|
Platon Devlet 6 (b) |
|
||
Sokrates, Glaukon, Adeimantus |
— Tam olarak ussauygun, dedi. — Ve felsefecinin doğasında yalan diye birşey bulunabilir mi, yoksa tersine ondan nefret mi eder? — Nefret eder. — O zaman gerçeklik yol gösterdiği zaman, arkasına hiçbir kötülük zinciri takılamaz. — Nasıl olabilir! — Tersine, onu ılımlılığın eşlik ettiği sağlam ve doğru bir karakter izleyecektir. — Doğru. — Öyleyse felsefecinin erdemlerini bir kez daha baştan sıralama konusunda diretmenin hiçbir gereği yok. Hiç kuşkusuz anımsayacaksın ki yüreklilik ve yücegönüllülük, kolay öğrenme ve iyi bellek onun doğal nitelikleri arasındaydı. Ve o zaman araya girerek demiştin ki, gerçi herkes zorunlu olarak söylediklerimizle anlaşacak olsa da, eğer sözleri bırakıp tartışılan kişilere bakılacak olursa, bunlardan kimilerinin açıkça yararsız, ve çoğununsa aşağılık olduğunu görürüz. Sonra bu önyargının arkasında yatan nedeni araştırarak şimdi niçin bunların çoğunun kötü olduğu sorusuna geldik. Ve bizi zorunlu olarak bir kez daha gerçek felsefeciyi inceleme ve tanımlama noktasına getiren bu soruydu. — Bu doğru. — Öyleyse, dedim, gerçek felsefecinin doğasının yozlaşmalarını araştırmalıyız. Felsefe çoğunda bozulurken bunlardan yalnızca kötü değil ama yararsız dedikleri küçük bir bölümü bundan kaçar. {491} Bundan sonra felsefecinin doğasına öykünenleri ve onun yaşam tarzına özenenleri incelemeliyiz, çünkü bunlar kendilerini öyle bir uğraşa verirler ki onlar için gereğinden öte iyi ve gereğinden öte büyüktür, ve böylece birçok yolda ve her yerde gösterdikleri tutarsızlıklarla tüm insanlar arasında felsefecilere sözünü ettiğimiz o kötü adı getirirler. — Bu bozulmalar nedir? diye sordu. — Bunları açıklamaya çalışacağım, dedim — eğer başarabilirsem. En azından böyle bir doğanın, eğer eksiksiz bir felsefeci olacaksa zorunlu olarak tam şimdi sözünü ettiğimiz herşeyi kendinde taşıyan böyle bir doğanın insanlar arasında çok ender olduğunu ve çok az sayıda geliştiğini kabul ediyorum. — Gerçekten de öyle. — Yalnızca ne çok tehlikenin, ne denli büyük tehlikelerin bu ender doğaları yoketmeye çalıştıklarını bir düşün! — Hangi tehlikeler? — Çok şaşırtıcı, diye yanıt verdi. — Sonra, dedim, bunların yanısıra yaşamın tüm sıradan iyilikleri gelir — güzellik ve varsıllık, bedensel güç, Devlette nüfuzlu ilişkiler ve daha başkaları. Bunların da zararlı ve yabancılaştırıcı bir etkileri vardır. Şimdi demek istediğimi ana çizgilerde toparlayabiliyor musun? — Evet; ama ne demek istediğini daha tam olarak bilmeyi isterim. — Şimdi olguyu bir bütün olarak ve doğru olarak kavra, dedim, o zaman bu söylenenleri anlamada hiçbir güçlük çekmeyeceksin, ve tam şimdi söylediklerim seni hiç şaşırtmayacaklar. — Nasıl yapacağım bunu? diye sordu. — Nasıl mı? dedim. Biliriz ki ister bitkisel ister hayvansal olsunlar, tüm tohumlar ya da filizler uygun bir besin ya da iklim ya da toprakla karşılaşmadıkları zaman, uygun bir çevrenin yokluğuna güçlükleri ile orantılı bir duyarlık gösterirler, çünkü kötülük iyi olana olmayandan daha düşmandır. — Çok doğru. — En ince doğaların yabancı koşullar altında daha kaba olanlardan daha çok zarar gördüklerini kabul