İdea Yayınevi / Platon / Devlet
site haritası  

Platon
Devlet 6 (a)
PLATON, DEVLET, Πολιτεία (Politeia); De RepublicKİTAP V [484-490]
Temalar: FELSEFECİNİN KARAKTERİ, DEVLET YÖNETİMİ


DİYALOĞA KATILANLAR:
Sokrates, GlaukonAdeimantus
[V’inci Kitabın hemen sonunda diyalog saltık, ilksiz-sonsuz ve değişmez güzelliği gören gerçek felsefeci ile hoş sesleri ve güzel renkleri gören ama saltık Güzelliğin varoluşunu kabul edemeyen ‘sanı-’ ya da ‘görüş’- severin karşılaştırması üzerine döner. Sokrates bu ikincilerin öyle adlandırıldıkları için kızabileceklerini söyler. Glaukon ise hiç kimse gerçek olana kızmamalı yanıtını verir.]

Sokrates, Glaukon, Adeimantus
 
Ve böylece Glaukon, tartışmamız uzun ve güç bir yoldan geçtikten sonra, gerçek felsefeci ve yalancı felsefeciler kendilerini gösterdiler.

Sanmıyorum ki, dedi, yol daha da kısaltılabilsin.

Ben de öyle, dedim; ve gene de inanıyorum ki eğer yalnızca bu konuyu tartışacak olsaydık, her ikisi üzerine de çok daha duru bir görüş geliştirebilirdik. Ama doğru olanın yaşamının eğri olanınkinden hangi bakımlardan ayrıldığını görmek isteyenin irdelemek zorunda olduğu daha başka sorular bizi bekliyor.

Peki bundan sonraki soru nedir? diye sordu.

Doğallıkla, dedim, dolaysızca ondan sonra gelen. Yalnızca felsefeciler sonsuza dek kendine benzer ve değişmez kalanı kavrayabildikleri için, ve ötekiler, yalnızca şeylerin çokluk ve değişebilirlik alanında dolaşanlar ise felsefeciler olmadıkları için, bu iki kümeden hangisinin Devletin önderleri olması gerektiğini soracağız.

Doğru yanıtı nasıl bulabiliriz?

Bu ikisinden hangisi Devletin yasa ve törelerini en iyi koruyabilecek gibi görünüyorsa, onlar koruyucular yapılacaktır.

Çok doğru, dedi.

Peki, herhangi birşeyi gözetecek olanın kör mü yoksa keskin görüşlü mü olması gerekir? Bu da açık mı?

Bu konuda hiçbir soru olamaz.

Ve aslında her şeyin gerçek varlığının bilgisinden edimsel olarak yoksun olanlar, ruhlarında duru hiçbir örnek taşımayanlar, ve tıpkı ressamlar gibi gerçekliğin kökenine bakamayıp şeyleri onunla ilişkilendiremeyen ve en sağın olanı göremeyenler, böylece bu dünyada eğer zorunlu ise güzellik, iyilik, doğruluk üzerine yasaları düzenlemeye ve düzenlerini koruyup saklamaya yeteneksiz olanlar — böyle insanlar, sormalıyım, körlerden daha iyi bir durumda mıdırlar?

— Gerçekten de körlerden daha iyi durumda oldukları söylenemez, diye yanıtladı.

Ve deneyimde en azından onlara eşit olmanın ve hiçbir tikel yetide onlardan geri kalmamanın yanısıra, her şeyin gerçek varlığını da bilenler varken, koruyucularımız onlar mı olacaklardır?

Tüm büyük niteliklerinin bu en büyüğünü taşıyanları reddetmek için, dedi, hiçbir neden olamaz; {485} başka herhangi bir bakımdan yetersiz olmadıkça, her zaman ilk yeri almalıdırlar.

__Felsefeci Olmanın Bireysel Önkoşulları Ve Felsefecinin Karakteri

 

Öyleyse, dedim, bu insanların bu ve başka üstünlükleri ne düzeyde birleştirebileceklerini belirlemeye başlayalım mı?

Evet.

