İdea Yayınevi / Platon / Devlet
site haritası  

Platon
Devlet 6 (c)
PLATON, DEVLET, Πολιτεία (Politeia); De Republic
KİTAP VI [498-504]
Tema: FELSEFECİ

DİYALOĞA KATILANLAR:
Sokrates, GlaukonAdeimantus

[Bilimin öğrencisinde olması gereken karakter özellikleri üzerine çözümleme.]

Sokrates, Glaukon, Adeimantus
 
Parthenon (İÖ 447-432) Perikles Tasarı kapsamında Pheidias’ın yönetimi altında üstlenilen ilk yapıydı. Dorik mimarinin doruk noktasını temsil eder, ama mimarlar Kallikrates ve İktinos tarafından katılan pekçok İonik biçem öğesi kapsar. Karmaşık bir orantılar dizgesi olarak bir geometri başyapıtı olan tapınakta sütunlar gene de Euklides’in koşutluk konutlamasını 2 km içinde çürümek üzere hafifçe içeri doğru yatarlar. Parthenon kentin koruyucu tanrıçası olan Athena’ın evidir.
— Bugünlerde, dedim, felsefenin öğrencileri çok genç olduklarından ve ona neredeyse daha çocukluktan çıkmadan başladıklarından böyle bir uğraşa yalnızca para kazanma ve ev işlerinden arta kalan zamanı ayırırlar; ve felsefi tinleri en diri olmakla ünlü olanlar bile konunun büyük güçlüğünü — eytişimi demek istiyorum — görür görmez ondan kaçarlar. Daha ileri yıllarında, güçlükle ikna edildikten sonra eytişimle ilgilenen başkalarını dinlemeyi kabul ettikleri zaman bile bunu büyük bir iyilikmiş gibi yaparlar ve ona yalnızca şöyle bir kıyısından dokunmayı yeterli görürler. Yaşlandıkları zaman bir kaçı dışında tümünün de güneşi Herakleitos’un güneşinden çok daha fazla solar, çünkü ateşleri bir daha hiç tutuşturulmaz.*

*Herakleitos ‘‘Her gün yeni bir güneş’’ demişti. —Jowett’in notu.

 

Ama ne yapmaları gerekir?

Tam tersini. Çocukluk ve gençliklerinde eğitimleri ve öğrendikleri felsefe o narin yıllara uygun olmalıdır. Bu dönem sırasında büyüyüp erkekliğe erişirken özel bir özenle bedenleri ile ilgilenmeleri gerekir, öyle ki onları özgür eğitimin hizmetinde kullanabilsinler. Yaşam ilerlerken ve ruhları olgunlaşmaya başlarken, artık onun alıştırmalarına geçmeleri gerekir. Ama yurttaşlarımızın daha ileri yıllarında azalan güçleri onları politika ve askerlik ödevlerinin dışına çıkardıkça, o zaman diledikleri gibi yaşayacak ve ağır hiçbir iş üstlenmeyeceklerdir, çünkü amacımız burada mutlu olarak yaşamaları ve bu yaşamı da öteki yaşamdakine benzer bir mutluluk ile taçlandırmalarıdır.

Ne denli içtensin, Sokrates! dedi; bundan kuşkum yok; ve gene de inanıyorum ki dinleyicilerinden çoğunun dirençleri daha da artacak ve hiçbir biçimde inandırılamayacaklar. Hepsinden önce Trasimakhos.

Öyle deme! dedim, daha önce düşmanlar olmamış olsak da daha yeni dost olduğum Trasimakhos ile aramızda hemen bir tartışma başlatma. Çünkü ya onu ve geri kalanları inandırıncaya dek, ya da yeniden doğacakları ve bir başka varoluşta benzer bir tartışmaya girişecekleri gün için onlara yararlı olabilecek birşey yapıncaya dek çabalarıma son vermeyeceğim.

Çok yakın olmayan bir zamandan söz ediyorsun.