etmek gerek, çünkü karşıtlık daha büyüktür. — Hiç kuşkusuz. — Ve diyemez miyiz ki, Adeimantus, doğal olarak en iyi ruhlar kötü eğitildikleri zaman aşırı ölçüde kötüleşirler? Büyük suçlar ve tam bir kötülük tini herhangi bir aşağılıktan çok bir yetiştirilmesi tarafından yozlaştırılmış bir doğanın dinçliğinden kaynaklanmaz mı? Ve buna karşı zayıf doğalar çok büyük bir iyiliğe olduğu gibi çok büyük bir kötülüğe de yeteneksiz değil midirler? — Sanırım bu konuda haklısın. {492}
— Ve felsefecinin doğası da aynı andırımı izler, öyle ki, uygun bir öğrenimden sonra, zorunlu olarak tam erdeme doğru büyümeli ve olgunlaşmalıdır; ama eğer yabancı bir toprağa ekilecek ya da dikilecek olursa, tanrısal bir güç tarafından korunmadıkça tam karşıtına gelişir. Belki de yaygın görüşü savunuyorsun: Söz konusu olan şeyin birkaç genç insanın Sofistler tarafından yozlaştırılması olduğunu, ya da, eğer sözleri edilmeye değerse, özel öğretmenler olarak birkaç önemsiz Sofistin kendi başlarına onları yozlaştırmaları olduğunu düşünüyorsun. Gerçekte tam bunları söyleyen kamu tüm Sofistlerin en büyüğü değil midir? Ve onlar gençleri olduğu gibi yaşlıları da, erkekleri olduğu gibi kadınları da diledikleri gibi olmaları için eksiksiz olarak eğitmezler mi? — Bu ne zaman olur? dedi. — Biraraya geldikleri her zaman. Parlamentoda, bir mahkemede, bir tiyatroda, bir ordugahta ya da başka bir kamu toplantısında —, karşılaştıklarında büyük bir gürültü koparır, ve söylenenlerden ya da yapılanlardan kimilerini över, kimilerine söver, ve her ikisini de eşit ölçüde abartır, haykırıp ellerini çırparlar, ve toplantı yerlerinin ve kayaların yankısı övgü ya da yergi seslerini iki katına yükseltir. Bütün bunlar olurken — söylendiği gibi — genç insanın yüreği ne durumdadır? Hangi özel eğitim halk görüşünün bu ezici akışı karşısında onun sapasağlam durmasını sağlayabilir? Akıntı tarafından sürüklenip götürülmeyecek midir? Genel olarak kamunun taşıdığı iyilik ve kötülük kavramlarını kazanmayacak mıdır? Ve böylece onların yaptıkları gibi yapmayacak ve onlar nasılsa o da onlar gibi olmayacak mıdır? — Evet, Sokrates, bu kaçınılmaz. — Ve gene de, dedim, henüz en güçlü zorlamanın sözünü etmedim. — Nedir o? — Gerçekten de bunları yapıyorlar; ve doğrusunu söylemek gerekirse, kolayca. — O zaman başka hangi Sofistin, ya da hangi konuşmacının böyle eşitsiz bir yarışmada üstün gelmesi beklenebilir? — Hiç birinin, diye yanıtladı.
— Gerçekten de hiç birinin, dedim, giderek bir girişimde bulunmak bile büyük budalalık olur. Erdem söz konusu olduğunda, toplumun verdiği eğitime aykırı erdeme doğru eğitilerek, çoğunluktan ayrı bir karakter geliştiren hiçbir insan yoktur, hiçbir zaman olmamıştır ve hiçbir zaman olmayacaktır. Yalnızca sıradan insan karakterinden söz ediyorum dostum: Tanrısal olanı ise — özdeyişe uyarak — konu dışında bırakıyoruz. Çünkü, doğrusunu söylemek gerekirse, toplumun {493} şimdiki kötü durumunda kurtarılan ve olması gerektiği gibi olan herşeyin Tanrının kayrası yoluyla kurtarılmış olduğunu bilmeni isterim. — Bütünüyle onaylıyorum, dedi. — O zaman onayını daha öte bir gözlem için de istemeliyim. — Ne diyeceksin?
— Gerçekten de öyle!
