İdea Yayınevi /Tinin Görüngübilimi
 
Tinin Görüngübilimi
 

TÜRKÇE İKİNCİ YAYIMA ÖNSÖZ
AZİZ YARDIMLI


Tinin Görüngübilimi okurun — hiç kuşkusuz düşüncenin kurgul açılımına özgür ve önyargısız yaklaşımı başından kabul eden okurun — mantıksal sezgisini altüst eden, aslında sık sık onu en güçlü kavrayış çabasında bile umutsuzluğa düşüren bir çalışmadır. Bu bakımdan Görüngübilim karşısında felsefeyi bir deneyim sorunu olarak gören deneyimli bilinç gibi felsefeye daha yeni başlayan bilinç de tam olarak bir ve aynı güçlüğü yaşar: Tasarımsal düşünmeden kavramsal düşünmeye geçiş. Bu sorun karşısında görgül bilgelik tüm üstünlüğünü yitirir, aslında bilinç tasarımsal-dışsal bağıntılara dayalı biçiminde direttiği düzeye dek, üstünlük olarak görünen o ön bilgelik giderek bir engele dönüşür, ve kendini eytişimsel açınımına özgürce bırakmayı yadsıyan us kendi ile iletişimini durdurur. Bu bilinç düzlemlerinde işleyen ön-yargılar tam olarak bu yargı yetisinin kendisinin soyutlayıcı analitik yeteneğini parçalayan somut diyalektik birliğin kavranmasını engellerler.

Hegel'de felsefenin böylece kişisel bir seçme, öznel bir yeğleme sorunu olmaya son verdiğini, derbeder bir kurguculuk, çocuksu bir denemecilik olmanın ötesine geçtiğini görmeye başlarız. Ussal düşünme felsefi tarihinin modern döneminde ilk kez onun kurgul açımlalarında kendini tam olarak hizaya çekilmiş bulur, yöntemsiz ve kavramsız ve erdemsiz olarak yapılan, aslında — pekala bütünüyle uygun bir deyişle — el yordamıyla yapılan bir ön-yargı felsefeciliği bir tanıtlama, çıkarsama idealinin ürünü olan gerçeklik bilinci karşısında sonsuza dek küçük düşürülür. Onun felsefi ölçünlerinden sonra, düşünceden çok sezgilerine anlatım veren, kavramlarda düşünmek yerine sözcüklerle, simgelerle, imlerle savaşım içinde çıplak kalan entellektüelin pozu geçersizdir. Bu ona yönelik görgücü-göreci düşmanlığın niçin böylesine sınırsız, böylesine bitimsiz, böylesine doyumsuz olduğunu anlamamızı sağlar.

Hegel'in evrensel us kavramı üzerine dayalı felsefesinin belli bir ulusun ya da sınıfın ya da bireyin bakış açısına anlatım verdiği söylenemez. Göreci bir bakış açısı bile böyle göreciliği açıkça tarih-üstü olmada direten bir konuma yükleyemez. Sunduğu hiçbir biçimde kültürel ya da toplumsal bir yorumlama, değişken-zamansal ya da öznel-kişisel bir açımlama değildir. Tersine, saltıktır. Gerçeklik, bilimsellik, ussallık, idealizm terimlerinde yerine getirilen bir çözümlemedir. Ve tam olarak bu doğasının değeriyle insana, onun tarihine ve varoluş sorunlarına ilgisiz kalamayan düşüncenin, duyuncun ve duyarlığın eğiticisi, hiç olmazsa başlıca uyarıcısı olmuş, ve Tinin Görüngübilimi ve daha sonra Anahatlarda Felsefi Bilimler Ansiklopedisi'nde (Mantık Bilimi, Doğa Felsefesi, ve Tin Felsefesi) açımlanan bilimsel dizgesi ile Hegel'in çalışması çağdaş felsefi etkinliğin asıl odağını belirlemiştir.

Hegel'in felsefesinde — tüm klasik felsefede olduğu gibi — Gerçeklik, Bilgi, Us, Özgürlük, Güzellik, Saltık gibi kavramların özsel belirlenimler olarak alındıklarını, onda insana Değer verildiğini görürüz. İnsan Gerçekliği bilebilir, Özgürlük Tinin ereğidir — hem bireysel insanın hem de bütün bir insanlığın —, ve Güzellik tam olarak bu özgür ruhun eşit ölçüde sonsuz anlatımı olarak Tinin erişilebilir ideal Biçimidir. — Tüm bunlar güçsüz bir dilek olarak ortaya sürülmezler. Felsefe tarihinin bütün bir ussal birikiminin temelinde, ve böylece kişisel-öznel bir yaklaşımın geçersizliğinin bütünüyle üstünde ve ötesinde, Hegel bu kurgul varoluş tablosunu tanıtlar, onu Usun gerçek belirleniminin açınımı olarak sergiler. Bu bütünsel ussal çözümleme — bu 'en büyük anlatı' — karşısında, usdışının tüm erkesi de aynı bütünlüğü hedef almalı, felsefenin tarihsel açınımında bugüne dek onunla salt tek tek noktalarda çarpışmış olan görgücü-kuşkucu irrasyonalizm bu kez usu bütününde yıkma ve çürütme girişiminde bulunmalıdır. Tarihsel başlangıcında salt bir gizillik olan Tinin eksiksiz açınımını, eksiksiz gelişimini, eksiksiz edimselleşmesini Özgürlük olarak tanıtlayan idealist ussalcılık ile karşıtlık içinde, usdışı postmodernizm gerçekte modern tinin asıl belirlenimi olan kuramsal, moral ve estetik görecilik mantığını sonuna dek götürür, kendisi modernist usdışının — pozitivist Aydınlanma ve nihilist Reformasyon'un başından bu yana bütün bir dünya için sorun olmuş olan kuşkuculuk, nefret ve çirkinlik belirlenimlerinin — en gözüpek bildirimi olur — insanlığın bir eleştirisi, daha doğrusu bir kınanışı.

