Kavramlar (Tüzel; Törel; Ahlaksal)
Aziz Yardımlı
2008 — İdea Yayınevi
 
 
  DİZİN: Ahlak ve Duyunç · Anamal (Kapital) · Anamalcılık (Kapitalizm) · Bilim, Pozitivizm, Mitoloji · Boşinanç ve Assimilasyon · Demokrasi · Despotizm · Din, Bilim, Felsefe · Doğa Durumu · Doğal Bilinç · Etik (Törebilim) · Gelişme · Güç (Erk) · Halk · İdeoloji · İnsan Doğası · Köylülük · Mülkiyet · Özgürlük · Tarih Kavramı · Tarihsel Materyalizm · Tarihsel Materyalizmin Temel İlkeleri · Ulus ve Ulusalcılık · Yararcılık · Yurttaş · Yurttaş Toplumu · Yurttaş Toplumu ve Aydın ·  
 
 

_Gelişme

 
 
 

Gelişme ve Etik

Birşey salt kendisi ise değişemez. Değişim birşeyin kendisi ve kendisinden başka birşey olmasını gerektirir. Salt kendisi olanın (A = A) sonsuza dek kendisi kalması gerekir, ki olanaksızdır, çünkü kendisi olmak başkası olmamak, böylelikle onunla olumsuz ilişki içinde olmak, onunla ayrılmaz birlik içine olmaktır. Birşey saltık olarak Başkasıdır. Gelişme salt Değişmeden daha çoğudur. Birşey bir gizillik kapsadığı zaman, kendinde Şey olduğu Şeyden daha başkası olduğu zaman Gelişmeden söz edebiliriz. Gelişme birşeyin gizil olarak ya da kendinde ne ise o olması demektir. Bir olumsuz Varlığın, henüz olmayanın olgusallık kazanması, olumlu Varlık olması demektir. Gelişmenin raslantısal bir değişim değil ama ereksel olduğunu, bir Erek varsaydığını çıkarsamak güç olsa da, çıkarsamayı kavramak güç olmamalıdır. İnsan durumunda Gelişme onun gizilliğinin, yetilerinin açınmasından başka birşey değildir. Tin insanda düşünme yetisi, moral yeti ve estetik yeti olarak bulunur. Yeti açınmamış, gelişmemiş, salt kendinde olabilir. İnsan büyür. İnsanlık da büyür. Büyümesi dışsal bir güdü gerektirmez, çünkü gizillik İlke ve Erektir. Gereken tek şey engellenmemesidir.

Türbin Rotor, ABB. Bu uygulayımsal bilginin, yüksek nitelikli emeğin bir başyapıtıdır. Doğa + Anlaktır; duyusal Özdek + kültürel Biçimdir; ya da, doğa + doğa-üstü ya da doğa-ötesi dediğimiz şeydir. İnsan düşüncesinin özdeksel Doğa üzerine yansımasıdır. Ama eşit ölçüde de bir TÖRELLİK başyapıtı, insan Erdeminin bir cisimselleşmesidir. Bunda da doğa-üstü ve doğa-ötesidir, meta-fizikseldir. Sayısız sözleşme, yükümlülük ve kuralın uygulaması olmaksızın üretilemez. Ve gene de politik süreçte bir yoketme aygıtının parçası olabilir. Modern Törellik belirli modern törelliktir. Henüz Kavramına bütünüyle karşılık düşmez.

Doğal bilinç Gelişmenin birincil olarak materyal bir sorun, bir teknoloji sorunu olduğu düşünür — ve haklıdır, ama ancak ahlaksal ve törel olarak gelişmemiş bir kültürün de örneğin nükleer bomba yaparak gelişmişliğini tanıtladığını sanması kadar. Gelişmenin üstyapı denilen şey ile ilgisi en çoğundan ikincil bir konuymuş gibi düşünülür — eğer herşeye karşın düşünülecek olursa. Oysa Tarihsel Materyalist ideolojide bile, ironik olarak, Devrim denilen şeyin kendisi bir Erk değişimi olduğu düzeye dek politik, böylece özsel olarak etik bir sorundur, özdeksel değil. Gelişmenin koşulu sayılan devrimin kendisi bile baştan sona tinsel bir olgudur. Terörü ve şiddeti uygulayanlar silahlar değil ama despotik ve düşüncesiz de olsa bir istenç biçimidir.

Gelişme hiç kuşkusuz bilim ve uygulayımbilim kavramlarının da özünde yatar. Ama önemli olan şey altyapının, salt teknolojinin kendiliğinden gelişmesi gibi bir materyalist buluşun geçersiz olduğunu görmektir. Teknoloji özerktir demek onu insan istencinin dışında ve üzerinde bir fetişe çevirmektir. Böyle soyutlamalar ancak analitik düşünce tarafından başarılabilir.

 

 
  _Özgürlük  
 
 
 
"Tüm insanlar özgür doğar. Ama ..." özgür olduklarının bilincine varmalıdırlar. Ancak Özgürlüğünü bilmeyen insan özgür olamaz.
Özgürlük Kavramının ne olduğunun bilinmediği söylenir. Ama benzer olarak Özdek, Uzay, Sayı, İyi vb. gibi kavramları bildiğimizi de söyleyemeyiz. Giderek bir düşünür Varlığın, bu en yalın, en soyut, en arı, en boş kavramın bile ne olduğunu bilmediğimizi düşünür. Bir Kavramı bilmek için kendisinin yeterli olmadığını düşünürüz ve onu kendisinden başka terimlerle bilmeyi isteriz. Ama bu doğru değildir. Örneğin "Özgürlük" x'tir dediğimiz zaman onu x yaparız, ama x bu Özgürlükten başka birşeydir. Bir Kavramı bilmek, gerçekte, onu başka Kavramlar ile bağıntısı, logosu içinde, dizgesel bütündeki yeri içinde bilmek demektir. Bu kurgul düşüncenin, kavramsal düşüncenin işidir.

Bir kavramı bilme isteği, sıradan bilinçten geldiği düzeye dek, onu tasarımsallaştırmak, görgülleştirmek, giderek duyusallaştırmak onu kendisinden başka birşey yapma isteği demektir. Kendinde Kavram ise bu bozulmadan bütünüyle başka birşeydir. Onda ilkin kendisinden başka düşünülecek hiçbirşey yoktur. Ve gerekli olan tek şey onun başka Kavramlar ile ilişkisini doğru olarak kurmaktır.

Özgürlük İstençtir, Duyunçtur. İstenç kavramını İstenci özgür görmeksizin düşünemeyiz. Bu nedenle ancak kendi İstençlerini bilen insanların özgür olduklarını, ancak özgür insanların kendi istençlerini politik Güç yapabileceklerini söyleriz. Politik Güç ise Yasadır, bireysel bir özenç, keyfi istenç diyebileceğimiz şey değil. Bu nedenledir ki Devlet ussal genel İstençtir, istençsiz kitlenin özencinin üzerindedir. Özgürlüğün Kavramında başkasında kendini bulma gibi bir bağıntı çıkarsarız. Bunu Yasa durumunda uygularsak, yasa ilkin benim için başkasıdır, yabancı bir güç olarak görünür, ve durum gerçekten böyle ise özgür değilimdir ve yasa bana dışsal bir baskı aracı olarak durur. Ama Yasa benim kendi İstencim ise, dürtülere, tikel istek ve eğilimlere, genel olarak özence karşı ussal Duyuncun yargısı tarafından aklanıyorsa, o zaman benim için sözcüğün en gerçek anlamında Özgürlük dediğim şey olur ve onda yalnızca kendi hakkımın anlatım kazandığını düşünürüm.

Özgürlük Duyunçtur, çünkü Duyunç dokunulamaz öznellik, içselliktir. Duyuncumu herşeyin üzerine, Yasanın, Devletin, tüm yargıların vb. üzerine, tutkuların, eğilimlerin, dürtülerin vb. üzerine yükseltebilirim, çünkü saltık olarak hiçbirşey ona ulaşamaz, saltık olarak hiçbirşey onun olumsuz, salt içsel Özgürlük alanını zorlayamaz. Duyuncum neyin İyi ve Doğru olduğunu yargılayacak olan saltık yetidir. Önemli olan şey ilkin Duyuncumun benim kendimin olmasıdır, sorgulanmayan dışsal bir yetkenin, kölece boyun eğilen dinadamının, korkutucu kutsal yazının vb. değil. Ama Duyuncum bilgim ile, bilgeliğim ile orantılı olarak iyidir, doğrudur. Ve İyinin bilgisine doğru gelişmesi için Özgürlüğün kendisinden başka hiçbirşeye gereksinmez.

Halk genel olarak eğitimsizdir, bilgisizdir. Ama aynı törel eğitimsizliği entellektüel de eşit ölçüde paylaşır. Entellektüel salt entellektüel olarak gerçeğin bilgisizliğinde halkın gerisinde kalamaz, ve bütünüyle boş tasarlar ve düşlemler kurmada onun ilerisine gider, çünkü bildiği kavram değil ama tasarımdır. Entellektüel böyle olarak despotik ayrıcalık tininin bir artığıdır, karşısında karşıtını, entellektüel olmayan ve ona danışması, onu dinlemesi gerektiğini düşündüğü halkı görür, ve kendini politik olarak onun üzerindeki efendi karakterinde bilir. Entellektüel, politik poza girdiğinde, istençsiz halkın kaprisli önderidir.

Yurttaş politik bilgedir, ve dünyasının ussallığı onun kendi sorumluluğundadır, çünkü Yasayı kendi İstenci olarak bilir ve yalnızca kendi İstencini Yasa yapar. Özgürlük, İstenç ve Yasa arasındaki birliği ya da bağı göremeyen aydın bilinç Devleti görgül devlet olarak, salt pozitif birşey olarak, giderek kişilerin, kümelerin keyfi istençleri olarak, özençleri olarak görür. Devletin despotizmden daha iyi birşey olabileceğini düşünemez.

İnsan kendi kendisinden başka bir sorumlu aramada direttiği düzeye dek moral olarak gelişmeyecektir. İnsanlığı kendi sorumluluğunu üstlenemeyecek ve sorumluluğunu her zaman dışsal bir etmene, bir egemen sınıfa, hükümetler, despotlara vb. yüklenecek bir moronlar kitlesi olarak gören bakış açısı ancak özgürlük bilincinden yoksun bu halk bilincinin kendisi olabilir. Bu bilinç insanlığın — sömüren, ezen, yokeden insanlığın — şimdiki bilincidir. Sömürülmesi, ezilmesi, yokedilmesi ancak özgür olduğu düzeye dek kendi sorumluluğu olabilir. Ve Tin kendinde özgürdür. Bu onun özgürleşmesinin olanağı ve zorunluğudur. Özgürlük dışsal bir güçten kazanılabilecek birşey değildir.

 

 
  _Etik (Törellik; Törebilim)  
 
 
Etik insan ilişkilerinin belirleniminin bilgisidir. Biraz açındırırsak, bir bütün olarak bireysel İstençlerin birbirlerine karşı alması olanaklı biçimlerin bilgisidir. Homo sapiens (hem insan türü olarak varoluşunun başlangıcında, hem de bireysel insan olarak yaşamının başında) dünyaya törel olarak belirlenimsiz, ama törel olarak belirlenme yetisi ile donatılı gelir. Bu gizil belirlenimin tam derinliği içinde gelişmesi, asıl eğitim dediğimiz süreç yoluyla ereksel-ideal biçimine ulaşması Tarih olan sürecin tamamlanmasını gerektirir. Bu nedenledir ki gelişmeyi yarı yolda durduran kültürlerin (Çin, Hindistan vb.) dünya-tarihsel önemleri ve değerleri yoktur. Platon ve Aristoteles Etiği bireyin içinde olduğu toplumsal aşamada Erdeme, karakter idealine ulaşmanın yolu olarak gördüler. Platon ve Aristoteles her ikisi de insanların evrensel olarak özgür doğdukları, özsel olarak özgür oldukları kavramından yoksun idiler. İkisi de köleliği doğruladı. Ve evrensel bir insan doğası kavramları ve dolayısıyla bir Tarih kavramları olmadığı için, etik karakter idealini insanlığın evrensel belirlenimi olarak göremediler, Erdemi yalnızca kendi çağlarının eşitliksiz, parçalı toplumsal yapısı zemininde bireysel karakter ideali olarak anladılar.

Törel töz olarak İstenç tümünü de Karakter başlığı altına aldığımız belirsiz bir çoklukta ilineksel biçime dağılır. İstencin gerçek biçimine karşılık düşmeyen bu yetersiz biçimler anlamlarını, değerlerini (ya da bunların olumsuz-Varlıklarını) gerçek biçime göre belirlerler. İdeal Erdemdir: Platon'un ayrıştırdığı gibi, Türe, Bilgelik, Yüreklilik, Ilımlılıktır. Homo sapiens, ya da her bir insan, bu belirlenimlere yeteneklidir. Erdem Mutluluktur.

 

 
  _Etnisite ve Etik  
 
 
_
Mısırlı Satranç Oyuncuları (Lawrence Alma-Tadema).  
Kültürel tikelliği içinde görüldüğünde, Ulus varoluşunu alışkanlıkta bulur, gerçek etik normlarda değil. Alışkanlık olumsaldır, şöyle ya da böyle olabilen ya da olmayabilendir. Etnik belirlenim irksal belirlenimden daha yüksektir, çünkü birincisi kültürel iken, ikincisi doğaldır. Gene de etnik karakter evrensel Tinin tarihsel tikel bir şekillenişi olarak sonlu ve geçicidir. Ortaya çıkışı ortadan yitişinin habercisidir — sonsuzluğunun değil, sonluluğunun. Tikel kültürlerin çoğulluğu yalnızca büyük ölçek kültürel-çoğulculuktur. Ve bir etnik grubu tikel yapan, özgün ve özgül yapan, onu başkalarından ayırdederek dışlayıcı bir tekillik yapan şey tam olarak evrensel normlar denebilecek olan belirlenimlerin olumsuzlanması olan belirlenimlerdir. Bu belirlenimler yalnızca karşılaştırmalı olarak, yalnızca göreli olarak değerlerdir. Kan bağı, ırksal duygu henüz doğal belirlenimlerdir, tinsel değil, ve insanın henüz Doğadan çok fazla yükselmemiş olduğunu gösterirler. Etnik belirlenim özsel insan doğası ile, insan özü ile saltık olarak ilgisiz, bütünüyle kültüreldir. İnsanda ancak bir Alışkanlığın yerleşebileceği kadar köklüdür. — Homo sapiens soyut Ego olarak kalamaz; kendini ilkin genel olarak istencinde belirlemeli, törel olarak belirli-Ego olmalıdır. Ancak bir Törelliğe ait belirli bir Ego olmakla doğallığın ve Doğanın üzerine yükselir, gerçek belirlenimi olan Tin ve tinsellik alanına girer. Ama sonlu törel belirlenimler henüz bütün insan Kavramına karşılık düşmez, bu düzeye dek İnsanın Gerçeği değildirler. Değişim, Tinin yeni şekillerinin ortaya çıkış ve ortadan yitişi, bütün bir Tarih süreci bu Gerçeği Ereği olarak alır. Özsel değişim olarak Gelişim için bir Öz ve bu düzeye dek Özgürlük gereklidir, çünkü Özgürlük Özün kendini belirlemesi, öz-belirlenimdir. Bir gelişim süreci olarak görüldüğünde, Tarih Özgürlüğü hem Tözü olarak, hem de Ereği olarak alır. Bütün bir Tarih özsel olarak İstencin kendini belirleme, kendini anlatma alanıdır. Değişim katılaşmamayı, plastik, akışkan olmayı gerektirir. Özgürlüğün sürekli akış durumunda olmayı gerektirmesi ölçüsünde süreç Tinin herrhangi bir sonlu biçiminde, bütün insan Kavramına karşılık düşmeyen törelliklerde takılıp kalamaz. Etnik karakter bir alışkanlık sorunu olarak, yerleşik bir törellik biçimi olarak Tinin dinginliksiz sürecinde bir dinginlik noktası, kendini o törellik ilkesinin tüm belirlenimlerinde açındırma, varoluşun o belirli biçiminin hazzını ve doyumunu yaşama kıpısıdır. Ama kıpı geçicidir, ve o sonluluk kıpısı örneğin Mısır durumunda olduğu gibi binlerce yıl sürse bile, Dünya-Tinininin Ereğine doğru yürüyüşünde yalnızca bir zaman noktası gibidir.