— Ve resimde, ya da müzikte, ya da giderek politikada bile, bilgeliğin geçimsizlerin o engin kalabalığının ruh durumlarının ve beğenilerinin saptanması olduğunu düşünen biri o betimlediğim kişiden nede ayrılır? Eğer şiirde ya da başka bir sanatta ya da kamu hizmetinde usta biri kalabalığa karışıp onlara çalışmalarını sergileyecek olursa, eğer böylelikle onları hiçbir yükümlülüğü yokken yargıçları yapacak olursa, Diomede’nin zorunluğu denilen şey onu diledikleri her şeyi yapmak zorunda bırakmayacak mıdır? Ama onların sevdiklerinin iyi ve güzel olduğunu tanıtlamak için hiç saltık olarak gülünç olmayan bir neden ileri süren birini duydun mu? — Hayır, ne de duyacağımı sanırım. — O zaman bunu kafanda tut, ve bir başka soruyu anımsa. Kalabalığın birçok güzel şeyin varlığından ayrı olarak bir de saltık güzelliğin varlığına inanması, {494} ya da her bir türde çokluğun değil ama her bir türde saltığın varlığına inanması olanaklı mıdır? — Hiçbir biçimde.O zaman kamunun bilgeliği sevmesi olanaksızdır. — Olanaksız! — Ve dolayısıyla felsefeciler kaçınılmaz olarak kamu tarafından kınanacaklardır. — Kesinlikle! — Ve sürüye danışan ve onları hoşnut etmeye çalışan bireyler tarafından? — Bu da apaçık. — O zaman, bütün bunların ışığında, felsefecinin uğraşında ereğine ulaşıncaya dek dayanabilmesi için bir yol görüyor musun? Onun hakkında daha önce söylediklerimizi düşün. Onun anlayış keskinliği ve iyi bir bellek ile, yüreklilik, ve yücegönüllülük ile donatılı olduğunu anımsa — bunları gerçek felsefecinin yetenekleri olarak kabul etmiştik. — Evet. — Böyle biri daha çocukluğundan başlayarak her şeyde herkes arasında birinci olmayacak mıdır, özellikle bedensel yetenekleri de ansal yetenekleri gibiyse? — Hiç kuşkusuz, dedi. — Ve yaşlandıkça dostları ve yurttaşları onu kendi amaçları için kullanmayı istemeyecekler midir? — Elbette. — Ayağına gidip ondan ricalarda bulunacaklar, ve ona saygı gösterip gelecekteki gücünü kendi ellerine geçirebilmek için ona önceden yaltaklanmayacaklar mıdır? — Genellikle olan budur, dedi. — Ve onun gibi bir insan böyle bir durumda ne yapacaktır, özellikle büyük bir kentin yurttaşı ise, varsıl, soylu ve güzel yapılı bir gençse? Sınırsız özlemlerle dolu olmayacak, kendini Helenlerin ve yabancıların sorunlarını ele alma yeteneğinde görmeyecek midir; ve kafasına böyle düşünceleri koyduktan sonra böbürlenip kendini kibirli bir gösterişin ve anlamsız bir gururun doruğuna yükseltmeyecek midir? — Elbette yükseltecektir. — Şimdi, bu duruma girerken, eğer biri usulca gelip ona gerçeği, onda bir parça bile us yokken gene de gereksindiğinin us olduğunu, ama onu kazanmak için köle gibi çalışmak zorunda olduğunu ya da hiçbir zaman kazanamayacağını söylese, böyle bir gürültü patırdı içinde onu kolay kolay dinleyeceğini mi düşünürsün? — Tam tersine. — Ve doğuştan iyilik ya da felsefeye doğuştan yatkınlık yoluyla gözlerini bir parça açan ve felsefeyi bir parça anlayarak ona doğru çekilen biri olsa bile, ondan sağlayacakları yararları ve arkadaşlığını yitirmekte olduklarına inanan başkaları ne yapacaklardır? Onun kendi iyi doğasına boyuneğmesinin önüne geçmek ve öğretmenini güçsüz kılmak için herşeyi yapıp söylemeyecek ve bu amaçla kamu baskısını olduğu gibi kişisel hilelerini de kullanmayacaklar mıdır? {495} — Bundan kuşku duyulamaz. — Ve böyle kuşatılmış biri nasıl felsefeci olabilir? — Olamaz. — O zaman, eğer kişi kötü eğitim görmüşse, onu felsefeci yapan doğal nitelikleri bile, varsıllıklardan ve buna eşlik eden ve yaşamın daha başka iyilikleri denilen şeylerden daha az olmamak üzere, onu uğraşından geri çekeceklerdir derken haklı değil miydik? — Bütünüyle haklıydık. — İşte, eşsiz dostum, tüm uğraşların en iyisine yönelen en soylu — ve dediğimiz gibi, en ender — doğanın yıkımı ve yokoluşu. Ve Devletlere ve bireylere en büyük kötülüklerde bulunan insanların geldiği sınıf budur; ve o denli de akıntı onları o yönde sürüklediği zaman en büyük iyilikte bulunanların. Ama küçük bir insan hiçbir zaman ne bireyler için ne de Devlet için büyük hiçbirşey başaramaz. — Bu çok doğru, dedi. — Evet, söyledikleri budur. — Elbette, başka ne bekliyordun, dedim. Güzel adlar ve gösterişli sanlarla dolup taşan bu alanın kendilerine de açık olduğunu gören çelimsiz yaratıklar, hapisten kaçıp bir sığınak arayan mahkumlar gibi, kendi işlerinden birdenbire felsefeye sıçrayıverirler; bunu yapanlar büyük bir olasılıkla kendi küçük zanaatlarında en usta ellerdir. Çünkü, felsefe böyle kötü bir durumda olsa da, onda başka sanatlarda olmayan bir değer vardır. Böylece doğası kusurlu birçok insan onun çekiciliğine kapılır ki, bunların işleri ve zanaatları bedenlerini nasıl sakatlamış ve bozmuşsa, ruhları da bayağılıkları tarafından sakatlanmış ve bozulmuştur. Bu kaçınılmaz değil midir? — Evet. — Bunlar mahkumluktan yeni kurtularak bir talihe konmuş, ve bir banyo aldıktan sonra üstüne yeni bir giysi geçirip efendisinin yoksul ve kimsesiz kalmış kızı ile evlenmeye giden bir damat gibi süslenmiş küçük kel tamirciye benzemezler mi? {496} — Çok doğru bir benzetme. — Bu tür evliliklerden ne doğar? Bunlar bayağı birer piç olmayacak mıdır? — Sorusu bile edilmez. — Ve eğitime yaraşır olmayan kafalar boylarını aşan felsefeye yaklaşıp onunla bir tür uzlaşmaya girdikleri zaman ne tür düşünceler ve görüşler doğuracaklarını bekleyebiliriz? Bunlar kendilerinde gerçek hiçbirşey taşımayan, gerçek bilgeliğe yaraşır ya da yakın hiçbir yanları olmayan apaçık sofizmler olmayacak mıdır? — Hiç kuşkusuz, dedi.
