 |
18’inci
Yüzyılda bir doğum haberi
Fransa’da
yüzyıllar boyunca kimi insanlar özgür doğmadılar. Kimileri ise doğuştan
ayrıcalıklı, kalıtsal olarak kayrılan üstün-insanlar olarak soylular sınıfına
aittiler. Ortaçağ Fransasında toplum aşağı yukarı bir kast dizgesine göre
örgütlenmişti. Soylular ve Dinadamları sınıfından sonra üçüncü sınıf insanlar,
Burjuvalar geliyordu. Serfliğin ancak 1779’da resmi olarak kaldırılmasına
karşın, Britannica’ya göre 1789’da 140.000 serf vardı. |
|
|
 |
18’inci
Yüzyılda tahtırevana yürüyen bir bayan
Avrupa’da
kadınlar erkeklerden aşağı ama çocuk üretmek için zorunlu
görülürdü. Modernleşmede Fransa’ya örnek olan İngiltere’de
bile 1918 Reform Tasarısı 30 yaşının üzerindeki kadınlar
için oy kullanma hakkını mülkiyet iyeliğine ya da bir
üniversite derecesi almış olma koşuluna bağlıyordu. Avrupa
insanının aydınlanması hiç kuşkusuz birden olamazdı. Modern
İsviçre’de kadınlar oy haklarına ancak 1971’de
kavuştular. |
|
|
 |
18’inci
Yüzyılda Opera seyircileri |
|
|
 |
Marie
Antoinette
2
Kasım 1755’te Viyana’da doğan Marie Kutsal Roma İmparatorluğunun
İmparator ve İmparatoriçeleri olan Francis I ve Maria
Theresa’nın en küçük ve en güzel kızları idi. Yazgısının
Fransa’nın kraliçesi olmak olduğuna inandırılarak yetiştirildi.
1770’te evlendi ve dört yıl sonra kocası Louis XVI olarak
taç giyerken kraliçe oldu. 16 Ekim 1793’te giyotin ile idam
edildi.
Modernleşme yoluna ancak giyotin, terör
ve ölüm yoluyla giren Fransa ancak 1871’de bir
Cumhuriyet oldu. |
|
|
 |
18’inci
Yüzyıl burjuva ailesi ve çocuk bakıcıları |
|
|
18’inci
Yüzyılda bir iskambil oyunu olan Vist oynayan burjuvalar.
Bir
Akdeniz ülkesi olan Fransa’nın İnsanları soğuk Kuzeyli
Protestanların tersine sıcak kanlı Katoliklerdir — ister
teist, ister deist, ister ateist olsunlar. Sevgileri gibi
nefretleri de yoğundur, barışçıl oldukları gibi ölçüsüz
şiddete de yatkındırlar.
Dışsallığa, dünyasal değerlere ve hazlara verdikleri önemde,
Fransızlar modernliği gri İngilizler’den çok daha güçlü
olarak tanımlar ve temsil ederler. Aydınlanmaya karşın Katolik kalan Fransa
ancak Protestan Kuzeye öykünerek çağın akışı içinde kalmayı başardı. Fransa
kendinde, gerçekte, her zaman ancien
régimeden birşeyler yaşatır. |
|
|
Aydınlanmanın
Yeri. Bir dünya görüşü olarak Aydınlanma Hindistan’da,
ya da Çin’de ya da Japonya’da, Araplar ya da Türkler ya da İranlılar
arasında doğmadı. Bu uygarlıklar karanlığı yenemedikleri için değil,
ama tam tersine tarihlerinde hiçbir zaman Avrupa’nın yaşadığı türde
bir karanlığı tanımadıkları için. Boşinanç bilgisizlik ile, ya da
genel olarak mitoloji ile aynı şey değildir. Panteist ya da putperest,
giderek büyü dinlerine inanan ilkel insan bile henüz kavramsal gelişiminde
yetersiz olduğu için, henüz daha iyisini ve doğrusunu bilmediği
için böyledir. Buna karşı Orta Çağların Katolik Kilisesi bir ikiyüzlülük
tiniydi, inancın kendisini çiğneyen politik bir kuruma yozlaşmıştı.
Boşinanç
dinsel saflığın yitirilmesi, inancın kötüye kullanılması, duyuncun
kendisinin bozulmasıdır. Hıristiyan Avrupa Doğudan ödünç aldığı
inancını hiçbir zaman tam olarak yüreğine yerleştirmeyi başaramadı.
