İdea Yayınevi / Tarih Felsefesi / Aziz Yardımlı
   
 
 
"Özgürlük Tinin kendi için kendisinin yerine getirdiği Erek, onun biricik Ereğidir. Yalnızca bu Erek bütün bir Dünya Tarihinin uğruna çabalamış olduğu şeydir, ve çağlar boyunca yeryüzünün engin sunu taşı üzerine bırakılan tüm adaklar ona sunulmuştur. Bu kendini yerine getiren ve yaşama geçiren biricik amaç, tüm olayların ve durumların değişimindeki biricik kalıcı öğe, onlarda gerçekten etkin olan biricik ilkedir. Bu son Erek Tanrının dünya için istediği şeydir; ama Tanrı en eksiksizdir ve buna göre kendi kendisinden, kendi İstencinden başka hiçbirşeyi isteyemez. Ama Onun İstencinin doğasının, e.d. genel olarak doğasının ne olduğu sorulduğunda, böyle dinsel tasarımı Düşüncede kavradığımız için, yanıt onun burada Özgürlük İdeası dediğimiz şey olduğudur."

Hegel, Tarih Felsefesi

 
 

İster politik, isterse dinsel, sanatsal, ya da genel olarak herhangi bir kültürel yapı olsun, bir dizge kendi kavramlarının mantıksal olarak zorunlu bütünüdür. Nesneldir, onu çözümlemeye çalışan öznel bakış açısının ona kattıklarından ya da ondan sildiklerinden ayrı olarak yapılanmıştır. Bu düzeye dek tarihçi nesnesini kendinde olduğu gibi çözümlemeli, ona kendi öznelliğinden hiçbirşey katmamalı, olguları kavramları tarafından anlatılmaya bırakmalıdır. Tarihsel içeriği birinin öznel amaçlarına uygun olarak seçilen tekil fenomenlerden ya da olgulardan betimlemeye çalışmak düzmece bir metin, bir yorum üretmektir. Bir dizgede onun özüne, onun özsel yapısına ait olmayan sayısız olgu ya da görüngü gösterilebilir. Ama bunlar kendi başlarına bütünü açıklamada kullanılamazlar, onu temsil etmez ya da anlatmazlar. Bir dinsel bütün sözde onunla ilişkilendirilen pozitif öğelerin, olguların ya da olayların terimlerinde kavranamaz. Bir Devlet keyfi olarak seçilen bileşenlerin, kurumların, yapıların terimlerinde kavranamaz.

 
SCHILLER

BEETHOVEN
Avrupa Birliği özgürleşmenin kazanılan ereğidir, çünkü özgürlük insanlığı kültürel ayrımların ötesine ve üzerine, tek bir Yasaya, tek bir Anayasaya, tek bir Türeye, evrensel Türeye ve evrensel Hakka yükselten değişimin biricik olanağıdır. Onda çok-kültürlülük değişmeyen geleneğin, karakteri tutuculuk olan despotizmin, karakteri şiddet olan ideolojinin artıkları olarak postmodern komedyenlerin umutsuz savunusuna terkedilmiştir. Avrupa Birliği milyonların kendi gerçek egemenliklerine, özgür İstencinin egemenliğine yürüyüşünde Dünya-Tininin ilk adımıdır.

Osmanlı İmparatorluğunun Batılı Karakteri

 
(Published with permission
© Nancy Stahl)
 

Osmanlı İmparatorluğu Avrupa ile aynı zamanda, aslında Avrupa’nın birçok devletinden daha önce modernleşme sürecine girdi. Bu bütünsel bir kültürel dönüşüm, Osmanlı’nın Osmanlı olarak ortadan kalkışının başlangıcıydı ve sürecin ürünü modern Özgürlük İlkesi üzerine kurulu Türkiye Cumhuriyeti oldu. İlke — ussal İdea — on yıllar boyunca erdemsizliğin, boşinancın ve despotik ideolojinin çılgınlıklarını yatıştırdı, kendini milyonların ussal ve uygar istenci olarak, geri alınamaz bir Özgürlük tini olarak edimselleştirdi.

Osmanlı İmparatorluğu Avrupa’nın "hasta adamı" olarak, işi bitmiş ve tükenmiş bir devlet olarak görülür. Ama Osmanlı İmparatorluğunun bu yitişi aynı zamanda dünya-tarihsel bir Eylemin, modern Türk Cumhuriyetinin doğuşuydu. Bu doğuş onu ortaya çıkaran yitişin anlamıdır.

İmparatorluk biçimi Tinin daha öte politik gelişimi ve evrensel özgürlüğe büyümesi için uygun değildir, ve tekerkin özenci yerini yurttaşlık bilinci tarafından şekillendirilen ulusların özencine bırakmalıdır. İmparatorlukların ortadan kalkması bu düzeye dek hüzünlü bir olay değil, ama Dünya-Tini için kendini edimselleştirmenin ve böylece kendini bilmenin gerçek başlangıcıdır: İlk kez modern dönemde insanlık despotik kültürünü arkada bırakmaya başlar. İlk kez duyunç özgürlüğünün anlaşılmaya başlaması ile bilinçler despotik karakterlerinden özgürleşmeye, kendilerini ve başkalarını özgür insanlar olarak görmeye başlar. İlk kez istenç özgürlüğünün doğması ile insanlar yarı insanlar-olmaya son vermeye, usdışı, saçma, tuhaf, giderek delice kişiliklerinden, geleneklerinden, kurtulmaya, insan kavramına uygun düşen ussal insanlar olmanın yoluna girmeye başlar. Tarih modern dönemde ön-modern dönemdeki taşlaşmış karakterini bırakır, despotik tin ilk kez kendine karşı döner ve modern döneme uzanan despotik politik, kültürel, dinsel biçimlerine karşı savaşım küresel bir karakter kazanır.