Tersine, diye yanıtladım, bengilik ile karşılaştırıldığında bu hiçbirşey. Gene de kalabalığın söylediklerimize inanmamalarına hayret ediyor değilim; çünkü şimdi sözünü ettiğimizin şeyin gerçekleştiğini hiçbir zaman görmemişlerdir. Gördükleri yalnızca felsefeye alışıldık bir öykünme idi, ve bu ise yapay olarak biraraya getirilmiş ve bizim doğal bir birlikleri olan sözlerimize hiç benzemeyen sözlerden başka birşey değildi. Ama bunlar sözde ve davranışta erdemin denge ve oranına doğru olabildiğince eksiksiz yoğrulmuş bir insanı, dahası, {499} onunla aynı imgeyi taşıyan kenti yöneten böyle bir insanı hiçbir zaman görmediler — ne birini, ne de birçoğunu. Yoksa görmüşler midir?

Böyle birşeyi hiçbir zaman görmediler.

Hayır, dostum, ve özgür ve soylu duygulardan söz edildiğini de ya hiç duymamışlar, ya da eğer duymuşlarsa, bu çok seyrek olmuştur. İnsanlar böyle şeylerden dürüstlükle ve ellerindeki tüm güçle gerçeği yalnızca ve yalnızca bilme uğruna ararken söz ederler, ve bu saygın sözler kendilerini ister mahkemelerde isterse toplumda olsun sanı ve çekişmeden başka birşeye götürmeyen tartışmanın ustaca sofistliklerinden uzak tutarlar.

Bunlar, dedi, söylediklerine yabancıdırlar.

Bunu öngörmüştük, ve bu nedenleydi ki gerçeklik bizi biraz korku ve duraksama ile de olsa şunu kabul etmeye zorlamıştı: yararsız dediğimiz ama yozlaşmış olmayan küçük bir felsefeciler sınıfı — istesinler ya da istemesinler — talihin belli bir oyunuyla Devletle ilgilenmeye zorlanıncaya ve Devletin onları dinlemesi için benzer bir zorunluk doğuncaya dek, ya da krallar, ya da eğer krallar değilse, kralların oğulları ya da prensler gerçek felsefeye duyulan gerçek bir sevgi ile tanrısal olarak esinlendirilinceye dek, ne kentler, ne anayasalar, ne de bireyler hiçbir zaman eksiksizliğe erişemeyeceklerdir. Bu almaşıklardan birinin ya da her ikisinin olanaksızlığını doğrulamak için hiçbir neden göremiyorum; eğer olanaksız olsalardı, gerçekten de kendimizi açıkça düş gören hayalperestler olarak gülünç bir duruma düşürmüş olurduk. Haklı değil miyim?

Çok haklısın.

O zaman, eğer geçmişin sayısız çağlarında, ya da tam şimdi, bildiklerimizin ötesinde çok uzaklarda yabancı bir iklimde eksiksiz felsefeci üstün bir güç tarafından Devlet görevini üstlenmeye zorlanırsa, ya da zorlanmışsa, ya da bundan sonra zorlanacak olursa, ölümüne ileri sürmeye hazırız ki bu Felsefenin Müzü kraliçe olduğu her zaman bizim bu anayasamız varolmuştur, vardır, ve varolacaktır. Bu olanaksız değildir, ve olanaksızı ileri sürmüyoruz; bir güçlüğün olduğunu ise hiç kuşkusuz kendimiz kabul ediyoruz.

Benim görüşlerimi de anlatıyorsun.

Ama kalabalığın böyle düşünmediğini mi söylemek istiyorsun?

Sanırım öyle, dedi.

Halk Eğitilebilir Mi?

