HUME: KUŞKUCULUK VE DELİLİK
Aziz Yardımlı
Kuşku kuşkuculuk değildir. Kuşku genel olarak önümüzdeki bir nesneyi, bir düşünceyi vb. olumsuzlama tutumudur. Bu düzeye dek düşüncenin kendi diyalektiği ile birdir. Ama olumsuzlama kıpısı düşüncenin takılıp kalacağı bir kıpı değildir çünkü düşünce olumlunun ve onun olumsuzunun karşıtlığında her iki kıpının salt karşıtlar oldukları için birbirini ortadan kaldırdığını bulur, çünkü karşıt olmak ortadan kaldırmaktır. Ama karşıtların ortadan kalkışı ile karşıtlığın kendisi ortadan kalkar ve bundan böyle elimizde olumsuzlanmış olumsuzlama vardır. Bu ise hiç kuşkusuz olumlu, ama başlangıçtaki olumlu değil, karşıtlığı kendi içinde ortadan kaldırılmış olarak kapsayan bir olumludur.
Düşüncenin kuşkucu tutumu felsefe tarihinde modern kuşkuculuğa bütünüyle karşıt bir imlemde ön-Sokratikler, özellikle Eleatik okul, Parmenides, ve çok daha sonra Descartes tarafından uygulanır. Ama bu kuşku özsel olarak duyusal bilginin pekinlik savına, sürekli akış ya da değişim durumunda olan görüngü dünyasının gerçeklik istemine karşı, ve Descartes’ta ise ayrıca yöntemsiz uslamlamacılığa karşı yönelmiştir. Sokrates’in eytişimi soyutlamacı anlağa karşı, tasarım bilincinin çürütülmesine yönelik bir kuşkuculuktur.
Görgücülük ise, tersine, bilgide pekinlik öğesi olarak duyusal öğeyi vurgular ve bunu usun mantıksal çıkarsamalarına duyulan güvensizlik ya da kuşku nedeniyle yapar. Bu nedenle sağlıklı ussal sorgulama ya da diyalektik ile, usun pekinlik arayışının anlatımı olan geçici kuşku ile ilgisizdir.
Kuşkuculuk şu ya da bu tikel kişiye ya da akıma özgü bir olgu değil, ama özsel olarak usun kendi yeteneğidir.
Kuşku ile yola çıkarak inağı sorgular ve yadsıma olanağını kazanırız. Ama kuşkuculuk felsefe tarihinde ‘bilinemezcilik’ denilen kanıyı saltık ilke alan düşünme eğilimini ve insanın tüm bilme savlarına karşı bir saldırıyı anlatır: Bilen gerçekte bilmez, yalnızca bildiğini sanır. Bugün ya da yarın değil, yalnızca geçmişte de değil, ama insan her zaman saltık bir aldanma içindedir. Bu düzeye dek, gerçek kuşkuculuk bir anomali, bir us hastalığıdır.
Bilgide pekinliğin saltık olarak yadsınması kendinde bir us dengesizliğidir, tutarlı olarak izlendiğinde varılacak nokta bir us-yarılması ya da şizofreni dediğimiz şeydir. Kuşkucunun tam deliliğe ulaşmasını engelleyen etmen herşeye karşın içgüdüsel doğasının ona dayattığını ileri sürdüğü inançlarıdır — ussal temelden yoksun hayvan inancı (animal faith) denilen şey.
Kuşkuculuktan saltık olarak olumlu bir sonuç çıkar: Eksiksiz tanıtlama olmaksızın gerçeklik ve pekinlik olamaz, ve eksiksiz tanıtlamaya, tüm varsayımın ortadan kaldırılmasına erişemeyen her bilgi yalnızca inakçıdır, böylece bilgi değildir, gerçeklik savında bulunamaz. Ama kuşkucu mantık uslamlamanın nesnel tanıtlama verebileceğini kabul etmediği için kuşkuculuktur:
‘‘Böylece tüm olası uslamlama bir duyum türünden başka birşey değildir. Yalnızca şiir ve müzikte değil, benzer olarak felsefede de beğeni ve duygumuzu izlemeliyiz’’
::
‘‘Thus all probable reasoning is nothing but a species of sensation. ’Tis not solely in poetry and music, we must follow our taste and sentiment, but likewise in philosophy.’’ (Hume, ‘‘İnsan Doğası Üzerine Bir İnceleme’’de.)