İmparatorluklar, tektanrılı dinler sonlu etnik belirlenimlerin üzerinde dururlar ve insanlığı göreli olarak daha evrensel belirlenimler altında birleştirirler. Etnik karakter her kendi-için-Varlık belirlenimi gibi dışlayıcı, kendinden iticidir: Bir etnik gruplar çoğulluğu vardır. Kümenin kendi içinde Bir olması ölçüsünde, başka Birler onun için sınır olarak, böylece ortadan kaldırılmaları gereken karşıtlar ve başkaları olarak bulunurlar. Etnik karakter kendinde Düşmanlık olanağını saltık olarak kapsar. Kendi içindeki tüm tikellikleri, ayrımları, karşıtlıkları sindiren bir Bir olarak, varoluşu onu olumsuzlayan başka Birleri olumsuzlamaya doğru, kendi tikel sonlu biçiminin Özgürlüğüne doğru bir itkidir. Etnik varoluşun bir duygu olarak yaşandığı düzeye dek, bu sonluluğun duygusu da eşit ölçüde sonludur, kendi içinde olumsuzlama kapsar, ve kendi için sevgisi kendinde her zaman başkası için nefreti ile birlikte gider. Etnik karakter etnisiteyi İnsanlığın üzerine koyar.

 

 
  _Ahlak ve Duyunç  
 
 

Political Corruption


Dünyada Rüşvetin yaklaşık 1.000.000.000.000 (trilyon) dolar olduğu tahmin ediliyor. Bireysel Özgürlük gelişme ve ahlak ile birlikte giderken, Despotizm kaçınılmaz olarak ekonomik ve moral gerilik ile birlikte gider. Bir politik komplo olmayan, bir kültür biçimi olan Despotizm bireyi moral, entellektüel ve estetik olarak büyümemiş bırakır — ezilenlerini olduğu gibi egemenlerini de.

Ahlak Duyunç Özgürlüğüdür. Ya da Duyunç Özgürlüğü olmaksızın Ahlak olanaksızdır. Ahlak yargılama yetisidir, ya da Duyunç yargılar, bir Eylemin, dolayısıyla bir İstencin iyi ya da kötü olduğuna karar verir. Duyunç her İstencin, eşit ölçüde kendinin ve başkasının İstencinin Yargıcıdır, ve kendini nesne yapabilmesi düşünce gücünü, derin-düşünceyi gerektirir.

Duyunç olgunlaşır, ve tekil olanın ya da evrenselin, bireyin ya da bütün bir insanlığın ahlaksal olarak, moral olarak gelişmesi erginleşme dediğimiz şeydir.

İstencin dürtü tarafından belirlenmesi olanaklıdır, ve dürtü, içgüdü, itki insan özünün doğal, istençsiz yanıdır. Ama dürtünün İstenci doğru olana karşı belirlemesi ahlaksızlıktır. Bunun bilinçsizliği ergin bireyin bağışlanması için yeterli değildir.

olitik Yozlaşma (rüşvet, haraç, kayırma, akraba kollama, hamilik, yolsuzluk, zimmet vb.) despotik kültürün bir bileşenidir. Despotizm duyuncun büyümesini engeller, ve bütünlükleri içinde uluslar doğruyu ve eğriyi ayırdedemeyen erginleşmemiş bireyler gibi, birer çocuk gibi kalırlar. Bu kültürlerin hiçbir bileşeni özgürce gelişmez — ne sanatları, ne politik yapıları, ne ekonomileri, eğitim kurumları vb.

 
 
 
 
İnsan Doğasının entellektüel ve moral belirlenimi estetik belirlenim ile birdir. Ancak özgür ve ussal, ancak moral olarak düzgün ve gerçek bilinç ile donatılı tinsellik güzeldir. Bu demektir ki insan kaçınılmaz olarak bugün ulaştığından daha yüksek Güzelliğe erişmek zorundadır.
İnsan Doğası kavramını reddeden varoluşçuluk, kuşkuculuk, nihilizm vb. gibi sözde felsefeler insan gelişimi kavramını da yadsımak zorundadırlar, çünkü gelişim bir 'Kendinde'nin, bir gizilliğin kendini ortaya çıkarmasından başka birşey değildir. Buna karşı Klasik Felsefe bir insan özünü kabul ettiği düzeye dek insanın gelişiminin salt zamansal bir sorun olduğu, bir Tarih sorunu olduğu, ve Tarihin yalnızca bu gelişim sürecinin kendisi olarak anlam taşıdığı vargısını çıkarır.

İnsan Doğanın ve Tinin birliğidir, bedensel ve ruhsal, özdeksel ve tinsel bir bütündür. Birey olarak ve Tür olarak, gelişmek üzere, varoluşun son Ereği olarak kendini gerçekleştirmek üzere doğar ve varolur. Dünyaya fırlatılmış değil, ama ussal olarak belirlenmiştir. Belirlenimsiz Kaostan değil, belirlenimli Kozmozdan türemiştir, olumsal ya da raslantısal değildir ve dinsel bilinç bile insanın türeyişini Tanrıya bağlayarak bu olumsallığı reddeder. Ussal bir Doğa, ya da evrensel Doğa Yasaları verildiğinde, Homo sapiensin ortaya çıkışı bir raslantı değil, ama bir zorunluktur, ereksel bir sürecin çıkarsamasıdır.

Erek sonluluk imlemez. Tersine, insan doğasının tam gerçekleşmesi olarak sonsuzdur, yani daha ötesini imleyen herhangi bir sınır ile sınırlı değildir. İnsan düşüncesi insan özünün kendisidir ve tüm Evrenin özsel olarak Nous olması (Anaxagoras), özsel olarak kavramsal olması tüm Evrenin kuramsal olarak insan doğası karşısında bir yabancı, bir başkası, bir bilinemez olmadığını imler. İnsanın Kavrama dayalı Bilgisinin herhangi bir başkası tarafından, bir kendinde-Şey gibi kavrama yabancı bir sayıltı tarafından sınırlanmadığını imler. Bu düzeye dek insan düşüncesi, insan bilgisi gerçek anlamda sonsuzdur, çünkü sonsuzluk Kavramı kendi başkasında kendi ile karşı karşıya gelmeyi, kendini bulmayı anlatır. İnsan özü kabul edildiğinde, insanın moral olarak gelişmesi de örneğin Kant felsefesinde olduğu gibi salt bir "Gerek," salt moral eksiksizliğe doğru ona hiçbir zaman erişemeyecek bitimsiz bir ilerleme, böylece her zaman sonluda kalma değil, ama gerçekleşmiş Özgürlüktür. Özgürlük İstencin karşısında İstenci bulmasıdır.

İnsanın moral eksiksizliği onun duygusal eksiksizliğidir, çünkü Duyunç Duygudan ayrılamaz. Duyuncun gelişmeyeceği görüşü sıradan bilince, kuşkuculuğa, ve felsefe tarihinde salt o tarihin olumsuz imgesi olarak hizmet etmeye ayarlanmış irrasyonalizme ait bir çıkarsamadır, herşeye karşın usun kendisine dayanmak zorunda olan bir uslamlamadır.

 

 
 

_Yurttaş Toplumu ...

 
 
 

... ve Aydın

 
Modern kültürde 'Halk' ile bir tiyatroda vb. karşılaşılır. Bireyler Devlet ile ilişkilerinde 'Halk' değil, ama 'Toplum,' daha doğru olarak 'Yurttaş Toplumu'durlar.
Yurttaş Toplumu halk ya da kitle ya da sınıf değildir. Modern Toplumun bireysel özgürlük üzerine kurulu olduğu düzeye dek, orada bireyler her biri kendi Duyunç ve İstenç özgürlüğü ile eşit kişilerdir. Devletin onların genel-ussal İstençleri olduğu düzeye dek, birbirlerinden daha güçlü ya da daha güçsüz değildirler; birbirlerinin astı ya da üstü değildirler; ayrıcalık, öncelik, kayırma gibi belirlenimlerden bağışıktırlar. Orada Egemen olan Yasadır, ve Yasa Yurttaş Toplumunun istenci olarak tüm bireyleri kişiler olarak eşitleyen saltık Güçtür.

Bu eşitlik ve özgürlük zemininde, Yurttaş Toplumunun Aydına gereksinimi yoktur. Törel Gelişmenin bir göstergesi Aydının ortadan kalkmasıdır. Aydın kendini halkın geriliği zemininde vareder. Halkın istençsizliği, özgürlük bilincinden yoksunluğu Aydının Gücüdür. Bu düzeye dek, Aydın ön-modern gelenek kültüründen Yurttaş Toplumuna sarkan bir kalıntı, kendisi modern özgürlük bilincinden yoksun ve kentlilik ile bağdaşmayan despotik karakterdir. Aydınlık Karanlık ile karşıtlık içinde belirlenir. Aydın gereksindiği Karanlığı halka özgü gelenek ve boşinanç kültüründe bulur. Buna karşı Yurttaş Toplumunda her bir birey kendi ışığını kendi duyuncundan ve usundan türetir ve dışsal Aydınlanmaya gereksinmez. Bunun dışında, Aydın kendini bilgi ile — örneğin matematik, kimya, fizik, giderek felsefe üzerine bilgi ile değil — ama yalnızca boşinancın üzerinde olma karakteri ile belirler. Bu üstünlüğün ona kendi tekil duyuncunu başkalarına dayatma yetkisini verdiğini düşünür. Kendinde gerekirse Zora ve Şiddete başvurma hakkını taşıdığını düşünür. Sorun Aydının halkın duyuncunu gasbetmesi değildir. Sorun Aydının bildiği biricik törelliğin yararcılık töresi olması, böylece gerçekte töresizlik olmasıdır. Bu 'etik' temelinde ırkçılık bile moral bir sorun değil ama bir yararlık sorunudur. Avrupa'da John Locke, David Hume, Jeremy Bentham, Voltaire ve Aydınlanmanın asıl tinine ait daha başka sayısız düşünür — tümü de Usu, Duyuncu, Evrensel İnsan Haklarını tanımayan görgücülerdi. Giderek kuşkucu Kant da haklı olarak Aydınlanma düşünürleri arasında sayılır, çünkü tüm öznel ahlak felsefeciliğine karşın kuşkucu felsefesi ussal bir törellik çıkarsamaya saltık olarak uygun değildi.

Aydın boşinançlı Halkın zorunlu karşısavıdır. Ama boşinancın ortadan kaldırılması değil, tersine onun doğrulanmasıdır. Bu düzeye dek Aydın kendi kavramı, e.d. varlık nedeni gereği, çelişkinin ortadan kalkmasını değil, ama sürdürülmesini temsil eder. Aydın Avrupa'da ortadan kalkmış, aslında dönüşmüştür. Pozitivizm Aydınlanma ile aynı görgücü temeller üzerinde durur. Nihilizm Aydınlanmanın Deizminin Ateizme dönüşmesinin sonucudur.

 

 
 

_Mülkiyet

 
 
 

Mülkiyet bir Şey üzerindeki tanınmış İstençtir.
Mülkiyet Hırsızlık değildir, çünkü Hırsızlık daha şimdiden Mülkiyeti varsayar.

Mülkiyet tinselliktir. İstençte varolur. Belirli bir İstençtir.

Mülkiyet Şeyin İstencimin altında olmasını, 'benim' olma belirlenimini, bu tinselliği taşıdığını anlatır. Benim olan Şey ile dilediğimi yaparım — onu kullanırım, tüketirim, onunla yokederim ya da varederim, onunla sömürürüm ya da iyilikte bulunurum, onu yokedebilirim, satabilirim, armağan edebilirim, vb. O benimle hiçbirşey yapamaz.

Mülkiyet insan kötülüğünün sorumlusu değildir. Mülkiyet davranmaz, kendi başına insan üzerinde etkili değildir, çünkü Mülkiyet kendi için varolan, kendi istenci olan özerk bir cisim, bir tür fetiş değil, kendisi insan İstencinin anlatımı ve tanınmasıdır. Mülkiyetin insana egemen olması, altyapının insan bilincini belirlemesi denilen şey Duyuncun hırsa yenik düşmesi, duyunçsuzluk dediğimiz şeydir. Bu düşünce köle bilincine özgüdür, çünkü insanı kendi duyuncu ve istenci ile varolan moral bir varlık olarak tanıyamaz.

İstencimi herşey üzerine, tüm Şeyler üzerine yatırabilirim, herşey Mülkiyetim olabilir ve böyle olarak tanınabilir: Şeyler, düşünsel ürünler, yetenekler, yetiler, bedenim.

Mülkiyet insanın bilincinde, daha doğrusu İstencindedir. Ancak düşüncesiz bakış açısı Mülkiyeti fiziksel Şey olarak görür, çünkü ancak özdeksel olanın var olduğu sanısı içindedir. Tinsel olduğu, dolaysız düşüncesiz bir İstenç belirlenimi olduğu düzeye dek, Mülkiyet değil, insan kötüdür, çünkü dolaysız İstenç henüz Duyuncun yargısından geçmemiştir. Buna göre Kötülük dışarıda değil ama içeride, insan Duyuncunun sorumluluğundadır, ve bu sorumluluk Ahlak dediğimiz şeyin kendisidir..

Mülkiyet, para, kapital, ya da sözleşme, yasa, anayasa, devlet, kurumlar, dernekler, parlamentolar vb. vb. tümü de İstencin belirlenimleridir. Mülkiyet Tindir; metafizikseldir, fiziksel değil. Şey mülkiyet olmadan da Şey olabilir. O zaman insan İstenci ile ilgisiz olarak salt Doğanın Şeyidir, yalnızca özdekseldir.

Mülkiyeti yasaklamak ona bağımlı olmayı önler. Ama bu Anlağın Özgürlüğü, kaçarak Özgürlüktür, ve soyutlamacı analitik Anlak tıpkı Brahmanın olumsuz Özgürlüğü durumunda olduğu gibi insanın ancak istemeyerek, ancak eylemsiz bırakılarak suçsuz olabileceği sanısı içindedir. Bu engelleme insanı özgür kılmaz, tersine onun moral bir varlık olmasına son verir. İstenç belirlenimsiz kalamaz, saltık olarak belirli olmak, birşeyi istemek zorundadır; ya da İstenç bir Kavram olarak belirlidir, ve ancak belirli İstenç edimsel istençtir.