Tinin Görüngübilimi her ne kadar Hegel'in kendi deyişi ile bir 'buluş yolculuğu' olma niteliğini gizlemiyor ve bu yüzden henüz duru bir sunuş biçimini değil ama insan düşüncesinin ona dek el dokunulmamış yüksekliklerindeki bir çalışmanın, bir arayış ve ortaya çıkarış çabasının heyecanını ve ilk düzensizliğini yansıtıyor olsa da, güçlük birincil olarak sunuştaki bir başarısızlığa olmaktan çok yapıtın kurgul doğasına bağlıdır. Ve bu noktayı burada hemen en özsel terimlerinde kısaca ele almalıyız. Kurgul düşünce gündelik eğitimin alışıldık, tanıdık, tasarımsal düzleminin, dışsal-çağrışımsal bağıntılara göre ilerleyen uslamlama düzeninin bütünüyle dışında açınır. Eğer sıradan uslamlama felsefenin tarihsel başlangıcından bu yana istediği düzleme çıkacaksa, herşeyden önce Varlığı duyusal olana, özdeksel olana, genel olarak uzaysal-zamansal (görgül) olana indirgemekten vazgeçmeli, tersine tüm bu duyusal-tasarımsal öğelerden arınmış Kavramı gerçek Varlık olarak, kalıcı, değişmez, sonsuz Öz olarak görmeyi başarmalıdır. Bu düşünen her insanın gücü içindedir (Descartes: "Us tüm insanlara eşit olarak verilidir"). Ancak o zaman arılığı içinde, kendi gerçek öğesinde alınan Kavram bilince tam olarak onun da kendi özsel doğası olan eytişimini, açınımını, gelişimini gösterecektir. Karşıt terimlerin zorunlu bağıntısını (birliğini)çıkarsayarak açınan bir düşünme sürecinin karşıtlığı değil ama özdeşliği ilke edinmiş doğal bilincimizin tüm vakarını hiçe sayması yadırgatıcı gelmemelidir. Eğer 'A = A' ise, hiçbir devim, hiçbir değişim, hiçbir oluş yoktur, A sonsuza dek A kalır. Eğer 'A = A-olmayan' ise, eğer bir Kavram kendi olumsuzu ile bağıntı içinde ise ve belirlenimini bu bağıntıda buluyorsa, o zaman yaşam, süreç, gelişim vardır.

Kurgul düşünce dışsal-görgül düşüncenin saldırısını hiç kuşkusuz hak eder çünkü onun tüm kibirinin sonunu gösterir. Ama düşüncenin kendi kurgul doğasına karşı kibirli olmaması, Usun kendi kendisine karşı dönmemesi felsefenin özsel istemi ve insanın en özsel hakkıdır ve bunu ona ancak kendisi yadsıyabilir. Felsefenin böylesine yüzeysel öznel sorunların, aslında salt ruhbilimsel kişilik sorunları olan bu dışsallıkların daha baştan çözüldüğünü beklemeye hakkı vardır, ve düşünme özgürlüğünün ancak bireysel usun kendi kendisi tarafından bastırılabileceğini kabul edecek bir kavrayış yüksekliğini doğal bilincin felsefeye açılışının ilk koşullarından biri olarak görmeliyiz. Kavram yalnızca kendisi değil ama o denli de kendi karşıtıdır. 'Kavram = Kavram' düşüncenin dinginliğini gösterirken, buna karşı Kavramın bu kendi özdeşliğini yadsıyan, onu kendi olumsuzu ya da karşıtı ile ilişkilendiren belirliliği usun açınımının, düşüncenin eytişimsel deviminin olanağıdır (tüm belirlenim olumsuzlamadır; Kavram hiç kuşkusuz belirlidir ve dolaysızca olumsuzu ile bağıntıyı kapsar; bu ayrım gene de saltık olarak ayrılmazların ayrımıdır ve öyleyse bir ayrım değil ama birliktir). Buna göre felsefede güçlük yalnızca ve yalnızca karşıtlıksız anlak davranışında kalarak diriliğini, bilgi üretme yeteneğini yitirmiş bilincin yeniden düşünmenin etkinliğine, devimine, açınımına döndürülmeye karşı, Kavramın özgürlük boyutuna yükseltilmeye karşı gösterdiği iç direncin anlatımıdır. Bu direncin çözülüşü felsefe yazınının bu en zor, en kapalı görünen metninin, Tinin Görüngübilimi'nde betimlenen bu yalnız yolculuğun o denli de bilinçlerin evrensel iç süreçlerinde, gerçekten saydam biricik iletişim ortamında yer aldığını görme olanağını yaratacaktır.