Osmanlı Tini kendini daha başında, daha kuruluşunda Dünya-Tinine bağlamış değişebilen, yenileşebilen, modernleşebilen plastik bir politik yapıydı. Osmanlı İmparatorluğu kendini Roma İmparatorluğunun kalıtı üzerine kurdu ve kendini öyle gördü: Fatih Sultan Mehmet'in Konstantinopolis'i fethi ile Osmanlı Devleti Osmanlı İmparatorluğu olurken, Mehmet Roma Sezarı olarak kabul edildi. Osmanlı İmparatorluğu tarihin ussal Ereğine, Özgürlüğe yönelik bu akışkan doğası ile özgür Batı tininin parçası oldu, despotik Doğunun değil. Yüzyıllar sonra, modern Cumhuriyeti kuran Tin Özgürlük ve Eşitlik kavramlarını özümsemiş, değişme, yenileşme ve gelişme İstencini kavramış aynı Osmanlı Tini idi. Osmanlı İmparatorluğu, değişmeyen despotik Doğu Tini ile karşıtlık içinde, Tarihin Herakleitos ırmağının akışı içindeydi. Ve Dünya-Tininin Özgürlüğe yürüyüşünde, Avrupa Orta Çağlarının zifiri karanlık yüzyılları ile karşıtlık içinde, Tarihi pırıl pırıl aydınlık tutan bütün bir uygarlık birikiminin kalıtçısı ve temsilcisi idi.

Osmanlı Tininin özsel olarak bir gelişim Tini olduğunun, Özgürlük İlkesini özümsediğinin ve gerçekleştirdiğinin kanıtı modern Türkiye Cumhuriyetinin kendisidir. Bu Cumhuriyet ne boşlukta doğmuş, ne de gökten inmiştir. Ancak ve ancak onu üretmeye yetenekli bir tinin ürünü olabilirdi. Ve sağlamlığının kanıtı Devrim sonrası Fransasının bile yaşamaktan kaçınamadığı Restorasyonlar gibi kararsızlıkların modern Türk Cumhuriyetinin tarihinde yaşanmamış, Özgürlük sürecinden hiçbir sapmaya izin verilmemiş, geleneğin ve boşinancın zorbalığının her zaman gerektiği gibi durdurulmuş olmasıdır. Bir evrensel nesnel İlke öznel bireyselliklerin üzerinde ve üstünde durur, ve ussallığı ile onların henüz gizil olan ussallıklarının etkinleştiricisidir. Yeni bilinç başlangıçta ne denli zayıf, sınırlı, ve eski olanla kuşatılı olursa olsun, yalnızca ve yalnızca ussallığının gücü ile zaman içinde bütün bir kültürel dokuyu yakalar, törel yaşamı baştan sona yeniden biçimlendirir, çünkü bir yandan ussal olanın Hakkı onun istencini en güçlü kılarken, öte yandan eski olan kendinde yeni olana duyulan özlem, kendini ona adamak için direnilmez itkidir. Tarihin bütün bir sürecinin kendisinin tanık olduğu gibi, Özgürlük İlkesi ve ona bağlı bütün bir moral, törel ve politik gelişim direnilmezdir, çünkü bu İlke insanın yalnızca ve yalnızca gelişmeye yetenekli olan özsel doğasının kendisidir. Gelişme bir gizilliğin edimselleşmesidir, ve gizillik edimselleşecek olduğu için gizilliktir. Osmanlı İmparatorluğunun Türkiye Cumhuriyetine dönüşümü onun kendi içinde geliştirme yeteneğinde ve istencinde olduğu ilkenin kaçınılmaz vargısıydı.

 
 
 
...
II. Mahmud'un Yeni Sarayı, 1830. (Gravür T. Allon tarafından.) Bugün yeri Çırağan Sarayı tarafından doldurulan bu benzersiz klasik sanat yapıtı G. Amira Balyan tarafından tasarlanmıştı.
.
 
Felsefesiz bilinç Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerine baktığında yalnızca hüzünlü bir yıkılış öyküsü görür. İmparatorluğun sonsuza dek sürmesini istemiş, ve çöküşü salt bir yok oluş olarak, bir daha geri getirilemeyecek bir yitiriş olarak karşılamıştır, çünkü önünde yatan realiteyi anlaması için gereken özgürlük kategorilerinin bilincinden yoksundur. Oysa Osmanlı İmparatorluğu tam bu çöküşte bir kuruluş, tam bu yokoluşun kendisinde bir yeniden varoluş olduğunu dolaysızca gösterir. Modern Türkiye Cumhuriyetinin doğuşu bir tansık, anlaşılması güç bir bilmece değildir. Tarihte ancak ussal olan, ancak varolma hakkını daha şimdiden saltık hakkı olarak kazanmış olan edimselleşir, çünkü Tarihin kendisinin özünlü ussallığı, onun ereksel süreci onda edimselleşecek olan içeriğin de ussal olmasını gerektirir. Edimselleşecek olan şey ilkin yalnızca ve yalnızca bir İlke, henüz yalnızca birkaç bilinci kavramış olan İdeadır. Osmanlı Tininin hayranlık verici yanı onu bir İmparatorluk olarak ortadan kaldıracak İlkeyi özümsemede gösterdiği kararlılıkta ve onu yaşama geçirmede gösterdiği coşkuda ve uygarlıkta yatar. Bir ilke ancak onu almaya, onu özümsemeye ve onun uğruna değişmeye hazır olan bir Tin tarafından alınabilir. Ve bir Tin ancak almaya yetenekli ve hazır ve istekli olduğu ilkeyi alabilir. Napoleon İspanyollara zorla Cumhuriyetçi bir anayasa dayatmayı başaramadı. Başaramazdı, çünkü o tin özsel olarak değişime uygun değildi ve bütün bir modern tarihi boyunca yine bir boyuneğme İstenci olarak yalnızca Özgürlük için nasıl isteksiz olduğunu sergiledi: Özgürleşmesi o katı, aşırı katı geleneksel biçiminde yitmesi demek olacaktı. Osmanlı Tini ise, Avrupa'nın çoğu ile karşıtlık içinde, daha doğuşundan kendini Dünya Tarihine bağlayan ve böylece değişime ve gelişime açık kılan bir özgürlük ve ussallık Tiniydi. Bugünün tini onu kavrayamayışında yalnızca bugün bile o uzak geçmişin kategorilerinin ne kadar gerisinde kaldığını ele verir.