Usu gibi yüreği de büyümemişti. |
Kültürün
Bütünsel Dönüşümü. Aydınlanma doğmakta olan burjuvazinin
ya da kentsoyluların, ya da daha tam olarak yurttaşın dünya
görüşüydü. Sivil toplumun beyniydi. Bundan böyle soyluluk karşısında
soysuz olmayı istemeyen, ve duyuncunu duyunçsuz bir dinadamları sınıfından
özgürleştirmeyi isteyen insanın yeni karakter yapısını belirledi.
Politik eşitlik ve inanç özgürlüğü yeni düzenin ilkeleriydi. Bundan
böyle bütün bir dünya baştan sona bu kavramlara uygun olarak yeniden
belirlenecek, tüm ekinsel yapı baştan sona yeni değerlere göre kurulacaktı.
Yeni uygarlık biçiminde kalıtsal ve geleneksel ayrıcalıklar kaldırılıp
toplumun duyunç ve istencini anlatan yasanın karşısında eşitlik kurulacak,
insanlar başka insanların kölesi olmaya son vereceklerdi. Hiçbirşey
böyle istemlerden daha ussal, daha uygar olamazdı. Sivil toplum, burjuva
toplumu, modern toplum, ya da yurttaş toplumu bundan böyle devleti
tanrısal hakla yöneten krallardan kurtarıp yazgısını kendi eline alacaktı.
Herşey en sonunda modern özdeksel değerlerin geleneksel tinsel daha
iyi olup olmadıklarına dayanıyordu. Kötü bile olsa bir Hıristiyan
birliğin bozulup yerine ulusal devletlere dağılmış bir Kıtanın doğuşunun
ne anlama geleceğine dayanıyordu. |
Modern
Karakterin Doğuşu. Söz konusu olan şey Aydınlanmanın modern
toplumun kurumsal ve yasal düzeni ile bağdaşması değildi. Aydınlanma
yeni düzenin törel yapısının ruhuydu. Aydının değerleri modern karakteri
tanımladılar — gelenekten kurtulmuş, düşüncesinde ve inancında yabancı
baskıdan özgür insan. Aydınlanma Deisttir, teizm ve ateizm arasında
bir orta nokta, ya da ikisinin bir bireşimi gibidir. Doğal din herşeyden
önce kutsal yazıların usdışı içeriğini bir yana atar, ona göre Tanrı
evreni yaratıp aradan çekilir ve artık nasıl işlediğine karışmaz.
Böyle bir Tanrı anlayışı altında törel dünya da aynı özerkliği kazanır.
Bir dinadamları sınıfı olanaksız ve gereksiz olur. İnanç bütünüyle
bireyin kendi duyuncunu ilgilendiren bir konudur, ve hiçbir dışsal
gücün bireyin duyuncu üzerinde söz hakkı yoktur. Ama modern özgürlük
insan özünün gerçek belirlenimlerine anlatım vermek yerine, bir belirlenimsizlik
olarak tanımlanır, çünkü yurttaşlık değerleri, mülkiyet ve kişi değerleri insanlık değerleri değildirler. Nihilizm, gerçek evrensel değerlerin
yokluğu, bu yalnızlık modern karakterin asıl belirlenimidir. Voltaire’in Candide’i sonlandırıken önerdiği gibi, iyimserliği gülünçleştiren
bu bencillik dünyasında, bu olanaklı en kötü dünyada herkes gidip
kendi bahçesini işlemelidir. |
Aydın
Ve Ayaktakımı. Aydın
tanım gereği bütün toplum değildir. Aydınlar her durumda bir azınlık
oluştururlar. Deizm onlar için olanaklı biricik inanç biçimiyken,
aydınlık olmayan Halk için Teizm zorunludur. Eğer bir Tanrı olmasaydı,
onu yaratmak gerekirdi. Halk eğitilmesi, aydınlanması olanaksız bir
ayaktakımıdır. Her zaman öyle kalacaktır. Les
lumières bir adlandırma olarak çoktandır ortadan kalkmış olsa
da, ayaktakımı da benzer olarak daha kibar adlar altına — örneğin
işçi sınıfı ya da proleter, ya da emekçi, memur, çalışan vb. — alınmış
olsa da, aydın her zaman genel halk kitlesi karşısındaki yüceliğini
korur. Aydınlanma amacına ulaşmıştır: Halkın duyuncu ve inancı artık
rahiplerin değil, ama çok dünyasal, çok özdeksel bir bir etmenin,
paranın denetimi altındadır. |
Tanrı
ve Bilim. Aydının Tanrıyı yürekte olduğu gibi uzayda ve
zamanda da konu dışı bırakması, onu evrenin dışına sürmesi bilimin
Aydına özgü indirgenişi için gerekli usdışı zemini hazırlar: Bilimin
kendisi bilimdışı olur çünkü sürülen Tanrı değil ama Ustur. Bundan
sonra aydınlara çok yakışan ve yaraşan yararlı bir ‘Bilim ve Teknik’
ekini vardır. Avrupalı ussalcının Tanrısal evreni her zaman bir kozmoz
iken, yasal-ussal bir evren iken, Aydının tümevarımcı evreni için
böyle bir zorunluk ortadan kalkar. Pozitivistik bir evren bilimin
toplumsal yarara hizmet etmesi için bütünüyle elverişlidir. Aydının
evreninde gereken şey anlam, bilgi, gerçeklik değil ama yarardır,
ve pekinlik olmasa da olasılık, bilgi olmasa da sanı, gerçeklik olmasa
da görüngü pekala bu amaç için yeterlidir. Aydın böyle bilim anlayışı
ile bir yandan Deizmi ile tutarlı kalır, öte yandan böyle bilim uygulayım
için, işleyim devrimi için, anamalcı büyüme için bütünüyle yeterlidir.