İlk olarak, başında belirttiğimiz gibi, felsefecinin özünü saptamamız gerekir. Ve bunda bir anlaşmaya varabilirsek, inanıyorum ki aynı kişilerde niteliklerin böyle bir birliğinin olanaklı olduğunu, ve başkalarının değil ama yalnızca onların Devlet yöneticileri olmaları gerektiğini de kabul edeceğiz.

Ne demek istiyorsun?

Felsefi doğalar üzerine bir noktada anlaşalım: Onlar kendilerini ilksiz-sonsuz olan ve oluşta ve yokoluşta değişmeyen varlık üzerine aydınlatan bilime sonsuz bir sevgi ile bağlıdırlar.

— Anlaştığımız gibi.

Ve dahası, dedim, tüm gerçek varlığı sevdiklerini, ve bunun ister daha büyük ister daha küçük olsun, ister daha değerli ister daha az değerli olsun, hiçbir parçasının onlar tarafından yadsınmadığını da kabul ediyoruz. Bunu daha önce seven insanları ve hırslı insanları tartışırken de belirtmiştik.

Doğru.

Ve eğer betimlediğimiz gibi olacaklarsa, onlarda olması gereken bir başka nitelik daha yok mudur?

Hangi nitelik?

Doğruluk—, düşüncelerine hiçbir zaman bile bile bir yanlışlığa izin vermemek, ondan tiksinmek, ve gerçeği sevmek.

Evet, öyle görünüyor.

Yalnızca ‘‘öyle mi görünüyor?’’ Uygun sözcük bu değil, dostum, diye yanıtladım. Birşey için sevgi duyan birinin doğasından ötürü sevdiği nesneye ait olan ya da yakın olan başka herşeyi de sevmesi saltık bir zorunluktur.

Çok doğru, dedi.

Ve bilgeliğe gerçeklikten daha yakın birşey daha var mıdır?

Nasıl olabilir?

Aynı doğa için hem bilgeliği sevmek hem de yanlışı sevmek olanaklı mıdır?

Hiçbir biçimde!

Öğrenmeyi gerçekten seven biri, o zaman, daha gençliğinden başlayarak tüm gerçekliğe tüm gücüyle uzanıyor olmalıdır.

Kesinlikle.

Ama yine, bildiğimiz gibi, dürtüleri tek bir yönde güçlü olan birinde bunlar başka yönlerde daha zayıf olacaktır, tıpkı bir bölümü başka bir kanala çevrilmiş bir su akıntısı gibi.

Doğru.

İstekleri her biçimindeki bilime ve onunla ilgili nesnelere yönelmiş biri yalnızca ruhun hazlarına gömülecek, ve bedensel hazları bir yana bırakacaktır, eğer bilgelik sevgisi yapmacık değil ama gerçekse.

Bütünüyle doğru.

Böyle biri hiç kuşkusuz ılımlı olacak ve hiçbir biçimde para hırsı duymayacaktır; çünkü başka her insanı paranın ve onun gösterişinin peşinde koşmaya götüren güdülerin onun karakterinde hiçbir yeri olmayacaktır.

Çok doğru. {486}

Felsefecinin doğasını yalancı-felsefecinin doğasından ayırmak istiyorsan, bir başka ölçün daha aramalısın.

Nedir o?

Onda bayağılığın ne olursa olsun hiçbir biçimi bulunmamalıdır; hiçbirşey hem tanrısal hem de insansal şeylerde tam ve bütün olana özlem duyan bir ruha sıradanlıktan daha aykırı olamaz.

Çok doğru, diye yanıtladı.

O zaman ansal bir enginlikle donatılı ve tüm Zaman ve tüm Varlık üzerine gözlemci olan biri nasıl olur da insan yaşamına büyük birşey diye bakabilir?

Bakamaz!

Ya da böyle biri ölümü ürkütücü görebilir mi?

Hiçbir biçimde.

O zaman korkak ve bayağı doğanın gerçek felsefede hiç bir yerinin olmadığı açık değil midir?

Hiç kuşkusuz.

Pekala. Haktanır olan, para hırsı duymayan, bayağı, övüngen ya da korkak olmayan biri — böyle biri, diyorum, dayanılmaz ve türesiz biri olabilir mi?

Olamaz.