Osmanlı Tini tüm o yıkılış ve çöküş sürecinde aynı zamanda bir modernleşme süreciydi, çünkü modernleşme salt dışsal bir görünüş, örneğin salt teknolojik bir biçimleniş değil, ama özsel olarak duyunçta ve istençte başlayan bir ussallaşma ve özgürleşme sürecidir. Değişmeyi, eskimiş gelenekçi benlikten vazgeçmeyi, yeni ve özgür bir karakter kazanmayı göze alabilmeyi gerektirir. Bu nedenle bir dışsal dayatma ve zorlama sorunu değil, ama özsel olarak içsel bir eğilim ve yatkınlık sorunudur. Ve Özgürlüğün karakterin saltık temeli olması ölçüsünde, aynı plastik değişim yeteneği törel karakter idealini gerçekleştirmenin biricik zeminidir. Osmanlı Tini değişmeye ve yenileşmeye nasıl yatkın olduğunu başka herşeyden önce kendi plastik tininden şekillendirdiği ve modern Özgürlük ve Erdem karakterinin hayranlık verici örneği olan Mustafa Kemal’de ve onun Tarihin kendisini onurlandıran eyleminde tanıtladı. Tıpkı Osmanlı Devletinin kuruluşunda olduğu gibi, Türkiye Cumhuriyeti de değişime dirençli gelenekçi ve etnik bağnazlığı reddetti, kendini özgürce modern Batı Kültürüne açtı, ve büyüklüğü ile insanlığın kendisini büyüten o dünya-tarihsel kahramanın dehasıyla ilkin çağdaş uygarlığın bütün bir birikim ve kazanımına ulaşma, bir kez daha Dünya Tarihine katılma hedefine yöneldi.

Tarihin yinelemeden oluştuğu, ya da giderek zaman zaman geriye bile dönebildiği, zaman zaman saatlerin 100 yıl geriye alındıkları gibi paniklemeler Özgürlüğü anlayamayan, Gelişimi anlayamayan, kendi içinde özgür ve ussal olmayan ideolojik bilincin karakterine, modern Aydına özgüdür ve onun salt özgür olmamaktan doğan korkusuna anlatım verirler. Türkiye Cumhuriyetinin özünün Özgürlük olduğunun en çarpıcı kanıtı ne kuruluşunda ne de daha sonra hiçbir zaman ve hiçbir ideoljiye izin vermemiş olmasıdır. Erdem hiçbir zaman despotizme yenik düşemez. Özgürlük ussal istencin, modern Devletin özüdür. Ve bu bilinç bir kez kazanılır kazanılmaz, bir ulus bir kez özgür olur olmaz, bir kez Özgürlüğün, İstencin Yaşam ile, Varoluş ile bir olduğunu anlar anlamaz, onun Yürekliliği sonsuz olur. Bu gerçek Yüreklilik, bu saltık Yüreklilik yalnızca ve yalnızca Erdemden, Özgürlük karakterinden gelir. İdeoloji ise korkaktır, ve özgürlükten korkusuna uygun olarak despotiktir, ve bu paranoid varoluşunda tanıdığı ve anladığı biricik yöntem şiddettir.

Modern Türk Tininin doğuşu Anka Kuşunun küllerinden hiçbir değişime uğramadan yeniden doğması gibi birşey değildir. Salt bir yineleme öyküsü olan ve buna göre yalnızca değişime direnişi simgeleyen bu Doğu mitinin tutucu tonu ile karşıtlık içinde, Osmanlı Devletinin ortadan kalkışı yeni ve daha yüksek bir Devlet biçiminin doğuşu oldu. Dahası, bu Devlet bütün bir Tarihin çağlar boyunca uğruna çabaladığı biricik gerçek Ereğinin, Özgürlüğün eksiksiz bilinci ve ödünsüz istenci ile kuruldu. Bu olgu gururla Türk Devrimi diyeceğimiz şeydir, çünkü yeni Devlet özsel olarak bireysel ve toplumsal gelişimin önündeki her engeli kaldırmaya belirlenmiş gerçek ussal İstencin anlatımıdır. Bütün bir eğitimsiz halkın bu İlkenin ussallığına yükselmesi, varoluşunda Özgürlük, Hak ve Türenin anlam ve değerini yaşaması, kendini insanın gerçek özünde, gerçek biçiminde ve böylece gerçek değerinde yeniden şekillendirmesi — bunlar İlkenin onu bir İlke yapan Ereğidir. Ve Erek erişilecek olduğu için Erektir, çünkü Özgürlük Tinin tözü, özü, onun saltık yazgısıdır.

 
 
Birşey ancak kendinde gizil olarak kapsadığı şeye, kendi başkasına, kendi karşıtına dönüşebilir.

Eğer "Osmanlı Tini = Osmanlı Tini" denklemi doğru olsaydı, eğer Osmanlı Tini kendinde kendi başkası olmasaydı, bu imparatorluğun kulları, kadıları, medreseleri, yeniçerileri, milletleri, reayası vb. ile sonsuza dek sürmesi demek olurdu — tıpkı Çin gibi, Hindistan gibi, aslında bütün bir Asya gibi değişmeden, gelişmeden, eskimeden her zaman yeni (ya da her zaman eski) kalması demek olurdu. Ama Osmanlı Tini kendinde başkalaşma, değişme ve gelişme yeteneği ile donatılıydı, çünkü Osmanlı Tini Duyunç ve İstenç Özgürlüğüne ve böylece gelişmeye açık bir tindi, çünkü bir göçebe kültürü değil, ama özsel olarak Klasik Tinin ürünüydü. Bu dünya kültürü ile bütünleşerek ve onu özümseyerek büyüyen ve böylece gerçekte onu ve onunla birlikte Dünya Tarihinin kendisini büyüten bir tindi.