1807 yılında yayımlanan Tinin Görüngübilimi doğal olarak Hegel'in özgün kişiselliğinde çağın bir ürünü olarak görünebilir. Ve dahası, Hegel'in yapıtı önceleyen felsefi ilgilerinin, sorularının ve çözümlerinin, başka düşünürler durumunda olduğu gibi, salt daha olgun bir düzlemde yinelenişi olarak görünebilir. Ama durum böyle olmaktan bütünüyle uzaktır. Hegel'i çağının ve kendi gençlik düşüncelerinin terimlerinde anlamaya çalışmak, onu tüm tarihsellikten olduğu gibi kendi düşünsel evriminden de bağımsız kılan dönüşümü görmemek onu anlamayı kolaylaştırmayacaktır. Her felsefecinin 'kendi zamanının çocuğu olduğu' görüşü hiç kuşkusuz doğrudur. Ama kurgul felsefe bu dışsallığa, bu göreliliğe, bu geçiciliğe karşı başarılı olduğu ölçüde kurguldur ve Hegel'in göreci bir bakış açısında durduğunu düşünmek için hiçbir nedenimiz yoktur. Tinin Görüngübilimi 'saltık bilgi' noktasından yazılmıştır, artık daha öte yorumlanamayacak bir yorumlama noktasından, ve bu anlamda tarihselliği bütününde aşmış gerçek bilginin bakış açısından.

Hegel'in felsefeye getirdiği yöntemsel dönüşüm olağanüstüdür. Kendisinden önce hiçbir felsefecinin yapmadığı gibi, kendi konumunu geçmişin felsefe dizgelerini yalnızca çürüterek değil, ama onlarda felsefe adına yaraşır olanı, gerçek olanı kendi dizgesi içine özümseyerek oluşturmuştur. Görünürde salt tarihsel bir ardışıklık olan felsefe tarihini usun kendisinin kurgul özünün bir açınımı olarak mantıksal sürekliliği içinde saptamıştır. Ve dahası, ondan önce hiç kimsenin düşünmediği gibi, tarihsel olarak gerçekleşmiş tüm insan deneyimini felsefesinin kapsamı içersine almış ve bunu yine bu gereçteki kavramsal birlik ilkesinin temelinde, dizgesel, ayrımlaşmış bir bilgi olarak sunmuştur.

Görüngübilim Gerçeğe doğru açınan, kendisi gerçeklik olma sürecinde olan bilincin yolunun bir çözümlemesidir. Buna göre, Yanlış olanın Gerçeğin ayrılmaz karşıtı olduğunu doğruladığımız düzeye dek, açıktır ki Görüngübilim baştan sona yanlış olan, böylece ortadan kalkışları ve gerçeklik biçimine geçmeleri zorunlu olan bilinç-biçimlerinin ardışıklığını ya da sürekliliğini konu alır. Böylece çalışma Bilimin kendisini değil, ama Tinin eytişimsel açınımıyla Bilime doğru ilerleyen ve böylece bilim-öncesi olan sürecinin bir çözümlemesini sunar. Bilincin en yalın biçiminden, dolaysız duyusal bilinçten başlayarak sonsuz biçime, Saltık Bilgiye dek, zorunlu tinsel şekillenmelerin bir sürecini açındırır. Tinin sayısız bilinç biçimine saçılan kaotik görünüşlü dışsal tablosu her bir bilinç biçiminin kendi ilkesinin eytişimi izlenerek akışkanlaştırılır, süreklileştirilir, ve dizgeselleştirilir. Kaotik bilinçler türlülüğü her bir biçimin kendi eytişimi yoluyla ortadan kalktığı gösterilerek, böylece onu ortadan kaldıranda saklandığı ve böylece bir birlik zemininde ilişkilendirildiği gösterilerek bir us düzenine yükseltilir. Ama böyle bir çözümleme yine sağlam sağduyuyu çiğner: Dizge bileşenleri ya da kıpıları bilinmeden bilinemez, ama bu sonuncular da ancak dizgesel bütün içersindeki konumları bilindiğinde tam olarak bilinebilirler. Ya da her şekil ancak geride onun üretiminde yer almış olan ve ileride kendisinin üretimlerinde yer alacağı tüm basamaklar ile bağıntısı içinde biliniyorsa gerçekten bilinir. Böylece her evre kendisinden öncekileri olduğu gibi onu izleyenleri de örtük olarak kapsar. Böyle ussal bir dizgeye dizgenin dışından eleştirel bir yaklaşım, Hegel'i dizgesel bütün dışına düşen özbilinçsiz bir önyargının bakış açısından anlama girişimi yalnızca kendisinin çözümlenme gereksiniminde olduğunu gösterecektir. Ya da, Hegel'in dizgesine yaklaşımın kurgul felsefe ile bir polemik tutumu olması olanaksızdır. Anlak, ya da yalnızca A = A diyen sonlu analitik düşünme alışkanlığı kurgul dizge karşısında bütünüyle çaresizdir . Ve kurgul düşünceye 'özdek,' 'varlık,' 'nesne' vb. gibi sözde duyusal şeyleri yanlış konumlandırdığı için içerlemek bunların kendilerinin kavramsal olduklarını gözardı etmek olacaktır.

Tinin Görüngübilimi başlangıç için felsefenin öğrencisinden yalın bir ussallığı, özdeksel Evrenin, doğal-tinsel İnsanın ve Tarihinin ussal olduklarına ve ancak bu ussalığa özdeş bir düşünce çabası ile kavranabileceklerine duyulan bir ön inancı, en azından bir ön sezgiyi bekler. Bu hiç kuşkusuz insan düşüncesinin sınırsız-sonsuz bir bilme gücü olduğuna, karşısında duran tüm nesnelliği özümseyebileceğine, tüm yabancılaşmayı yenebileceğine duyulan bir inanç anlamına gelir — bir özgürlük isteği. Ve başlangıçta bir inançtan, bir istekten ötesini beklemek olanaksızdır. Felsefenin bu isteği bilincin kendinde ussallığında, bu örtük ussallığın yaşamın her kesiminde açığa vurulan doyumsuzluğunda daha şimdiden karşılanmıştır — ve bu ise felsefenin ön üstünlüğüdür. Gerçek bir tanıtlamadan, olgunun zorunluğunun görülmesinden daha azı ile yetinemeyen bilinç, hiçbir kuşku taşımayan eksiksiz pekinliği isteyen düşünce — gerçek felsefi başlangıcın önkoşulu bunlardır.