 


Sevgili dostum, dedim, kalabalığa karşı böyle sert olma. Hiç kuşkusuz görüşlerini değiştireceklerdir. Eğer onları onlarla bir çekişmeye girmeksizin yatıştırırsan, eğer öğrenme sevgisine karşı önyargılarını ortadan kaldırıp onlara felsefecilerini oldukları gibi gösterirsen, karakter ve görevlerini şimdi yaptığımız gibi anlatıp {500} felsefecinin onların şimdi ‘felsefeci’ saydıkları kimselerle hiçbir ilgilerinin olmadığını kavramalarını sağlarsan, onları bu yeni ışıkta görür görmez hiç kuşkusuz görüşlerini değiştirecekler ve bir başka yönde yanıt vereceklerdir. Kim onları seven birine düşmanlık duyabilir? Kim kendisi yumuşakken ve kıskançlıktan özgürken hiç kıskançlık duymayan birini çekemeyebilir? Hayır, senin yerine yanıtı ben vereyim. İnsanlığın küçük bir azınlığında sertlik ve bu çekişmecilik bulunabilir, ama çoğunluğunda değil.

Bütünüyle anlaşıyorum.

Felsefenin Değersizleştiricileri: Antik Kuşkucular, Görgücüler, Olgucular

 


Ve sen de benim gibi kalabalığın felsefeye karşı duyduğu kötü duyguların hiçbir işlerinin olmadığı yere gelip sürekli olarak birbirlerine söven, kendi aralarında itişip duran, ve olgunun kendisi yerine kişileri söyleşilerine konu yapan düzenbazlar yüzünden olduğunu, ve hiçbir şeyin felsefe için bundan daha değersiz olduğunu düşünmüyor musun?

Kesinlikle.

Çünkü, Adeimantus, düşünceleri gerçekten Varlığın kendisi üzerinde yoğunlaşan birinin hiç kuşkusuz aşağıya dünya sorunlarına bakacak, ya da insanlarla çekişerek kıskançlık ve hasetle dolacak zamanı olamaz; gözleri her zaman bir düzen içinde değişmez kalan ve ne birbirlerini inciten ne de incitilen ama tümü de uyum içinde usa göre devinen şeylere çevrilmiştir; o bunlara öykünür, ve kendini elinden geldiğince onlara uyumlu kılacaktır. Bir insan saygı içinde söyleşide bulunduğuna öykünmenin önüne geçebilir mi?

Olanaksız.

Ve tanrısal düzen ile söyleşide bulunan felsefeci bununla insan doğasının izin verdiği ölçüde düzenli ve tanrısal olur. Ama başka herkes gibi, o da altüst oluşlarla karşılaşacaktır.

Hiç kuşkusuz.

Ve eğer yalnızca kendini değil, ama, ister Devletlerde olsun isterse bireylerde, genel olarak insan doğasını orada görmekte olduğu şeye doğru biçimlendirme gibi bir zorunluk altında kalırsa, onun halk için türe, ılımlılık ve tüm yurttaşlık erdeminin beceriksiz bir ustası olacağını düşünür müsün?

Hiçbir biçimde.

Ve eğer dünya onun hakkında söylediklerimizin gerçek olduğunu algılarsa, felsefecilere öfkelerini sürdürürler mi? Onlara göksel bir modele öykünmeyen sanatçılar tarafından tasarlanmamış hiçbir Devletin mutlu olamayacağını söylersek bize inanmazlar mı?

Eğer anlarlarsa kesinlikle öfke duymayacaklardır, dedi. Ama sözünü ettiğin tasar nasıl yapılacak? {501}

Devleti ve insanların tavırlarını alarak başlayacaklar, ve bunlardan, tıpkı bir tabletten olduğu gibi, tabloyu silerek çıkaracak ve temiz bir yüzey elde edecekler. Bu kolay bir iş değil. Ama kolay olsun ya da olmasın, onlar ve başka her yasamacı arasındaki ayrım burada yatacaktır: Temiz bir yüzey buluncaya, ya da kendileri böyle bir yüzey hazırlayıncaya dek, birey ya da Devlet ile hiçbir ilgileri olmayacak ve hiçbir yasa getirmeyeceklerdir.