 
Osmanlı Kaligrafisi  

Tarihsel olarak önemli olan Duyunç ve İstenç Özgürlüğüdür, çünkü Özgürlük değişimin ve gelişimin sonsuz enerjisidir. Tarihin anlamı, gerçeği, ereği — ki tümü de bir ve aynı şeydir — İstencin açınımından başka birşey değildir, öyle ki Tin bu kendi dışlaşmasında kendini tanıyabilsin, kendinde ne olduğunu bilebilsin ve edimsel olarak da gerçek kendisi olsun. Tarih Özgürlüğü, İstenci tözü olarak aldığı için bir gelişimdir, insan varoluşunda geçici olan, sonlu olan, böylece ancak göreli olarak değerli olan, eş deyişle en sonunda değersiz olan şekillerin değişken, akışkan, ve ereksel sürecidir. Tarih böylece bu açılımların muazzam tablosunu betimleyen bir İstençler gösterisidir ki, orada eylemsiz bir uyuşukluk içinde yatan devasa tinselliklerin değil, ama erdemli ve dirimli ve yürekli olanın, Eylemde bulunanın, tarihsel törellikleri devindirip dönüştürenin önemi vardır. Tüm gizilliğini yüzyılların geçiciliğine ve sonluluğuna döken Dünya-Tini bu dışlaşmasında yalnızca ve yalnızca kendini ortaya koyar ve kendini tanır, kendini büyütür ve kendi büyüklüğünü sergileyerek kendi sonsuz içeriğinin bilincini kazanır. Geçici olmaya, bir moment olmaya belirlenmiş bu bütün süreç için gereken tek şey ve her şey Özgürlüktür.

Felsefesiz bilinç kendisinin parçası olduğu görüngünün ötesini algılayamaz ve olgunun kavramına ulaşmayı başaramaz. Hiçbir zaman Tarihte özsel olarak neyin yer almakta olduğunu, kendisinin sürecin neresinde durduğunu, hangi politik akıntılara kapıldığını bilemez. Gerçekte yalnızca sonluluğun kibri, banalitenin büyüklenmesidir. Tarihte dinginliğin, değişime direnmenin ve böylece yalnızca kendini yineleyip durmanın biricik tarihsel anlamı tarihsel-olmama gibi can sıkıcı bir anlamdır. Böyle anlamsız Tinlerin edimsellikleri salt bir görünüş, salt birer yanılsamadır, ve tarihsel varlıkları tarihsel yokluklarından daha önemli değildir. En sonunda, Dünya-Tarihi ile ilişkileri kendi istençlerine aykırı olarak kurulur ve bu düzeye dek yazgıları başkaları tarafından belirlenir ve değişime daha yüksek, daha özgür, daha güçlü kültürlerin egemenlik alanları olarak açılmaktan kurtulamazlar.

Osmanlı Tini bize bu daha ötesi olmayan sonsuz kalıtı, bu Özgürlük Tinini, Özgür İstenci ve Özgür Duyuncu teslim etmiştir. Bundan daha değerli ve anlamlı bir tarihsel armağan olamaz çünkü saltıktır, kendi kendisinin koşulu, kaynağı ve enerjisidir. Daha ötesini istemek olanaksız ve gereksizdir. Bu bütün bir Doğuda hiçbir zaman olmayan ve bugün de o tine bütünüyle yabancı kalan saltık Haktır. İstencim başkasının değilse özgürümdür, ve Duyuncum ister din, ister yasa, ister töre, ya da ne olursa olsun saltık olarak hiçbirşeyin bilinçsiz belirlenimi altında değilse ve kendini yalnızca ve yalnızca kendi ussallığımdan belirliyorsa ve her kültürel içeriği ilkin usumun nesnel yargısı önüne getiriyorsa özgürümdür. Erişilmesi tarih-öncesinin yüz binlerce ve Tarihin kendisinin binlerce yılına patlamış olan bu kavrayış bütün bir tinsel varoluşun, bütün bir kültürün ve uygarlığın ulaşabileceği en son Erektir, çünkü sonsuzluğun kendisi, erişilmiş öte-yandır. Milyonlarımızın Özgürlüğü özümseme, kendi sonsuz değer, yeti, ve yeteneklerinin bilincine varma süreci bundan böyle Zamanın işidir, ve süreç boşinanca bağlı ve ideolojik şiddete bağlı tüm despotik-arkaik kalıntıların silinmesi için usun eğitsel, uygar, barışçıl savaşımıdır.

 

Ulu Cami, Bursa

 