Felsefenin güdüsü insan varoluşuna özünlü özgürlük olanağı ile tarihsel durum arasındaki eşitsizliktir, gerilimdir. Ama felsefe bir bilim ya da daha doğrusu Gerçek Bilim olarak bu içgüdüye bilinç vermeli, onu koşulsuz, özgür düşünce zemininde ussal bir etkinliğe dönüştürmelidir. Başka hiçbir bilimin yapamadığı gibi varsayımları, sayıltıları, belitleri vb. ortadan kaldırmalı, önyargılardan kurtulmalı, tanıtlamalarını arı mantık alanında kurmalı, Kavramın devimini izleyerek Gerçeği oluşturmalıdır. Başka bir deyişle, felsefi çalışma yalnızca sonuçları almayı değil, ama bu sonuçların oluş süreçlerini de üretmeyi, bilincin bütün bir evrimini bir de kendi bilincinde kurmayı gerektirir. Ama burada yatan doyumsuzluk varoluşun insana bir de düşünsel varlığında yaptığı bir haksızlık gibi görünür: İnsan arı bir bilgeliğin içine doğmuş olmalıdır — bundan böyle bilgelik olmayan bir bilgeliğin içine. Onu bu özgürlüğe taşıyan süreç unutulmuş bir yol, Tinin Görüngülerinin bir yolu olmalıdır — ürettiği arı insan dünyasının görkemli bir istenç ve eylem karmaşasından, iyiden ve kötüden örülü usdışı tarihi olarak arkada bırakılmalıdır. Ama bu yolun ereğine ancak o yolun içinden geçerek varılabilir, bir yol ki orada şimdi ussal olanı, edimsel olanı kendi iç eytişimi çözer, usdışı kılar, öyle ki sonuç salt bir yitiş, yalın bir olumsuz değildir, ve ortaya kendisinden öncekine dayanan, böylece onu kapsayan yeni bir basamak, yeni bir bilinç biçimi çıkar — yalnızca bir kez daha yitmek için. Erek, felsefe için, saltık bilgidir, Bilimdir. Ama aynı erek, görgül olarak, ya da yaşayan, somut Tin olarak insanlık için özgürlüktür — tüm geçici öğelerinden, usdışı olma olanağına açık tüm şekillenişinden sıyrılmış arı bir duyarlık ve duygu dünyası, eksiksiz ussallığı içinde yitmiş bir ussallık, bilme etkinliğine son vermiş bir bilgelik.

Felsefe bu ereği insanın somut varoluşunda tüm imlemi ile edimselleşmesinden çok daha önce yakalar. Gerçekte ilke bildirilmiştir — Özgürlük. Ve ilk kez insan olarak insan için. Hegel Tarih Felsefesi'nde Doğu uluslarında yalnızca 'bir'in, Yunanlılar arasında ise 'kimileri'nin özgür olduğunun bilindiğini söyler (Platon ve Aristoteles bile bu evrensel özgürlük kavramının bilincinde değildiler). Ve ancak çağdaş dünyadadır ki özgürlüğün tüm insanlığın gerçek özsel doğası olduğunun bilinci yerleşmeye başlamıştır (insanın gizilliğinin ancak edimselleşmesinin zorunluğu karşısında gizillik olması ölçüsünde Özgürlük ereği salt bir 'gerek' değil ama bir zorunluktur). Ama felsefe salt dar, kılgısal anlamı içinde kalan ve politik olarak sınırlanması gerekmiş bu ilkenin sınırsız, koşulsuz ussallık ile ilgisini görmüştür. Özgürlük bir erek olarak, sonsuzluk olan bir son olarak, ancak ona götüren sürecin ürünü olabilir. Ya da, genel olarak insan bilinci ya da Tin ereğini önceden bilmediği bir süreç içindedir. Sözcüğün tam anlamıyla güdülmekte, kendi içinden, ona örtük kendi ussallığı tarafından güdülmektedir. Tarih bu anlamda Usun özbilincinin ya da özgürlüğün yokluğunu, kendi ussallığını kavramamış ussallığı imler — kendinde usdışını. Tarihsel insan henüz evrende en eşsiz olduğunun bilincinde ve yeryüzünde en yüksek ve salt kendi için en yüksek olma istencinde değildir. Ve bu erek, tüm çağdaş dünyanın evrensel ilkesi olarak bundan böyle eşitsizliğin usdışı olduğunu anlattığı zaman, kavramsal bir dürtü ile yeni ussallığı, tüm insanların salt insan oldukları için eşit ve özgür olduklarını ileri sürdüğü zaman, ancak o zaman bu istem tarihin sınırını da imlemiş olur — ötesi tarih olmayan bir erek olarak.