Öyleyse bir ruhun felsefeye yatkın olup olmadığını saptamak için yapacağın şey onun çocukluktan bu yana haktanır ve ince mi, yoksa geçimsiz ve yabanıl mı olduğuna bakmaktır.

— Doğru.

Ama atlamaman gereken bir nokta daha var.

Hangi nokta.

Kolayca öğrenip öğrenemediği. Çünkü hiç kimse ona sıkıntı veren ve onu çok büyük çabayla çok az ilerleten şeyi sevmez.

Çok doğru.

Ve yine, eğer unutkansa ve öğrendiklerinden hiç birini kafasında tutamıyorsa? Böyle biri tüm bilgiden yoksun olmayacak mıdır?

Kesinlikle.

Boşa çabalamakla, sonunda verimsiz uğraşından ve kendi kendisinden nefret etmeye zorlanmayacak mıdır?

Hiç kuşkusuz.

O zaman unutkan bir ruhu gerçek felsefi doğalar arasında sayamayız ve felsefecinin iyi bir belleği olması gerektiğinde diretmeliyiz.

Elbette.

Ve bir kez daha, eğitimsiz ve görgüsüz bir doğa yalnızca ölçüsüzlüğe yatkın değil midir?

Yatkındır.

Ve gerçeği ölçüsüz olmaya mı yoksa ölçülü olmaya mı yakın görürsün?

Ölçülü olmaya.

O zaman, başka niteliklerin yanısıra, doğuştan özünden ötürü her gerçek varlığın görüşüne kolayca götürülebilen doğallıkla ölçülü ve ince bir anlık bulmaya çalışmalıyız.

Hiç kuşkusuz.

Peki, sıraladığımız tüm bu özellikler birlikte bulunmazlar mı, ve bir bakıma gerçek varlıktan yeterli, daha doğrusu eksiksiz bir pay alacak bir ruh için zorunlu değil midirler? {487}

Kesinlikle zorunludurlar, diye yanıtladı.

Ve ancak doğal olarak iyi bir bellek yetisi olan ve çabuk öğrenen birinin, soylu ve ince bir kişiliğin, gerçeğe, doğruluğa, yiğitliğe, ılımlılığa dost ve yakın olanın sürdürebileceği böyle bir çalışma eksiksiz bir çalışma olmayacak mıdır?

Kıskançlık tanrısının kendisi bile, dedi, böyle bir çalışmada eksiklik bulamaz!

Pekala, dedim, Devleti yıllarca süren eğitim tarafından eksiksiz kılınan böyle insanlara, ama yalnızca onlara emanet etmeyecek miyiz?

Sıradan Felsefecinin Suçu

 

 

Burada Adeimantus araya girerek şunları söyledi:

Bu sözlere kimse karşı çıkamaz, Sokrates. Ama böyle konuştuğunda dinleyecilerinin içinden tuhaf bir duygunun geçtiğini bilmen gerekir: Sorular sorma ve onları yanıtlamadaki deneyimsizliklerinden uslamlamadaki her adımla biraz daha yoldan çıkarıldıklarını düşünürler, öyle ki bu küçük şeyler yavaş yavaş birikir, ve tartışmanın sonunda çok kötü sendelemeye başladıklarını ve ilk söyledikleri ile çeliştiklerini görürler. Ve beceriksiz dama oyuncularının sonunda usta hasımları tarafından sıkıştırılıp kıpırdayacak hiçbir yerlerinin kalmaması gibi, onlar da kendilerini sonunda böyle sıkıştırılmış bulurlar; çünkü kavramların taşlar olduğu bu yeni oyunda söylecek hiçbir şeyleri yoktur. Bu nedenle bütün bu oyunun sonunda herşeye karşın gerçekliğe hiç dokunulmamış olduğunu sanısına kapılırlar. Bana bunları şimdi olanlar düşündürdü. Biri çıkıp diyebilir ki, uslamlamanın hiçbir adımını çürütemese de, bir olgu olarak gördüğü şey ortadadır. Kendilerini yalnızca gençlik yıllarındaki eğitimin bir parçası olarak değil, ama daha olgun yılların uzun süreli uğraşı olarak da felsefeye adamış olanlardan pek çoğu tam bir çatlak demesek de tuhaf insanlar olurlar, ve en iyi sayılanlar bile senin övdüğün çalışma tarafından kentlerine yararsız kılınırlar.