Osmanlı tini Türk tininden daha çoğu idi. Gerçekte, ondan bütünüyle başka, bütünüyle yeni bir Tindi. Roma kalıtını, böylece Helenistik ve Helenik kalıtı varlığında özsel olarak kapsıyordu. Böyle olduğu için Dünya-Tarihine aitti ve olguların kendilerinin de tanıtladığı gibi bu Tarihin kendisinin sürekliliği için ve erekselliği için zorunlu bir evre idi. Osmanlı İmparatorluğunu silin, bütününde modern evreyi de silersiniz, çünkü Osmanlının (ve hiç kuşkusuz ondan önce Selçukluların) kalıt aldığı ve geliştirip koruduğu uygarlık birikimi olmaksızın geriye ne bildiğimiz biçimiyle Rönesans ve Reformasyon kalır, ne de Bilim ve Güzel Sanatlar. Geriye Avrupa'nın zifiri karanlık Orta Çağları, Helenik-Helenistik kalıtı yadsıyıcı ve edimsel olarak yokedici bir Hıristiyanlık, din kavramının kendisine aykırı Katolik Kiliseye ait bir dirimsizlik kalır. Avrupa bütün bir uygarlık gerecini dışarıdan ödünç almak, kendini yabancısı olduğu kültürlerin imgesinde biçimlendirmek zorundaydı. Avrupa'nın ne felsefesi ne de bilimi, ne inancı ne de ahlakı, ne şiiri ne de adına yaraşır bir mitolojisi vardı, ve Roma'nın çöküşünden sonra yüzyıllarca bir Devlet adını taşımaya uygun bir politik örgütlenişe ulaşamayacak bir barbarlık alanı olarak kaldı. Katolik Kilise insan Duyunçlarını, dolayısıyla İstençlerini bastırarak yalnızca Avrupa'nın karanlığını daha da kararttı. Charlemagne bir imparatorluk gibi birşey kurma girişiminde bulunduğu zaman 'Kutsal Roma İmparatorluğu' denilen bu sözde Devletin onun için gereğinden öte büyük, fazlasıyla büyük olan bu adı bile yabancı kökenliydi. Kurulmasıyla parçalanması bir oldu ve böyle güçsüz, böyle erksiz, böyle türesiz bir Reich olarak varlığı her zaman yokluğu ile eşitti. Yüzyıllar boyunca, Avrupa feodaldi — yani yasasız, yani türesiz, yani haksız, tek bir sözcükle Devletsizdi. Kıtanın yabanıl tininde, Duyunç henüz bir ahlaka, İstenç henüz bir törelliğe yetenekli olacak denli büyümüş ve olgunlaşmış değildi. İstenç kendini ancak şiddetin ve zorbalığın terimlerinde, ancak feodal olarak, ancak tiranlık olarak anlatabiliyordu. Karanlık Çağlar sözü boşuna söylenmiş değildir. Latinler karanlığa gömülü kalmayı sürdürürken, ve Slavlar aydınlığı düşlerinde görecek kadar bile tanımazken, Germenler bütün bir kültürlerini, dinlerini, felsefelerini, bilimlerini, sanatlarını, giderek İmparatorluklarının adını bile dışarıdan, yabancı kültürlerden ödünç aldılar. Ve belki de bu nedenle daha sonra da yalnızca almayı bildiler — ve hiçbirşey vermeksizin yalnızca dünyanın kaynaklarını değil, ama insanlarını da talan ettiler, kendileri uygarlaşmadıkları için gittikleri yerleri de uygarlaştırmayı başaramadılar. Avrupa'nın İmparatorlukları ortadan kalktıkları zaman arkalarında yalnızca kültürel yıkımlar bıraktılar — Asya'da, Afrika'da, Kuzey Afrika'da, Latin Amerika'da.

Kuzey Avrupa'da Reformasyon Duyuncu ve İstenci özgürleştirmeye başladığı zaman, yeni tin daha şimdiden İslamik tinin hazırlayıp sunduğu bütün bir uygarlık temelini özümsemişti. Tıp, Gökbilim, Felsefe Batıya Helenik dönemde olduklarından çok daha yüksek biçimlerde ve ayrıca bütünüyle özgün katkılar ile birlikte geldi. İslamik matematikçilerin geliştirdikleri Cebir ve Trigonometri olmaksızın Descartes ve Leibniz'in tüm dehalarına karşın Analitik Geometri ve Kalkülüs geliştirilemezdi. Öte yandan, İslamik tin dünya-tarihsel özünde Helenistik tinin ve Roma tinin bir sürdürülmesi olsa da, ve tarihsel gücünü ve önemini özsel olarak bu kültürleri özümsemesinden türetmiş olsa da, insan sorununu bir öte-dünya sorunu olarak ve insanı kul olarak görmesinde tarihsel değildi, tarih dışı idi, ve gelişime ve değişime karşı çıkmadıysa da Usu dünyasaldan uzaklaştırdı ve kendini tarihten ve gelecekten silme noktasına indirgedi. Tarih yorgunu İslamik Tin, tüm duyunç özgürlüğüne karşın, insanı en yüksek olarak değil, ama yalnızca boyun eğmesi gereken değersiz, önemsiz, eylemsiz kul olarak gördü. İslam gizemciliğin, tekkeciliğin elinde uyuşurken, bilgisizlik bilgiye üstün gelirken, gelenek erdemin yerini aldı. Birey bireyselliğinin kendisini yitirdi. İslam doğulu kökenlerinin bilincine vardı, Tanrıyı soyut Bir olarak yüceleştirirken sonlu olanı, insanı küçülttü, bilgisiz, eylemsiz, güzelliksiz bir kula indirgedi. Osmanlı Batılı idi, Tarihe her zaman istencinin bir uzantısı olarak baktı, ve sonuna dek dünya-tarihsel önemleri ve değerleri olan bireysellikler yaratmayı sürdürdü. Son ürünü onu ortadan kalkışında bile büyük gösteren ve bütün bir ussal dünyayı hayran bırakan bir tarihsel bir başyapıt, dünya-tarihsel bir kahraman oldu.

 

Osmanlı Kemerleri

 