Felsefeci ona Analitik Geometriyi ve Kalkülüsü vermiş, ussalcı bilim
adamı ona Mekanik ve Elektriği vermiştir, ve bu bilimler ve bilgiler
ussallıklarında anlaşılmasalar da, giderek ussallıkları yadsınsa da,
modern köle evlerini, Fabrikaları işletmek için bütünüyle yeterlidirler. |
Toplumsal
Uzlaşmanın Ahlaksal Zemini. Deizm ahlaksal görecilik için
elbette uygundur, ve kentsoylunun hem anamal hem de emek yanında ahlaksal
bir saltıkçılığa hiç mi hiç gereksinimi yoktur. Aslında duyunç bir
yandan anamal için sömürü koşullarına bir ayakbağı olurken, öte yandan
çalıştırılan insanlığı sürekli olarak bir haksızlığa uğruyor olma
duygusu içinde tutacak ve onu mutsuz, uyumsuz, geçimsiz bir isyancı
yapacaktır. Dinden geriye birşeyler kalmış olsa da, bu bundan böyle
toplumsal ilişkiyi ilgilendiren bir sorun değildir. Aslında, Aydınlanmanın
en inançlı savucuları olan ekonomistlerin çok iyi anladıkları gibi,
pazarın altın ilkesine hiçbir kurum karışmamalıdır. İnsan içgüdüsü,
aslında Freud’un öz-sakınım içgüdüleri, ben-içgüdüleri ya da Açlık
İçgüdüsü dediği ilkellik türenin, tüzenin, törelliğin modern cisimselleşmelerinin
en iyi biçimleri olduğunu öğretecek, sonunda herşey yoluna girecektir. |
Hırsın
Kristalleşmesi. Para yeni düzenleyici ilkedir. Bundan böyle
modern toplumun törelliğini susturulmuş Katolik Kilise değil, çoktandır
bireyin öznel duyuncuna hapsolmuş ve edimsel olarak varolmayan Protestan
Kilise de değil, ama özdeksel bir güç, bir altyapı gücü olarak ekonomi
tanımlayacaktır. İnsan ilişkileri topluluğun saçma sapan duygusal-dinsel
ilişkileri olmaktan kurtarılmış, ussallaştırılmıştır. Başka bir deyişle,
bütünüyle ortadan kaldırılmıştır. Bundan böyle insanların değil ama
yurttaşların birliği olarak toplum özgürce çıkar çatışmalarının
güdümüne girebilir. İçgüdüsel dürtü, hırs, kazanç isteği, bencillik
ilkesi dünyayı, ya da daha iyisi küçük bir azınlık pahasına büyük
bir çoğunluğun dünyasını mutlu kılmayı başaracaktır. Elimizde bir
mutluluk kalkülüsü bile vardır, ve duyguyu bile ölçüp biçecek görgücüler
vardır. |
Şiddet
Yoluyla Modernleşme. Modern varoluş biçimi geleneksel topluluğun
bütünsel bir değişimi anlamına gelirken, o geleneklerin özeğinde yatan
dinsel duygu olduğu gibi kalamazdı. Bu düzeye dek, Fransa’da modernleşme
için savaş insanların yalnızca beyinlerinde değil ama öncelikle yüreklerinde
verildi. Katolik Fransa’da Aydınlanmanın başarmayı istediği şeyi Protestan
ülkelerde Reformasyon daha şimdiden yapmıştı. İngiltere ve Hollanda
gibi ülkelerde çoktandır geleneğin ve tutuculuğun egemenliğine son
verilmiş, toplumsal yaşamdan uzaklaştırılan din kendisiyle birlikte
modern toplumun biçimlenmesine ayakbağı olan tüm usdışı geleneksel
yetkeyi de yanında götürmüştü. Katolik Fransızın ruhunda rahipliğin
dünyasal egemenliğinin devrilmesi daha zorlu bir savaşımı gerektirdi.
