemini tekeline almasına izin
verilsin?
Ve niçin kendine düşkünlük içindeki saçmalık—ileri
sürülen politik yönelimi ne olursa olsun—akademik başarımın
doruğu olarak alkışlansın?
Alan Sokal
New York Üniversitesinde Fizik Profesörüdür. Roberto
Fernández ve Jürg Fröhlich ile birlikte Random Walks,
Critical Phenomena, and Triviality in Quantum Field
Theory’nin (Springer, 1992), ve Jean Bricmont ile
birlikte Les impostures scientifiques des philosophes (post-)modernes’in yazarıdır. |
|