Osmanlı daha başından, daha kuruluşundan Batılı idi, Tarihte diri olan, değişen, gelişen biricik kültürdü, çünkü Helenik-Helenistik tin ile ve Roma-Bizans tini ile, Batı anlatımının tözsel içeriği olan, bütün bir Dünya Tarihinin özsel dayanağı olan bu birikim ile şekillendi. Bütün bir Asya'da ve bütün bir Avrupa'da dirimli olan biricik insanlık alanında, Dünya Tarihinde sağ kalmış ve henüz yüreği çarpmakta olan biricik kültür alanında insanlığın bütün bir geleceğini bütün bir geçmişine bağlayan bir İmparatorluk olarak doğdu ve İstenci ile, Türesi ile, Erdemi ile uygarlığın kendisinin sürekliliğinin, gelişiminin ve böylece varoluşunun biricik güvencesi oldu. 'Batı' sözcüğü bir yön belirlenimi değil, ama Tinin varoluşunda dingin kalmayıp devimde olanı, değişmekte, gelişmekte, yaşamakta olanı anlatan plastik bir anlatımdır. Ve insanlığın bütün bir tarihsel sürecinin bir süreklilik olduğu düzeye dek, 'Batı' anlatımı onun kesintisiz 'Şimdi'sini özetler, böylece Dünya-Tarihi Kavramının içeriğinin BÜTÜNÜNÜ kucaklar. Bütün bir Asya ve Afrika bu dinamizmin dışındadır. Osmanlının bu dünya-tarihsel konumu ve önemi ile karşıtlık içinde, Anadolu Doğulu kaldı, değişime, gelişime karşı bugüne dek direncini sürdüren, olduğu biçimiyle kendinden hoşnut olmada direten bir dinginlik tini olarak sürdü — bilgisiz, istençsiz, amaçsız, ve üstünde oturduğu uygarlık topraklarına ilgisiz, değişmeyen ve gelişmeyen bir boyuneğme tini olarak. Osmanlı dilinde, mimarisinde, şiirinde, üniversitesinde, Devletinde değişime, yenileşmeye bütünüyle açıktı ve sürekli olarak değişti, yenileşti, büyüdü. Anadolu’daki Türk boyları ise Doğulu kaldılar, ve eğitimsiz özlemleri ile Sufi Gizemciliğine sarılırken ve pozitif duyusal öğelere ve kutsal imamlara dayalı Şiiliğe dönerken, Dünya-Tininin Hakkı kendini böyle boşinançların üstünde ve ötesinde dünya-tarihsel eylemlere yönelen ussal Osmanlı Tininde ileri sürdü. Anlam, önem, gelişim, büyüklük Klasik Tine özgüdür, ve bu Ussallık, Özgürlük ve Erdem Tini şimdi Osmanlının özüydü.

 
 
 
"Duyunç Özgürlüğüne asla karışılamaz, çünkü bu bireyin doğal haklarının en önemlilerinden biri olarak kabul edilir. ... Her birey istediğini düşünme, istediğine inanma, kendine özgü politik bir düşünceye sahip olma, ait olduğu bir dinin gereklerini yapma ya da yapmama hak ve özgürlüğüne sahiptir. Kimsenin düşüncesine ve duyuncuna egemen olunamaz. Türkiye'de her yetişkin dinini seçmede özgürdür." (Mustafa Kemal)

Bu düşünceler modernleşmenin, gelişmenin özü ve enerjisi olan duyunç özgürlüğünün formülasyonudur. Özgürlük yenileşmedir. Yenileşme ilkin en genel olarak değişebilmeyi, geleneğin katı tinini olumsuzlamayı gerektirir. Despotik tin, ister efendilik isterse kulluk biçiminde olsun, özgürlüğün ve istencin yadsıması ile belirlenir. İstenç Özgürlüktür, değişimin, yenileşimin, büyümenin olanağıdır. Despotizm özgürlüğü, eş deyişle istenci yadsır.

 
 
 
Augustus.
İlk Roma İmparatoru
 
Osmanlı bu plastik değişebilme Özgürlüğü ile geleneği bir yana atmayı, modernleşmeyi, ussallaşmayı, dönüşmeyi başardı, ve Tarih oldu. Cumhuriyet Tini bu çabanın bilinçli, düşünceli, ve İstenci çelikten olan direnilemez kalıtçısıdır, çünkü daha yükseği olmayan Özgürlük, Hak ve Erdem bilinci üzerine kurulmuştur, Özgürlük bilincinden yoksunluğun anlatımı olan ideolojik despotizm üzerine değil. Osmanlılar tarihte neyin erdemli, anlamlı ve insana yaraşır olduğunu kavrayacak denli erdemli, kavrayışlı ve onurlu idiler. Hiçbir zaman Devleti özgürlüğünden yoksun bırakacak bir ideolojiye dönülmemesi olgusunun kendisi Osmanlının Doğulu olmamasının sonucudur. Ancak ve ancak Özgürlük bilinci değişimin, yenileşmenin, modernleşmenin olanağıdır, ve Özgürlüğünü, yani kendi Duyuncunu ve İstencini kazanmış, ilk kez gerçek Kendisi olmuş Tinin yazgısı bundan böyle değişimden, ama ussal değişimden başka birşey olamaz. Avrupa'da modernleşme ve özgürleşme istencine karşı her direniş durumunda olduğu gibi Türkiye'de de geleneğin ve boşinancın, ideolojinin ve şiddetin değişmeye ve gelişmeye karşı direnişi düşüncesizdir, inançsızdır, ve boşinancın kendisi gibi boştur. Böyle despotik artıklar bir yandan yeni ve özgür olana karşı, ama öte yandan ve çok daha belirleyici olarak kendi içlerindeki yenileşme ve özgürleşme itkisine karşı savaşmak zorunda kalırlar. Özgürlük Bilinci ve İstenci bir kez kazanıldıktan sonra kölelik ve boyuneğme sonsuza dek yiter, tıpkı tek Tanrıya inanç kazanılır kazanılmaz bir daha yontuların, imgelerin önünde diz çökmenin, onlara tapınmanın başarılamayacak olması gibi.
 
 
 