Evet, ve bunu söyleyenlerin yanıldıklarını mı düşünüyorsun?

Bilmiyorum, diye yanıtladı; ama senin görüşünün ne olduğunu bilmeyi çok isterim.

Yanıtım şöyle: bütünüyle haklı oldukları görüşündeyim.

O zaman, felsefecilerin kentlere hiçbir yararının olmadığını kabul ettiğimize göre, onların kentlerde yöneticiler oluncaya dek oralarda kötülüklerin sona ermeyeceğini söylemede nasıl haklı olabilirsin?

Bir soru soruyorsun ki, dedim, yanıtı ancak bir allegoride verilebilir.

Evet, Sokrates; ve sanırım senin hiç de kullanmadığın bir konuşma yolu bu.

Atina Demokrasisi

 

Zararı yok. Anladığıma göre, dedim, beni böyle umutsuz bir tartışmaya düşürmüş olmak hoşuna gidiyor; ama şimdi allegoriye kulak verirsen, {488} onlara ne denli düşkün olduğumu açıkça göreceksin. Gerçek şudur. En iyi felsefecilerin kendi Devletlerinden gördükleri davranışlar öylesine acıdır ki, yeryüzünde bir benzeri daha yoktur; ve bu nedenle, eğer davalarını savunacaksam, kurguya başvurmam ve ressamlar yaptıkları o yarı teke yarı geyik gibi masalımsı karışımlardan yapılmış bir şekli toparlamam gerekir. Şimdi öyle bir gemi ya da filo tasarla ki, mürettebattaki herkesten daha yapılı ve daha güçlü olmasına karşın, kaptan biraz ağır işiten ve görüşü de biraz zayıf olan biri olsun, ve denizcilik bilgisi de bu yetilerinden daha iyi bir durumda olmasın. Gemiciler yönetim konusunda birbirlerine düşerler ve herkes kendisinin gemiyi yönetme hakkı olduğu görüşündedir, üstelik sanatı hiç öğrenmemiş ve ona bunu kimin ve nerede öğrettiğini söyleyemeyecek olsa bile. Dahası, tümü de bunun öğretilemeyeceğini ileri sürerler, ve tersini söyleyeni parçalamaya hazırdırlar. Yalnız kalan kaptanın çevresine üşüşerek dümeni onlara bırakması için yalvarıp yakarır, her vaatte bulunurlar. Kimi zaman bir parti başarısızlığa uğrarken bir başkası amacına ulaşır ve birincileri öldürerek denize atarlar, soylu kaptanı içkiyle ya da bir uyuşturucuyla ya da başka herhangi bir yolla etkisizleştirip kıskıvrak bağladıktan sonra ayaklanıp gemiyi ele geçirirler. Ambarları açarlar, yiyip içerek yolculuklarını kendilerinden beklenebileceği gibi sürdürürler. Onları desteklemiş ve gemiyi zorla ya da inandırarak kaptanın elinden alıp kendi ellerine geçirme tasarlarında onlara akıllıca yardım etmiş olanlara Becerikli Denizci, Doğuştan Kaptan, Usta Dümenci gibi sanlarla övgüler sunarken, böyle olmayanları ise yararsız görüp küçümserler, onlara sayıp söverler, ve gerçek kaptan ortalarda yoktur — onu dinlemezler. Ama anlamadıkları şey eğer gerçekten de geminin yöneticisi olacaksa, kaptanın yıla, mevsimlere, gök ve yıldızlara ve rüzgarlara ve sanatını ilgilendiren başka herşeye dikkat etmesi gerektiğidir. Dümende ustalık kazanmaya gelince, başkaları bunu ister onaylasın ister onaylamasın, bu işin ne sanatını ne de uygulamasını yönetim ile aynı zamanda kavramak olanaklıdır. {489} Şimdi geminin güvertesinde durum bu olunca, geminin tayfaları gerçek kaptanı nasıl göreceklerdir? Ona bir yıldız falcısı, hiçbir işe yaramaz bir geveze demeyecekler midir?