İnsan İster, düşünerek, İstenci ile ister. Bu evrenselin tikele geçmesi, İstencin kendini belirlemesidir. Bu Mülkiyetin Diyalektiğidir, salt olumlu, belirlenimsiz, genel olarak İstençteki olumsuzun kendini ileri sürmesi, kendinde olan çelişkinin açığa çıkmasıdır. Hiç kuşkusuz Mülkiyet olarak İstencin belirli ve böylece belirleyici olması insanın moral olarak bozulmasının zemini olur — ama yalnızca zemini. Ama bu diyalektik moment, bu ilk olumsuzlama, evrensel ve tikel arasındaki ayrım kendini ortadan kaldırmak zorundadır: Evrenselin ve tikelin eşitlenmesi zorunludur, çünkü tikelde evrenselde olandan başka hiçbirşey yoktur. Bu birlik belirli-tikel olarak Mülkiyetin olumsuzlanması, ve ilk olumsuzlamanın olumsuzlanması olarak olumlu olandır. Gerçekten de tikel Mülkiyet bütünüyle evrensel İstencin (volonté générale) denetimi altında durur ve Yurttaş Toplumu Mülkiyet üzerindeki bu saltık hakkını onu ileri sürerek ve edimselleştirerek tanıtlar. Kendisi bir olumsuzlama olan Mülkiyetin genel İstenç tarafından bir kez daha olumsuzlanması — örneğin ulusallaştırma, devletleştirme, ya da giderek vergilendirme durumunda olduğu gibi — onun hiçliğinde ya da yok olmasında sonuçlanmaz. Kurgul kıpı ayrım kıpılarını negatif olarak kapsayan olumlu birliktir. Mülkiyetin olumsuzlanması somut Mülkiyettir, evrensel İstenç ile birliğini kazanmış tikel İstençtir. Bu birlik içinde, Mülkiyet İstenci tikel Özenç olmanın üzerine yükselir, insanın tikel İstenci evrensel İstenç ile çakışır. Bu kurgul birlik Özgürlüktür. Gerçek bağımsızllık ancak bağımlılığın olumsuzlanması ve ortadan kaldırılması ile kazanılır, bağımlı olmayı saltık olarak, soyut olarak yadsımakla değil, ama onu olumsuz bir kıpıya dönüştürme yoluyla. (MÜLKİYET: DAHA GENİŞ ÇÖZÜMLEME)

 

 
 

_Kapital ve ...

 
 
 

Kapital Kapitalizm Değildir.

Anamalın temel belirlenimi Gereksinimi birikmiş Emek olarak dolaylı bir yolda karşılamasında yatar. Bu ilişki Anamalın artı değer üreten Mülkiyet olarak tanımlanmasının zeminidir.

Anamal Emektir ve Emeğin toplumsal doğası Anamalı da toplumsal kılar. Emeğin kendisi yalnızca bireysel değil, ama aynı zamanda toplumsaldır, çünkü birey toplumsal kültürü tarafından belirlenir ve onda bireysel olan aynı zamanda toplumsal kültürden aldığıdır. Bilgisi, alışkanlıkları, töreleri, beğenileri, eğilimleri, yetenekleri vb., tümü de Egosunun belirli-Egoya somutlaşması olarak bireyin içine doğduğu çevre tarafından belirlenirler. Bireysel Emek bu toplumsal Tözün bir ilineğidir. Buna göre toplumsal Emeğin kendisinin cisimselleşmesi olan Anamal da toplumsaldır. Anamalın hangi İstenç biçiminin altına alınacağı olumsaldır: Bireylerin, şirketlerin, devletin vb. iyeliği olabilir ve olur. Mülkiyet Emek tarafından değil, bireysel İstencin Şeyler üzerindeki Hakkının tanınması tarafından belirlenir. Bu tanınma koşulsuz değildir. Yurttaş Toplumu genel-ussal İstenç olarak, saltık İstenç olarak Mülkiyetin kime ait olacağını belirleyen biricik Güçtür. Sorun edimsel Yurttaş Toplumunun ussal Yurttaş Toplumuna, kendi gerçek Kavramına karşılık düşmesi, Duyuncunda saltık gelişmişlik düzeyine ulaşmasıdır.

Kapital (ya da Anamal) tüm toplumlarda — Eski Mısır'da, Roma İmparatorluğunda, Osmanlı İmpartorluğunda vb. — vardır, çünkü insan Gereksinimdir ve Gereksinimi doyurmak üzere üretimin bileşenlerinden biri Kapitaldir. Kapital ona iye olanı Kapitalist yapmaz. Kapitalist İstencini saltık olarak Kapitalin mantığına teslim etmiş olan ve başka hiçbir değer tanımayan bireydir. Bireysel İstence bağlı olsa da, Kapital toplumsal istencin bir anlatım kipidir ve nasıl ele alınacağı ve düzenleneceği en sonunda toplumsal İstencin moral hamlığına ya da olgunluğuna bağlıdır.

İstenç dışsal olarak belirlendiği değil, içsel olarak belirlendiği, Duyunç tarafından belirlendiği düzeye dek İstençtir ve özgürdür. Bu düzeye dek Kapital üzerinde de saltık güçtür. Aslında nesnel Tin alanında İstenç saltık olarak belirleyici Güçtür, Devlettir. Sömürü dediğimiz olgu İstencin kendisinin olumsuz bir belirlenimi, özbilinçsiz İstençtir. İstenç kendini saltık gelişmişliği içinde belirleme, Türeyi varoluşunun edimsel belirlenimi yapma yeteneğindedir. Tarihsel Materyalist bakış açısından Anamal belirleyicidir, İstenç değil. O zaman açıktır ki insana Özgürlük yerine Kölelik belirlenimi düşer. Kölelerin Özgürlükten korkmalarının biricik nedeni Özgürlüğün biinçsizi olmalarıdır.

 

 
 

_... Kapitalizm

 
 
 

Kapitalizm Artı-Değer ve Hırs Kıpılarının Sentezidir.
Yalnızca Kapital Kapitalizm değildir.
Kapitalin Hırs ile birleşmesi Duyunç hamlığı zemininde olanaklıdır.
Kapitalist bilinç moral olarak olgunlaşmamış, geri, yetersiz bir bilinçtir.
Kapitalistin yamukluğu yalnızca Kapital alanına sınırlı değildir. Kapitalizm yalnızca insan Duyunçsuzluğun ekonomik ilişkiler alanındaki anlatımıdır.

Kapitalizm kavramı Kapitalin bütün bir İstencin ve Anlağın saltık değeri yapılmasını anlatır. Kapitalin artı değer büyümesi olan mantığı insanda hırs ile, kazanç tutkusu ile, açgözlülük vb. ile örtüşür. Kapitalizmin erdem ile bir ilgisi yoktur. Kapitalizm Kapitalin arke olarak alınması, Aile, Toplum ve Devlet alanlarının Kapital mantığı tarafından belirlenmesi istencidir. Duyuncun bütünüyle silinmesini gerektirir. Bu olanaksızdır. Gene de, ilkenin gücü oranında, kültürün kendini o ilkeye uyarlaması ölçüsünde, sonuç insanın ve yaşamının değersizleşmesidir.

Kapital tüm toplumlarda vardır, çünkü insan özdeksel ve tinsel Gereksinimdir ve bunun doyurulmasının olanağı Kapitaldir. Kapital klasik ekonomide ondan ayrıldığı düşünülen Emek ve Toprak kategorilerini de kapsar.

İnsanın ahlaksız olamayacağı düzeye dek Kapitalizm olanaksızdır. Ya da, ancak insanın ahlaksız olabileceği düzeye dek olanaklıdır. Buna göre Kapitalizm insanın moral olarak gelişmemişliğinin düzeyini anlatır.

Kapitalin kavramsal mantığı gereği artma eğilimine insanda Hırs karşılık düşer. İnsan Hırsı başkaları pahasına yaşanan bir duygudur. Duyuncu bastırır, insanı moral bir varlık olmaktan çıkarır. Duyunçsuz doyuma götürür. Gülümsemenin kendisini başkalarının somurtmasına indirger.
"Kapitalizm" anlatımı sık sık bir toplum biçmi olarak algılanır ve "Yurttaş Toplumu" anlatımının yerine kullanılır. Eğer kapitalizmi bütün bir törel varoluşu 'kapital' ilkesine göre düzenleme programı olarak alırsak, kapitalizm kendini bir realite olarak değil, bir ideoloji olarak gösterir. Yalnızca özel mülkiyet iyeliği kapitalizmi belirlemek için yeterli değildir. "Kapital" toplumsal bütünde herşeyi belirleyen bir ilke olmaktan bütünüyle uzak, kendisi dizgenin anayasa, yasa, eğitim, sanat, bilim gibi bileşenleri ile tek-yanlı değil ama karşılıklı belirlenim ilişkisi içinde duran bir bileşenidir. Kapitalin kendisinin bir istenç belirlenimi olduğu düzeye dek, özerkliğini ancak göreli olarak ve ancak insan duyuncunun gelişmemişliği ile orantılı olarak taşır. Kapital "görünmez el" olarak davranışı insanın moral yetersizliğine, İstencin Duyunçsuzluğuna, düşüncesiz İstence anlatım verir. Kapital toplumsal duyuncun gelişmemiş olduğu her toplumda belirleyici politik ilke olarak görünebilir. Ve gene de, ortada bir Devlet olduğu düzeye dek, insan Hırsının anlatımı olarak Kapital engelsizce işleyemez.
 

 
 

_Tarihsel Materyalizmin Temel İlkeleri

 
 
 
_
Adam Smith (1723-1790).
‘‘An Inquiry into the Nature and Causes of the Wealth of Nations’’ (1776)
 
"Ulusların Gönenci"nde Adam Smith'e göre toplum dört değişik örgütlenme evresi içinden geçerek gelişir. Bunlardan birincisi "kaba" ("rude") avcıların durumudur. İkincisi "göçebe tarım" ("nomadic agriculture") evresidir ve üçüncü olarak feodal "çiftçilik" evresi gelir. Dördüncü ve son evre tecimsel ilişkiler evresidir. Bu evrelerden her birine gereksinimlerine uygun kurumlar eşlik eder. Örneğin avcılık döneminde "hemen hemen hiçbir mülkiyet yoktur; ve böylece yerleşik devlet görevleri ya da düzenli bir türe uygulaması bulunmaz." Sürülerin ortaya çıkışıyla birlikte daha karmaşık bir toplumsal örgütlenme biçimi, ordular, özel mülkiyet ve onu desteklemek için yasa ve düzen doğar. "Yurttaş hükümeti, mülkiyet güvenliği için kurumsallaştırıldığı ölçüde, gerçekte varsılların yoksullara karşı, ya da bir miktar mülkiyeti olanların hiç olmayanlara karşı savunulması için kurumsallaştırılır" :: “Civil government, so far as it is instituted for the security of property, is in reality instituted for the defence of the rich against the poor, or of those who have some property against those who have none at all.” Smith ve Marx arasındaki ayrım birincinin insan doğasını özsel olarak tutkuların denetimi altında görürken, Karl Marx'ın ise yine aynı tutkuların denetimindeki ilişkileri (üretici güçler ile birlikte) 'altyapı' dediği etmenin kapsamına almış olmasıdır.

Adam Smith'in toplumsal yapıyı ekonomik altyapının terimlerinde çözümlemesi Marxist ya da materyalist tarih görüşünün bir öncelemesidir. Marxist İdeoloji ile benzerlik çok daha ileri, olgunun asıl özüne dek gider ve Smith'in düşüncesinin özü toplumsal yararlıklarından hiç kuşku duymadığı bu kurumları Hak ve Yasanın araçları olarak değil, ama "ayrıcalığın" korunmasının araçları olarak tanımasıdır. Smith feodalizmden evrimlenen toplum evresinin lonca değil, pazar tarafından belirlenen ücretler, ve hükümet tarafından değil, bireysel girişim tarafından kurulan işletmeler gibi yeni kurumlar gerektiren bir toplum evresi olarak betimler. Kapitalizm olarak adlandırılan bu düzende kapital üzerinde saltık olarak hiçbir denetimin olmaması özseldir. Ve Karl Marx yine Adam Smith'in çözümlemesini izleyerek böyle bir denetimin (Ahlak, Yasa) olmaması gerektiğinde değil, ama olmasının olanaksız olduğunda diretir. Karl Marx ve Adam Smith'in çözümlemeleri arasındaki bu özsel birlik pozitivizmin ve materyalizmin aynı görgül yöntemi kullanmasının sonucudur. Her iki bakış açısında da Özgürlükten söz edilebileceği düzeye dek, bu Hegel'in "soyut Hak" ya da "dolaysız İstenç" alanına özgü, henüz Ahlakın dolaylılığından geçmemiş dolaysız İstençtir. Ve liberalizm olarak bilinen ideoloji de Özgürlüğü bu aynı soyut Özgürlük biçiminde doğrulamanın ötesine geçmez, Özgürlüğü İstencin Dürtüye karşı belirleyici olması biçiminde değil, ama bayağı insan Hırsının denetlenmemesi olarak anlama noktasında kalır. Felsefe olarak görüldükleri düzeye dek, Görgücülük ve Özdekçilik sırasıyla deneyim ilkesinin ve özdek ilkesinin "duyusal" olana göndermeleri nedeniyle çok yakından akrabadırlar. Hegel "sonuna dek götürüldüğünde bu [görgücü] ilke yakın zamanlarda Özdekçilik olarak adlandırılmış olan görüşe varır" der (Ansiklopedi, § 38). İki felsefe de Kavramdan ve Düşünceden uzak durur ve moral ilkeyi doğrudan doğruya özdekte olmasa da özdeğe yakın olanda, duyu öğesinde bulurlar. Özerk moral Usun (Duyuncun) yokluğunda, Karl Marx için olduğu gibi Adam Smith için de Tarih bir Hırs ve sınıf kavgaları arenası olmanın ötesinde anlam taşımaz ve Devlet bir genel istenç (la volonté générale) değildir, ama Hakka karşı Haksızlığın ayrıcalığını sürdürmenin aracı olarak vardır. İnsan hırsının, dürtülerinin, açgözlülüğünün güdümü, bu sözde "görülmez el," bu "altyapı" belirleyici olandır. Her iki düşünür İstenç ve Özgürlük kavramlarının geçersizliğinde anlaşırlar. Altyapının belirleyiciliği Özgürlüğün ve İstencin yok sayılmasıdır.