Fatih Sulhtan Mehmet  
Doğunun bildiği yalnızca Birin, yalnızca Despotun özgür olduğudur. Evrensel Özgürlük ilkesi Asya'da değil, değişmeden sonsuza dek sürmeye ayarlanmış Hin Kast Dizgesinde ya da Çin imparatorluk dizgesinde değil, Batıda, Avrupa'da bilince yükselmiştir. Buna göre Özgürlüğe bağlı tüm belirlenimler — Türe, Bilgelik, Yüreklilik, Ilımlılık olarak Erdem — başka bakımlardan gözalıcı bir güç ve görkem sergileyen Asya kültürlerine yabancıdır. Modern Batı Tini ise — eğer 'Batı' sözcüğünü anlatması gereken Kavram içinde alırsak — evrensel Yurttaş Özgürlüğünün anlatımı ve bunun ereksel sürecidir. Özgürlüğü bütüncül yadsımayı sürdürmesinden ötürü, Doğunun modern dönemdeki tüm değişimi ve başkalaşımı bir ilerleme değil, ama yalnızca bir bozulmadır. Çünkü Batı olgusallığını belirleyen ve şekillendiren ussal törel belirlenimler Doğunun bugün de despotik kalmayı sürdüren bilinci tarafından görülemez, algılanamaz ve kavranamazken, Doğu Batıda yalnızca kendi arkaik imgesine uygun olanı, her zaman çok iyi tanıdığı despotik artıkları, ideolojiyi, şiddeti, genel olarak erdemsiz olanı görür ve onları özümser. Felsefesinde de düşüncesiz ve değersiz olanın, pozitivizmin ve nihilizmin ötesine geçemez. Despotizm teknolojiye, özdeksel ilerlemeye öykünebilse de, Özgürlüğe, tinsel büyümeye, gerçek moral ve törel, bilimsel ve estetik kültüre öykünemez. Modernleşmeyi insanın özünde, Duyunç ve İstenç Özgürlüğünde değil, ama dışsal görüngülerde anladığı düzeye dek, Doğunun değişimi Batının ancak dışsal bir imgesini üretmekten öteye geçmez. Ve Doğu, özünde despotik ve mitolojik kaldığı sürece, bu salt dışsal — salt teknolojik ve ideolojik — başkalaşımdan daha çoğuna yetenekli değildir. Doğunun erdemsizliği Batıdan ancak orada da erdemsiz olanı özümseyebilir. Aynılar aynıları bilirler, ve başkasının özgürlüğünü ancak kendisi özgür olan tanıyabilir ve sayabilir. Bu düzeye dek Doğunun değişimi Doğu olmaya son vermesinden daha azı ile olanaklı değildir. Doğunun (ve Afrika ve daha başka geri kalmış bölgelerin) geriliği hiç kuşkusuz insanlarındaki ırksal bir gerilik değildir ve milyonların tarihsel olarak edilgin olmaları sonsuza dek öyle kalacak olmalarını imlemez. Bu düzeye dek kültürel geriliğin saptanması incitici olmamalıdır.

 

 
Ingres, "Odalık ve Bir Köle"  

Duyunç ve İstenç Özgürlüğü olarak, böylece doğruyu ve eğriyi özgürce belirleyebilme, böylece doğru olanı isteyebilme ve yapabilme ve eğri olandan kaçınabilme yetkinliği olarak Modern Tin boşlukta doğmamıştır: Tersine, bütün bir Dünya-Tarihinde insanın başardığı estetik, moral ve ussal gelişimin kalıtçısıdır. Ama ilkeyi kalıt almak dolaysızca onu edimselleştirmek demek değildir, ve geleneğin ve geriliğin direnci ile savaşım Batının tarihsel gecikmişliği ölçüsünde barbarca olmuştur. Gene de, Batı kendisine karşı verdiği savaşımda, kendi modernleşme sürecinde özgürdür ve Özgürlük ussal insanın engellenemez yazgısı, ertelenemez Ereğidir. Tüm insanların özgür doğdukları, eşit oldukları, ve usun bütün bir varoluşun biricik belirleyicisi olduğu bilinci, bütün bir geleneksel kültürü eskiten bu kavrayış bizim de parçası olduğumuz bu Tine aittir — despotik Çin’e, ya da Kast dizgesini bugün bile sürdüren Hindistan’a değil. Batının yazgısı onun ilkesidir — 'Tüm insanlar özgür doğar" —, ve bu ilkenin savaşımı henüz Batının kendisinde sürmekte olan duyunçsuzluk ile, onun entellektüel koruması nihilizm iledir — ahlakında ve politikasında, biliminde ve felsefesinde kendini dolaysızca sergileyen göreci irrasyonalizm ile. Batı henüz sömürebilen, heüz yokedebilen, henüz aldatabilen bir kültürdür.

 

 
Osmanlı Tuğrası, Topkapı Sarayı  

Kendi insan doğasından başka hiçbir sınır tanımayan Özgürlük bilinci salt bu nedenle insanın estetik, moral ve bilişsel karakterinde kesintisiz bir gelişme istencidir ve tarihsel olarak önemli olan budur, henüz ne düzeye dek gelişmemiş olduğu değil. Batının ilkesi Duyunç ve İstenç Özgürlüğüdür, ve önemli olan bunun ne düzeye dek gelişmediği değil, ama güdüsünü ve gücünü kendi içinde bulan bu moral gelişmenin önünde kendi özselliğinden başka hiçbir sınırın, hiçbir dışsal belirlenimin olmamasıdır. Önemli olan uygarlık ile geç tanışan Batının özgürlüğünü kötüye kullanmayı bugün de sürdürmekte olması, ya da Türkiye’nin henüz bu modern kavramın tüm olanaklarını gerçekleştirmemiş olması değil, ama değişimde süreklilik ve bunun içsel ve özsel, moral ve ussal olmasıdır. Önemli olan ilerleme, değişme ve gelişme için Özgürlük İstencinin yayılmakta ve derinleşmekte olmasıdır. Tarih tersinmez — kendini yinelemesi bütünüyle bir yana. Çünkü tarihsel olan ortadan kalkabilendir, ve ortaya çıkan ise Tarih olmuş olanı kendi içinde kapsar ve ondan daha çoğudur. Tarihsel anlamı ve önemi olmayan biteviye kendini yineleyendir. Ortadan kalkmayan Tarih olmayandır — insanı insana yaraşmayan ve yakışmayan geri kültürel biçimler içinde tutandır.

 
Osmanlı İmparatorluğu, 1798  

Modern dönemin niteliği Özgürlük bilincinin kazanılmış olmasında yatar. Bu bilinç baştan sona onun tarafından belirlenen kültürü herhangi bir aşamada dinginleşmeye değil, tam tersine tüm gizilliğini edimselleştirmedikçe değişimi sürdürmeye ve gelişmeye son vermemeye belirler. Modernleşme bir Süreç, bir Oluştur. Ve Usun Oluş Süreci olduğu için, Ereği Özgürlüğün gerçekleşmesinden daha azı değildir. Özgürlük Bilinci ve İstenci bir kez kazanıldıktan sonra değişim bir daha geri alınamayacak bir yolda gerçekleşmiştir ve geriye dönüş o düşü görenin bile inanmayı başaramadığı bir düştür.