Hiç kuşkusuz, dedi Adeimantus.

O zaman, dedim, sanırım Devlet ile ilişkisi içindeki gerçek felsefeciyi anlatan allegoriyi ayrıntıda yorumlamamızı pek istemeyeceksin; çünkü demek istediğimi şimdiden anladın.

Elbette.

O zaman bir kentte felsefecilerin onurlandırılmamalarına şaşıran birini görürsen, ona ilkin bu allegoriyi anlat; bunu açıkla ve eğer onurlandırılmış olsalardı bunun çok daha şaşırtıcı olacağını göstermeye çalış ona.

Bunu yapacağım.

__Tayfaların Yöneticileri (Devlet) ‘‘Tayfalar’’ Mıdır?

 

Ona de ki, kendilerini felsefeye adamış en iyi insanların kalabalığa yararsız olduklarını söylemede haklıdır; ama yararsızlıklarını onların kendilerine değil ama onlardan yararlanmayanların kusurlarına yüklemesi gerekir. Çünkü bir kaptan alçakgönüllü bir tonla denizcilere onun tarafından yönetilmeleri için yalvarmamalıdır — doğanın düzeni böyle değildir; bilgeler varsılların kapılarına gitmeyeceklerdir.* Hayır, bu deyişin dahi yaratıcısı bir yalan söyledi, ve gerçek şudur ki, ister varsıl ister yoksul olsun, insan hastalandığında doktorun kapsında beklemelidir; ve yönetilmek isteyenler onları yönetebilecek olanın kapısını çalmalıdır. Yönetici, eğer gerçekten de bir işe yarayacaksa, uyruklarına onun tarafından yönetilmeleri için yalvarmamalıdır. Ama insanlığın şimdiki yöneticileri bir başka türdendir. Onları haklı olarak isyancı tayfalara benzetebiliriz, ve gerçek dümencileri ise onlar tarafından hiçbir işe yaramaz ve aklı bir karış havada olarak adlandırılanlara.

*Deyiş Simonides’e yüklenir.

 

Bütünüyle doğru, dedi.

Yalancı-Felsefeciler; Yarı-Felsefeciler

 

Bu nedenlerle böyle insanlar arasında felsefeye — başka her uğraştan daha soylu olan bu uğraşa — karşıt amaçlara yönelenler tarafından kolay kolay saygı gösterilmez. Gene de ona en büyük ve en kalıcı zarar karşıtlarından değil, ama sözde ona hizmet ettiklerini ileri sürenlerden gelir. Sözünü ettiğin suçlayıcı bunların çoğunun bütünüyle kötü, en iyilerinin ise işe yaramaz olduğunu söylemişti. Ve bu görüşünle anlaşmıştım.

Evet.

Ve iyilerin niçin işe yaramaz oldukları şimdi açıklanmış oldu mu?

Evet.

Felsefeci Çoğunluğun Yozlaşması Kaçınılmaz Mıdır?

 

O zaman sözde felsefeciler kalabalığının bozulmasının niçin kaçınılmaz olduğunu, ve bunun da öteki gibi felsefeyi suçlamak için geçerli olmadığını göstermeye geçelim mi?

Geçelim.

Öyleyse sırayla soralım ve yanıtlayalım. İlkin güzel ve soylu insanın doğasının nasıl olması gerektiğini betimlememize dönerek buna başlangıç noktası yaptığımız şeyi anımsayalım. {490} Gerçeklik, anımsayacağın gibi, onun her şeyde ve her yerde izlemesi gereken öncüsüydü; ve bunu başaramamak bir boşboğaz olmak, gerçek felsefeden hiçbir pay almamaktı.

Evet, söylediğimiz buydu.

Peki, başka hiç birinden söz etmesek bile, salt bu şimdi ona ilişkin anlayışımızla tam bir zıtlık içinde değil midir?

Hiç kuşkusuz, dedi.

[PLATON: DEVLET, VI (a) SONU]

 


  Önceki Bölüm:  V (b)  Sonraki Bölüm: VI (
b)   

İdea Yayınevi 2014 / Çeviren: Aziz Yardımlı