Böylelikledir ki felsefe önünde bütünlüğü içindeki nesnesini bulabilir. Ve felsefe yalnızca bir 'görüngü' olarak önünde bulunanın kavramsal düzeyde yeniden üretilişi, olgunun zorunluluğunun ve böylece gerçek olgunun ya da olgunun gerçekliğinin tanıtlanışıdır. Eksik bir nesne eksik bir felsefedir. Ve bu yüzden Hegel'in 'Gerçek bütündür' önermesi. — Tinin Görüngübilimi bu 'bütün' olan süreç üzerine kurulmuştur. Ama 'bütün' kendini yalnızca ilkede göstermiştir, henüz özüne felsefenin inmesi gereken bir görüngüdür. Felsefe bu bütünlük ilkesinde, yalın felsefi sezginin de gözünden kaçmadığı gibi, aynı zamanda kendi sınırını, onu daha ötesi için gereksizleştiren ve ona etkinliğinin erimini gösteren sonu da bulur. Bundan böyle önünde bütünlüğü içinde yatan tarihe dönebilir ve onun kapsadığı olayları, olguları, evreleri, bilincin görüngüsel şekilleri olarak, bütün ile enson özünlü bağıntıları içerisinde, ve böylece eksiksiz anlaşılırlıkları içerisinde ortaya serebilir. Tinin Görüngübilimi bunu yapmıştır.

Öte yandan felsefenin tarihin üzerinden olduğu gibi kendi tarihselliğinin de üzerinden atlayarak 'boş' bir geleceğe yönelik tasarlar, düşülkeler önermemesinin, bu saçmalığı üstlenmemesinin, ve bunu yapar yapmaz felsefe olmaya son vermesinin nedeni bütün bunlarda yatar. Hiç kuşkusuz tarih bir istenç alanıdır — iyi istenç alanı, çünkü insan bile bile haksızlık, yanlışlık, kötülük konumunda duramaz. Ve sonuç değişimdir, dünya değişmektedir, değiştirilmektedir, ama felsefe tarafından değil. Ve eğer felsefe politikaya indirgenirse (ve eğer gene de ortaya çıkana felsefe denirse), düşlemleri aklamak için bir araç olarak kullanılırsa, bu 'bilimsellik,' bu sözde felsefi temelli politika kendi Kavramının, karşıçıkılamaz iç mantıksal zorunluğunun devimini izler ve bu elçabukluğu düşkırıklığına uğrar. Öznel bir konumdan tarihe nasıl olması gerektiğini bildirmek olsa olsa o çoktandır yadsınan Tanrının yerine göz dikmekle birdir ve bildiğimiz gibi yönetme tutkusu salt bir tutkudur, insana yabancıdır, ve dayattığı ise özgürlükten başka herşeydir.

Tarihin, kavramsal bakış açısından bakıldığında, felsefe için birincil önemi bilinci gerçek bilgi koşuluna, Hegel'in deyimi ile, 'saltık bilgi'ye götürmesinde yatar. Bilme kendinde ya da örtük olarak öznel kavramsal etkinliğin nesne olarak dış dünya ile bu kavramsal boyutta girdiği ilişkidir. Bu kendinde özdeşlik gene örtük ya da bilinçsiz olarak Kavramın kendi kendisi ile bir iletişimidir, ya da yine aynı şey, öznenin ya da 'kendi'nin düşünsel iç özünün kategorileri (Kavramlar) o denli de nesnel dünyanın kategorileridirler, olgusallığın denetleyici ilkeleridirler. Bunun tersi ise, bir özdeşsizlik, 'kendinde-şey'in düşünce tarafından ele geçirilemeyecek yabancı birşey olarak bilinmezliği tüm bilgiyi, tüm gerçek bilinci olanaksızlaştırır, bilinci salt anlak kategorileri ile sınırlı bir etkinlik içersine kapayarak bir sanı, bir doksa düzeyine indirger. Ve bu kuşkuculuğun mantıksal bir zeminden, felsefi bir tanıtlamadan yoksunluğunun gösterilmesi, onu, kuşkuculuk adının da çağrıştırdığı gibi, ruhbilimsel etmenler tarafından güdülen kötü bir felsefecilik olarak açığa serer. Tinin Görüngübilimi'ninizlediği bütün bir süreç, kuşkuculuğun tersine, bilginin nesnesi ile öznel pekinlik arasındaki kopukluğun ortadan kaldırılmasına götürür. Bilmenin bütün gizi, Varlığın bütün gizemi bu erekte çözülür.