Ahlaksal Duygular Kuramı ("The Theory of Moral Sentiments," 1759)
Adam Smith'in yayımı "Ulusların Gönenci"ni (1776) önceleyen bu çalışması daha sonraki "Ulusların Gönenci"nin ruhbilimsel temeli olarak kabul edilir. Bunda Smith "insan doğası"nın ilkelerini inceler. Smith'in üzerinde durduğu noktalardan biri öz-sakınım ve öz-çıkar ile çatışan moral yargıların nasıl olanaklı olduğu sorusudur. Duyunç kavramı kendini "inner man/iç insan," "impartial spectator/yansız gözlemci" gibi terimlerde gösterir. Ama insan Smith için başlıca "tutkular/passions" tarafından güdülen bir varlık olsa da, doğru olan uğruna uslamlama yapabilir ve ayrıca "duygudaşlık" yetisi ile donatılıdır ki, bu son ikisi moral yargıda bulunmak için gereken Duyunç işlevini yerine getirirler. Ama Smith Duyunç yetisinin özerkliği konusunda daha şimdiden kuşkuludur, ve daha sonra "Ulusların Gönenci"nde yineleyeceği şu gözlemi yapar: Kendi çıkarlarının peşinde olan insanlar sık sık "görülmeyen bir el tarafından ... onu bilmeden, onu niyet etmeden, toplumun çıkarını ilerletmeye götürülürler" :: "led by an invisible hand…without knowing it, without intending it, [to] advance the interest of the society.” Bu bakış açısının moral olduğunu düşünmek kolay değildir. Smith daha sonra "Ulusların Gönenci"nde de ekonomik dizgeyi büyük ölçüde a-moral bir bakış açısından açımlar.

Ulusların Gönenci (1776)
Politik Ekonomi alanında ilk büyük çalışma olarak bilinen "Ulusların Gönenci" gerçekte "Ahlaksal Duygular"da başlayan temanın bir sürdürülüşüdür: Bireyin iç dünyasındaki "tutkular" ve "yansız gözlemci" arasındaki çatışma toplumun ve tarihin büyük ölçek arenasında nasıl işler? Sorunun yanıtı (Kitap V) dört toplumsal evre kuramı çerçevesinde incelenir. Bu tarihsel evrim kuramı "görülmez el"in bu evrelerde nasıl işlediği sorusu altında çözümlenir. "Moral Duygular"da moral yargının olanağı olarak görülebilecek bir "iç insan" etmeni varken, "Ulusların Gönenci"nde tutkuların denetlenmesinin sorumluluğu moral yargıdan bütünüyle bağışık tutulur ve bunun yerine bir kurumsal düzenek getirilir. Gerçekten de birey için moral yargının asıl kaynağının "iç insan" ya da "duyunç" olması gibi, Smith'ten normal olarak toplum için moral niteliği töreler ve yasalar gibi kuramlara bağlamış olması beklenirdi. Ama Smith denetimsiz kör tutkuların ve bencilliğin yol açacağı kaosu önleyen koruyucu düzeneğin "yarışmacılık/rekabet" olduğunu belirtir. Bu kişinin kendi durumunu iyileştirmek için tutkulu bir isteğidir, "bir istek ki anne karnından bizimle birlikte gelir, ve bizi mezara girinceye dek bırakmaz" :: "a desire that comes with us from the womb, and never leaves us until we go into the grave.” Görülmez el bu yarışmacı savaşımın niyet edilmeyen sonucu olarak ekonomiyi düzenler. Bu yolla metaların ederleri onları üretim giderlerine karşılık düşen "doğal" düzeylere çekilir, emek ve kapital daha az kârlı alanlardan daha kârlı alanlara ya da mesleklere kayar (ki bu da kendi payına kısa vadede sapmış olabilecek meta ederlerini yine normal düzeylerine çeker), ve ücretler, kiralar ve kârlar da aynı çıkar yarışması disiplininin sağladığı düzeneğin altında dururlar. Bu düzeneksel etkilleşim süreci özerk olarak görülür.

Liberalizm (Kapitalizm)
Smith'in Pazarı kendini düzenleyen ve kendini düzelten öz-denetimli bir altyapı olarak açıklaması onun için herhangi bir üstyapı (hükümet, yasalar, kurallar vb.) tarafından getirilebilecek tüm moral denetimi dışlar. Bu yalnızca işlerin nasıl olduğunu gösteren bir çözümleme değil, ama özel olarak uyulması gereken bir politika olarak sunulur, çünkü salt kazanma itkisi yoluyla yıllık ulusal gönenç miktarının sürekli olarak büyüyeceği kabul edilir. Örneğin ekonomik büyümenin önemli bir etmeni olan iş-bölümü emeğin üretkenliğini arttırarak aynı görülmez el ilkesinin bir düzenlemesidir. Bütünsel ekonomik düzenekte etmenler arasındaki etkileşim kendini yine aynı görülmez el aracılığıyla belirler. Birey ve Toplum Duyunca ve İstence gereksinmeyen bir makine oluştururlar, ve devindirici ilke ne us, ne bilgi, ne de herhangi bir biçimde insanca bir duygu denebilecek bir duygudur. Hırs — erdemsizlik, insanın en bayağı tutkusu — ekonominin herşeyi belirleyen ilkesidir —, ve öyle olması gerekir. Bu kuramda Devlet, Yasa, Türe yalnızca yoksullar karşısında "ayrıcalığı" korumanın araçlarıdır, ve Bilgi, Bilim, Eğitim yalnızca hiç doymak bilmeyen Hırsın hizmetindedir. Karl Marx ve Adam Smith arasındaki ayrım Smith'in öznel bir yeğleme sorunu olarak gördüğü şeyi (altyapıya dışarıdan karışmama istemi) Marx'ın olanaksız görmesinde yatar. Tarihsel materyalist bakış açısı Ahlak, Duyunç, Yasa gibi tinsellikleri etkisiz metafiziksel kurgular olarak görmek zorundadır. İki çözümlemeden hangisinin daha kötü olduğu gibi bir soru ve karşılaştırma pek anlamlı görünmez. Yurttaş Toplumu her iki çözümlemeyi de birer fantazi olarak kabul eder.

 

 
 

_Tarihsel Materyalizm

 
 
 
_
Özdek tasarımları. Özdek olarak özdek, belirlenimsiz ya da Biçimsiz özdek bir soyutlamadır. Varolan özdek her zaman belirli, Biçimli Özdektir. Biçimin Özdekten ayrılmasının, ya da ikisinin de karşıtı olmaksızın var olmasının olanaksızlığı ölçüsünde, Özdekçilik yerine eşit hakla Biçimcilik de denebilir. Ama o zaman benzer olarak Biçimin kendisi Özdek olmaksızın bir soyutlama olmanın ötesine geçemez. Varolan Özdek her zaman kendisinin ve karşıtının birliğidir. — Özdek kavramından Tarih kavramına uzun bir yol vardır. Bu tür modern felsefeler Felsefenin en zayıf kavramını bile temsil etmezler.  
Bu anlatımda "materyalizm/özdekçilik" sözcüğü bütünüyle anlamsızdır. Eğer Marx'ın kendisinin kullandığı "Materyalist Tarih Görüşü" anlatımı yeğlenirse, bu da eşit ölçüde geçersiz olacaktır, çünkü "özdekçiliğin," "atomculuğun" ve daha başka erken özdekçi felsefi dizgelerin felsefe tarihinde önemleri ve anlamları olsa da, bugün örneğin Devleti, Yasaları, insan ilişkilerini, sanatı, felsefenin kendisini vb. atomlardan ve moleküllerden çıkarsamaya çalışan bir felsefi girişim pek ciddiye alınmayacaktır. Eğer materyalizm bir monizm ise, o zaman tinselliğe de varlık yükleyebilecek bir düalizmi dışlayacaktır. Ve gerçekten de Marx Hegel'i devleti, yasayı vb. "tinsellikler" olarak görmekle eleştirir.

Marx'ın şu sözleri Tarihsel Materyalizmin ya da Marx'ın kullandığı anlatımla "Materyalist Tarih Görüşü"nün temel önermesi olarak kabul edilir. “İnsanların varoluşlarını belirleyen onların bilinçleri değildir, ama bilinçlerini belirleyen toplumsal varoluşlarıdır." ("Ekonomi Politiğin Eleştirisine Bir Katkı"ya Önsöz). Sıradan bilinç bu çözümlemede büyük bir kavrayış gücü ve bilgelik ile ortaklığının gururunu ve doyumunu yaşar. Bu önerme çok derin görünebilir, ve gerçekten de pekçokları tarafından öyle görülür. Bunun nedeni çok genel olan "varoluş" ya da "toplumsal varoluş" anlatımının nasıl anlaşılacağı ile ya da bilinç ve varoluş arasındaki belirleme ilişkisinin doğası ile ilgili değildir. Bu önermenin dolaysızca kabul edilmesi insanın "belirlenmesi" yönünde bilinçlerde daha şimdiden hazır bulunan eğilimdir. Nedense insanın belirlenmesi insanın belirlemesinden daha çekici gelir. Oysa sıradan yaşamda bile genel olarak yer alan şey bunun tersidir ve toplumsal varoluşumuzu bilincimizle, daha tam olarak istencimizle belirlemeye çabalarız ve bunun hiç de olanaksız olmak zorunda olduğunu düşünmeyiz. Hiç kuşkusuz bireyin içinde yaşadığı törellik dünyası, yasalar, toplumsal düzenlemeler vb. insanı ya da onun bilincini belirlerler. Ama gene de tüm bu belirlenimler kökensel olarak ve özsel olarak insan usu ve istenci tarafından saptanırlar: Töreler değişir, ortadan kalkar, yenileri gelir; yasalar — ister Solon yasaları, isterse Nürnberg Yasaları ya da Draco yasaları ya da Musa'nın buyrukları olsun — her durumda insanlar tarafından yapılır, ve Demokratik devletlerde yasama gücü dolaylı olarak ve zaman zaman giderek doğrudan olmak üzere ve şu ya da bu ölçüde halkın kendisine aittir. Marx'ın çözümlemesi açıktır ki düşünmeme koşuluyla kolayca kabul edilebilir. Ama bilinci düşünmeye kapayan daha öte bir etmen vardır ve bu Despotizmdir. İnsanın belirleyen değil ama belirlenen olduğu düşüncesi ancak ve ancak insanın Özgürlüğü kavramına yabancı bir bilinçte, o kavrama ancak bulanık bir tasarım biçimde kapsayan bilinçte bulunabilir. İnsanı belirlenen, edilgin, güçsüz bir varlık olarak görmek, giderek onu Doğanın determinizminin içerisine almak ancak ve ancak Özgürlük Kavramının anlaşılmaması ve salt bu nedenle reddedilmesi üzerine olanaklıdır. İstenç özü gereği Özgürdür, öyle ki özgür olmaması İstencin İstenç olmaması demektir. Ama İstenç, Özgürlük, Ben gibi kavramları tanımak onları bilmek değildir. Ve bu Kavramı tanımanın güçlüğünün düzeyi onun bütün bir tarihsel insan çabasının Ereği olan başlıca Kavram olması olgusundan çıkarılabilir.

 


İnsanlar Üretim İlişkilerine İstençsiz Olarak Mı Girerler? Karl Marx'ı düzeltmeden okumalıyız. Onu düzeltmek revizyonizmdir. — İnsan soyu varolmak için üretmek zorundadır. Bu öylesine açıktır ki, bunu birine anımsatmak bile gereksiz olarak görülebilir. Marxizm bu aksiyomu insanı ve toplumu anlamak için temel ilke olarak alır. Bu öncülü ondan bir çıkarsama olarak insanların üretim sürecinde birbirleri ile girdikleri ilişkilerin üretim ilişkileri olduğu gerçeği izler. Ama Marx'ın katkısı bu yalın olgular değil, bu ilişkilerin insanların "İstençlerinden bağımsız olan ilişkiler" oldukları çıkarsamasıdır ("In the social production of their existence, men inevitably enter Into definite relations, which are independent of their will, namely relations of production appropriate to a given stage in the development of their material forces of production," A contribution to the Critique of Political Economy). Marx'ın düşündüğü gibi düşünmek kolay değildir, çünkü üretim ilişkilerinin kendilerinin İstenç ilişkilerinden başka birşey olarak düşünmek güçtür. Ama Karl Marx özdeksel olduğunu düşündüğü üretim sürecinde insanın İstencinin ve Özgürlüğün bulunuşunu kendi özdeksel öncülleri gereği kabul etmemelidir.

Gerçekten de yaşamlarını paranın ve kişisel çıkarın çevresinde kuran ve başka herşeyi bu ekonomik altyapıya bağımlı kılan kişiler vardır. Ya da başlangıçta böyle olmasalar bile, Hırs tarafından yaşamdaki tüm değerlerden adım adım koparılan bireyler vardır. Bu karakter sözcüğün asıl anlamında "Kapitalist" olan şeydir. Onun için üretim ilişkileri hiç kuşkusuz varoluşunun belirleyici ilkesidir ve Karl Marx hiç kuşkusuz haklı olarak böyle kişilerin bilinçlerinin toplumsal varoluşları tarafından belirlendiğini söyleyebilir. Ve yine bu karakterin sözcüğün asıl anlamında Burjuva olduğu da düşünülebilir, çünkü yaşamında felsefenin, güzel sanatların, inancın, kısaca insanı insan yapan değerlerin hiçbir yeri yoktur. Ama bu karakter kendi duyuncundan kaçabilse de, toplumsal duyunçtan kaçamaz. Yurttaş Toplumu ancak kendi moral güçsüzlüğü ile orantılı olarak bu ideolojiye doğru eğilim gösterir.

 
  _Yararcılık
 
 
 

Yararcılık zararlıdır. Kötü olan şey Yarar değil, ama Yararcılıktır. Yararlık beden için, sağlık için, ruh için, düşünce vb. için olabilir. Yararda hiçbir kötülük aramak gerekmez. Ama Yararcılık törellik için bir ilke yapıldığı zaman, sözde duyunç tarafından İyinin, Doğrunun ölçütü, giderek kuramsal alanda Gerçeğin kendisinin ölçütü yapıldığı zaman ("Yararlı olan Gerçek olandır" dendiği zaman), o zaman ilkesi olduğu tüm bu değerlerin kendileri tersine döner, Kötü, Eğri ve Yanlış olurlar. Yararlı olan doğru olabilir, moral bir çatışmaya konu olmayabilir; ama eğer yararlı olanı yapmanın kendisi eğri olduğu zaman Duyunç bunu göremiyorsa, giderek bencilik gene de yararlı olanı ölçüt olarak almada diretiyorsa, bu ahlak değil ama ahlaksızlıktır. Nedendir bilinmez, İngiliz görgücülüğü sözde Yararcı Etiğin başlıca formüle edicisidir.

Yararcı etik olanaklıdır, çünkü Etik Ahlak değildir, ama Ahlakı yalnızca temel alır. Ahlak İyinin ve Kötünün, Doğrunun ve Eğrinin yargılayıcısı olan Duyuncun işlevidir. İyinin ve Kötünün ölçütünü Yarar olarak, giderek David Hume durumunda görüldüğü gibi Haz ve Acı olarak almak İyiyi ve Kötüyü a priori somut olarak belirlemek demektir ve gerçekte İyiyi ve Kötüyü kavram olmaktan çıkarmak, birer tasarıma bozmaktır. Yararın, giderek Hazzın ve benzerlerinin "genel olarak İyi" olması gerçekte Ahlakın kendisinin ortadan kaldırılmasıdır, çünkü Yarar, Haz ve benzerleri genel olarak kötü değilken, moral İyiye ve Doğruya karşı ileri sürüldükleri zaman saltık olarak kötü olurlar. Yanlış birşey Haz verici ya da Yararlı olabilir. Ama Hazzın ve Yararın karar vermenin ölçütü yapılması Duyuncun çiğnenmesidir. David Hume'un Haz ve Acıyı ahlaksal ölçütler olarak almasının altında yatan neden Görgücülüğünün bilginin a priori doğasını yadsıması ve onun deneyim verilerinden türetilmesi gerektiği varsayımıdır.