— Büyük bir iş — evet; ama ona uygun bir Devlet bulamadıkça en büyüğü değil; {497} çünkü ona uygun bir Devlette kendisi de daha büyük olacak ve kendisini olduğu gibi ülkesini de kurtaracaktır. Sanırım şimdi felsefenin niçin böyle kötü bir ünü olduğu yeterince açıkladım ve ona yöneltilen suçlamaların haksızlığını gösterdim. Söylemek istediğin daha başka birşey var mı? — Bu konuda değil, diye yanıt verdi; ama senin görüşünde varolan yönetimler arasında hangisi ona uygun olanıdır? — Hiç biri, dedim; ve bu tam olarak onlara karşı getirdiğim suçlamadır. Varolan Devletlerden hiç biri felsefecinin doğasına yaraşmaz, ve bu nedenledir ki o doğa çarpılıp yabancılaşır. Nasıl dışardan gelen bir tohum yabancı bir toprağa ekildiğinde doğallığını yitirirse, öyle ki başkaları arasında ezilerek kendini yeni toprağına uydurmaya alışır, felsefecinin doğası da bu varoluş içinde kendi gücünü yitirir ve yozlaşarak yabancı bir karaktere dönüşür. Ama eğer kendisi eksiksiz birşey olan felsefe Devlette aynı eksiksizliği bulacak olursa, o zaman onun gerçekliğinin tanrısal olduğu, ve tüm başka şeylerin ise hem doğada hem de kurumsallıkta insansal oldukları görülecektir. Ve şimdi biliyorum ki ‘‘Bu Devlet nedir?’’ diye soracaksın. — Yanıldın, dedi; çünkü bir başka soru soracaktım: O bizim kuruluşunu betimlediğimiz Devlet midir, yoksa başkası mı? — Evet, diye yanıtladım, pekçok bakımdan bizimki; ama daha önce söylediklerimizi de anımsa: Bir yasamacı olarak yasaları saptarken sana yol gösteren o aynı anayasanın ideasını taşıyan belli bir dirimli yetke her zaman Devlette gerekli olacaktır. — Böyle demiştin, diye yanıtladı. — Evet, ama doyurucu bir yolda değil; tartışmanın açıkça uzun ve güç olacağını gösteren karşıçıkışlarınla korkutmuştun bizi; ve geri kalanların kolay olduğunu söylemek ise olanaksız. — Geriye ne kaldı? — Devletin kendine yıkım getirmeden felsefeye nasıl hizmet etmesi gerektiği sorusu: Tüm büyük girişimlere tehlike eşlik eder; dedikleri gibi, ‘‘güzel şeyler güç olurlar.’’ — Gene de, dedi, konuyu toparlayalım, ve tanıtlamayı tamamlayalım. — Benden yana herhangi bir isteksizlik söz konusu olmayacak, dedim, ama bir engelleme olursa bu güçsüzlükten gelecektir. Ne denli istekli olduğumu kendi gözlerinizle göreceksiniz. Ve şimdi bakın, devletin bu yaşam yolunu şimdi yapmakta olduğu gibi değil ama bunun tam karşıtı bir yolda ele alması gerektiğini nasıl duraksamasız ve gözüpek bir çabayla anlatacağım. — Nasıl olacak
bu? |
Önceki Bölüm: VI (a) Sonraki Bölüm: VI (c) İdea Yayınevi 2014 / Çeviren: Aziz Yardımlı |