Tinin Görüngübilimi'nde zorunlu evreler olarak irdelenen bilinç şekilleri dizisi kavramsal bir sürecin ardışıklığını sunar. Bu demektir ki yapıt görgül tarihsel verinin bir dizgeselleştirilmesi, bir tarih felsefesi değil, zamansal ardışıklığın birincil olarak izlendiği bir süreç değildir. Burada gelişim özde mantıksal süreklilik göz önünde tutularak kurulur. Ya da, Hegel'in deyişiyle, yapıt oluş süreci içindeki bilgiyi sunar. Tarihsel sahne genel olarak Eski Dünyadır, saltık bilgiye, Hegel'in bilincine götüren süreç zorunlu halkalarını Yunan, Orta-Doğu ve Avrupa kültürlerinde tamamlar. Öte yandan, sürece sürecin kendisinden başka bir yöntem aramak boşuna olacaktır: Sürecin kendisi kendi Kavramının devimidir ve Kavram ise sürekli dönüşüm, devim ve etkileşimin kendisidir. Süreçteki her bir evre kendi iç eytişimi, Kavramının özünlü devimi yoluyla kendini çözer, karşıtına geçer. Bu olumsuzlama aşamasıdır, çok iyi bilindiği gibi eytişimin sonucudur, ve genel ve yanlış olarak Hegel'in felsefesinin yöntemi olarak bilinir. Oysa eytişimsel Us kavramın deviminin salt bir kıpısıdır, ve eğer bu aşamada durup kalacak olsaydık, o zaman elimizde yalnızca akın kara, altın üst vb. olduğunu bildiren tuhaf bir yöntem olmuş olurdu. Eytişim, dahaçok, Platon'un diyaloglarından da anımsanacağı gibi, kendi başına sonuçsuzdur, olumsuzdur. Eytişimsel Us çelişkisiz Anlağın katı durağan belirlenimini ortadan kaldırır, ama bu belirli birşeyin ortadan kaldırılışı olarak gerçekte saltık bir yokluk üretemez, belirli olumsuzlamadır. Sonuç açıkça görüleceği gibi salt kendisi değil, ama o denli de karşıtıdır, kendisinden doğmuş olduğu o ilk olumsuzlanandır, ya da onu özünde kapsar. Bu kurgul kıpı ortaya çıkan 'olumlu' sonucun ilk iki kıpının birliği olduğunu, daha yüksek bir bireşim olduğunu gösterir. Böylece süreç hiçbir yabancı, hiçbir dışsal öğe karışmaksızın dirençsiz açınımını izler. Bu Kavramın içkin devimidir ve Tinin Görüngübilimi'nde bilincin devimi bu kipte gösterilmiştir.

Yapıtta bilincin şekilleri arasındaki bu sürekliliğin arkasında büyük bir görgül gereçler varsıllığı yatıyor olsa da, Hegel kendi zamanının erişebildiği bilgi düzeyi ile sınırlıydı. Ama bu eksiklik gene de onun için sürecin zorunlu evrelerinde bir eksiklik anlamına gelmez. Kimi bölümlerin uzunluğu bugün bize oransız görünebilen ama Hegel'in çağı için gerekli olduğunu düşünebileceğimiz boyutlara varır. Son bölümler, ve özellikle 'Saltık Bilgi' ise Hegel'in kendi durumunun yarattığı engellemeler nedeniyle (yapıtın yayımcıya zamanında yetiştirilmesi kaygısı ve Jena savaşı) ne yazık ki yeterince açındırılamamış, birer sıkıştırma olarak kalmışlardır. Gene de yapıtın sürekliliğinin başka bir yolda kurulabileceği, ya da bugün bu sürecin hiç kuşkusuz oldukça değişik bir yolda sunulabileceği gibi düşüncelerin, ne denli haklı olsalar da, pek önemsenmeleri gerekmez. Sonuç onu üretmiş olan süreci yeterince aklar.

Tinin Görüngübilimi ve bir bütün olarak Hegel'in felsefesi çevresinde günümüze dek kesintisiz süren ve giderek yoğunlaşan ilgi başka hiçbir felsefecinin durumunda gözlenmeyen bir ölçektedir. Bütün bir modern felsefecilik bir Hegel yorumları ve tepkileri görünüşünü taşır. Ama hiç kuşkusuz Hegel'in felsefesinin somutluğuna ve insan gerçeği ile bağının derinliğine tanıklık eden bu ilgi, denebilir ki, eşit ölçüde bir özenden yoksundur. Yorumlama coşkusu büyük ölçüde onun felsefesini salt olduğu biçimiyle anlamanın güçlüğünden bir kaçışa bağlıdır. Onun anlıksal çabasına denk bir tutuma ulaşabilmeyi gerekli görmemiş olan görüşler çoğu kez onu anlamadaki yetersizliklerini onu 'yorumlayarak' örtmeyi istemişler, yorumlama tutumunun kapsadığı 'anlamışlık' görünüşünde doyum aramışlardır. Ve Hegel'in felsefesi çürütülmüştür — onu hecelemeyi ya da yüzeysel bir okumayı bile başaramayanlar tarafından. Örneğin Russell'ın günlük felsefesi yalnızca 'anlıkların ve ansal olayların varolabileceğine' inanan bir Hegel yaratmıştır (ki ironik olarak ve tam olarak Russell'a ait sözde 'bilimsel 'görgücülüğün kendisinin vargısıdır). Popper ise 'tüm işlevlerinde halkın bütün yaşamına yayılan ve onu denetleyen totaliter bir devlet' kavramını Hegel'e yüklemiştir (ki Dünya Tininin ereğinin özgürlükten başka birşey olmadığını tanıtlayan, insan değerlerini — düşünce, duygu ve duyarlık alanlarını — bir özgürlük, bir istenç belirlenimi olmasına karşın gene de Tinin sonluluk alanına ait olan Devletin üzerine yerleştiren bir dizgenin vargısının tam tersidir). Locke, Hume, Kant ve başkalarının tüm dünyanın gözleri önünde yatan ırkçı pasajlarına karşın, utanmadan 'eğer Tropiklerde çalıştırmak için gerekli olmasalardı, Negroların yokedilmesi istenebilirdir' diyen Russell gibi düşünürlerin insanlık dışı görüşlerine karşın, insanları din, ırk, etnik köken ayrımına bakılmaksızın salt insan oldukları için, salt ussal varlıklar oldukları için yurttaşlık haklarından yoksun bırakılmaması gerektiğini savunan Hegel ırkçılığın savunucusu olarak gösterilmiştir (tıpkı yıllarca kazan, imbik ve dualarla metalleri dönüştürmeye uğraşmış bir simyacı olan pozitivist Newton'un da Anglo-Saxon kibiri tarafından yüzyıllarca dünyaya 'ideal bilim adamı' tipi olarak yutturulması gibi). Ve hiç kuşkusuz en etkili yanılsama Hegel'in eytişiminde özdeği, ölü olanı ve belirlenimsiz düşünüldüğünde bir kez daha ölen o boş soyutlamayı tinsellik karşısında birincil ya da temel yaparak o eytişimi ayakları üstüne doğrulttuğu sanısında olan tarihsel özdekçilik tarafından üretilmiştir. Bütün bunlar salt gerçeklik adına davranılması gereken durumlarda, nesnel olmanın, sağduyulu olmanın doğallıkla beklendiği konumlarda bile özdeksel kişisellikten, ciddiyetsiz öznellikten, kör tutkulardan ve önyargılardan özgürlüğün ne denli güç kazanılabilir olduğunu, ya da daha doğrusu nasıl kazanılamadığını, us nefretinin usun kendisini nasıl bastırdığını gösterir. Felsefe soğukkanlı olmayı, ağırbaşlı olmayı, ölçülü ve ılımlı ve dengeli ve uyumlu bir tini gerektirir — klasik tinin tüm erdemlerini.