_
19'uncu yüzyıl başlarında İngiltere'de bir kömür madeni. İşleyim Devrimi olarak bilinen süreç İngiltere için bir övünç ve kazanç kaynağı olduğu kadar bir acı kaynağı da oldu. Özdeksel yararın bedeli insanlıktan ödendi. Süreçte çok küçük çocuklar bile sözcüğün gerçek anlamında ölesiye çalıştırıldı. Bunun için Yararcı Etiğin herhangi bir dinsel, törel, giderek tüzel ilke tarafından engellenmemesi özseldi. "Görülmez el" herşeyi yoluna koyabilirdi. Aydınlanmanın Deizmi, Aydınlanmanın Yararcılığı, Aydınlanmanın pozitif Bilgisi ve Aydın Despotizmi eksiksiz bir mantıksal tutarlılık içinde modern dönemin ilk evrelerine özgü Törelliği tanımladılar. Fırtınalı denizlere yelken açan bir avuç özgür, gözüpek ve açgözlü insan yeni bir kültür biçimini bütün bir dünyaya bulaştırmaya girişti. Kendi içinde uyumuş, donmuş, grileşmiş Asya çıplak şiddet ve zor yoluyla ilk kez Tarihin dinamik değişim sürecine çekildi. Afrika ve Amerika modern Tinin bilgisini, toplarını ve zincirlerini tanıdı. Eğer insan duyuncu gelişen bir yeti ise, eğer insan moral bir varlıksa, Batı henüz Ahlakın oldukça başlarında olduğunu gösterdi. İnsanın gelişmeye yeteneksiz usdışı bir varlık olduğunu ileri süren postmodern Nihilizm gerçekte insanın ahlaksız bir varlık olarak kalmak zorunda olduğunu ileri sürdüğünü görmemektedir.  
Yararcılığın bir törellik ilkesi olarak, giderek birincil "değer" olarak kabul edilmesi aristokratik bilinç için olduğu gibi dinsel bilinç için de olanaksızdır, çünkü ikisi de dünyasal ve özdeksel olmayan değerlere bağlıdır. Yararcılık bir ilke olarak onur, inanç, duygu, erdem, bilgi vb. gibi değerleri göreli kılan, böylece değerleri değersizleştiren bir bilinç biçimini gerektirir, çünkü değer ancak saltık ise değerdir, daha yüksek bir değer karşısında vazgeçilebiliyor ya da geri çekilebiliyorsa değer değildir. Aydınlanmanın Deizmi ve Ateizmi ile, ve kuşkucu-görgücü dünya görüşü ile "yarar" kategorisini bütün bir Törellik için — Aile yaşamından Toplum ve Devlet yaşamına dek — belirleyici ilke olarak kabul etmesi için hiçbir engel yoktur. Yarar kategorisi ekonomi ile dolaysızca bağıntılıdır, çünkü ekonomi yarardan başka birşey üretmez. Aydınlanmanın Reformasyonun arkasından önemli ölçüde gecikerek de olsa ortaya çıktığı dönem Avrupa'da yeni bir Tinin, yeni bir toplumsal biçimlenmenin gelişmekte ve üretimin özgür emek ve mülkiyet koşulları altında yeni bir nitelik kazanmakta olduğu dönemdir. Kendisi başka koşullara bağımlı olan Üretimi toplumsal yapının özeğine ve temeline koyan ekonomist bakış açısı doğallıkla bütün bir törelliğin yeniden örgütlenişi için de eşit ölçüde materyal bir ilkeye yönelecektir. Üretim sürecinin tinsel değerler değil, özdeksel değerler üretmesi ölçüsünde Yarar kategorisi üretim sürecinin özünü anlatır ve yararcı bir etik, estetik ve bilimsellik yalnızca bu ekonominin üstyapısı olarak formüle edilir.

Yararcılık ancak zayıf bir duyunç kültüründe, halkın biricik duyuncu olan dinsel duyuncun da gelişmemiş olduğu bir tinsel durumda olanaklıdır. Avrupa'da modern sürecin hızla büyümekte olan kentlerini dolduran ve modern tinin ilk kuşaklarını oluşturan nüfus kaçınılmaz olarak moral bir gerilik içindeydi. Böyle bir tinde Hırsın egemenliği işlerin normal durumudur ve ahlakın ve estetiğin ve bilimin yararcı bakış açısının ölçütleri altına getirilmesi için herhangi bir özel çaba bütünüyle gereksizdir, çünkü bu alt-kültür durumu henüz gerçek insan değerleri ile kaygılanamayacak bir moral, estetik ve entellektüel gerilik durumudur.

Tarihsel Materyalizmin öteki adı olan Yararcılık salt kendi başına duran bir belirlenim değildir. Karşıtı ile birlikte durur. Ama modern dönemin başlangıç evrelerine özgü başka birçok belirlenim ile de birlikte gider: İşleyim devrimi, liberalizm, sömürgecilik, giderek yeni kıtadaki kölecilik, görgücülük ve daha sonraki pozitivizm, pragmatizm.

 

 
  _İdeoloji İdeoloji (Geniş Çözümleme)  
 
 

Tin özgür olmaya hazır olmadıkça özgür olamaz. Özgürlük İstencin Hakkıdır. Ama açıktır ki Özgürlüğü istemek için onu bilmek, yalnızca adını değil ama gerçeğini, Kavramını bilmek gerekir, tıpkı Hak, İstenç, Duyunç, Türe, Erdem için de olduğu gibi.
Kuram olmaksızın Kılgı olanaksızdır — tıpkı Kuram olduğunda Kılgının olmamasının olanaksız olması gibi.

Dünya Tarihinde İstenç bireylerin, kümelerin, sınıfların vb. değil, ama Ulusların İstencidir. Özgürlüğün bilinci sorunu Ulusların sorunudur. Özgürlüğün bilinçsizliği Despotizmin de bilinçsizliğidir. Özgürlüksüz bilince yetkeye boyun eğme işlerin normal durumu olarak görünür. Halk kendi gelişmemiş dinginliği içinde kendinden hoşnuttur. Daha da kötüsü, Özgürlük entellektüel Despotizme onu Kapitalizme götürecek ahlaksızlık olarak, ve kendi bilinçsiz Despotizmi ise onu Kapitalizmden, Emperyalizmden vb. kurtaracak erdem olarak görünür. Gerçekten de tam olarak moral olarak gelişmemiş bu bilincin kendisi Özgürlüğü ilk olarak doğal İstencinin, Hırsının bir anlatımı olarak sergilemek zorundadır — ve buna göre aldatır, çalar, sömürür. Moral olarak gelişmemiş bir bireyin, halkın vb. Özgürlüğü anlamasının ve dolayısıyla uygulamasının ilk biçimi kaçınılmaz olarak haksızlık ve ahlaksızlıktır. Oysa henüz var olmayan Duyunç ancak bu kendi Yokluğunun, bu duyunçsuzluğun bilincinden doğabilir, ve o zaman, ama ancak o zaman Törellik kendi Kavramına uygun olarak, ussal, özgür, güzel Törellik olarak şekillenme sürecine girer.

İdeoloji Duyunç Özgürlüğünü ve İstenç Özgürlüğünü yadsır. Türeyi, Erdemi, bütününde Hakkı yadsır. Bütün bunlar bilgisizlikten kaynaklanır. İnsanlık Tarihte kendini henüz bilmediği şeylerden ötürü yargılayamazdı. Ama, ön-modern dönemin tersine, bugün, modern dönemde, bütün bu Kavramlar İnsan Hakları olarak bilinmektedir. Bu bilinç İdeolojiyi Tarihe karşı bir Suç yapar.  
 
 

İdeoloji politik olarak, e.d. Devlet ile ilişki içinde anlaşıldığında, yaşamı bir ilke temelinde örgütlemek için Güç İstencidir. Bir moral ilke olduğu için, kendi için iyi ve doğru ve haklı olduğu için, kendini bağımsız bireysel İstenç üzerinde saltık yetke olarak görür ve saltık boyuneğme ister. İdeoloji bir İstençtir, ama evrensel-ussal istenç değil, tersine İstencin Özgürlüğünün kendisini tanımayan, onu kendi sonsuz ussallığı içinde büyümeye ve gelişmeye bırakmayan geçici tarihsel bir istençtir. Özgürlüğü olumsuzlayan Özgürlük, böylece kendi içinde çelişki, kendi ile bitimsiz kavgadır. İdeoloji Duyunç Özgürlüğünü de tanımaz, çünkü kendisi saltık İyi ve Doğrudur. İdeoloji böylece dinsel İnancın da yerini alır ve genel olarak Din ile de bağdaşmaz. İster Nazizm ister Bolşevizm biçiminde olsun, her durumda ateizmdir. Tüm ütopyasına karşın, Duyuncu, İstenci, Özgürlüğü yadsıdığı için, İdeoloji moral kibrinde moral nitelikten yoksundur. Usun, İstencin, Duyuncun özgür gelişimine karşı savaşmak zorunda olması onu kesintisiz Terör yapar.

İdeoloji ussal Yasa İstenci olarak Devleti yokeder. Giderek Partinin İstenci bile ideoloji için fazla geniştir ve İstencin odaklanması, tek bir noktada yeğinleşmesi mantıksaldır, çünkü ideoloji bir savaşımdır ve o zaman bir istençler çoğulluğu istençsizlik demektir. İdeolojinin Önder kültüne götürmesi Sevgili Önderin yüksek erdemine değil, Devletsiz ve Yasasız kalan halkın erdemsizliğine ve çaresizliğine bağlıdır.

 

İdeoloji Niçin Çekicidir?
 
Hitler partililerle.
İdeoloji anlamsız, amaçsız modern varoluşun idealist bir almaşığı olarak ortaya çıkar. Kendini moral yükseklik olarak, insanın sıradan amaçlarını aşan değerlerin anlatımı olarak, bütününde Kurtuluş olarak sunar. Bir amaç birliği olarak o yalnızlaştırıcı, yabancılaştırıcı bireyciliği yener ve bir topluluk duygusu yaratır. Bu — kendini Birde yoketmek — despotik Tin için herşeydir. Avrupa'nın, özellikle Almanya'nın despotik kalıntıdan arınmış olduğunu düşünmemeliyiz. Modern insan henüz Özgürlüğün yolundadır, ona gerçekliği içinde erişmiş değildir, ve kendi içinde henüz despotik kabile tininin artıklarını barındırmayı sürdürür. İdeoloji öylesine sonsuz bir amaç yüceliğidir ki, kendini ona kaptıran birey tüm erdemsizliğini, insan olarak tüm yetersizliğini, kötülüklerini unutur, bir arı kibir tini olur — ve bir bebek gibi suçsuz, salt kötülüğü yadsıdığı için saltık olarak, ama salt olumsuz olarak iyinin kendisidir. Bu yüceliğin karşısında olan herşey kötüdür, haindir, düşmandır, ve ideolojik bilincin insanlık için duyduğu Sevginin yeğinliği onun düşmanları olarak gördükleri için duyduğu Nefretin yeğinliğini belirler — ve Şiddet daha şimdiden eğitilmemiş dürtüsel yanında, üst-beninde sorgusuzca doğrulanır. İdeoloji anlamsız ve değersiz bir modern çağın anlamsızlığının ve değersizliğinin özeti olarak görünen Kapitalizme a priori karşıttır, ve bu nedenle Faşizmin ve Nazizmin de Sosyalist olduklarını, işçi sınıfının da politik sözcülüğünü üstlendiklerini görürüz. Nasyonal Sosyalizm Sınıfı ve Ulusu özdeşleştirerek iç bölünmeyi gizler ve Birlik duygusunu pekiştirir. İdeoloji kendi yarattığı bir idealitede varolur ve onu realiteye çevirmeyi, dünyayı değiştirmeyi ister. Ve İstenci ve Usu henüz büyümemiş entellektüel — ki her durumda analitik Anlaktan daha iyi değildir — bu idealitenin usdışı doğasını kavrayacak düşünce gücünden yoksundur. Realiteye uyumsuzluğu ile orantılı olarak köktencidir. Onda olumsuz varoluşunun olumluya dönüverdiğini görür.

 
 
 
  İdeoloji (Geniş Çözümleme)
 

 
  _İnsan Doğası  
 
 

İnsan Doğası kavramı bir gizilliği, bir 'kendinde'yi ve dolayısıyla Gelişmeyi içerir: Gelişme bir gizilliğin mantıksal ve olgusal çıkarsamasıdır, zorunludur. İnsan Doğası Güzellikte sonsuzluktur. Duyguda sonsuzluktur. Ve Bilgide sonsuzluktur — çünkü bu kategorilerin gerçeklikleri sonsuzluk imlemeleridir. Tümü de Başkalıkta, Sınırda, karşıt olanda, olumsuzunda Kendi ile bir olmayı imler. Sonsuzluk Başkasının yokluğunu değil ama varlığını, Başkası tarafından sınırlanmayı, ama Başkası olan bu Sınırda o denli de Kendi ile olmayı anlatır. Bilgi insanı tüm Evrenin kavramsal özü ile, Logos ile Bir kılar; Sevgi insanı başkalığı içindeki insanlık ile Bir kılar, Başkasında yaşanan öz-duygudur; Güzellik insanı düşüncenin ve duygunun duyusal Biçim olarak sonsuzluğuna, estetik Biçim olarak erişilen saltık eksiksizliğe, İdeale yükseltir. İnsanı değersiz, dünyaya fırlatılmış bir saçmalık olarak değil, ama varoluşun olabileceği, yükselebileceği, erişebileceği sonsuzluğun Aracı ve Amacı, İlkesi ve Ereği olarak görmemiz gerekir. Ancak böyle bir varlığın kendini gerçekleştirmek için Hakkı ve Gücü olabilir.

 
 
 

İnsan ‘Doğası’ anlatımı İnsanın Doğanın ona vermiş olduğundan daha çoğu olduğu, Tin olduğu düzeye dek uygunsuzdur. Denmek istenen şey İnsanın Özü, onda değişmez ya da türsel olan, saltık olandır, homo sapiensi bir hayvan değil ama tinsel bir varlık yapan özselliktir. Homo sapiens varoluşa bir tinsel yetiler gizilliği ile donatılı olarak gelir. Kendinde, insanın yazgısı bu gizilliği edimselleştirmek, onda gizil olarak Gerçek, İyi ve Güzel olana eksiksiz olarak belirli, olgusal anlatım vermektir.

İnsanın bu özü dinsel bilincin tasarımsal düşünce alanı için Tanrı tarafından belirlenir ve verilidir. Felsefe ya da kavramsal düşünce onu kökeni ile, nedeni ile bir olarak, Us/Logos olarak görür.