Ve rahiplikle işbirliği içinde olan ve tanrısal bir hakla yöneten
Krallık rejimini modern bir devlet yönetimi ile değiştirmek Üçüncü
Katmanın, başka bir deyişle, bütün bir Fransız halkının kendi
içindeki bölünme dolayısıyla şiddeti kaçınılmaz kıldı. Fransa XVI’ncı
Louis’nin eski rejimini devirdi. Ama Katolik tin olduğu gibi kaldı.
Yaklaşık yüz yıl kadar süren devrimci iç savaşlar ve çatışmalar geleneğin
Üçüncü Katmanın kendi ruhunda nasıl kökleşmiş olduğunu gösterdiler.
Modernlik kaygısı gelenekle olan çatışmanın henüz sürmekte olduğunu
ele verir. |
Encyclopédie için yazdığı bir makalede Turgot ‘‘Kamu yararı en yüksek yasadır,
ve kurucuların niyetleri denilen şey için boşinanca dayalı bir saygı
tarafından engellenemez’’ diyordu. Daha sonra İngiliz görgücüleri
tarafından ‘‘kamu yararı’’ sözlerinin üzeri karalandı ve
yerine ‘‘olanaklı en büyük çoğunluğun yararı’’ sözleri geçirildi.
Bu çoğunluk hiçbir zaman ulusun dışında aranmadı.
Aydınlanmış
Avrupa’nın küresel hegemonyası yalnızca makinelerin ve bombaların
yetkesi üzerine kurulamazdı: bunun ruhsal koşulu olarak genel bir
duyunç ve bilinç yıkımı da gerekliydi. Sömürgeciliğe yalnızca ‘egemen’
sınıflar değil ama tepeden tırnağa kapitalizme ve militarizme uyarlanmış
bütün nüfus alanları katıldı. Avrupalı iş adamları gibi devlet adamları
da, entellektüeller gibi akademikler de süreçte
üzerlerine düşen her töresizliği ve her türesizliği yerine getirdiler,
ve yağmadan özdeksel ve tinsel paylarını aldılar. Türesizliğin
sözde egemen bir sınıfa değil ama bütün bir topluma ait
olduğu olgusunun gizlenmesi yalnızca us-dışı, türe-dışı modern toplumsal
yapının korunmasına hizmet etti.
Aydınlanmanın evrensel insanlık değerlerine anlatım verdiği
savı aydın olmayanlar için yaratılmış bir mittir. Aydınlanma nasıl
içeride herhangi bir demokratik süreçten yana değildiyse, dışarıda
da türe ve insan hakları diye bir engel tanımadığını
gösterdi. Modernizmin
parolası uygulayımbilimsel, askeri ve ekonomik üstünlüktü.
Ve bu başkalarına karşı, bütün bir dünyaya karşı
Batının üstünlüğüydü. Aydınlanmanın yararcı etiği dünyanın geri kalanını Batı için bir oyun alanı, insan da aralarında olmak üzere sömürülecek bir metalar alanı olarak görmesine izin vermekle kalmadı, ama böyle bir öz-çıkarı bir moral buyruk sorunu olarak gösterdi. Modern istenç geleneksel
olan karşısında moderndi, yani güçlüydü, ve güç-istenci hakkı belirleyen pozitif ilkeydi. Bu teknolojik üstünlük
ve moral uygunluk zemininde, mini mini şirketler dev gibi ülkeleri teslim aldılar,
dünyanın kaynakları yağmalandı, milyonları köleleştirildi, toplumsal
yapıları yerle bir edildi. Avrupalının girdiği her yerden
insan hakları sürüldü. Yararcının girdiği her yerden geleneksel
değerler ve kurumlar basıp gittiler. Anamalcının girdiği
her yerde kültür bozulmaya ve törellik dağılmaya başladı. Ve eskinin yeri yeni tarafından alınmadı. Modern
Toplum Tasarı evrensel değerlerin ilerlemesi gibi birşeyle hiçbir
biçimde tasalanmadığını yeterinden öte tanıtladı. Önce Afrika, arkasından Asya, Latin Amerika ve Orta Doğu modern Batı ile etkileşimin sonunda tarihin daha önce hiçbir zaman tanımadığı birer sefillik, türesizlik, gerilik, yokedicilik vb. alanlarına döndüler. |
|