Gene de, Hegel'in felsefesinin ussallığı henüz usun kendisi tarafından çürütülmüş değildir, ve usun çürütmesi, bildiğimiz gibi, usun yokedilişi değil ama yeni bir ussallıktır. Buna karşı ussallığın bir yana atılışı pozitivizmin vargılarında gördüğümüz gibi genel olarak bilimlerin çöküşü, gerçekliğin tahtına yanlışlığın oturması demektir, ve nihilizmin vargılarında gördüğümüz gibi törel, tüzel ve estetik değerlerin tersine dönüşü demektir. Felsefede bir çözülüş bir Tinin — bugün Reformasyon ve Aydınlanmanın nihilist-pozitivist mantığı üzerine açınan modern Batı Tininin — kendi gerçekliğini anlama yeteneğinde bir çözülüşten başka birşey değildir. Usun bastırılmasının onun eleştirisine dayanamayacak Batı tininin sürekliliği için biricik güvence olduğunu görmek böylesine güç müdür?

Hegel bütün bir tarihsel insan deneyiminin özsel birikimini kapsayan bir noktadan, bilimsel olduğuna kuşku duymadığı kavramsal bakış açısından yazdı. Çalışmalarının yazılış nedeni, işlev ve yeri onun kişisel özgünlüklerinden, törel bir saflıktan bağımsızdır. Ya da, yine aynı şey, Hegel tarafından saltık ve gerçek bir görev olarak üretilmlişlerdir — dış güdülerin etkisi altında değil. Konumunun nesnelliğini tanıtlamış olduğundan kuşkusu yoktu ve zamansal koşullanmışlığın dışında olduğunu biliyordu. Bu yüzden salt 'bireysel Hegel' olmakla o denli de felsefe tarihindeki en görkemli olumsallıktan yararlandığı söylenebilir. Kendinden önceki tüm felsefecilere, Platon'a, Aristoteles'e, Spinoza'ya, Kant'a ve başkalarına eşlik eden dramatik ironinin ötesindeydi.

Felsefi bilgi karşısavın eksiksiz bir özümlenişini, saltık özdeşliğin elde edilmesini imler. Ve ancak bu saltık çelişkisizlik ya da kurgul bireşim gerçek bilginin öğesidir — 'başkası'nın 'kendi' ile birliği. Böylece felsefi bilgi tüm 'başkası'nın 'ben' kategorilerinde saydamlaştırılması, ansallaştırılması, anlaşılmasıdır. Bu etkinlikten kaçabileceği düşünülen bir 'kendinde-şey,' ya da giderek bir 'bilinçaltı' bile kuramsal ve kılgısal alanların gerçeğini gizler, bilmeyi çarpıtır ve güvensizlik içinde bırakır. Bu yabancı öğelerle yapılan felsefecilik daha baştan umutsuzluk yüklüdür. Ve, Hegel'in konumundan, arı ussallığın gerçekleşmiş gücü Kantçı kuşkuculuğun ötesinde olduğu gibi aynı zamanda ruhçözümlemenin derin kuramsal yapısını da kendi içinde kapsar. Bu açıdan da Tinin Görüngübilimi bütün bir toplumsal bilinçaltının, tarihsel uygarlığa henüz düzgü ve ilkelerini vermekte olan 'unutulmuş' olaylar dizisinin açığa serilişi ve çözümlenişidir. Bu genel anlamda, felsefecinin erdemi kendi kişisel doğasının çizgilerini, arı insan varoluşunun ve düşünsel özgürlüğünün ancak sınırları olan bu öznel özgünlükleri felsefeden uzak tutmaktır.