Değişkenlik kavramı eksiklik, sonluluk, geçicilik imler. Ve böyle olarak bir akış, bir oluş süreci olan görüngü dünyasına aittir. Değişmezlik eksiksizlik, sonsuzluk, süreklilik imler. İnsan bu iki dünyaya da katılır. İnsan doğasının değişkenliğini ve varoluşun ya da görüngünün birincilliğini ileri sürmek bütünüyle mantıksal olarak insan doğasının göreliliğine, böylece varoluşun kendisinin saçmalığı, anlamsızlığı, değersizliği gibi usdışı vargılara götürecektir. Özsüz varoluş bir görüngüden, kendisi-olmayandan başka birşey değildir ve böyle bir varoluşun geçersiz bakış açısı kültürel olarak bir gelişimi değil ama ancak türlülüğü ve göreliliği kabul edebilir. İnsan varoluşunda saltık olanı, ussal olanı kavrayamayan bu Anlak bakış açısından evrensel bir nihilizmin çıkarsanması biricik tutarlı mantıksal vargıdır. Nihilizm hiç kuşkusuz modern Yurttaş Toplumunda insandan yalnızca yararlı bir iş aracı, yalnızca şu ya da bu düzeyde üretken bir emekçi yapılmasını bekleyen eğiliminin de moral durumudur.

Tinin kültürel-tarihsel oluşumları bir İnsan Doğası kavramı karşısında onun sonlu, geçici, yitici şekilleridir. Saltık olarak değerli değildirler. Doğunun gelişimi gelenek kültürünün ötesine geçmedi, ve Tinin gelişiminin statükocu çocukluk aşamasındaki her kültürün yaptığı gibi varolanın ötesine geçmemek için özellikle direndi. Dikkafalılığı bıraktığı zaman tüm modernleşmesini Batıdan ödünç almaya ve kendini baştan sona Batının imgesinde yeniden şekillendirmeye girişti.

Bir Gizillik olarak İnsan Doğası kavramı kendinde Gelişme ve Erek imler. Tarih kavramının insan bilincine çıkışının kendisi özsel İnsan Doğası kavramının doğuşunun bir sonucudur. Ancak Tinin ereksel süreci Tarih olabilir.

 
 
 

 

 

 
  _Tarih Kavramı  
 
 

Tarih ancak ve ancak İnsan Doğasının gizilliği zemininde olanaklıdır. Ancak gelişen bir Tinin Tarihi olabilir. Gelişmeyen bir Tinin yalnızca Tarihçesi.

Tarih kavramının bilgisi için insan doğasının bilgisi gerekir. Platon ve Aristoteles insan doğasının bilgisinden yoksundular, çünkü tüm insanların özgür doğdukları bilgisinden yoksundular. Bu eksiklik nedeniyle Tarih kavramları da yoktu ve politik felsefeleri yalnızca kendi çağlarının devletlerinin bir çözümlemesi ve iyileştirilmesi ile ilgiliydi. İnsanın doğasının, özünün Özgürlük olduğu ilk kez modern dönemde kavrandı. O zaman Tarih bu özü Özgürlük olan varlığın o özünü varoluşa geçirmesinden, gelişim sürecinden başka birşey değildir. Daha tam olarak, Tarih Dünya-Tininin Özgürlük Ereğine doğru gelişiminin realitesi ve kavramıdır. Tarih yalnızca "olaylar" değildir. Yalnızca "olma" da değildir. Tarih "oluş"tur. Gerçekte, Tinin gizilliği onun gelişmek zorunda olduğunu imler. Bu gizillik onda yeti olarak, bir olanak olarak, bir 'kendinde' olarak bulunur. Ve gelişmenin ussal İstencin güdümünde olmasından ötürü, gelişmenin kendisi Özgürlüğün Özgürlük yoluyla elde edilmesi sürecidir.

 
 
  Tarih yalnızca olaylar değildir; ilgisiz, bağlantısız bir olaylar yığını ancak gündelik gazetenin içeriğini oluşturabilir. Tarih bağdır, Logostur, ama ereğine doğru gelişen bir bütünün Bağı, Anlamıdır.  

 
 

Doğa Durumu?

 
 
 

Doğa Durumu ve Soylu Yabanıl

 

Avrupa'da modern dönemin başlarında şekillenmeye başlayan politik felsefede Doğa Durumu denilen ve Devletin kurulmasını önceleyen kurgusal bir evrenin varlığı tartışıldı. Doğa Durumu bir yandan "herkesin herkes ile savaşı" olarak görülürken, öte yandan kimi kafalarda bir "soylu yabanıl" imgesi oluştu. Bu evrede yasa olmadığına göre hiçbir yasasızlığın, hak olmadığına göre hiçbir haksızlığın, genel olarak Kötülüğün bulunmadığı düşünülüyordu. Buna karşı modern toplum kendini bir türesizlik, eşitsizlik ve haksızlık kültürü olarak gösteriyordu.

 
 
 
Doğa Durumu imgesinin temelinde bir yandan modern kentteki insan ilişkilerinin anlamsızlığına karşı romantik bir tepki yatar. Bu durumda 'Doğa' sözcüğü dolaysızca anlattığı kavramdan başka birşeyi, bir yalınlık, arılık, suçsuzluk durumunu anlatır. Gelişmenin kötü birşey olduğu, aslında olmaması gereken birşey olduğu düşünülebilir. Ama gelişmenin kendisinin geçici bir evre olduğu, bir süreç olarak ancak ereğin bir aracı olduğunu düşünmek de olanaklıdır. Eğer Doğa Durumu gerçekten Doğa Durumu ise bu bir içgüdü durumu, bir hayvanlık durumudur. İnsanın insan olarak salt bir Doğa Durumunda olması insan Kavramına aykırıdır. İnsan Doğa ve Tinin, Beden ve Ruhun birliğidir. Bu demektir ki insan durumunda Doğa saltık olarak Tin ile birlik içindedir, insanın doğallığı aynı zamanda onun tinselliği ile birlik içindedir. İnsanın doğal içgüdüsü bile onun tinselliği ile, düşüncesi, duygusu, duyarlığı ile birlik içindedir. İnsan yalnızca yemez ve içmez, ama kültürel olarak yer ve içer; insanın eşeysel davranışı yalnızca içgüdüsel değil, ama duygu ve duyu, sevgi ve güzellik öğelerinin eşliğindedir.
 
 
 

Öte yandan Tinin durumunun doğa durumu değil ama zorunlu olarak tinsel-kültürel bir durum olduğu, ve bunda Türenin, Hakkın, Özgürlüğün oluş sürecinde oldukları, eş deyişle henüz gelişmemiş oldukları düşünülebilir. İnsanın kölelikten, haksızlıktan, kötülükten vb. bunlara yol açan kültür durumunun yadsınması yoluyla kaçınabileceği sanılabilir. Ama bu negatif bir kazançtır. Buna karşı insanın pekala kötülük olanağına karşın iyi olanı seçme yeteneğinde olduğu, aslında ussal bir varlık olarak en sonunda bunu başarabileceği, ve bunun için Kültür içinden geçmek zorunda olduğu düşünülebilir. Dünyanın değişmesi denilen şey gerçekte Tinin değişmesidir. Ve Tin İstenç olarak kendinde, yani gizil olarak Özgürlüktür.

 
 
 

Özgürlük Doğa Durumunun bir kategorisi olmaktan öylesine uzaktır ki, tam tersine Doğa Durumunda Gücün Hak olduğunu, Doğa Durumunun henüz Tinin Durumu olmadığını, Hayvanın Durumu olduğunu söylemek gerekir. Tarih Özgürlüğün Oluş sürecidir. Bu düzeye dek Tarihte Özgürlük yoktur. Ama Oluş süreci aynı zamanda Özgürlüğün var olduğunu imler. Süreç Özgürlüğün bütün bir Dünya-Tini için ve bütün bir içeriğinde kazanılmasını anlatır. Değişim, yenileşme, gelişme bu yüzden özseldir. Tinsel katılık ve değişmezlik Doğunun belirlenimidir. Çin de bütün bir Asya gibi Özgürlük bilincini dışarıdan almak zorundaydı. Özgürlük Kavramı ilk kez gerçek içeriği ile İstenç ve Duyunç Özgürlüğü olarak Batıda kavrandı. Ama Çin'in despotik Tininin Batı ile ilişkisinde ondan öğrendiği ilk şey Despotizmin bir başka biçimi olan Marxizm oldu.

 

 
  _Halk  
 
 

 

Halk politik olarak, e.d. Devlet ile ilişki içinde görüldüğünde, özsel önemde olan belirlenim Halk ve İstenç kavramları arasındaki ilişkidir. Halk yönetilmeye gereksinir: Önder, Parti, Führer, Aydın, Tiran vb., tümü de Halk kavramına mantıksal olarak eşlik eden despotik İstenç biçimleridir, ve tümü de Halkın politik istencinin varlığına değil yokluğuna tanıklık ederler. Halkın İstenci her belirlenime açıktır — Tiranlığa olduğu gibi Özgürlüğe de. Yurttaş Toplumuna geçişte başlıca güçlük Halkın boşinancını, gelenekçiliğini, genel olarak tinsel geriliğini kullanmada Demagogun Halk ile aynı gerilik tinini paylaşmasına dayanan üstünlüğüdür.

Özgürlük Halka önderlik ediyor. (Eugène Delacroix; 1830.)
 
 
 
 

Erdem bilgelik gerektirir. Halkta olması olanaksız olan şey budur. Bilgelik öğrenilir, doğuştan değildir. Ve Dünya Tini bu eğitim için onyıllara değil, ama yüzyıllara gereksinir.

Önderlerini coşkuyla selamlayan Südetli Almanlar. Carlsbard, 1938. Bu kutlamanın yalnızca dünya tarihinde yaşanacak en büyük yokedicilik eyleminin ön habercilerinden biri olduğunu anlamaktan çocuklar kadar uzaktılar.  
 
 
 

Bu insanlar despotizmi vareden ikinci bileşeni oluştururlar. Yurttaşlık haklarının evrensel olduğunun, insanlık haklarının evrensel olduğunun henüz bilincinde değildirler. Erdem yürekli olmayı gerektirir. Ama halk, gündelik yaşamlarındaki normal insanlar, her zaman Kötülüğe teslim olmaya hazır olabildiklerini gösterirler. Boyun eğme, korku, sindirilme pekala düşmanın onaylanması yoluyla hiç olmazsa görünüşte vakara dönüştürülebilir, örneğin Hitler'in doğum gününü kutlayan Wilhelm Furtwängler durumunda da görüldüğü gibi (1942).

Önderlerini 51'inci doğum günü dolayısıyla kutlayan Almanlar.  
 
 
 

Bu insanlar Yurttaş değildirler, çünkü Yurttaş kavramı İstenci kapsar. Erdemi, türe ve bilgeliği kapsar. Bu insanlar Halktır, Yurttaş Toplumu değil. Bu insanlar korkmuş, sinmişlerdir. Pekçoğu bir zamanlar Sosyal Demokrat idi. Şimdi kendi istençleri geçersizdir; bundan böyle istençleri Führerlerinin istencidir. Geçmişi anımsadıklarında yüzleri kızarır, ne olduğunu anlamayı başaramazlar. Bu Almanların yozlaşmaları, törel olarak bozulmaları demek değildir; Dünya Tininin hemen hemen bütünü gibi, henüz özgürlük bilincini kazanmamış, hiçbir zaman Yurttaş olmamış olmaları demektir. Törel olgunluk bir halk olabilmekten daha çoğunu, kendini ve her bir insanı eşit hakları olan özgür bireyler olarak tanımayı gerektirir. İnsanların Yurttaş Kavramını henüz gerçekleştirememiş olmaları Kavramın eksikliği değil, insanların kendilerinin eksiklikleridir. Bu eksiklik onların moral varlıklar olabilmelerinden doğar, ve eksiklik giderilebileceği için eksikliktir.

Önderlerini selamlayan Almanlar, Berlin, 1933.  
 

 
  _Yurttaş  
 
 

Özgür Yurttaşın kurtarılmaya gereksinimi yoktur. Modern toplum Yurttaş Toplumudur.

Avrupa Parlamentosu, Strasbourg.

Yurttaş Kavramı herşeyden önce Duyunç Özgürlüğünü, bu öznel, içsel Özgürlüğün tanınmış olmasını içerir. İstenç ancak özgür bir Duyunç temelinde Özgürdür, ve bu düzeye dek İstenç Özgürlüğünden söz edildiğinde Duyunç Özgürlüğü zorunlu olarak varsayılır. İstenç kendini politik olarak Devlet biçiminde anlatır ve Devlet Kavramı Özgürlüğün Kavramı olduğu düzeye dek bu Özgürlük Yurttaşın Özgürlüğü, onun İstencidir. Yurttaş yönetilmez, çünkü Devlet onun kendi İstencinden başka birşey değildir. Yurttaş Kavramında onun yalnızca bir Devlete ait olmasından, bir uyruk olmasından daha çoğu, Devletin onun kendisinin İstenci ile bir olduğu imlenir. Yurttaş modern Devletin politik öğesidir; onda bir sınıfın (işçi ya da işveren sınıfının), bir topluluğun (bir tarikatın, loncanın vb.), özel bir kümenin (örneğin bir partinin) üyesi olarak bulunmaz. Yurttaşın İstenci yalnızca ve yalnızca kendine aittir.

İlk kez Duyunç Özgürlüğü ile Devlet Kavramına karşılık düşen Devletin edimselleşmesi olanaklı olur. Bu bir süreçtir. Modern dönemi — Modernliği — tüm ön-Modern dönemden ayıran belirlenim Duyunç Özgürlüğünün tanınmış olması olgusudur. Reformasyonun Avrupa'da Duyunç Özgürlüğü temelinde toplumsal yeniden yapılanmanın başlangıcı, ama yalnızca başlangıcıdır.

Duyunç Özgürlüğünden yoksun birey Özgürlükten korkar ve onda haklı olarak kendi içselleştirilmiş dogmatik-despotik değerleri için bir gözdağı görür. Yine, Özgürlük bilincinden yoksun olmak Özgürlüğün kendisini moral bozukluk olarak görmeye götürür. Bu bilinç için dışsal yetke moral belirlenimlerin kaynağıdır, ve bir bakıma ona dışsal bir Duyuncu kendi duyuncu olarak içselleştirir. Despotik bilinç moral olarak her zaman dışsal kaynaklardan beslenir, kendi duyuncuna danışmak yerine önderlere, dinadamlarına, yetkelere, tek bir sözcükle bireysel olanın kendisine dayanmayı yeğler. İlkeler, kavramlar, genel olarak düşünce ona bütünüyle yabancıdır. Doğal bilincin bu despotik durumda politik karakteri yoktur, yalnızca yönetilir, ve tek şansı egemenlerinin erdemidir.

Mülkiyet korkusu benzer olarak Özgürlük korkusudur, ve Duyunçtan, moral öz-denetim yeteneğinden yoksun olan bilinç böyle birşeyin olabileceğini de düşünemez ve Mülkiyeti kolayca kötülüğün kaynağı, giderek doğlaysızca kendisi olarak görür ve onun ortadan kaldırılması ile sorunun çözüleceği çıkarsamasını yapar. Hiç kuşkusuz Mülkiyetin bastırılması İstencin bastırılması olduğu düzeye dek Kötülük de bastırılır, çünkü İstençsiz birey için Eylem olanağı da yoktur.