Ve bütünüyle haklı olarak, dedi.

Bundan sonra anayasanın bir taslağını oluşturmaya mı geçeceklerini düşünüyorsun?

Hiç kuşkusuz.

Ve tabloyu geliştirirken, deyim yerindeyse, gözlerini sık sık yukarıya ve aşağıya çevirecekler, bir bakıma ilkin saltık türeye ve güzelliğe ve ılımlılığa, ve sonra insansal eşleme bakacaklardır. Ve çeşitli yaşam öğelerini bir insan imgesinde karıştırıp yoğuracaklar, ve bunu Homer’in Tanrının insanlar arasında varolduğu zamanki biçimi ve benzeri dediği öteki imgeye göre tasarlayacaklardır.

Çok doğru, dedi.

Ve şurada bir özelliği silecek, burada bir başkasını ekleyecekler, ta ki insan tavırlarını olanaklı olduğu ölçüde Tanrının sevdikleri ile bağdaşır kılıncaya dek.

Gerçekten de, dedi, başka hiçbir yolda daha güzel bir tablo yapamazlar.

Ve şimdi, dedim, saldırmak için gözü kapalı üstümüze yürüyor olarak betimlediğin orduyu böyle bir anayasa sanatçısının bizim onlara övdüğümüz insanın kendisi olduğuna, Devleti ellerine bıraktığımız için kendisine çok kızdıkları o insan olduğuna inandırmaya başlıyor muyuz? Ve şimdi bizden işitmiş oldukları şeyler konusunda biraz olsun yatışıyorlar mı?

Eğer biraz sağduyuları varsa hiç kuşkusuz yatışacaklardır.

Karşıçıkacak bir zemini nerede bulacaklar? Felsefecinin gerçeği ve varlığı seven biri olduğundan mı kuşku duyacaklar?

Bu çok saçma olurdu.

Ya da betimlediğimiz biçimiyle doğasının en yüksek iyiye yakın olduğundan mı?

Ne de bundan kuşku duyabilirler.

Peki, uygun koşullar altına getirildiğinde böyle bir doğanın olabilecek en iyisi ve en bilgesi olacağını yadsıyabilirler mi? Ya da yadsıdıklarımızı mı yeğleyeceklerdir?

Hiç sanmıyorum.

O zaman, felsefeciler egemenliği üstleninceye dek Devletlerin ve bireylerin kötülükten kurtulamayacağını ve bu imgesel Devletimizin hiçbir zaman gerçekleşemeyeceğini söylememize öfke duymayı sürdürecekler mi?

Sanırım daha az öfke duyacaklar.

Yalnızca daha az öfke duyduklarını değil {502} ama bütünüyle yumuşadıklarını ve inandırıldıklarını, ve başka hiçbir nedenle olmasa da salt utandıkları için uzlaşmayı yadsıyamayacaklarını varsayalım mı?

Elbette.

O zaman uzlaşmanın sağlandığını kabul edelim. Bundan sonra, kralların ya da prenslerin bir felsefecinin doğası ile dünyaya gelen çocukları olabileceğini yadsıyanlar olacak mıdır?

Hiç kimse bunu yadsıyamaz.

Ve dünyaya geldikleri zaman yozlaşmalarının saltık olarak zorunlu olduğu söyleyen biri çıkacak mıdır? Korunmalarının güç olduğunu bizim kendimiz de kabul ettik; ama tüm çağlarda aralarından birinin bile olsa kurtarılamayacağını ileri sürmeyi kim göze alabilir?

Gerçekten de kim?

Peki, dedim, eğer istencine boyun eğen bir kent varsa şimdi inanılmaz görünen herşeyi gerçekleştirmek için biri yeter.

Evet, biri yeter.

Egemen betimlemiş olduğumuz yasa ve kurumları getirebilir, ve yurttaşlar onlara boyun eğmeye istekli olabilir.

Elbette.

