Copleston: ‘‘İnsan us ve özgürlük için örgütlenmiştir. Dünyaya usu öğrenmek
ve özgürlüğü kazanmak için gelmiştir. Böylece Herder insanda gizli
olan ve geliştirilmesi gereken birşey olarak insanlıktan (Humanität) söz edebilmektedir. ‘Humanität’ insanın erişebilme yeteneğinde olduğu
ideal anlamına gelebilir; ya da bu ideale erişme gizilgücü anlamına
gelebilir. İdeal böylece insanda gizli yatar, ve Herder insandan insanlık
için örgütlenmiş olarak söz edebilir. Fiziksel bir kendilik olarak
hiç kuşkusuz insan daha şimdiden vardır. Ama insanın eksiksizleşmesi
için, 'insanlık' için bir gizilgüce iyedir.
Herder tarihin modern Devlete doğru bir ilerleme devimi olarak yorumlanması
gerektiği düşüncesine de saldırır. En azından bir modern Devletin
gelişiminin us ile pek bir ilgisi olmayan, tersine salt tarihsel etmenlere
bağlı olan bir olay olduğunu imler.
Ve
Herder'in yetkeci hükümetten duyduğu hoşnutsuzluk yeterince açıktır.
İkinci bölümü yayımladığı zaman, en iyi egemen egemenleri gereksiz
yapmaya en büyük katkıda bulunan egemendir, ve hükümetler hastalarını
sürekli olarak onlara gereksinim içinde olacakları bir yolda sağaltan
kötü doktorlar gibidir biçimindeki bildirimleri dışarda bırakmak
zorunda kalmıştı. Ama söyledikleri yeterince açıktı. Onun görüşünde,
‘bir efendiye gereksinen insan bir hayvandır; bir insan olur olmaz
artık bir efendiye gereksinim duymaz.’ Aydınlanmış despotizm ideali
Herder için geçersizdir.’’
‘‘Tüm
bunlarda Herder belli bir düzeyde Kant üzerine dolaylı bir saldırıda
bulundu. Kant Düşünceler'in ilk bölümü üzerine düşmanca bir
eleştiri yayımlamıştı; ve ikinci bölümde Herder, doğrudan olmasa da,
Kant'ın Kozmopolitan Bakış Açısından Genel Bir Tarih Düşüncesi'ne
(Idee zu einer allgemeinen Geschichte in weltbürgerlicher Absicht,
1748) saldırma fırsatından yararlandı. Kant ussal Devletin gelişimine
katkıda bulunmuyor görülebildikleri sürece toplumsal örgütlenişin
tüm evrelerini gözardı etme eğilimindeydi. Ve ussal bir Devletin bir
'efendisi' olmalıdır; çünkü insan öylesine eksiklikle yüklüdür ki
bir efendi olmaksızın toplumda yaşaması olanaksızdır. Kant bu noktada
pekala haklı olmuş olabilir; ama Herder insanın doğal iyilik ve eksiksizleşebilirliğine
inanmayı yeğliyordu. Her ne olursa olsun, tarihi çağdaş Devlete doğru
bir ilerleme olarak alan ve tüm başka toplumsal örgütleniş biçimlerinin
onun ışığında yargılanmalarını gerekli gören bir yaklaşımdan bir yarar
gelebileceğini kesinlikle yadsıyordu.
Her
kültürün kendi ağırlık özeği vardır, ve bu ağırlık özeği kültürün dirimli
ve etkin güçlerinin bir dengesine ne denli derinden işlemişse, kültür o denli sağlam ve kalıcıdır. Öyleyse diyebiliriz ki, bir kültürün doruğuna
onun etkin güçleri en dengeli durumlarında oldukları zaman ulaşılır.
Ama bu doruk hiç kuşkusuz bir noktadır; eş deyişle, ağırlık özeği
kaçınılmaz olarak devinir, ve denge bozulur. Etkin güçler öyle bir
yolda yerleştirilebilirler ki denge geçici olarak yeniden kurulabilir;
ama sonsuza dek süremez. Çöküş kaçınılmaz olarak er geç gelecektir.
Herder'in
etnik kümeleri, ulusları ve kültürleri vurgulaması ölçüsünde, ve Hıristiyan
kültürün doğuşunda Germanik halklar tarafından oynanan rolü vurgulaması
ölçüsünde, kimi kafasızlar, örneğin Naziler, onu bir ulusalcı olarak,
ve giderek bir ırk-kuramının savunucusu olarak göstermeye çalıştılar.
Ama bu yorum işin gerçeğinden bütünüyle uzaktır. Herder hiçbir yerde
Almanların başka ulusları yönetmeleri gerektiğini söylemez. Aslında
örneğin Tetonik şovalyelerin Almanya'nın doğu komşularına karşı davranışlarını
kınar; ve yazılarında sık sık militarizme ve imparatorlukçuluğa saldırır.
İdeali ulusal kültürlerin uyumlu bir serpilişlerinden yanaydı. Nasıl
ki bireyler özgür ve gene de toplumda birleşmişlerse — ya da bu bir
gereklilik ise —, değişik uluslar da bir aile oluşturmalı ve her biri
'insanlığın' gelişiminde kendi payına düşen katkıyı ortaya koymalıdır.
Irk-kuramına gelince, Herder etnik kümeleşmelerin Devletler için en
doğal temeli oluşturduklarına inanıyordu. Ve onun görüşünde Roma'nın
kararsızlığına katkıda bulunan etmenlerden biri de tam anlamıyla başka
halkların fetihlerinin onun etnik birliğini yokediş yoluydu. Ama bu
düşüncenin, ister geçerli olsun isterse olmasın, ırk-kuramı ile hiçbir
ilgisi yoktur, eğer kuram bir ırkın özünlü olarak başka ırklara üstün
olduğu ve onları yönetme hakkını taşıdığı anlamında alınıyorsa.
Eğer
insanlık idealine ilerleyici yaklaşım olanaklıysa, kaçınılmaz olarak
yer alacaktır. Gerçekten de, tüm yokedici güçlerin en sonunda saklayıcı
güçlere boyun eğmeleri ve bütünün gelişimi için işlemeleri gerektiğini
söyler.
Herder
doğallıkla insanın en yüksek gizilliklerinin süreçte karşılaşılan
tüm tersliklere karşın en sonunda edimselleşeceği vargısına
eğilimli idi.’’