Yurttaş ekonomik bir Sınıfın üyesi değil, politik Bütünün, Devletin üyesi, ya da daha tam olarak Devletin kendisidir, çünkü İstenci Devletin İstencidir. Sınıf olgusunun Türe Kavramı ile bağdaşmadığı düzeye dek, yürürlükteki türesizlik henüz Yurttaşın kendisinin kendi Kavramına karşılık düşmediğini, gerçek Yurttaş olmadığını anlatır.

 

 
  _Demokrasi  
 
 
Halkın Yasamacıları ve Oluş Sürecindeki Demokrasi. Politika Kentlinin işidir. Ussal yasa Hakkın zeminini Zor ve Şiddette görmeyen kültüre özgüdür. Gene de, yüzmeyi bilmeyenler onu yüzerek öğrenmelidirler.
Demokrasi istençsiz halkın Devleti olarak anlaşıldığında bir oxymorondur, olmayan birşey, bir Gedankending, realitesi olmayan bir kurgudur. Halk sözcüğünün Egemenlik ve Erk ile birlikte kullanılması durumunda, sözcük ile denmek istenen gerçekte Yurttaş Toplumudur.

Düşüncenin, saygının, karşılıklı tanımanın olmadığı yerde kaba hayvan gücü Sözün, Logosun yerini alır. Ama kentlilik kavramı şiddeti saltık olarak dışlar. Şiddete başvurma ancak uygarlaştırılmamış, terbiye edilmemiş çocukların büyüdükleri zaman, kente geldikleri zaman da sürdürdükleri bir erdemsizliktir. Her halk kendini yönetecek denli, törel varoluşunu, Devletini ussallığının belirlenimleri ile barış içinde düzenleyecek denli kentlileşmiş değildir. Her halk Demokrasiye yetenekli değildir. Montesquieu bu olguyu ilk anlayanlardan biriydi ve "Demokrasi Erdem olmaksızın olanaksızdır" diyordu. Bu Özgürlük olmaksızın halk kendini yönetemez demenin bir başka yoludur, çünkü ancak özgür birey ve özgür halk erdemli olabilir. Erdemsiz halkın vekilleri modern yasama gibi ussal bir eylemi yerine getiremezler, çünkü Genel İstenci, bireysel özencin üzerindeki ussal-evrensel İstenci bilmezler ve tanımazlar. Bu yüzden sık sık kendilerine teslim edilen Devleti devrilme noktasına dek bozarlar, ve Anayasa, bir ulusun bütün bir tarihinin özeti olan ussal politik Tin işleri yeniden yoluna koyduktan sonra Devlet bir kez daha ellerine teslim edilir. Sık sık yargılayamadıkları, aslında anlayamadıkları yasaları oylar ve onaylarlar. Yasama Meclisi onu özgürce seçen halkın kendisinin törel olgunluğunun göstergesidir. Ama hiçbir halk eğitimli ve erdemli doğmaz. Erdemi ancak boşinançtan ve bir başka boşinanç olan ideolojiden özgürlük koşulunda öğrenebilir. Despotik kültür, İstençsiz kültür erdemsizdir. Ancak İstenci başkasına değil ama kendisine ait olan insan, ancak Kendisi olan insan erdemli olabilir. Erdem bilgidir. Despotik bilinç onda Özgürlüğün bilgisi olmadığı için despotiktir. Ama bu bilinç de bütününde her bilinç gibi onu öğrenme becerisini, Özgürlük sözcüğünü, tasarımını onun Kavramına yükseltme yeteneğini taşır. Sorun bu bilginin despotik bilincin bütün bir yapısının değişimini zorunlu kılmasında yatar. Bu yüzden değişim büyük ölçüde bir kuşaklar dizisini ilgilendiren bir sorundur. Ve yine bu yüzden modern toplumlarda da Özgürlük ve Erdem bilinci henüz oluş durumundadır, henüz tamamlanmış olmayan bir süreçtir.

 

 
  _Yurttaş Toplumu  
 
 

Yurttaş Toplumu bütün bir Dünya-Tarihinde Toplumun kendi Kavramına uygun düşen biricik realitesidir, ve modern dönemi modern yapan başlıca olgudur. Toplum kavramsal olarak insanların Gereksinimlerinden ötürü oluşturdukları birlikleridir. Toplum Aile ya da Devlet değildir. Kültürel değerler yoluyla birarada tutulan Topluluktan ayrı olarak, Toplumda bireyler Gereksinimleri yoluyla biraraya bağlanırlar. Bu düzeye dek modern Yurttaş Toplumu özsel olarak özgür ve eşit kişilerin alış-veriş ilişkilerinin bir dünyasıdır. Yurttaş Toplumu ilkin Yurttaşın kendisinin henüz yetersiz olan moral gelişmişliği nedeniyle Türesiz, giderek Tüzesiz bir yarışma alanı, bir çıkar çatışmaları, haksızlık, sömürü, eşitsizlik alanıdır. Ama Yurttaş Kavramı insan Doğasının gerçekliği içinde şekillenmesi için hiçbir engel kapsamaz; tersine, bu gelişmenin biricik Zemini ve Olanağıdır. Yurttaş İstençtir, özgür İstençtir, ve bu onun moral ve etik gelişime sonu dek açık olması demektir. İnsan bir hayvan gibi varolmak zorunda değildir. İnsanı gelişmeye yeteneksiz görmek Nihilizmin bakış açısıdır, çünkü nihilizm tam olarak Usu, Logosu, insan özünü reddeden bakış açısıdır.

 

 
  _Despotizm  
 
 

Despotizm Özgürlük bilincinin yokluğudur.
Despotizm, sözcüğe yüklenen tasarımlardan ayrı olarak Kavramına göre düşünüldüğünde, bir Devlet biçimi olarak kendi istençlerini Yasa olarak görmeyen bireylerin tek bir bireysel istencin buyruklarına boyun eğmeleri ile belirlenir. Despotizm insanlığın henüz Duyunç ve İstenç Özgürlüğünün bilincinde olmadığı bütün bir tarihsel dönemde olanaklı biricik Devlet biçimidir. Böyle bir yönetim biçiminde Despotun istenci Yasadır, ve bu istenç uyruklarının özençleri karşısında ussal olanın anlatımıdır. Despotik İstenç uyrukların İstençsizliğinin anlatımıdır.

Modern dönemin salt bir kronoloji sorunu olarak değil ama Kavramına göre anlaşıldığı ve ilkede Özgürlük bilinci tarafından tanımlandığı düzeye dek, Despotizm bütününde ön-modern kültürlere özgü evrensel politik yapıdır. Despotizmin türleri olabilir — tiranlıktan imparatorluğa, oligarşiden askeri diktatörlüklere vb. — Despotizm zorunlu olarak baskıcı değildir, çünkü baskının bilinci özgürlüğün bilincini gerektirir. Ancak Özgürlük bilinci ile belirlenen modern dönemde Despotizmi bilinçli olarak ortadan kaldırma savaşımı gündeme gelebilir. Modern dönemi ön-Modern dönemden ayıran başlıca belirlenim bireyin kendi Duyunç ve İstencinin bilincini, tüm insanların özgür doğdukları gerçeğinin bilincini kazanmış olmasıdır. İdeoloji — ister sol isterse sağ denilen biçimlerinde olsun — modern Özgürlük kavramına yabancı, aslında onu olumsuzlayıcı olmasında despotiktir.

Despot genel olarak Özgürlüğü tanımadığı için Güç gereksinimi duyar ve ona hiç kuşkusuz başkalarına karşı kullanmak üzere gereksinir. Yurttaş Toplumu birbirlerini karşılıklı olarak özgür olarak tanıyan özgür bireylerin Toplumu olduğu ve böylece İstenç saltık olarak ona yabancı bir İstence boyun eğmek zorunda olmadığı için Güç İstencini saltık olarak dışlar. Yurttaş Toplumu Kavramına göre Politik Yetki bir Ödevdir — ve realitenin bunu çürüttüğünü düşünmek, olgulardan böyle bir vargı çıkarmak Kavramın kendisini çürütmez. Güç İstenci, ister Doğuda isterse Batıda olsun, despotik kültürün bir kalıntısıdır.

 

 
  _Boşinanç ve Assimilasyon ya da Kültürel Bütünleşme  
 
 

Postmodern Durum: Kültürel Çoğulculuk
Boşinanç İnanç değildir. İnanç gerçek olanı ilgilendirir, ve insanı büyütür, onu duygusunda, yüreğinde sonsuza taşır. Boşinanç ise gerçek olmayana duyulan inançtır — ve anlamsız denilen şeyin kendisidir. İnsanı küçültür ve küçük düşürür. Geleneğin sorgulamayan düşüncesizliğine, bir ölçüde boş kalmış bilince aittir. Boşinanç gerçekte inançsızlıktır, çünkü İnanç Bilgi üzerine, Us üzerine dayanmalıdır, gerçek olana duyulan inanç olmalıdır. İnanç Boşinancı dışlar. Boşinanç saflık içinde, tam bir bilgisizlik, giderek tam bir aptallık içinde olabilir. Ama pekala zorun, şiddetin, terörün dayattığı bir boyuneğmenin sonucu da olabilir. Gene de bugün boşinanç çoğunlukla boşinanç olduğunu bilir ve kendini kendinden bile gizlemeyi başaramaz. Boşinançlı kişi ilkin kendine karşı dürüst değildir, ve bu onu kendi içinde yaralar, öz-saygısını yıkar. Boşinancı ussallaştırmaya, aklamaya çalışan bilinç ussallığın kendisini çürütmeye, var olmayanı var saymaya, yanlış olanı doğru saymaya yönelir. İnandığı şey hiçbir gerçekliği olmayan birşeydir. Yoktur.

Boşinanç kendine yalanı kabul ettirmeyi başardığı düzeye dek, Usunu, sağlıklı düşünme yetisini bozar. Güzellik algısının gelişmesini bastırmayı başardığı düzeye dek, Duyarlığını, estetik yetisini bozar, Ruhunun güzelleşmesine ve böylece fiziksel, bedensel güzelleşmesine izin vermez. Ve, ironik olarak, boşinancını pekiştirdiği düzeye dek, özsel olarak ussal olan İnancın kendisini yokeder, Duyuncunu bozar. Bu us zayıflığı, tıpkı onu aklayan postmodern bakış açısı gibi, Değer olanın kendisini değersizleştirir. Boşinanç (ya da Postmodernizm) insanın insan olmaya yükselmesine, insanın büyüklüğüne, güzelliğine, erdemine, sonsuz duygusuna izin vermez. İnsandaki insanlık niteliğini bozar.

 
 
 

Değişim, gelişim zorunlu olarak Assimilasyon, şu ya da bu tikel kültüre Benzeşme değildir. Assimilasyon ancak göreli bir gelişim, henüz saltık olmayan yetersiz, koşullu bir değişim, alt kültürün üst kültüre öykünmesidir — ki bugün geri kalmış kültürlerin edimsel olarak yapmaya çabaladıkları şey bunun bile gerisinde kalan dışsal bir benzeşmedir —, çünkü örnek ya da ölçün alınan kültürün kendisi değişme ve daha öte gelişme gereksinimi içinde duran göreli bir modeldir. İnsanlık Kendine benzemeli, Kendisi olmalıdır, Başkası değil. Bu onun saltık değişimi ve gelişimidir, kavramının, özsel doğasının çıkarsaması, ve aynı zamanda bütün bir edimsel Tarihinin Ereğidir. Bu Erek uğrunadır ki, Kendisi olmak içindir ki Kendini bilmelidir. Ve bu sözcüğün en gerçek anlamında Büyük Anlatı, Saltık Anlatı dememiz gereken şeydir. Bu onun Özgürlüğü ve aynı zamanda Zorunluğu, kendini kendi özsel doğasına göre belirlemesidir. Usun bakış açısından, bütün bir Tarihin kavramı ve anlamı budur. İrrasyonalist postmodern bakış açısı böyle bir özsel doğayı ve özsel belirlenimi, Logosu yadsıdığı düzeye dek bütünüyle tutarlı olarak kültürel çoğulculuğu, insanlığın, Dünya Tininin tarihte üstlendiği sonlu kötü kültürel biçimleri aklamak ve doğrulamak zorundadır. Doğrulamak, yani çıkarsama yapmak zorundadır, çünkü kendi en özsel doğasını ne denli yadsırsa yadsısın gene de bir 'mantıktır,' üstelik kötü bir mantık, diyalektiğin bilinçsizi analitik bir mantık olsa da. Değişmemeyi, gelişmemeyi, eğer herşeye karşın böyle birşey olmuşsa sözde kültürel köklere geri dönmeyi çıkarsamak zorundadır. Postmodernizmin kendisi ussal olmaksızın yapamaz. Ama bu ussallık Özgürlük Kavramından ve onun daha öte çıkarsamalarından yoksun kötü bir ussallıktır.

 

 
  _Güç (Erk)  
 
 
İmparatorluk İstenci tekil bir İstencin herkesin istenci tarafından tanınan Gücüdür. İmparatorluk İstenci evrensel-ussal İstencin yokluğunda, henüz insanlığın Özgürlük bilincinden yoksun olduğu dönemde Hakkı, Barışı, Gönenci, kısaca Usu temsil eder. Tekerk karşısında herkes kuldur, ve kulluklarının biricik nedeni istençsiz olmalarıdır.

Tinsel Güç fiziksel Güçten güçlüdür. İstencin nedenselliği — özgür nedensellik — doğanın özdeksel nedenselliğinin üzerindedir, çünkü onu denetleyebilir. Ama Güç İstenci denilen şey Doğa üzerinde üstünlük istenci değildir. İnsanın İnsana üstünlüğü için özlemi, böylece gerçekte güçsüzlüğü anlatır.

Güç bir Tindir, tikel bir İstencin başka İstençlere karşı üstünlüğü, başka bilinçlerde yarattığı boyuneğmedir. Yabancı istenç gönüllü olarak tanınabilir — demokrasilerde çoğunluğun istencinin tanınması gibi. Ya da zor ve şiddet yoluyla tanınabilir, ki boyuneğme dediğimiz şeydir.

Özgür Yurttaş Toplumunda ussal, özgür, evrensel İstenç olarak Yasa Güçtür, Güç Yasa değil. Güç — politik Güç — belirli bir İstencin başka İstençler tarafından Egemen olarak tanınmasıdır. Bir İstenç olarak Yasa genel olarak istem, dilek, kural, töre vb. gibi belirli İstenç biçimlerinden ayrı olarak fiziksel güç yoluyla, Zor yoluyla da kabul ettirilebilir.

Politik Güç özsel olarak karşı-Gücün, Yurttaş Özgürlüğüne karşı direnen usdışı öğelerin bastırılması için gereklidir. Yasa özgür Yurttaşın kendi istencini anlattığı ölçüde ona karşı değil ama onun kendi Gücüdür ve köleliğe karşı Özgürlük için Gücüdür.