Ve başkalarının onayladığımızı onaylaması olanaksız ya da şaşırtıcı olmamalıdır.

Sanmıyorum.

Ama tüm bunların, eğer olanaklıysa, hiç kuşkusuz en iyisi olduğunu daha önce söylediklerimizde yeterince gösterdik.

Gösterdik.

Ve şimdi yalnızca yasalarımızın, eğer yürütülebilirlerse, en iyisi olduklarını değil ama, işletilmelerinin güç olmasına karşın olanaksız olmadığını da söyleyeceğiz.

Çok doğru.

Ve böylece tüm güçlüklerden sonra bir konunun sonuna ulaştık. Ama geriye tartışılacak çok şey kaldı: Anayasanın kurtarıcılarını ortaya çıkarmak ve aramızda tutmak için hangi genel varsayımlar, hangi incelemeler, ve hangi yaşam biçimleri zorunludur, ve hangi yaşlarda kendilerini hangi tikel görevlere verecekler?

Evet bunları da konuşmalıyız, diyerek onayladı Adeimantos.

Biraz önce kadınlara iyelik, çocuk doğurma ve yöneticilerin atanması konusundaki sıkıntılı işi atlamıştım, çünkü tam gerçekliğe götüren yolun güç ve gücendirici olduğunu biliyordum. Ama bu kurnazlığın bana pek yararı olmadı, çünkü herşeye karşın bunları tartışmak zorundayım. Şimdi kadınlar ve çocukları bir yana bırakırsak, yöneticilere ilişkin sorunun hemen hemen en başından irdelenmesi gerekir. Anımsayacağın gibi, diyorduk ki onlar hazların ve acıların sınavından geçmiş, {503} ülkelerini seven insanlar olmalı, ve ne güçlüklerde, ne tehlikelerde, ne de herhangi bir başka olumsallıkta yurtseverliklerini yitirmemelidirler. Ve dayanamayan reddedilecek, ama her zaman ateşte sınanmış altın arılığında ortaya çıkan kişi yönetici yapılacak, yaşamda ve ölümde onurlandırılıp ödüllendirilecektir. Söylenenler bu türden şeylerdi, ve daha sonra uslamlama ortaya çıkan soruyu karıştırmaktan korkarak yön değiştirmiş ve kendini gizlemişti.

Tam olarak anımsıyorum, dedi.

Evet dostum, dedim, ve o zaman gözüpek sözcüğü kullanmaktan kaçınmıştım, ama şimdi söylemeyi göze alıyorum: En iyi koruyucuları birer felsefeci yapmalıyız.

Evet, dedi, bu anlaşılmalı.

Felsefeci Kralın Nitelikleri

 


Onların çok fazla olacağını sanma, çünkü özsel olduklarını düşündüğümüz yetiler seyrek olarak tüm bölümlerinde birarada büyürler, ama çoğunlukla parça parça gelişirler.

Ne demek istiyorsun? dedi.

Biliyorsun ki bilgiyi sevmek, iyi bir bellek, çabuk kavrayış ve bunlarla birlikte olan tüm başka nitelikler çok sık birarada gelişmezler, ve onları taşıyan ve aynı zamanda ruhları soylu ve diri kişiler genellikle dinginlik ve kararlılık içinde yaşamaya istekli olarak doğmazlar; dürtüleri tarafından her yola sürüklenirler ve tüm kararlılık onları terkeder.

Çok doğru.

Öte yandan, kolay kolay eğilmeyen, bir kavgada korkuya kapılmayan ve yerlerinden kıpırdamayan güvenilir doğalar ise öğrenecek birşey olduğu zaman da eşit ölçüde yerlerinden kıpırdamazlar; her zaman uyuşukturlar ve herhangi bir düşünce işinde esneyip yatağa gitme eğilimindedirler.

Bütünüyle doğru.

Ve gene de diyorduk ki en yüksek eğitimden, onurdan ve egemenlikten pay alacak felsefecinin her iki karakterden de pay almış olması zorunluydu.