Hegel Usun Doğada olduğu gibi Tarihte de işlediğine, ikisine de anlaşılabilir kuramsal özlerini verdiğine ve bu anlamda onlara özünlü olduğunu tanıtlayan dizgesel bir açımlama sundu. Doğada herşey yasaldır; evrensel ve zorunlu ilkeler temelinde herşey nedensellik belirlenimi altındadır. Doğa zorunluk alanıdır, özdeksel parçacıkların kapris alanları değil. Tin ise özgürlük alanıdır — öz-açınım, öz-belirlenim, ve böylece sınırda, başkasında, olumsuzda yalnızca ve yalnızca kendini bulma alanıdır. Ve Tarih, gerçi milyonların bilinci bunun açık bir bilgisini taşımasa da, ereği özgürlük olan ussal bir süreçtir ve orada anlamlı ve değerli olan yalnızca ve yalnızca tarihsel olan, yani değişebilen ve gelişebilen, yani kendini ortadan kaldırabilen ve bu kendi yitişinde kendini saklayabilendir. Mantıksal İdea — ki özdeş anlatımı arı insan Usundan başka birşey değildir — bu süreçte devinir, açınır ve somut bilinç şekilleri olarak zamansal görüngülerinin zincirini kurar. Tüm tarihsel olgusallık böylece insanın onu doğal sürecin üzerine yükselten gizilliğinin, homo sapienste salt kendinde ya da gizil olarak bulunan tinsel değerler sığasının edimselleşmesidir, yasal, törel, ahlaksal ilkeler, kurumlar, vb. olarak, genelde insan istenci ve eylemi olarak yeryüzünün somutluğu içinde belirişidir, ta ki bu ussallık her ulus, her birey için eksiksiz bütünlüğünü kazanıp aşılıncaya dek. Bu sürecin anlaşılması, kökeninden ötürü, insan Usunun öz-bilgisini ya da saltık bilgiyi öngerektirir. Ve ancak kendini bilen Us kendini tarihsel açınımı içinde tanıyabilir. Ama gene de, eğer Görüngübilim bir çıkarsama, bilginin düşünce tarafından bir üretilişi olarak görülecekse, bunun görgül zemininin bütün bir tarih olduğu anımsanmalıdır.

Bugün Hegel ile duygudaşlığımızın onun felsefesini eksiksiz açınımı ile kavrayabilmiş olmaktan doğduğunu söyleyemeyiz. Felsefi kavramdan bireyselliğin son izlerini de arıtmak söz gelimi bir sanat yapıtı durumunda aynı işi yapmaktan, yalnızca öznel kişiselliğin ele verilmesi olan biçemi aşarak ideal biçime ulaşmaktan çok daha zordur. Hegel'in üstlendiği görev kullandığı kurgul yöntem tarafından ne denli kolaylaştırılmış olsa da, Kavramın tüm kurgul ve görgül açınımını çözümlemesi salt ona özgü kişisel bir biçem tarafından etkilenir. Ve bu etki hiç kuşkusuz özgün olan, felsefede tam olarak istenmeyen şeydir, onu içeriğin eksiksiz nesnelliğinden ve böylece genelde us tarafından eksiksiz kavranabilirliğinden uzaklaştıran etmendir. Hegel'in bu sorunun bilincinde olmadığını söyleyemeyiz. Ama usun tanıtlama çabasının ereği böyle öznellikleri yenmekten başka birşey değildir. Ve tanıtlamanın bilimselliğe nasıl özünlü olduğunu, daha doğrusu bu ikisinin, yöntemin ve bilginin nasıl özdeş olduklarını, sağın olarak mantıksal bir gelişim yerine öznel kanılara ve düz uslamlamalara dayanarak ilerlemenin bilimsellikten, gerçeklikten nasıl uzak olduğunu gösteren yine kendisidir. Tanıtlamanın kavranabilirliği bu öznelliklerin giderilmesine, usun açınımını eksiksiz bir sanat yapıtı örneğine denk düşecek bir düzeyde arılaştırmaya bağlıdır. Bu düzeye dek, Hegel'in yaklaşımına yönelik derin bir gerçeklik sezgisinden öteye, onun kesintisiz tanıtlama sürecini izlemeye geçebilmek henüz yerine getirilmesi gerekli bir görev olarak önümüzde durmaktadır. Sanki Hegel zamanından önce doğmuş ve anlaşılmayı bekleyen bir bilgeliği simgelemektedir. — Tersine, onunla duygudaşlığımız, ona duyduğumuz düşünsel yakınlık ve sevgi dahaçok onun felsefesinin bize bildirdiği sonuçlardan ve insan varoluşunun bu sonuçların ışığında sergilediği yalın ve iyimser anlamdan doğar. Ve özgürlük, salt ruhsal bir itki olarak bile Hegel'in felsefesine götürüyorsa, orada gerçekliğinin tanıtlanışını, insanın kılgısal olduğu gibi kuramsal varlığında da aklanışını bulacaktır. — İnsanlığın tarihsel bilgi birikiminden yararlanmanın henüz gerekli, üstelik zorunlu olduğu düzeye dek Hegel'in öğrencileri olmak eşsiz bir olanaktan yararlanmaktır — bunun nedeni yalnızca onun kişiliği tarihselliğin, sınırlının bir ürünü olarak, toplumsal ve bireysel bilinçaltı olarak bilimsellikten uzaklaştırmış, bizi bu cansıkıcı öznellikten bağışlamış olması olsa bile. Bu yüzden onun bu koşulsuz özgürlüğünün, ya da — eğer övgü terimleri kullanabilirsek — olağanüstü anlıksal yürekliliğinin yine eşit ölçüde olağanüstü bir anlıksal ilgi özeği oluşturmuş olmasında anlaşılmayacak birşey yoktur. Ama gene de gerekli olan şey onun çevresinde oluşturulan inceleme coşkusunun onun incelediğini inceleme etkinliğine dönüşmesidir. Ancak o zamandır ki onu da anlama olanağı açılacaktır.

Oslo, Ekim, 1981

İstanbul, Mayıs 2003

 
İdea Yayınevi 2014 / iletisim@ideayayinevi.com