 
 
 

Gücün belirli bir İstencin egemen olarak tanınması olması ölçüsünde Gücü yaratan etmen bireysel İstenç değil ama onu tanıyan İstençler alanıdır. Bu tanınma sona erer ermez Güç de sona erer. Gücü sürdürmek için uygulanan Zor ne denli şiddetli olursa olsun en sonunda bilinçlerde tanınmışlığın yarattığı o gerçek Gücü yaratmayı başaramaz. Zor kullanımı belirli bir İstencin tanınmasını sağlayabilir. Ama boyun eğen İstenç egemen İstenci kendi özgür Duyuncu ile tanımadığı sürece Zorun sürekli olması gerekir.

 

 
  _Doğal Bilinç  
 
 
Doğal Bilinç Öz-Bilinçsiz Ustur.


Doğal bilinç Usunun hiçbir biçimde bilincinde olmayan Kavramsız bilinçtir. Doğal bilinç tüm realitesini kendi kavramları ile biçimlendirdiğinin, tüm realitesinin kendi bilincinde bulunan bir görüngü olduğunun, baştan sona öznel olduğunun bilinci değildir. Doğal Bilinç kendi bilincinde kendi gelişmişlik düzeyi ile orantılı olarak geliştirebildiği bu soyut biçimselliğin gerçeklik olduğu, onda olduğu gibi var olduğu sanısı içindedir. Onda yalnızca kendi bilinçsiz kavramlarının olduğunun bilincinde değildir. Doğal bilinç özsel olarak bilinçsizdir.

Bu bilinç varlığında kendisinde ve kendisi değildir. Bu kendine yabancılaşmış olması demek değildir. Tam tersine, sürekli olarak bu öz-bilgisizliği olumsuzlamakta, kendisini, egosunu aşamalı olarak daha gerçek biçimlere doğru yükseltmekte, gerçekte yabancılık denebilecek olan bir şeyi, kendini-bilmemeyi olumsuzlamakta, kendi gerçeğinin bilincine doğru şekillenmektedir.

Bu bilinç her konuda düşüncesinde zayıf bilinçtir , ve her durumda önüne koyulan çözümlemeleri çözümleyebilecek, onları gerçek bağıntıları ve anlamları içinde anlayabilecek, onları kavrayabilecek yetenekten yoksundur, çünkü bu kavrama bir ölçütün, saltık ölçütün, Usun bilgisini gerektirir. Tam tersine, bu bilinç her durumda kendisi o soyut çözümlemeler tarafından yakalanır, kaçınılmaz olarak en yüzeysel analitik anlak kurgularına, dünya-görüşlerine, yorumlara vb., ilk karşılaştığı sözde felsefe parçasına yenik düşer, onlarda "bilimsel" olanı, gerçek olanı bulduğunu sanır, üstelik bunlar açıkça bilim ve gerçeği reddediyor olsalar bile, tıpkı Picasso'nun çirkin kübizmini "güzel" bulan estetik topluk gibi. Bu bilinç genel olarak kendi çağının, çevresinin kültürünü kendine biçim olarak üstlenir. Edilgindir. Soyut, biçimsiz, belirlenimsiz Egosu tarihsel bir Ego, şu ya da bu olumsal bilinç olur. Kavramsal olarak düşünemez; düşüncesi salt tasarımlar, imgeler arasında bütünüyle öznel güdüler ve dürtüler yoluyla ileri geri gidip gelmekten ve bu olumsallıklar arasında her durumda geçersiz bağıntılar kurmaktan oluşur. Kendisi olmadığını, herhangi bir kültür tarafından belirlendiğini bilmez. Bu kavramsız entellektüel etkinlik, bu herşeyi herşey ile bağıntılayabilen soyutlamacı derin-düşünce etkinliği her doğal bilincin kendini anlatma ve belirtme yoludur. Özgürlüğü, İstenci, Duyuncu vb. salt tasarım olarak bilir, kavram olarak bilmez, ve bu nedenle onlar arasında zorunlu bağıntılardan özgür olarak, başıboşluk içinde herşeyi herşey ile bağlar.

Doğal bilinç kendine henüz tam hakkını vermemiş bilinçtir. İster deha, isterse varsıl, ünlü, bilimci, felsefeci, politikacı, sanatçı vb. ya da ne olursa olsun henüz tam olarak kendisi değildir. Yarım kalmıştır. Ve gene de bu yarımlığı içinde kendini saltık olarak sonsuza dek saklamayı ister. Bu onun varoluşudur — değerli, anlamlı, vazgeçilmez bulunuşudur. Ama özü değildir.

Bir Ego olduğu için, tüm güdüklüğüne karşın saltık Hakkını ileri sürer. Bu değişiminin sonudur.

 

 
 

Din, Bilim, Felsefe

 
 
 

Din tinselliktir, pozitivist bakış açısının teleskop ya da mikroskopla incelemeyi ve ölçmeyi istediği ve türleri ve alttürleri ile doğal seçme süreçlerine göre evrimlenen doğal bir fenomen değildir. Tinsel bir fenomendir. Ve insan tarihindeki ilk ayinlere ve kültlere dek giden bir fenomen olduğu içindir ki kavramsal olarak irdelenmelidir, çünkü fenomen gerçeği, varlığı kendinde değil, başkasında olandır. Din yalnızca yüreğin Duygusu değildir; düşünen, daha doğrusu imgeler ve tasarımlar düzleminde düşünen bir yanı da vardır ve varoluşu doğal bilincin kavramsal olmayan bu tasarımsal-imgesel düzleminde açıklamaya çabalar. Dinin bu yanı onun pozitif, göreli, kültürel karakterinden, onun "afyon" denilen yanından sorumludur (felsefeye de din gibi pozitif bir karakter verilebilir ve salt bu yanında pekala ideolojiye araç olarak kullanılabilir). Bu yanından, tüm pozitif içeriğinden soyutlandığında geriye kalan yalnızca duygu kipindeki İnançtır. Ve gene de İnanç ve Bilgi arasında bir karşıtlık değil, ama birlik olması gerekir. Din sonsuzluğu insan yüreğinde, duygusalın boyutunda yakalar, o tasarımsal boyutta değil. Ama İnancın nesnesinin Gerçeklik olması gerekir, saçmalık değil (Tertullian'ın sandığı gibi).

Pozitivizm salt dinsel tasarımlara karşı çıktığı için doğru olmak zorunda değildir.


Olympia: Zeus Tapınağı
Homo sapiens ilkin Doğanın ürünüdür, ve gene de Doğadan daha çoğudur, doğaüstüdür, Kültür yapan Tindir; ama Doğanın kendisinin sonlu olması, doğması ölçüsünde, açıklamasını özdeksel Doğada sonlandırmayı isteyen Natüralizm ya da Materyalizm açıklamanın yarısıdır, eksiksiz bilgi değildir, böylece bu düzeye dek bilgi değil ama boş konuşmadır. Öte yandan dinsel bilinç bilimsel bilinç değildir ve açıklamak ve anlamak istediğine kavramlar yoluyla değil, ama tasarımlar yoluyla, imgeler yoluyla ulaşmaya çabalar. Sonlu Doğanın ve sonlu Tinin nedenini sonsuz olan, kendisi yaratılmayan, türevsel, ikincil, dolaylı olmayan yaratıcı Tanrı olarak kabul eder. Bunda kurguldur. Giderek mitoloji bile değişim durumundaki, sürekli akış durumundaki görüngü dünyasını, doğal ve tinsel oluş alanını bir enson olarak, ya da bir ilk olarak göremeyen, onu kendileri sonlu varlıklar olan güzel, duyusal tanrılara bağlayan Usun sezgisinin ürünüdür. Naturalizm doğal fenomenleri sorgulamamasında, onları bir ilk olarak almasında mitolojiden de geri bir bakış açısıdır. Felsefede — hiç kuşkusuz Klasik Felsefede, özgür ussal, bilimsel düşüncede — varoluşun düzeni, dizgesi Logostur. Evrenin özü Noustur, Usun kendisidir. Ve Kavram Kavramı bilir. Doğa özsel olarak yasaldır ve insan Usu bu yasaları, bu kavram-bağıntılarını bilebilir, çünkü onlarla aynı tözü paylaşır, Kavram ve Varlık birdir; bilinemez olduğu düşünülen kendinde-Şeyin kendisi tüm belirlenimleri uzaklaştırılmış ve böylece bilinecek bir yapısı, biçimi kalmamış bir düşünsel soyutlamadır, analitik bir kurgudur. Düzen olan, Kozmoz olan Logostur; ve Tin özsel olarak ussaldır. Dinsel bilinç tasarımsal-duygusal inanç düzleminde kalır; Us Varlık ile bir olan Kavramın, bütün bir varoluşu kendisi olarak bilen, varoluşta yalnızca kendini bilen Kavramın özgür, öz-belirlenimli etkinliğidir.

Kültür bireyin bilincini belirler. Bu doğrudur, ve Çin'de doğup yetişen bir birey Çinli olur, Türk, Amerikalı vb. değil. Ama kültürün kendisi Tinin, bir bütün olarak insanlığın ürünüdür ve içerdiği düşünceler vb. Tinin a priori ya da verili gizilliğinin anlatımlarıdırlar. Soru bireyin kültür tarafından nasıl belirlendiği olmaktan çok Tinin a priori özünün nasıl belirlendiğidir. Dinsel bilinç için bu içerik kişisel bir Tanrı tarafından belirlenir. Us a priori olana kendisinden başka bir köken kabul etmez. Din için Tanrı olan Felsefe için Us ya da Logostur.

 

 
 

Bilim, Pozitivizm, Mitoloji
Yasa; Nedensellik; Belirlenimcilik (Determinizm); Olasılık; Yanlışlanabilirlik/Doğrulanabilirlik; Tansık

 
 
 
Zeus

Doğa zorunlu Nedensellik alanıdır; Tin özgür Nedensellik alanıdır. Doğada herşey zorunludur, tüm fenomenler, görüngüler evrensel ve zorunlu Yasalara göre yer alır. Bu determinizm ya da belirlenimcilik dediğimiz şeydir. Evren doğal ve tinsel Herşeydir, ve deterministik Evren Kozmoz dediğimiz şeydir. Doğa Yasasının evrensel ve zorunlu olma belirlenimi, hiçbir kuraldışına izin vermeyen, nedenselliğin kendisinin bozulmasına, Nedensiz Etkilere ve Etkisiz Nedenlere izin vermeyen saltık karakteri sözde Evrene yüklenen olasılığın gerçekte nesnel değil, öznel olduğunu anlatır, ve buna göre Kaos, belirlenimsizlik, indeterminizm Evrene değil, insan düşüncesinin öznelliğine, bilgisizliğine, ölçüm yetersizliğine aittir.

İnsan Usu, Klasik Felsefeye göre, Kozmozu, tüm doğal ve tinsel Evreni bilebilir, çünkü Evrenin özü Noustur, Ustur, ve insan Usu evrensel Us ile birdir. Bu bilginin olanağıdır. Aynılar aynıları bilirler. Karşıt görüş insan düşüncelerinin Evrenin belirlenimlerinden ayrı bir töz oldukları, insan düşüncelerinin, kategorilerinin kendilerinde varolan Şeylere, kendilerinde-Şeylere uygulanamayacak öznellikler olduğudur (Kant; görgücülük; kuşkuculuk; bilinemezcilik).

Pozitivizm Nedensellik kavramını salt öznel, salt insan düşüncesine ait gördüğü için, Evrende zorunlu, saltık Nedenselliğin olup olmadığı konusunda kuşkudadır. Belirlenimsiz bir Evren, bir Kaos pozitivist bilincin öncülünün mantıksal çıkarsamasıdır. Pozitivizmin böyle birşey yapmadığını düşünmemeli, onu düzeltmemeli, onu çıkarsaması gereken ve edimsel olarak çıkarsadığı vargıları ile anlamalıyız. Analitik düşünce pozitivizmin düşüncesidir ve özelliği analiz etmek, diyalektiğin birlik içinde tuttuğu kavramları ve olguları birbirinden çözmek, ayrıştırmak, herşeyi duyusal olanın sözde tekilliğine indirgemektir. Neden Etkisinden soyutlandığı zaman (tıpkı içbükeyin dışbükeyden, kuzeyin güneyden vb. soyutlanması gibi) evrensel ve zorunlu Yasaların kendilerine olasılık, belirlenimsizlik öğesi girer. Ve dahası, yasaların ya da bilimsel kuramların sınanabilir ve buna göre doğrulanabilir/yanlışlanabilir olmaları gerekir. Dahası yanlışlanabilirliği bilimsel olmamanın, kuşkulu olmanın değil, ama bilimsel olmanın ölçütü olarak almak gerekir. Çünkü pozitivizme göre Yasalar ancak pozitif olgulardan, ancak görgül, deneyimsel tekil örneklerden türetilebilir, ve o zaman bu tümevarımsal belirlenimler evrensel ve zorunlu olamazlar, doğa yasaları da tıpkı insan yasaları gibi çiğnenebilir, değiştirilebilir, bozulabilir. Etkiler Nedensiz olabilir.

Öte yandan mitolojik bilinç bile doğa fenomenlerinin Nedensiz olamayacaklarını, bu görüngülerin Varlıklarının kendilerinde taşıyamayacaklarını, görüngü dünyasının arkasında, özünde saltık olarak bir imgesel tanrılar dünyasının yattığını düşünür. Şimşek fenomeni pozitivizmin sandığı gibi Varlığı kendinde olan birşey değil, ama Zeus'un bir gösterisidir. Bir Varlık değil, ama bir görüngüdür, oluşta olan, ortaya çıkan ve ortadan yiten, Varlığı olduğu gibi Yokluğu da kendisinde kapsayan sonlu birşeydir. Doğa yasalarını, evrensel ve zorunlu belirlenimleri doğrulayamayan pozitivizm tansıklara, boşinanca, usdışının çılgınlıklarına sonuna dek açıktır ve bu nedenle 20'nci yüzyılda aralarında David Bohm gibi değerli adlar da olmak üzere birçok pozitivist düşünürün gizemciliğe döndüklerini görürüz.

 

 
 

Köylülük

 
 
 

Marx ve Engels "Komünist Manifesto"da "kırsal yaşamın aptallığı" gibi birşeyden söz ederler. Onlara göre köylüler geridirler, ilerici ya da devrimci olmayan ekonomik ve toplumsal koşullarda yaşarlar. Tarihsel değişim kırdan değil, ama kentlerde burjuva ve proleteryanın sınıf kavgasından doğacaktır. Mao Köylülükte devrimci bir güç gördü, ve ideolojiyi önündeki koşullara uyarladı. Çin devrimi köyün kente karşı bir kavgası niteliğini kazandı. ...

 
 
 

 

 
 
     
 
  Dizin
Ahlak ve Duyunç · Anamal (Kapital) · Anamalcılık (Kapitalizm) · Bilim, Pozitivizm, Mitoloji · Boşinanç ve Assimilasyon · Demokrasi · Despotizm · Din, Bilim, Felsefe · Doğa Durumu · Doğal Bilinç · Etik (Törebilim) · Gelişme · Güç (Erk) · Halk · İdeoloji · İnsan Doğası · Köylülük · Mülkiyet · Özgürlük · Tarih Kavramı · Yararcılık · Yurttaş · Yurttaş Toplumu · Yurttaş Toplumu ve Aydın ·
 
 
 
Previous

Aziz Yardımlı / 2008 / Tüzel, Ahlaksal, Törel Kavramlar / İdea Yayınevi

Previous