Kuşkuculuğun her tür kuşkunun ötesinde olan problemi kendi ilkesi üzerine kendisinin mantıksal olarak olanaksız olmasıdır. Kuşkucu kuşkuculuğundan da kuşku duymalıdır. Ama doğa olmasa da, insan usu yanılgıya, kavramları geçersiz bağıntılar içinde almaya yeteneklidir. Doğada yanılgı usdışı ile, varolmama ile özdeş olurdu. Varolan herşey ne denli usdışı görünürse görünsün, gene de hiç olmazsa varolmasını sağlayacak bir düzeye dek ussaldır. Tinsellik alanında usdışı sınırsızca varolur. Ama böyle varoluş özdeksel doğanın varoluşundan ayrı olarak insan bilincine aittir. Bu bilinç yalnızca kendi kuramsal dünyasnda varolmakla kalmaz. Kendini kılgıya, eyleme, edimselliğe de çevirir. Doğal dünyanın tersine, tinsel dünya kötülüğe izin verir.
Kuşkuculuk — sözcüğün doğal dildeki anlamından bütünüyle ayrı olarak — gerçeğin şu ya da bu nedenle bilinmediğini değil, insan bilgisinin henüz eksik ya da yetersiz olduğunu değil, ama gerçekliğin saltık olarak bilinemez olduğunu ve insanın bilgiye değil ama yalnızca ıvır zıvıra yetenekli olduğunu ileri sürer. Ve gene de tek bir gerçeği, kendi gerçeğini, yalnızca hiçbirşeyin bilinemez olduğunu ‘bilir.’
Ya da kendine kendi savını gerçekleme / tanıtlama yeteneğini de yadsıması gerektiği için kendisi ile çelişen, kendini çürüten, paradoksal bir metafiziksel konumdur. Bilmenin bütününde yadsınması olarak kuşkuculuk mantıksal bir zeminden yoksun olduğu için salt ruhbilimsel bir olaydır, bilmeyi dışsal bir alışkanlık kazanımı olarak görür. Ve ‘‘görgücülük’’ etiketini üstlenip felsefeye karşı salt nihilist bir işlevi üstlenir.
Aristoteles Metafizik’te IV. Kitabın sonunda (G 8) hiçbirşeyin doğru olamayacağını düşünenler konusunda şunları söyler:
‘‘Aslında tüm bu tür bildirimler kendilerini yok ettikleri yolundaki ortak karşıçıkışa da açıktır; çünkü herşeyin doğru olduğunu söyleyen biri kendi bildirimine aykırı bilidirimi bile doğru ve dolayısıyla kendi bildirimini doğru olmayan yapar (çünkü aykırı bildirim onunkinin doğru olmadığını söyler), ve herşeyin yanlış olduğunu söyleyen kendi bildirimini de yanlış yapar.’’
Spinoza İnsan Anlağının İyileştirilmesi Üzerine çalışmasında kuşkucular üzerine şunları yazar:
‘‘Bu tür kişiler kendilerinin bilincinde değildirler. Eğer herhangi birşeyi doğrular ya da ondan kuşku duyarlarsa, neyi doğruladıklarını ya da neden kuşku duyduklarını bilmezler: hiçbirşey bilmediklerini, ve hiçbirşey bilmedikleri olgusunun kendisinin bilgisizi olduklarını söylerler. Bunu bile saltık olarak doğrulamazlar; hiçbirşey bilmedikleri sürece, varolduklarını kabul etmekten korkarlar; aslında, belki de gerçeklik havası taşıyan birşeyi varsayacakları korkusundan, sağır kalmaları gerekir. Son olarak, böyle kişiler ile bilimler üzerine konuşmamak gerekir: çünkü, yaşam ve davranış ile ilgili şeyler durumunda, zorunlu olarak varolduklarını kabul etmeye, kendi çıkarlarını aramaya, ve sık sık giderek ant içerek doğrulamaya ve yadsımaya itilirler. Eğer yadsır, kabul eder ya da reddederler ise, yadsıdıklarını, kabul ettiklerini ya da reddettiklerini bilmezler, öyle ki anlıktan bütünüyle yoksun otomatlar olarak görülmelidirler.’’
|