Hiç kuşkusuz, dedi.

Ve bu seyrek bulunan bir şey olmayacak mıdır?

Gerçekten de öyle.

O zaman aday yalnızca daha önce sözünü ettiğimiz çabalar, korkular ve hazlarda sınanmakla kalmamalı, ama sözünü etmeyip atladığımız bir başka denemeden de geçirilmelidir — birçok bilgi türünde alıştırma yapmalı, ve ruh en yüksek bilgiye dayanacak mı, yoksa {504} başka oyunlarda ve alıştırmalarda olduğu gibi onun altında ezilecek mi görülmelidir.

Evet, dedi, bunu gözlemeliyiz. Ama en yüksek bilgi ile ne demek istiyorsun?

Anımsayacaksın ki, dedim, ruhta üç parçayı ayırdettiğimiz zaman doğruluk, ılımlılık, yüreklilik ve bilgeliğin tanımlarını vermiştik.

Evet, dedi, eğer unutmuş olsaydım daha fazlasını dinlemeye hakkım olmazdı.

Ve onlardan önce söylenmiş olanları anımsıyor musun?

Neden söz ediyorsun?

Yanılmıyorsam diyorduk ki eğer onları eksiksiz durulukları içinde görmek istersek sonunda bizi duruluğa ulaştıracak daha uzun ve daha dolambaçlı bir yol tutumalıdır. Ama uslamlamalarımıza daha önce söylenmiş olanlardan doğan tanıtlamalar iliştirerek ilerlemek de olanaklıydı. Ve hepiniz böyle bir açımlamanın sizin için yeterli olacağı yanıtını verdiniz, ve böylece inceleme bana sağınlıktan çok uzak görünen bir yola saptı. Ama eğer sizin için doyurucu olmuşsa, bunu söyleyebilirsiniz.

Evet, dedi, bana bir ölçüde doyurucu göründü, ve başkaları da öyle düşündü.

Ama dostum, dedim, eksik ölçü bir ölçü değildir; böyle sorunlarda gerçeklikten daha küçük bir ölçü ile yetinemezsin, çünkü eksik bir ölçü hiçbir şeyi ölçmez, üstelik kimi insanlar bunun pekala yetebileceğini ve daha öte gitmenin hiçbir gereği olmadığını düşünseler bile.

Evet, gerçekten de insanlar tembel oldukları zaman çok sık görülen bir durum.

Bu duygu, dedim, Devletin ve yasaların bir koruyucusunda bulmayı beklediğimiz en son şeydir.

Çok doğru.

O zaman, koruyucudan daha uzun olan dolambacı tutması ve bedensel eğitiminde olduğu gibi öğreniminde de çaba harcaması istenmelidir, yoksa, dediğimiz gibi, hiçbir zaman en büyük ve herkesten çok ona uygun olan o bilimin ereğine ulaşamayacaktır.

O zaman, dedi, bunlar en yüksek şeyler değil mi. Türeden ve betimlediğimiz başka şeylerden daha yüksek birşey mi var?

Hiç kuşkusuz. Bütün bunların şimdiye dek yaptığımız gibi yalnızca taslaklarına bakmakla yetinmemeli, ama en sağın açınımı ortaya koymalıyız. Başka daha az önemli şeyleri tam durulukları ve sağınlıkları içinde görünebilsinler diye sonsuz sıkıntılara katlanarak işlerken, en yüksek şeyi ise en yüksek sağınlık içinde sunmaya değer görmemek gülünç olacaktır.


[DEVLET, VIc SONU]

 
  Sonraki Parça VI (d); Önceki Parça VI (b)  
  İdea Yayınevi 2014 / Çeviren: Aziz Yardımlı  
     


  Önceki Bölüm:  VI (b)  Sonraki Bölüm: VI (
d)   

İdea Yayınevi 2014 / Çeviren: Aziz Yardımlı