Modern Cumhuriyeti kuranlar Türe ve Eşitlik, Bilgi ve Erdem kavramlarına sarılmış ve Avrupa’da gelişmekte olan o aynı Özgürlük Tinini paylaşan Osmanlılardı. Osmanlı Tini Kendi tarihsel dönüşümünde bütün bir Türk tini için değişmenin — Gerçeği, Doğruyu ve Güzeli özgürce amaçlamanın, insanın Oluş sürecinde daha öte ilerlemenin, insanımızı bugün bile ölü yüzyılların geriliği ve bilgisizliği içinde tutmayı sürdüren o erdemsiz gelenekten çekip çıkarmanın — olanaklı ve kaçınılmaz olduğunun çürütülemez tanıtını verdi.

{ÖN NOTLAR:
1) Modernleşme Duyunç Özgürlüğü Temelinde İnsanın Gerçek Karakterine Doğru Gelişim Sürecidir.
2) Tikel Dinlerin Kavramlarını bir yana bırakmak ve onları onlar adına yapıldığı ileri sürülen eylemlerden tanımlamaya çalışmak yakışıksızdır.
3) Dinadamları sınıfının tarihsel anlam ve önemi bu kişilerin kutsallıkları, yanılmazlıkları, birey ve Tanrı arasında aracılık yapmaları gibi boşinançlarda yatar. Bu ilişki biçiminde bireysel Duyunç büyümez, çocuk kalır, çünkü Doğruya ve Eğriye onun adına karar veren dinadamının tanrısal yetkesi karşısında özgür değildir, kendisi olmaya doğru eğitilemez.

Osmanlı ve Anadolu ayrımı modernleşme ve gelenek ayrımı ile bir ve aynıdır. Anadolu Türk boyları etnik kimlikleri ile kendilerini kaçınılmaz olarak kozmopolitan Osmanlıdan ayırırken, giderek ona karşı sık sık düşmanlık eylemleri sergilerken, Osmanlı — örneğin halkı salt bir ayaktakımı olarak gören Avrupa Aydınlanması (Voltaire vb.) ile karşıtlık içinde — modernleşmenin bütün bir toplumu kucaklaması zorunluğunun bilincindeydi. Yalnızca evrensel eğitimin örgütlenmesi çabalarına bakarsak, İmparatorluğun çöküş ve ortadan kalkış günlerinde bile İmparatorluktaki okulların sayısı 36.000 kadardı, aralarında binlerce azınlık, Alman, Amerikan vb. kolejleri de olmak üzere. Modernleşmenin özsel olarak insan Duyuncunda ve İstencinde gerçekleştiği düzeye dek, Modernleşme kavramında onun bütün bir kültürü kapsamasının önüne geçilmesini gerektirecek, onu tikel bir kümeye sınırlama eğiliminin doğmasına yol açacak hiçbir içerik yoktur. Bu eğilim ön-modern kültürün kendisinden başka birşey değildir. Osmanlı modernleşmesi bu bakımdan Avrupa'nın Katolik ve Ortodoks alanlarındaki modernleşme süreçlerine yönelen özeksel devlet girişimlerinden ayrılır. Osmanlı — örneğin Rus Çarlığı ile karşıtlık içinde — modernleşmeyi hiçbir zaman yalnızca uygulayımsal ve askeri bir süreç olarak algılamadı.

Sünniliğin bir dinadamları sınıfının varoluşuna izin vermemesi ölçüsünde, Anadolu'da Modernleşmenin evrensel ölçekte gerçekleşmesinin önüne geçebilecek biricik etkili engellemeler Anadolu'da DUYUNÇ özgürlüğünün önündeki dinadamlığı sınıflarını kucaklayan dinsel mezheplere aittir (Şiilik ve Hıristiyan Ortodoks mezhepleri).

Modernleşme Devlet tarafından belirlenen bir süreç olmaktan çok, özsel olarak milyonların bilinçlerinde, duyunçlarında ve istençlerinde yer alan bir dönüşümdür. Devletlerin modernleşmeye öncülük etmeleri, giderek bu amaçla zora başvurmaları ancak halkların böyle dönüşüme isteksiz olduğu durumlarda gözlenir (örneğin Çarlık Rusyası ve Sovyetler Birliği, Çin; bir Kast dizgesi olan Hindistan'da modernleşmenin başlaması ise bütünüyle Batının etkisine bağlıydı, çünkü özeksel bir iç devlet yoktu).

Osmanlının Paradoksu. İmparatorluğun modernleşme yoluyla yeniden diriltilmesi kaygısı politik olarak geçerli değildi. Kavramsal olarak, bir İmparatorluğu modernleştirmenin onun dağılmasında sonlanması kaçınılmazdır, çünkü İmparatorluk kavramı tekil İmparatorluk İstenci üzerine dayanırken, modern Devlet kavramı evrensel Yurttaş Özgürlüğü kavramının politik anlatımıdır. Realite Kavramı izler ve Kavramın kendine belirlenim vermesinden, evrenselin kendini tikelleştirmesinden ve böylece bireyselleşmeden başka birşey değildir. Bireyselleşme somut olan, gerçekten varolandır, çünkü tikeli olduğu gibi evrenseli de kendi içinde kapsar. Gerçek bireysellik hiçbir zaman evrensel pahasına, ya da gerçek evrensellik hiçbir zaman bireysellik pahasına değildir. Özgürlük Devletin bireysel Yurttaşın İstenci olmasıdır.

 

ÇALIŞMA SÜRÜYOR, MAYIS 2007}.

 
 
Aziz Yardımlı / İdea Yayınevi